Bu sayfa: Psikolojik desteğe ihtiyacı olan herkese yardımcı olmak amacıyla, dünyanın farklı ülkelerinde bulunan psikoloji alanında tecrübeli uzmanlar tarafından, takipçilerden gelen sorulara verilen cevapların yayınlandığı "Psikolojik Destek" sayfasıdır.
4 Nisan 2019 Perşembe
ÇOCUKLUK MASTÜRBASYONU
SORU:
Kızım 3,5 yaşında.
13-14 aylıkken yürüteçte sürtünme davranışı başladı. Biz o sıra ne olduğunu
anlayamadık birkaç ay devam etti ne olduğunu anlayınca biz doktor ve iğne ile
korkuttuk, sonra yapmadı ta ki 3 ay öncesine kadar. Kreşte iken yapmış, o gün
çok ağlamıştı. Kreşe almaya gittiğimde ben böyle yaptım ve çok güzel oldu dedi
ve böylece tekrar başladı. Önceleri görmezden geldik ama küçüklüğünden izin
vermediğinizi hatırlıyor doktora söyle yapcam diyor. Öğretmeni kreşte 5 dk.
Bile arkadaşlarıyla oynamadığını, sadece bir şey izlediği zamanlar yapmadığını,
onun dışında tüm gün bununla meşgul olduğunu söyledi. Masa sandalye görmesi
yeterli, yanımızda da yapmaya çalışıyor sonra sanırım kendi fark ediyor
bırakıyor. En son dün bisiklet sürerken fark etti ve yanında ona seslenmeme
rağmen durmadan yapmaya çalıştı. Aklına gelince dikkatini dağıtamıyorum.
CEVAP:
Çocukluk mastürbasyonu, küçük yaşlarda karşılaştığımız bir
durumdur. Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki bu davranış görünüm olarak
cinsel bir davranışa benzese bile, çocuklarda cinsel içerikli bir davranış
değildir. Amacı çoğunlukla haz veya rahatlamadır. Bu bakımdan sallanmak veya
parmak emmekten çok da farklı değildir. Buradaki temel sorun, toplumun bu
davranışlara farklı tepkiler göstermesidir. Bizim toplumumuzda en çok korkulan
şey "ne derler" korkusudur. Hâlbuki durum serinkanlı ve objektif
değerlendirilirse tepkilerimiz de daha dengeli ve sağlıklı olur.
Öncelikle problemin neden ortaya çıktığına bakılması gerekir.
Bunun nedenleri arasında:
- Sıkı bez
bağlama
- Genital
bölgede kaşıntı
- Çocuğun
okula/anaokuluna/kreşe başlama, taşınma, kardeşi olma gibi kaygı meydana
getirebilecek bir olay
- Uzun süre
yalnız başına kalması olabilir.
Yukarıda sayılan nedenlerin dışında, çocuğun
yumurtalıklarında bir rahatsızlık varsa çocuk genital bölgesini kaşıyarak
rahatlıyor olabilir.
Genital bölgede oluşan mantarlarda çocuğun bu davranışı
göstermesine neden olabilir. Mantar genelde diğer enfeksiyonlardan akıntı
yapmamaları ile ayrılır. Özellikle kız çocuklarında idrar yaptıktan sonra
genital bölgenin mutlaka iyice kurutulması gerekir. O bölgenin ıslak kalması
mantar oluşumuna neden olabilir.
Bu kaşıntıların bir başka sebebi kıl kurdudur. Bu kurtçuklar
zaman zaman kaşıntıya yol açar.
Enfeksiyon olmamasına rağmen genital bölgede kaşıntı varlığı
o bölgenin hijyen koşullarına uygun temizliğin yapılmadığına işaret eder.
Külot içine de bakılarak hijyen kontrolü yapılmalıdır. Her
gün mümkünse bol duru su ile yıkanmalıdır. Su yoksa menopozdaki kadınların
kullandığı sıvı temizlik ürünleri kullanılabilir.
Eğer çocuğumuz kaygı yaşıyorsa odak noktamız mastürbasyon
değil, kaygı meydana getiren koşullar olmalı. Uyaran eksikliği yaşıyorsa bu
konuda bir şeyler yapmalı, çocuğun uzun süre boş kalmasını engellemeliyiz.
Peki, çocuğun mastürbasyon yaptığını gördüğümüzde nasıl
davranmalıyız:
1) Panik olmamalı ve çocuğa kendini suçlu hissettirecek
bakış, söz ve hareketlerden uzak durmalıyız.
2) Mümkünse çocuğa alternatif bir etkinlik önermeliyiz.
3) Eğer anlayabilecek yaşta ise insanların bunu hoş
karşılamayacaklarını, bunun özel/mahrem bir durum olduğunu belirtebiliriz.
4) Kaygılarını anlamaya çalışmalı, duygularını ifade etmesi
için konuşmaya, resim yapmaya teşvik etmeliyiz.
5) Sosyal ilişkilerini ve gündelik hayatını etkilemeye
başlarsa bir uzmandan yardım almalıyız.
Dünden daha güzel günler yaşamanız dileğiyle…
Psikolojik Destek Ekibi
SORU:
Kızım 3,5 yaşında.
13-14 aylıkken yürüteçte sürtünme davranışı başladı. Biz o sıra ne olduğunu
anlayamadık birkaç ay devam etti ne olduğunu anlayınca biz doktor ve iğne ile
korkuttuk, sonra yapmadı ta ki 3 ay öncesine kadar. Kreşte iken yapmış, o gün
çok ağlamıştı. Kreşe almaya gittiğimde ben böyle yaptım ve çok güzel oldu dedi
ve böylece tekrar başladı. Önceleri görmezden geldik ama küçüklüğünden izin
vermediğinizi hatırlıyor doktora söyle yapcam diyor. Öğretmeni kreşte 5 dk.
Bile arkadaşlarıyla oynamadığını, sadece bir şey izlediği zamanlar yapmadığını,
onun dışında tüm gün bununla meşgul olduğunu söyledi. Masa sandalye görmesi
yeterli, yanımızda da yapmaya çalışıyor sonra sanırım kendi fark ediyor
bırakıyor. En son dün bisiklet sürerken fark etti ve yanında ona seslenmeme
rağmen durmadan yapmaya çalıştı. Aklına gelince dikkatini dağıtamıyorum.
CEVAP:
Çocukluk mastürbasyonu, küçük yaşlarda karşılaştığımız bir
durumdur. Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki bu davranış görünüm olarak
cinsel bir davranışa benzese bile, çocuklarda cinsel içerikli bir davranış
değildir. Amacı çoğunlukla haz veya rahatlamadır. Bu bakımdan sallanmak veya
parmak emmekten çok da farklı değildir. Buradaki temel sorun, toplumun bu
davranışlara farklı tepkiler göstermesidir. Bizim toplumumuzda en çok korkulan
şey "ne derler" korkusudur. Hâlbuki durum serinkanlı ve objektif
değerlendirilirse tepkilerimiz de daha dengeli ve sağlıklı olur.
Öncelikle problemin neden ortaya çıktığına bakılması gerekir.
Bunun nedenleri arasında:
- Sıkı bez
bağlama
- Genital
bölgede kaşıntı
- Çocuğun
okula/anaokuluna/kreşe başlama, taşınma, kardeşi olma gibi kaygı meydana
getirebilecek bir olay
- Uzun süre
yalnız başına kalması olabilir.
Yukarıda sayılan nedenlerin dışında, çocuğun
yumurtalıklarında bir rahatsızlık varsa çocuk genital bölgesini kaşıyarak
rahatlıyor olabilir.
Genital bölgede oluşan mantarlarda çocuğun bu davranışı
göstermesine neden olabilir. Mantar genelde diğer enfeksiyonlardan akıntı
yapmamaları ile ayrılır. Özellikle kız çocuklarında idrar yaptıktan sonra
genital bölgenin mutlaka iyice kurutulması gerekir. O bölgenin ıslak kalması
mantar oluşumuna neden olabilir.
Bu kaşıntıların bir başka sebebi kıl kurdudur. Bu kurtçuklar
zaman zaman kaşıntıya yol açar.
Enfeksiyon olmamasına rağmen genital bölgede kaşıntı varlığı
o bölgenin hijyen koşullarına uygun temizliğin yapılmadığına işaret eder.
Külot içine de bakılarak hijyen kontrolü yapılmalıdır. Her
gün mümkünse bol duru su ile yıkanmalıdır. Su yoksa menopozdaki kadınların
kullandığı sıvı temizlik ürünleri kullanılabilir.
Eğer çocuğumuz kaygı yaşıyorsa odak noktamız mastürbasyon
değil, kaygı meydana getiren koşullar olmalı. Uyaran eksikliği yaşıyorsa bu
konuda bir şeyler yapmalı, çocuğun uzun süre boş kalmasını engellemeliyiz.
Peki, çocuğun mastürbasyon yaptığını gördüğümüzde nasıl
davranmalıyız:
1) Panik olmamalı ve çocuğa kendini suçlu hissettirecek
bakış, söz ve hareketlerden uzak durmalıyız.
2) Mümkünse çocuğa alternatif bir etkinlik önermeliyiz.
3) Eğer anlayabilecek yaşta ise insanların bunu hoş
karşılamayacaklarını, bunun özel/mahrem bir durum olduğunu belirtebiliriz.
4) Kaygılarını anlamaya çalışmalı, duygularını ifade etmesi
için konuşmaya, resim yapmaya teşvik etmeliyiz.
5) Sosyal ilişkilerini ve gündelik hayatını etkilemeye
başlarsa bir uzmandan yardım almalıyız.
Dünden daha güzel günler yaşamanız dileğiyle…
Psikolojik Destek Ekibi
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
DEHB
Bu metin, Dikkat eksikliği ve Hiperaktivite konusunda çok
sık sorulan sorulara verilen cevaplardan oluşmaktadır. Metin hazırlanırken,
hayatın içinden örnekler, bilimsellik süzgecinden geçirilerek, kısa ve öz
cevaplar verilmeye gayret edilmiştir.
(Not: Bundan sonra “Dikkat eksikliği ve Hiperaktivite”
terimleri metin içerisinde kısaca “DEHB” olarak geçecektir.)
İstifadeli olması dileğiyle…
Hazırlayan: Sait Hisar
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Rehberlik ve
Psikolojik Danışmanlık bölümü mezunu. 20 yıllık Psikolojik Danışman. 3 yıllık
Rehberlik Araştırma Merkezi Tecrübesi, 10 yıllık özel eğitim tecrübesi. Kendisi
ve çocukları bu sorunu bizzat yaşıyor. Ancak çocukları sürekli olarak
okullarında derece yapıyor.
1)- DEHB’li olan çocuklar dinlemiyormuş gibi gözükür. Doğru
mu?
Cevap: Evet dinlemiyormuş gibi gözükür ama dinlerler. Yani o konuda soru gelse cevap verebilirler.
2)- “Bu çocuklara sık sık işlerini ve ödevlerini hatırlatmak
gerekir” doğru mu?
Cevap: Bu çocuklar böyle bir ihtiyaç duyar bu doğru. Ama
önerimiz bu değil. Yavaş yavaş bu ihtiyacı yok edecek bir yöntem uygulamak daha
doğru. Zaten anneler, böyle çocuklara sürekli "Ha oğlum, De oğlum"
diyor. Bizim tavsiyemiz, çalışmaları ufak parçalara ayırmak ve çocuğun bu
yönünü geliştirmeye çalışmak.
3)- “Şunu yaparsan şu kadar süre oyun oynayabilirsin”
ifadesi doğru mu?
Cevap: Hayır bu yanlış. Çünkü çocuğun aklı sürekli oyunda
kalır. Hem bu ödül vermenin genel ilkelerine de aykırı. Çocukları menfaatçiliğe
ve rüşvete alıştırır. Bu babaanne yöntemine benziyor. Zaten bilimsel adı da Premack. O yöntemde bile, “tatlıyı sebze yemeğinden
sonra yiyebilirsin” tarzında bir uygulama var. Zaten bu çocuklarda planlama ve
kontrol sorunu var.
4)- "Bu çocuklarda bağımlılık riski yüksek. Ama dindar
ailelerin çocuklarında bu olmaz" ifadesi doğru mu?
Cevap: Hayır. Bu
evrensel bir doğrudur. Dindar ailelerin çocukları da aynı tehlike
altındadırlar. Bu konuda endişe içinde olursak tedbir alırız.
5)- Bu çocuklara “saati saatine plan yapmak yanlış” deniyor.
Cevap: Tam tersine bu ifade doğrudur. Çünkü kendileri en çok
bu konuda zorlanıyor. Kendisinin rızası alınarak uygulayabileceği şekilde bir
plan yapılmalı. “Bu plandan hoşlanmazlar” deniliyor. Bu ifade yanlış. Sadece
öyle zannederiz. Aslında bu çocuklar, düzenli ve disiplinli bir hayatta daha
başarılı olurlar. Yatılı okullar ve askeriye onların en rahat ettikleri
yerlerdir. Bu çocuklar, dengesiz bir şekilde bazen öyle, bazen böyle
davranıldığı zaman daha çok zorlanırlar.
6)-“Bu çocuklar bazen hiç çalışmayıp bazen üç günlük işi bir
günde yaparlar” Bu doğru mu?
Cevap: Evet, ama bu çok risklidir. İyi bir özellik değildir.
Ya 4 veya 5 günlük işi biriktirir ise. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar üçüncüye
yakalanır. Atalar boşuna dememiş. Yani çocuklarda böyle bir eğilim olabilir.
Ama biz eğitimciler onları kendi haline bırakmak görevini yürütmüyoruz.
Öğrenciye biriktirme yapmadan düzenli çalışma alışkanlığı kazandırmalıyız. Bu
insanlar mesleklerini ellerine aldıklarında,
işverenlere şu denilse: "Bu mühendis zamanında gelmeyebilir. Bazı
işleri vaktinde yapmayabilir. Onu idare et. Ondan verim alabilirsiniz."
Almanya'da çoğu işveren bunu kabul etmez. Dakik ve düzenli olmaya önem verir.
Hangimiz böyle çalışan bir insana iş yaptırmak isteriz. Onun için çocukların bu
özelliklerini düzeltmek lazım.
7)- “DEHB olan çocukların uyarıcılar içinde çalışmasına
engel olmayın deniyor.” Bu doğru mu?
Cevap: Hayır, bu hatalı bir öneri. Zaten dikkati çabuk
dağılıyor. Bilimsel olarak, geometri gibi bazı derslerde, Alfa dalgalarını
harekete geçiren farklı frekanstaki müziklerin beynin performansını olumlu
etkiledikleri ispat edildi. Bu özel bir müzik. Bunun dışında uyarıcılar içinde
çalışmak performans düşürücü etkisi var. Yani çocuk böyle isteyebilir. Fakat
bizim işimiz çocuğun her dediğini kabul etmek ve bu konuda aileyi ikna etmek
değil.
8)- “Bu çocukların düzenli psikolog, psikolojik danışman
desteği alması gerekiyormuş.” Bu doğru mu?
Cevap: Evet, bu konuda her okulda ulaşabileceğiniz uzmanlar
var. Ayrıca Türkçe bilen, Türkiye'den gelmiş, çok sayıda Psikolog ve psikolojik
danışman var. Bu uzmanlar, öğretmenlere ve velilere sürekli destek veriyor.
Çocuğunuzun geleceği ve eğitim hayatı için lütfen bu uzmanlardan destek alın.
9)-Bazı öğretmenlerin bu konuda bilgisi var. Yine de bir
psikolog veya psikolojik danışman desteği almak gerekir mi?
Cevap: Her öğretmen koçluk yapabilir. Yani çocuğu değişik
yollar ile motive edebilir. Ama DEHB konusunda ailelerin danışabileceği
uzmanlar: Psikolog, Psikolojik Danışman, Pedagog, Psikoterapist, Psikiyatr gibi
uzmanlardır. Zaten diğer öğretmenlerin görevi bu uzmanlara yönlendirme
yapmaktır.
10)- Çocuklara verilen ilaç konusunda bazen değişik şeyler
duyuyoruz. Ne yapmalıyız.
Cevap: DEHB’de tıbbi tedavi çok önemlidir. Ve bunu engellemeye kimsenin hakkı yoktur.
Biz Psikolog, Psikolojik Danışman, Pedagog gibi uzmanların bile tıbbi tedavi
konusunda ilaç konusunda, danışanlara ve
ailelerine karşı yorum yapma hakkımız yoktur. Kısaca tıbbi tedavi doktor
tarafından yapılır. Psikiyatrist, tedavi için kullanılacak ilacın miktarını ve
dozajını belirler. Aile ve bizler, “şu ilaçta bu tepkiler oldu” diyerek
Psikiyatriste bilgi veririz. Yetki de sorumluluk ta doktora aittir. Bu konuda Psikiyatri Doktoru dışında
insanların söylediklerine bakarak bir aile tedaviye son verirse bu çocuğun
tedavisi yarım kalsa eğitimi aksarsa bunun sorumluluğunu kim alacak. Zaten DEHB
en çok eğitim hayatına darbe vurur. Bu ilaçlarda bunu önlemek için kullanılıyor.
Tatil günlerinde kullanılmıyor zaten. Hatta bazı ilaçların etkisi sadece öğlene
kadar etkili. Kısaca bu konuda sadece Psikiyatri doktorları yetki ve sorumluluk
sahibidir. Ailelerin ve ilgili diğer kişilerin görevi psikiyatriste bilgi
iletmektir.
11)- DEHB bir rahatsızlık mı? yoksa insanların çocuklarında
görmek istedikleri bir fazlalık mıdır?
Cevap: Kimse
çocuğunda böyle bir rahatsızlık olsun istemez. Bazı kişiler, değişik
rahatsızlıklar içinde aynı şeyi ifade ediyorlar. İnsanların kabul duygusu artsın
diye söyleniyor olabilir.
12)- Dikkat eksikliği belirtilerini, üç ortamdan ikisinde
tespit etmek lazım deniyor bu ne demek?
Cevap: Ev bir ortam, okul bir ortam, sokak bir ortam. Yani
çocuk sadece evde bu belirtileri gösteriyor ise Dikkat eksikliği ve
hiperaktivite tam olarak vardır denilemez. Yani çocuk hem evde hem okulda
yapıyor ise belirtiler üç ortamdan ikisinde var denilebilir. Yani iki ortam
şöyle olmaz. Hem parkta, hem markette. Bu ikisi aynı sayılır. Uzman kişiler ile
görüşülür ise bu konuda hata yapılmaz.
13)- DEHB tanısı için kriterlerin süreklilik gösteriyor olması mı gerekiyor?
Cevap: Bu konuda uzmanlar en az 6 ay bu belirtilerin 2/3
oranında gözükmesine bakar. Mesela okula yeni başlayan çocuğun tespiti için
yıllarca beklemeye gerek yok. Tabi bu kriterleri değerlendirmek meslekten olan
kişilerce yapılır. Diğer kişiler ise sadece yönlendirme yapar.
14)- DSM4-R veya DSM5 kriterlerine bakıp kim tespit
yapabilir. Mesela bir sınıf öğretmeni
yapabilir mi?
Cevap: Hayır yapamaz. Bizler bu konunun uzmanları bile
"kriterlere göre bunları tespit ettik" deriz. Tanı koyma işini tıbbi
personel olan Psikiyatrist yapar. Ama o da yanındaki Psikolog veya Psikolojik
danışmanın raporuna bakarak bu tanıyı koyar. Türkiye'de okullar tarafından RAM
a gönderilen pek çok çocukta bu kriterlerin tam tutmadığı, tespit edilmiştir.
Çocukların çoğu Psikiyatriste gönderilmez. Çünkü bu iş ciddi bir mesleki
tecrübe gerektirir. Diğer insanlar tarafından bir çocukta dikkat eksikliği ve
hiperaktivite var demek te yok demek te yanlıştır. Psikoloji, Psikolojik
Danışman, Pedagog veya Psikiyatrist olmayan tüm kişilere yakışan en güzel
cümle. “Bilmiyorum. Bir uzmana danışın" şeklinde olmalıdır.
15)- DEHB problemi olan çocukların Televizyon izlerken
dikkati dağılır mı?
Cevap: Hayır Bu
çocukların böyle aktivitelerde dikkati çok dağılmaz. Mental çabayı gerektiren
işlerde sorunlar yaşanır. Ders dinlerken, ödev yaparken, kitap okurken vb.
16)-Dikkat eksikliği 3 saç ayağından oluşur bu doğru mu?
Cevap: Hayır. Doğrusu 3 farklı rahatsızlık var. Biri dikkat
eksikliği, ikincisi Hiperaktivite, üçüncüsü Dürtüsellik. Bireyde bu üçü birden
olabilir, ikisi veya biri olabilir.
18)- DEHB konusunda hangi kişiler uzman kabul edilmeli ve
destek alınmalıdır.
Cevap: Bu konunun uzmanı insanlar Psikiyatri doktorlardır:
Tıbbi tanı koyar. Tedaviyi planlar, ilaç gerekiyor ise tespit eder, dozajı
ayarlar veya gerekirse değiştirir.
Psikoterapist: Doktor ile iş birliği içinde psikoterapi
uygular.
Psikolog, Psikolojik Danışman ve Pedagog: Öğrenci aile ve
öğretmen ile görüşür. Öğrencinin en büyük meselesi olan eğitimin önünde bulunan
engelleri ortadan kaldırmaya çalışır. Psikiyatristin doğru kararlar alması için
yardımcı olur. Öğrenciye ailesine ve öğretmene sürekli danışmanlık eder.
Okullarda Bireysel eğitim planlarının hazırlanmasını sağlar.Takibini yapar.
19)- DEHB’nin avantajları var mıdır? Mesela bu insanlar aynı
anda çok iş yaparlar mı?
Cevap: Bu avantaj değil. Modern dünyada belli işlerde
uzmanlaşmak daha makbul. Bu sıkıntılı bir durumdur, çözümü var. Diğer ilgiler
ve işleri hobi seviyesinde tutmak ve bir konuda uzmanlaşmak daha doğru. Yarım
yarım pek çok şeyle uğraşan insan hiçbir işte tam olarak uzmanlaşamaz. Çok
süper zekâ veya süper yetenekli değil ise bunu yapamaz. DEHB’si olan çocuklar
hazır cevap oldukları için normalden daha zeki gibi görünür. Bu bizi
yanıltmasın. Zaten başarıda zekâdan ziyade düzenli çalışma daha önemlidir.
20)- 22 saat bilgisayar oyunu oynamak bu çocukların üstün
bir yönü müdür.
Cevap: Hayır bu çocukların üstün bir yönü değildir. Hatta
bağımlılık konusunda daha zayıf olduklarının bir ispatıdır.
21)- DEHB’in beyinde belli sıvıların maddelerin azlığından
kaynaklandığı söyleniyor. Bu doğru mu?
Cevap: Bu konuda çok
bilimsel çalışmalar var. Ve bu çalışmalar sonucunda bu maddelerin eksikliğini
gidermeye yönelik ilaçlar üretilmiş ve 70 yıldan beri bu ilaçlar kullanılıyor.
Bilimsel olarak etkisi ispatlanmış, yıllardır yapılan çalışmalar ile yan
etkileri azaltılmış tıbbi tedavi yöntemleri var. Beyin yapısı üzerinde tedavi
olan ve olmayan çocuklar arasında ciddi farklar tespit edilmiştir. Yani tedavi
bilimsel olarak faydalıdır ve ihmal edilmemelidir.
22)- "Türkiye'de ağır ilaçlar veriliyor, Çocuklar
moronlaşıyor, Ruh gibi yapıyor"
diye duyumlar alıyoruz. İlaç konusunda gerçekler nelerdir?
Cevap: Psikolog, Psikolojik Danışman, Pedagoglar ve Psikiyatristler bu ifadeleri
kullanmazlar. Böylece ailenin aklında soru işaretleri oluşturmaktan uzak
dururlar. Zaten ilaçların çalışma prensibi tam olarak böyle değildir. Vücutta
eksik olan hormonların üretilmesini teşvik edici ilaçlar bunlar. Şeker
hastalarının kullandığı ve vücutta insülin salgısını artırmayı teşvik eden
ilaçlar gibi. Biz meslekten olan uzmanlar bu konuda yorum yapmayız. Çünkü bu
konunun muhatabı, yetki sahibi olanı ve sorumluluk alan kişiler Tıp Doktorları
yani Psikiyatristlerdir. Onlar Dünyada hala bu ilaçların etkin bir şekilde
kullanıldığını, Türkiye'de veya Dünyada farklı bir uygulama olmadığını
söylüyorlar. Bu konuda Psikiyatrist dışında kimsenin sözüne itibar edilmemesi
isabetli olur.
GECİKMİŞ KONUŞMA
SORU: Süreç içerisinde yaşadığımız sıkıntılar,
aile içerisinde hepimizin psikolojisini bozdu. Bu durumdan 4 yaşında çocuğum da
çok etkilendi. Konuşmaya bu sene başladı ama telaffuzu çok kötü. Kelimeleri tam
telaffuz edemiyor. Bu konuda nasıl bir yol izleyebiliriz?
CEVAP:
Gecikmiş konuşmanın veya konuşmamanın
değişik sebepleri vardır. Problemin en önemli nedeni işitme kaybıdır. İşitme
kaybı ne derece yüksek ise o kadar fazla bir engel teşkil eder. Ama düşük
düzeyde bir işitme kaybı, aile tarafından zor fark edilebilir. Bazen de aileler
bu durumu kabullenmekte güçlük çekerler. Çünkü tamamen duymaması,
hemen fark edilir ve aile durumu mecburen kabul eder. İşitme kaybının az
olması, fark edilmeyi ve kabulü zorlaştırır.
Geç konuşma, doğumdan sonra ateşli bir hastalık geçirilmesi
veya kulakta oluşan bir rahatsızlıktan kaynaklanabilir. Bu durumun tedavisi
mümkündür ve kolaydır. Çocuğun geç konuşuyor ve konuşmalarının tam
anlaşılamıyor olması bu şüpheyi kuvvetlendirir.
İkinci konuşma engeli Otizm olabilir. 2 yaşına kadar normal
bir konuşma gelişmesi yaşanırken birden geriye gitme durumu olursa otizmden
şüphelenilebilir.
Üçüncü sebep ise zihinsel engel olabilir.
Sonuç olarak: Öncelikle işitme kaybı olup
olmadığının tespit edilmesi için mutlaka bir doktora başvurulmalı, bunun
sonucuna göre diğer tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.
KEKEMELİK
SORU:
Sa iyi akşamlar abi. Benim sorum 3 yaşındaki oğlumla ilgili
olacaktı. 8 aydır kamp ve heimde kalıyoruz. Oğlum 5 aydır da kindergartena
gidiyor. Şunu fak ettim ki kreşe düzenli gittiği zaman (hasta vs. olup da 1
haftalık aralar) kekeleme sorunu yaşıyoruz. Ancak ara verip gitmediği zamanlar
sıkıntı yaşamıyor. (Kindergartena gittiği zaman evde kekemelik yaşıyor,
gitmediği zaman yaşamıyor.)
Kindergartena istekli gidiyor. Çok nadir uykusuzluk vs.
durumlarında istemediği oluyor. Öğretmenlerle görüştüğümde her şey yolunda,
arkadaşlarıyla oynayabiliyor, anlaşabiliyor dediler. Ek olarak bu süreçte
tuvalet alışkanlığı da kazandı tamamen bıraktı bezi.
Teşekkür ederim şimdiden.
CEVAP:
2-4 YAŞ ARASI ÇOCUKLARIN ANİ DUYGUSAL TRAVMALARA MARUZ
KALMASI
Çocuklardaki ani duygusal değişikliklerin, konuşmalarında
kekemelik oluşturduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kekemelik dil ve konuşma
gelişimi evresindeki her yüz çocuktan 4’ünü etkileyen, yaygın bir sorundur.
Kekemeliğin en fazla geliştiği dönem olan 3-4 yaşlarında,
çocuklar nörolojik, motor, bilişsel ve duygusal olarak atak içerisine girerler.
Pek çok çocuğun bu dönemde konuşmaları bozulabilir. Çünkü çocuklar yeni
kelimeler öğrenmekte, bunları birleştirmekte, anlamaları ve konuşmaları
gelişmektedir. Bu yüzden konuşmalarının bozulması söz konusudur. Bu durumda
yani konuşma bozulduğunda, dil öğrenim baskısını azaltmak ve özellikle bir
şeyler öğretmemek gerekir. Çocuğun öğrenmesi durmayacaktır ama daha rahat bir
aşamada seyredecektir. Konuşma düzeldikten sonra tekrar bu öğretim
aktivitelerine geçilebilir.
Kekemelikle birlikte çocuğunuzda utangaçlık (özellikle
konuşma bozulduğunda ortaya çıkan utangaçlık), güvensizlik, sinirliliğe işaret
eden alışkanlıklar (yatak ıslatma, tırnak yeme veya aşırı hareketlilik gibi),
zayıf sosyal beceriler, depresyon ve kronik üzüntü, sürekli kaygı hali var ise
mutlaka psikolog, konuşma uzmanı veya psikiyatriste baş vurmalısınız. Çözüm bu
meslek gruplarının ortak çalışmasıyla bulunabilmektedir.
Çocuğunuzda Kekemeliği Tetikleyen Olası Nedenler
- Kardeş
doğumu ve çocuğun evdeki konumunun sarsılması.
- Çocuğunuza
uyguladığınız disiplindeki aşırı değişiklik.
- Yuvaya
başlama ve aynı zamanda anne ve babanın onun yokluğundan memnun olduklarını
duyma veya hissetme.
- Aile
huzursuzlukları ve boşanmaların olması.
- Çocuğu
baskı altında tutan veya alay eden daha büyük bir kardeşin veya arkadaşın
varlığı
- Olası
sevgisizlik ve ilgisizlik hali.
Örneğin; çocuk yaşının ve dil becerisinin üstünde olan kelimeler
ve cümleler kullanmak istediğinde; yabancı bir dil öğrendiğinde; evde konuşulan
dilin dışında bir dil öğrendiğinde; (bir arkadaşımızı 2 yıl Muş ilinde
çalıştığını ve evde sürekli akıcı bir şekilde Kürtçe konuşup okulda ve dışarıda
Türkçe konuşurken kekeleyen pek çok öğrencisi olduğunu belirtmiştir), başkaları
ile konuşma yarışına girdiğinde stres oluşabilir.
Akıcılığı etkileyen faktörlerden bir tanesi de çocuğun ve
çevresinin konuşmalarının hızıdır. Genellikle çocuklar, yetişkinin konuşma
hızını yakalamak için hızlı konuşur. Çocuklar konuşurken acele ettiklerinde,
özellikle 2 veya 3 veya 4 yaşlarında iseler, tekrarlar ve duraklamalar
yapabilirler. Çünkü dil-dudak ve çeneleri o kadar hızlı koordinasyon yapamaz.
Çocuklar hızlı konuşmayı öğrendikten sonra bu konuşmayı yavaşlatmak daha
zordur. Eğer kendi konuşmamızın hızını azaltırsak, böylece çocukta bunu
öğrenecektir. Anne ve babanın çocuğa acele etmemesini ve onu dinleyecek
zamanları olduğunu söylemeleri yararlı olur. Ama asla çocuğa yavaş konuş dememek
gerekir çünkü bu çocuğa, konuşurken yanlış bir şey yapıyor fikrini verir. Bu
yüzden çocuğun konuşma kasları gerginleşebilir veya konuşmamayı seçebilir. Eğer
çocuk bir cümlede takılmış ise bunu basit olarak ona düzgün şekilde eko yapmak
ve takılmalara dikkat çekmemek gerekir.
Sevdiklerinizle hep bir arada mutluluk dolu günler dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
OKULA BAŞLAMADAN TÜRKÇE ÖĞRETMEK
SORU:
Öncelikle bu projeniz için çok teşekkür ederim, ben çok
yararlanıyorum.
Şu ana kadar yayınlanan yazılarınızın hepsini okumakla
müşerref oldum. Soracağım soru ile ilgili bir yazı paylaşmıştınız ama benim ki
direkt okuma-yazmayı öğretme zamanı ile ilgili olacak. 5 yaşında bir çocuğum
var. 1,5 yıldır bu ülkedeyiz. Bulunduğum ülkede kreşe gidiyor. Dolayısı ile
buranın dilini yavaş yavaş öğreniyor ve ilkokulda okuma yazmayı öğrenecek. Ama
Türkçe harfler, okuma ve yazma konusunda ne yapmalıyız? Okula başlamadan Türkçe
okuma yazma öğretmeli miyiz?
Selamlar...
CEVAP:
Bu soruyu hem burada (Almanya) çalışan sınıf öğretmenlerine
sorduk, hem de kendi ekip arkadaşlarımız arasında fikir teatisinde bulunduk.
Ortaya farklı görüşler çıktı.
Birinci görüşe göre:
Birinci sınıfa başlamadan önce, ebeveyn tarafından çocuğa
okuma yazma öğretilmemeli. Zaten burada birinci sınıfta okuma yazma eğlenceli
dersler ile başlıyor ve çocuklar zorlanmadan öğreniyorlar. Bazı okullar da
Türkçe dersi birinci sınıftan itibaren veriliyor. Bazen velilerin Türkçe dersi
olduğundan haberi olmayabiliyor. Sınıf öğretmenlerinin dağıttığı ders planında
Türkçe dersi yer almıyor. Bu nedenle veli okulda Türkçe dersi olup olmadığını
sınıf öğretmenine ya da müdüre sorarak öğrenebilir...
İkinci görüşe göre: Çocuğa anadili ilk önce
öğretilmeli (Türkçe, Kürtçe vs.). Çocuk okula başlamadan önce kabiliyeti
nispetinde okuma yazmayı her zaman öğrenebilir. Mesela Kuran okumayı okula
başlamadan öğrenmek gibi. Çocuk, harfler ile bir şeylerin ifade edildiğini kavrayabilir
ve okul öncesinde öğrenebilir, bunda hiçbir beis yoktur. Tam tersine, bu durum
okulda kendisine avantaj olarak geri dönecektir. Nitekim İslam tarihinde, 4
yaşında hafız olan âlimler vardır ve bu gibi kabiliyetler, gereksiz bekleme ve
başkalarından öğretilmesini bekleme yerine teşvik edilebilir. Bu hem beyin
networkünün daha detaylı ve kapsamlı gelişmesine vesile olacaktır, hem de
ebeveyn ile olan ilişkiyi (ilgi gösterme noktainazarından) ciddi olumlu
etkileyecektir. Dolayısıyla kabiliyetlerin inkişaf etmesi adına, okul öncesi
öğretim kesinlikle teşvik edilmelidir. Bu yapılırken yöntem, metot vs. bunlar
ise çocuğun ilgisini çekici olmalıdır. Çocuğa kesinlikle baskı yapılmamalı,
isteksiz ise zorlanmamalıdır.
Çocuk okula başlasa bile okuldaki dersler yeterli
olmayabiliyor. Okuma yazma öğrendikten sonra Anne/Baba çocuğa evde
mutlaka takviye yapmalılar. Çocuklara, Türkçeyi biz öğretmeliyiz. Almancayı
çevresinden çok rahatlıkla öğrenebilirler. Kendi dilinde temeli iyi olursa
diğer dilleri öğrenmek her zaman daha kolay olacaktır.
Bu konuya katılımcılarımızdan da katkı sunmak isteyen olursa
fikirlerini grup yöneticisi arkadaşlarımız ile paylaşmaları bizleri
sevindirecektir.
Sağlık ve mutluluk dolu günler dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
Çocuklarımı ihmal ettiğimi düşünüyorum, Ailede eşimle, çocuklarımla nasıl bir vakit geçirmeliyim?
SORU:
CEVAP:
Değerli kardeşimiz,
Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Öyle ki insanı yıpratan ve adeta ihtiyarlatan günler yaşıyoruz. Tıpkı Bediüzzaman Hazretlerinin 1. Dünya Savaşını görenler için söylediği şu sözdeki gibi: “Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum; fakat Harb-i Umumîyi gören ihtiyardır.” Dolayısıyla kendimizi yorgun, bitmiş, tükenmiş hissetmemiz kadar doğal bir şey olamaz. Evet dehşetli zamanlar yaşıyoruz, bu bir gerçek; ancak bir yandan hayat denen imtihan da devam ediyor. Pek çoğumuz olgunluk çağı denen 40'lı yaşlarımızı yaşıyoruz. Düşünün ki peygamberimize, peygamberlik bu yaşlarda tevdi edilmişti. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz yaşlar, çoğumuz itibariyle en verimli olacağımız dönemlerdir.
Öte yandan, bir vücudun azaları gibi bir kardeşimize dokunan zarar bizi de etkiliyor. Onların başındaki bela ve musibetlerle ilgilenmemeyi vefasızlık sayıyor ve en azından sosyal medyadan takip ve paylaşım yaparak, onlara destek olmaya çalışıyoruz. Bazılarımız bunun da ötesinde bir takım faaliyetler de yürütüyor. Bu da gayet anlaşılır ve hatta takdir edilmesi gereken bir tutum. Ancak, burada birkaç tehlike söz konusu ki siz zaten sorunuzda bunları gayet güzel ifade etmişsiniz.
Sürekli mağdur haberlerini takip etmek insanı -herkesi olmayabilir ama en azından bir kısmımızı- karamsarlığa, ümitsizliğe, atalete sevkediyor olabilir. Eğer üzerimizde böyle bir etki bırakıyorsa bir müddet kendimize sosyal medya diyeti uygulamakta fayda var. Yine sabır, tevekkül, şükür gibi çok önemli kavramların aksiyon boyutu ihmal edildiğinde insanı atalete, hareketsizliğe iten bir yönü olabilir. Halbuki bu kavramlar hakiki manalarında, sebepler planında elden gelen her şeyin yapılması, her adımın atılmasını da ihtiva eder. Bunu aktif sabır, aktif tevekkül, aktif şükür şeklinde ifade edebiliriz. Yani hep pasif, dinleyici olarak kalmaktansa ufak da olsa bir aktivite içerisinde olmak insan psikolojisine çok daha yararlı olmaktadır.
Hizmetle alakalı yaptığımız eleştirilerle ilgili olarak sizin sorunuza benzer içerikte gelen başka bir soruya verdiğimiz cevabın bir kısmını burada hatırlamakta fayda var:
“5- Hareket: Hareket olan yerde hayat vardır prensibine göre, inandığınız gaye-i hayaliniz ekseninde mevcut, minicik imkanlarınız ile bile olsa harekete geçmelisiniz. O hareketin etrafında düşünceleriniz tekrar farklı konular etrafında toparlanacaktır. Nitekim Kur'anda müminin vasıfları anlatılırken önce iman sonra da salih amel işlemek zikredilmektedir. Bu bize müminin sürekli hareket halinde, salih amel işleme gayreti içerisinde olması gerektiğini öğütlemektedir. Bu şekilde yıkılan veya tahrip olan mana ve his dünyamız da yeniden şekillenecektir. Onun için kendinizi hizmetten soyutlayıp, kenara çekilmektense aksine küçük de olsa hizmete dair şeyler yapmaya çalışmalısınız.
6- Şekva yasağı/diyeti: Şekva musibeti ziyadeleştirir. Bu metodun da ciddi rahatlamayı beraberinde getirdiğini gözlemlemekteyiz. Şekva sözel olabildiği gibi zihinsel olarak da kendisini gösterebilir. Yani bu diyeti sadece konuşmalarımızda değil, düşüncelerimizde bile uygulamaya çalışmalıyız. Diyeti uygulayan danışanların kısa zamanda rahatlama ve kısmi düzelmeler yaşadıkları gözlemlemekteyiz.
7- Şükür endeksli anlatım: Bir önceki maddede anlattığımız Şekva diyetini uygularken diğer yandan da yaşadığınız olaylarla ilgili mutlaka ama mutlaka Şükür endeksli bir anlatım geliştirmelisiniz. Bu otomatik ya da kendiliğinden olan bir şey değildir, dolayısıyla bunun alıştırmalarının yapılıp alışkanlık haline getirilmesi sizin elinizdedir. Travmatik olaylar anlatıldıkça hem sizi tekrar tekrar travmatize eder, hem başkalarına bulaşıcıdır. Bu da rahatsızlığı arttırır. Aksine başımıza gelen güzel olaylar, sahip olduğumuz nimetler anlatıldığında da psikolojik iyileşme olması kaçınılmazdır.
8- Süreç öncesinde de var olan problemleri, süreç torbasına atıp yükümüzü iyice ağırlaştırmayalım. Gücümüzü dağıtmadan bugünün ortaya çıkan problemlerine mesaimizi teksif edelim. Dünü değiştiremeyiz çünkü geçti; yarın ise daha doğmadı. Ömür yaşadığın andır. O anı iyi değerlendirirseniz, diğer zamanları da kurtarabilirsiniz. Mevcudu muhafaza etmeden geleceğe yön veremezsiniz. Hakiki ömrümüzü bulunduğumuz gün olarak bilmek en güzeli. İnsanın yüzü arkada yaratılmamıştır. Hep öne baksın ve yol alsın diye... Her şey iyi olacak diyerek yürümelidir. İyi olacak denmesi o an için problemi çözmese bile, problemlerle yüzleşecek bir kuvvet verecektir.”
Bazen şükrediyorum diyoruz ama aslında pek çok kavram gibi şükür üzerinde de derinlemesine tekrar durabiliriz. Şu an müslüman olmayan ama şükür seansları yapan insanlar var. Dolayısıyla bu konuyu ciddi ele almak gerekebilir. Örneğin çocuklarımın varlığına şükrediyorum Allahım! Kimseye muhtaç olmadan lavaboya gidebildiğime şükrediyorum Allahım! İyi ki ellerim gözüm kulağım var ve bunları hissedebiliyorum, gibi.
Ayrıca yaşanan süreci yönetme işi biraz kişinin kendisine kalıyor, herkes aynı yoldan geçer fakat nasıl geçeceği kişinin kendi algılarıyla, olaylara verdiği tepkilerle farklılaşır. Şöyle ki zor bir dönemden geçen kişiler kadere veya üçüncü şahıslara tepki de verebilir, ya da kendi yoluna bakıp ben bundan ne öğrendim, dünkü benle bugünkü ben arasında fark varsa bundan nasıl olumlu sonuçlar alabilirim gibi soruları kendine sorabilir. Bu, beni ben yapan düne, şükranlarımı sunup bugün ben olmamı sağladığı için, öğrettikleri için teşekkür etmek demektir. Yani bir anlamda kaderle kavgalı değil de nimetlerin farkındalığıyla hayata bakmaya çalışmaktır.
Diğer yandan çok önemli olan bir konu da çocuklarımızın bu olanlardan nasıl etkilendikleri hususudur. Çocuklarımız çoğu zaman olayları bizzat yaşamadıkları için onların olaylardan ne kadar etkilendiklerini gözden kaçırabiliyoruz. Halbuki çocuk dünyası çok daha hassas ve kırılgandır. Çoğu zaman ne kadar etkilendiklerinin farkında değillerdir ve sözel olarak bunu ifade de edemezler. Çocukların ihtiyacı güvenli, huzurlu, sabit bir ortam iken çocuklarımızın pek çoğu bu imkanlardan mahrum yetişiyor. Şöyle söylesek abartmış olmayız: Taşınma (ya da hicret) adeta bir ölüm ve yeniden dirilme hadisesidir. Bir sosyal ortamda hayatımız sonlanırken, yeni bir sosyal ortamda doğarız. Hele bu dili, dini, kültürü farklı bir yerde oluyorsa ne kadar zor bir durum olduğunu hesap ediniz. Dolayısıyla çocuklarımızın bu durumlarda, bizim her zamankinden çok daha fazla desteğimize ihtiyaçları var. Peki eldeki imkanlar nispetinde neler yapabiliriz:
Onlarla konuşmalıyız. Bu konuşmalar ümit dolu, onları şevklendiren, onlara yeni fırsatları gösteren konuşmalar olmalı. İnsan eğer sonucuna değeceğini düşünürse zorluklara daha rahat katlanabilir. Yeni çevreleriyle alakalı pozitif şeyler duymak onları olumlu yönde motive eder. Bazen farkında olmadan yaşadığımız zorlukları anlatırken onlarda önyargılar veya öğrenilmiş acizlikler oluşturabiliyoruz. Mesela Almanca çok zor bir dil dediğimizde, çocuğumuzu istemeden de olsa negatif şartlandırmış oluyoruz. Çocuğumuz zorlandığında gayret etmek yerine, zaten Almanca çok zor bir dilmiş deyip işin içinden sıyrılıveriyor.
Özellikle küçük çocuklarda kendini ortama ait hissetmesi, adaptasyonu kolaylaştırması için mümkün olduğunca sevdiği eşya ve oyuncaklarını getirmekte fayda var. Tanıdık eşyalar kaygı düzeyini kısmen düşürebilir.
Çocuklara yeni taşındığımız yerlerdeki çevreyi tanıtmak, keyifli zaman geçirebilecekleri mekanları göstermek onların uyum sağlamasını kolaylaştırabilir. Bu mekanlar parklar, yürüyüş yolları, müzeler olabilir. Ayrıca okul ve ders dışında zaman geçirebilecekleri spor salonu veya başka bir takım kurslar da onlara bu konuda yardımcı olabilir.
Türkiye'deki mağduriyetlerden, çocuklarımızın ister istemez haberleri var. Ancak evin tek veya ağırlıklı gündeminin bu olması çocuklarda bir müddet sonra duyarsızlaşma veya karşıt tepki geliştirme gibi sonuçlara yol açabilir. Yani evdeki ortamı ağırlaştıran ve bozan sürekli mağduriyet gündemi, çocuklarımızda hiç istemediğimiz halde bu gündeme karşı öfke duygularının doğmasına sebebiyet verebilir. Onun için mağduriyet gündeminin, tabiri caizse filtreden geçirilerek ve aralıklarla çocuklarımıza aktarılmasında fayda var. Mağduriyetler, çocuklara yaşlarına uygun bir şekilde anlatılmalı. Mesela küçük yaşlardaki çocuklara kaçırılan arkadaşlarımızdan bahsederseniz, farkında olmadan bir takım korku ve kaygılarını tetiklemiş olabilirsiniz. Ya da işkencelerden, hayatını kaybeden insanlardan, çocuklarımızın haberdar olmasının çok da faydası olmayabilir. Burada dikkat etmemiz gereken konu, aciz kaldığımız, değiştiremeyeceğimiz, dehşete düşüren, nefret ettiren şeyler gündemimiz olmamalı. Eğer çözüm konusunda somut bir şeyler yapabiliyorsak, yada birileri mağdurlara yardım konusunda güzel bir şeyler yapmışsa bunları paylaşmalıyız. (Son günlerde sosyal medyada paylaşılan, AKP'nin bazı belediyeleri kaybetmesi karşısında, adeta cinnet getiren kız çocuğu, bizim için ibretlik bir örnek olabilir.) Paylaştığımız şeyler çocukta merhameti şefkat, yardımlaşma, dayanışma gibi erdemleri uyarmalı; korku, kin ve nefret tohumlarını çocuklarımızın yüreklerine ekmemeliyiz.
Çocuklarımız bir yandan olan biteni öğrenirlerken, hatta yardım toplama gibi bir takım aktiviteleri yaparken diğer yandan oyun ve eğlence ihtiyaçlarının olduğu da unutulmamalı. Yani onların evde neşeli bir ortama, zaman zaman esprilere, şakalara da ihtiyacı var. Daha doğrusu, bizim onlarla keyifli zaman geçirmemize ihtiyaçları var. Herhalde anne ya da babanın, çocuğuyla geçirdiği keyifli zaman kadar çocuk ruhuna iyi gelen ikinci bir iksir yoktur. Peki çocuklarımızla nasıl zaman geçireceğiz? Burada işin püf noktası, herkesin keyif alması. Yani hem sizin hem de çocuklarınızın keyif alabileceği etkinlikleri keşfetmelisiniz.
Ancak burada çoğu zaman vakit bulamama bahanesi devreye girmekte. Bu bahaneyi ortadan kaldırmanın tek yolu ise planlama yapmaktır. Yani çocuğunuza ayıracağınız zamanı şansa bırakmamalısınız. Hangi günler veya günün hangi saatinde çocuğunuzla vakit geçireceğinizi planlamalısınız. En garantili yöntem de bunu ailece belirleyerek, yazılı hale getirmenizdir.
Son olarak aşağıdaki hikayeyle mevzuyu tamamlayalım. Ailenizle mutlu, huzurlu günler diliyoruz.
Bir gün bir adam Sokrates’e: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” der.
Sokrates: “Bir dakika bekle” diye cevap verir ve devam eder: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna Üçlü Filtre Testi deniyor”. Adam merakla: “Üçlü Filtre?” diye sorar. “Doğru” diye devam eder
Sokrates. “Benimle arkadaşın hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir. Bu ona üçlü filtre dememin sebebi. Birinci filtre: “Gerçek filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam olarak gerçek olduğundan emin misin?” Adam: “Hayır, aslında bunu sadece duydum.” “Tamam” der, “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun… Şimdi ikinci filtreyi deneyelim, yani iyilik filtresini. Arkadaşın hakkında bana söylemek istediğin şey iyi bir şey mi?” diye sorar Sokrates.
Adam Sokrates’e: “Hayır, tam tersi” diye cevap verir. Sokrates: “Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. İşe yararlılık filtresi; bana arkadaşın hakkında söyleyeceğin şey benim için yararlı mı?” diye sorar. Adam şaşırarak: “Hayır! Gerçekten de değil!” Sokrates: “İyi o zaman. Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse ve yararlı değilse, bana niye söyleyesin ki!” der.
Eve yorgun şekilde geliyorum. Ailede de elimden tablet ve telefon maalesef hiç düşmüyor ve çocukların yanında sürekli Türkiye gündemi ve mağduriyetler konuşuyorum. Bazense şöylede hata yaptık, bunu yapmamalıydık gibi devamlı sevdiğimiz abileri de eleştiriyorum. Bu durumun çok konuşulması, duyduğum ve gördüğüm olumsuzluklar da ayrıca beni değerlerime karşı olumsuz yönde etkiliyor. Duygusal olarak sarsılıyorum. Ailede eşimle, çocuklarımla nasıl bir vakit geçirmeliyim? Çocuklarımı ihmal ettiğimi düşünüyorum. Ayrıca çocuklar günde 7-8 saat buradaki kültürden etkilenirken, bende kendi değerlerimi aktarabildiğimi düşünmüyorum. Üç aylar Ramazan derken hayat geçip gidiyor.. Ben ve eşim, ev içinde rol paylaşımında nasıl bir yol izlemeliyiz? Çocuklara Türkiye’deki mağduriyetler nasıl anlatılmalı? ayrıca ne kadar ve nasıl bir üslupla anlatılmalı?
Değerli kardeşimiz,
Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Öyle ki insanı yıpratan ve adeta ihtiyarlatan günler yaşıyoruz. Tıpkı Bediüzzaman Hazretlerinin 1. Dünya Savaşını görenler için söylediği şu sözdeki gibi: “Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum; fakat Harb-i Umumîyi gören ihtiyardır.” Dolayısıyla kendimizi yorgun, bitmiş, tükenmiş hissetmemiz kadar doğal bir şey olamaz. Evet dehşetli zamanlar yaşıyoruz, bu bir gerçek; ancak bir yandan hayat denen imtihan da devam ediyor. Pek çoğumuz olgunluk çağı denen 40'lı yaşlarımızı yaşıyoruz. Düşünün ki peygamberimize, peygamberlik bu yaşlarda tevdi edilmişti. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz yaşlar, çoğumuz itibariyle en verimli olacağımız dönemlerdir.
Öte yandan, bir vücudun azaları gibi bir kardeşimize dokunan zarar bizi de etkiliyor. Onların başındaki bela ve musibetlerle ilgilenmemeyi vefasızlık sayıyor ve en azından sosyal medyadan takip ve paylaşım yaparak, onlara destek olmaya çalışıyoruz. Bazılarımız bunun da ötesinde bir takım faaliyetler de yürütüyor. Bu da gayet anlaşılır ve hatta takdir edilmesi gereken bir tutum. Ancak, burada birkaç tehlike söz konusu ki siz zaten sorunuzda bunları gayet güzel ifade etmişsiniz.
Sürekli mağdur haberlerini takip etmek insanı -herkesi olmayabilir ama en azından bir kısmımızı- karamsarlığa, ümitsizliğe, atalete sevkediyor olabilir. Eğer üzerimizde böyle bir etki bırakıyorsa bir müddet kendimize sosyal medya diyeti uygulamakta fayda var. Yine sabır, tevekkül, şükür gibi çok önemli kavramların aksiyon boyutu ihmal edildiğinde insanı atalete, hareketsizliğe iten bir yönü olabilir. Halbuki bu kavramlar hakiki manalarında, sebepler planında elden gelen her şeyin yapılması, her adımın atılmasını da ihtiva eder. Bunu aktif sabır, aktif tevekkül, aktif şükür şeklinde ifade edebiliriz. Yani hep pasif, dinleyici olarak kalmaktansa ufak da olsa bir aktivite içerisinde olmak insan psikolojisine çok daha yararlı olmaktadır.
Hizmetle alakalı yaptığımız eleştirilerle ilgili olarak sizin sorunuza benzer içerikte gelen başka bir soruya verdiğimiz cevabın bir kısmını burada hatırlamakta fayda var:
“5- Hareket: Hareket olan yerde hayat vardır prensibine göre, inandığınız gaye-i hayaliniz ekseninde mevcut, minicik imkanlarınız ile bile olsa harekete geçmelisiniz. O hareketin etrafında düşünceleriniz tekrar farklı konular etrafında toparlanacaktır. Nitekim Kur'anda müminin vasıfları anlatılırken önce iman sonra da salih amel işlemek zikredilmektedir. Bu bize müminin sürekli hareket halinde, salih amel işleme gayreti içerisinde olması gerektiğini öğütlemektedir. Bu şekilde yıkılan veya tahrip olan mana ve his dünyamız da yeniden şekillenecektir. Onun için kendinizi hizmetten soyutlayıp, kenara çekilmektense aksine küçük de olsa hizmete dair şeyler yapmaya çalışmalısınız.
6- Şekva yasağı/diyeti: Şekva musibeti ziyadeleştirir. Bu metodun da ciddi rahatlamayı beraberinde getirdiğini gözlemlemekteyiz. Şekva sözel olabildiği gibi zihinsel olarak da kendisini gösterebilir. Yani bu diyeti sadece konuşmalarımızda değil, düşüncelerimizde bile uygulamaya çalışmalıyız. Diyeti uygulayan danışanların kısa zamanda rahatlama ve kısmi düzelmeler yaşadıkları gözlemlemekteyiz.
7- Şükür endeksli anlatım: Bir önceki maddede anlattığımız Şekva diyetini uygularken diğer yandan da yaşadığınız olaylarla ilgili mutlaka ama mutlaka Şükür endeksli bir anlatım geliştirmelisiniz. Bu otomatik ya da kendiliğinden olan bir şey değildir, dolayısıyla bunun alıştırmalarının yapılıp alışkanlık haline getirilmesi sizin elinizdedir. Travmatik olaylar anlatıldıkça hem sizi tekrar tekrar travmatize eder, hem başkalarına bulaşıcıdır. Bu da rahatsızlığı arttırır. Aksine başımıza gelen güzel olaylar, sahip olduğumuz nimetler anlatıldığında da psikolojik iyileşme olması kaçınılmazdır.
8- Süreç öncesinde de var olan problemleri, süreç torbasına atıp yükümüzü iyice ağırlaştırmayalım. Gücümüzü dağıtmadan bugünün ortaya çıkan problemlerine mesaimizi teksif edelim. Dünü değiştiremeyiz çünkü geçti; yarın ise daha doğmadı. Ömür yaşadığın andır. O anı iyi değerlendirirseniz, diğer zamanları da kurtarabilirsiniz. Mevcudu muhafaza etmeden geleceğe yön veremezsiniz. Hakiki ömrümüzü bulunduğumuz gün olarak bilmek en güzeli. İnsanın yüzü arkada yaratılmamıştır. Hep öne baksın ve yol alsın diye... Her şey iyi olacak diyerek yürümelidir. İyi olacak denmesi o an için problemi çözmese bile, problemlerle yüzleşecek bir kuvvet verecektir.”
Bazen şükrediyorum diyoruz ama aslında pek çok kavram gibi şükür üzerinde de derinlemesine tekrar durabiliriz. Şu an müslüman olmayan ama şükür seansları yapan insanlar var. Dolayısıyla bu konuyu ciddi ele almak gerekebilir. Örneğin çocuklarımın varlığına şükrediyorum Allahım! Kimseye muhtaç olmadan lavaboya gidebildiğime şükrediyorum Allahım! İyi ki ellerim gözüm kulağım var ve bunları hissedebiliyorum, gibi.
Ayrıca yaşanan süreci yönetme işi biraz kişinin kendisine kalıyor, herkes aynı yoldan geçer fakat nasıl geçeceği kişinin kendi algılarıyla, olaylara verdiği tepkilerle farklılaşır. Şöyle ki zor bir dönemden geçen kişiler kadere veya üçüncü şahıslara tepki de verebilir, ya da kendi yoluna bakıp ben bundan ne öğrendim, dünkü benle bugünkü ben arasında fark varsa bundan nasıl olumlu sonuçlar alabilirim gibi soruları kendine sorabilir. Bu, beni ben yapan düne, şükranlarımı sunup bugün ben olmamı sağladığı için, öğrettikleri için teşekkür etmek demektir. Yani bir anlamda kaderle kavgalı değil de nimetlerin farkındalığıyla hayata bakmaya çalışmaktır.
Diğer yandan çok önemli olan bir konu da çocuklarımızın bu olanlardan nasıl etkilendikleri hususudur. Çocuklarımız çoğu zaman olayları bizzat yaşamadıkları için onların olaylardan ne kadar etkilendiklerini gözden kaçırabiliyoruz. Halbuki çocuk dünyası çok daha hassas ve kırılgandır. Çoğu zaman ne kadar etkilendiklerinin farkında değillerdir ve sözel olarak bunu ifade de edemezler. Çocukların ihtiyacı güvenli, huzurlu, sabit bir ortam iken çocuklarımızın pek çoğu bu imkanlardan mahrum yetişiyor. Şöyle söylesek abartmış olmayız: Taşınma (ya da hicret) adeta bir ölüm ve yeniden dirilme hadisesidir. Bir sosyal ortamda hayatımız sonlanırken, yeni bir sosyal ortamda doğarız. Hele bu dili, dini, kültürü farklı bir yerde oluyorsa ne kadar zor bir durum olduğunu hesap ediniz. Dolayısıyla çocuklarımızın bu durumlarda, bizim her zamankinden çok daha fazla desteğimize ihtiyaçları var. Peki eldeki imkanlar nispetinde neler yapabiliriz:
Onlarla konuşmalıyız. Bu konuşmalar ümit dolu, onları şevklendiren, onlara yeni fırsatları gösteren konuşmalar olmalı. İnsan eğer sonucuna değeceğini düşünürse zorluklara daha rahat katlanabilir. Yeni çevreleriyle alakalı pozitif şeyler duymak onları olumlu yönde motive eder. Bazen farkında olmadan yaşadığımız zorlukları anlatırken onlarda önyargılar veya öğrenilmiş acizlikler oluşturabiliyoruz. Mesela Almanca çok zor bir dil dediğimizde, çocuğumuzu istemeden de olsa negatif şartlandırmış oluyoruz. Çocuğumuz zorlandığında gayret etmek yerine, zaten Almanca çok zor bir dilmiş deyip işin içinden sıyrılıveriyor.
Özellikle küçük çocuklarda kendini ortama ait hissetmesi, adaptasyonu kolaylaştırması için mümkün olduğunca sevdiği eşya ve oyuncaklarını getirmekte fayda var. Tanıdık eşyalar kaygı düzeyini kısmen düşürebilir.
Çocuklara yeni taşındığımız yerlerdeki çevreyi tanıtmak, keyifli zaman geçirebilecekleri mekanları göstermek onların uyum sağlamasını kolaylaştırabilir. Bu mekanlar parklar, yürüyüş yolları, müzeler olabilir. Ayrıca okul ve ders dışında zaman geçirebilecekleri spor salonu veya başka bir takım kurslar da onlara bu konuda yardımcı olabilir.
Türkiye'deki mağduriyetlerden, çocuklarımızın ister istemez haberleri var. Ancak evin tek veya ağırlıklı gündeminin bu olması çocuklarda bir müddet sonra duyarsızlaşma veya karşıt tepki geliştirme gibi sonuçlara yol açabilir. Yani evdeki ortamı ağırlaştıran ve bozan sürekli mağduriyet gündemi, çocuklarımızda hiç istemediğimiz halde bu gündeme karşı öfke duygularının doğmasına sebebiyet verebilir. Onun için mağduriyet gündeminin, tabiri caizse filtreden geçirilerek ve aralıklarla çocuklarımıza aktarılmasında fayda var. Mağduriyetler, çocuklara yaşlarına uygun bir şekilde anlatılmalı. Mesela küçük yaşlardaki çocuklara kaçırılan arkadaşlarımızdan bahsederseniz, farkında olmadan bir takım korku ve kaygılarını tetiklemiş olabilirsiniz. Ya da işkencelerden, hayatını kaybeden insanlardan, çocuklarımızın haberdar olmasının çok da faydası olmayabilir. Burada dikkat etmemiz gereken konu, aciz kaldığımız, değiştiremeyeceğimiz, dehşete düşüren, nefret ettiren şeyler gündemimiz olmamalı. Eğer çözüm konusunda somut bir şeyler yapabiliyorsak, yada birileri mağdurlara yardım konusunda güzel bir şeyler yapmışsa bunları paylaşmalıyız. (Son günlerde sosyal medyada paylaşılan, AKP'nin bazı belediyeleri kaybetmesi karşısında, adeta cinnet getiren kız çocuğu, bizim için ibretlik bir örnek olabilir.) Paylaştığımız şeyler çocukta merhameti şefkat, yardımlaşma, dayanışma gibi erdemleri uyarmalı; korku, kin ve nefret tohumlarını çocuklarımızın yüreklerine ekmemeliyiz.
Çocuklarımız bir yandan olan biteni öğrenirlerken, hatta yardım toplama gibi bir takım aktiviteleri yaparken diğer yandan oyun ve eğlence ihtiyaçlarının olduğu da unutulmamalı. Yani onların evde neşeli bir ortama, zaman zaman esprilere, şakalara da ihtiyacı var. Daha doğrusu, bizim onlarla keyifli zaman geçirmemize ihtiyaçları var. Herhalde anne ya da babanın, çocuğuyla geçirdiği keyifli zaman kadar çocuk ruhuna iyi gelen ikinci bir iksir yoktur. Peki çocuklarımızla nasıl zaman geçireceğiz? Burada işin püf noktası, herkesin keyif alması. Yani hem sizin hem de çocuklarınızın keyif alabileceği etkinlikleri keşfetmelisiniz.
Ancak burada çoğu zaman vakit bulamama bahanesi devreye girmekte. Bu bahaneyi ortadan kaldırmanın tek yolu ise planlama yapmaktır. Yani çocuğunuza ayıracağınız zamanı şansa bırakmamalısınız. Hangi günler veya günün hangi saatinde çocuğunuzla vakit geçireceğinizi planlamalısınız. En garantili yöntem de bunu ailece belirleyerek, yazılı hale getirmenizdir.
Son olarak aşağıdaki hikayeyle mevzuyu tamamlayalım. Ailenizle mutlu, huzurlu günler diliyoruz.
Bir gün bir adam Sokrates’e: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” der.
Sokrates: “Bir dakika bekle” diye cevap verir ve devam eder: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna Üçlü Filtre Testi deniyor”. Adam merakla: “Üçlü Filtre?” diye sorar. “Doğru” diye devam eder
Sokrates. “Benimle arkadaşın hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir. Bu ona üçlü filtre dememin sebebi. Birinci filtre: “Gerçek filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam olarak gerçek olduğundan emin misin?” Adam: “Hayır, aslında bunu sadece duydum.” “Tamam” der, “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun… Şimdi ikinci filtreyi deneyelim, yani iyilik filtresini. Arkadaşın hakkında bana söylemek istediğin şey iyi bir şey mi?” diye sorar Sokrates.
Adam Sokrates’e: “Hayır, tam tersi” diye cevap verir. Sokrates: “Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. İşe yararlılık filtresi; bana arkadaşın hakkında söyleyeceğin şey benim için yararlı mı?” diye sorar. Adam şaşırarak: “Hayır! Gerçekten de değil!” Sokrates: “İyi o zaman. Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse ve yararlı değilse, bana niye söyleyesin ki!” der.
VESVESE
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB)
- Her Kuran okumaya veya namaz kılmaya başlamadan önce temiz olmadığımı düşünerek gusül abdesti alıyorum.
- Her tuvaletten çıktıktan sonra daha temiz olmak için gusül abdesti alıyorum.
- İşyerinde yemek vaktinde tencerenin kapağını açtığımda kızımın kesilmiş kafasıyla karşılaşmaktan çok korkuyorum.
- Namazda aklıma çok kötü düşünceler geliyor.
- Belediye otobüsüne, şoför kapı kapatma düğmesine basıp da tam kapı kapanmaya başladığı anda, kapı hiç bir yerime değmeyecek şekilde otobüse binmeye çalışıyorum. Eğer bunu yapamazsam, yani kapı bir yerime değerse 8 kere değmeyecek şekilde binmeliyim o da olmazsa 64 kere binmeliyim. Yine olmazsa ıslık çaldığımda tekrar 1 kere binmeliyim."
Yukarıda bazı vakalardan örnekler verdiğimiz bu "bozukluk" Türkçede daha çok, vesvese ya da takıntı hastalığı olarak bilinmektedir. İki farklı kavramdan oluşan bu bozukluğu daha iyi anlayabilmek için öncelikle bu kavramları tanıyalım.
Obsesyon : Türkçeye 'takıntı' şeklinde çevrilen bu kavram; istenmeden gelen, uygunsuz olarak yaşanan, belirgin bir kaygıya neden olan düşünceler ya da dürtülerdir.
Kompülsiyon : Obsesyonların hemen arkasından kişi, bu takıntılı düşünceyi rahatlatacak bir ritüel geliştirir buna da kompülsiyon (zorlantı) denir.
Çok farklı şekillerde görülebilen obsesyonlar ve kompülsiyonlar olmakla birlikte en yaygın görülen türler şu şekildedir:
Obsesyon (Takıntı) Türleri:
1- Bulaşma Takıntıları: Mikrop, hastalık bulaşır mı korkuları vardır.
2- Dinsel Takıntılar: Genellikle Allah ve peygamberlerle ilgili gelen uygunsuz düşüncelerden oluşur.
3- Cinsel Takıntılar: Genellikle; eşcinsel miyim? Şeklinde korkuları vardır.
4- Saldırganlık Takıntıları: Çocuğuma, eşime veya kendime zarar verebilirim şeklinde korkuları vardır.
5- Şüphe Takıntıları: Kapıyı kilitledim mi? Ütüyü fişten çıkardım mı? Ocağı kapattım mı? Vb. şüpheleri vardır.
6- Simetri Takıntıları: Her şeyin belli bir simetri ve düzen içerisinde bulunmasını isterler.
Kompülsiyon (zorlantı) türleri:
1- Temizleme kompülsiyonları: Evi saatlerce temizlemek, elleri defalarca yıkamak, saatlerce banyo yapmak...
2- Kontrol kompülsiyonları: Evden çıkmadan önce elektrikli aletleri defalarca kontrol etme, kapıyı kilitledim mi düşüncesiyle yoldan geri dönme...
3- İstifleme kompülsiyonları: İşine yarayıp yaramadığına bakmaksızın eve dışarıdan eşyalar getirme. Çöp evler örnek olarak gösterilebilir.
4- Sayma kompülsiyonları: Belli sayıları tutturma, araba plakalarını okuma...
5- Simetri kompülsiyonları: Eğik gördüğü bir nesneyi düzeltme, yolda yürürken çizgilere basmama...
Peki, sağlıklı bir insana çok saçma gelen bunca düşüncenin sebebi nedir?
Bazı çevresel stres faktörleri OKB’yi tetikleyebilir. Belirli çevresel faktörler ise kişide var olan bu rahatsızlığı kötüleştirebilir. Bunlar;
- Taciz
- Yaşamsal değişiklikler
Hastalık,
- Sevilen birinin ölmesi
- İş veya okulla ilgili değişiklikler veya problemler.
- İlişkiyle ilgili kaygılar
Söz konusu hastalığa sahip kişiler, saçma gelen ama düşünmekten kendisini alıkoyamadığı bir takım takıntılı durumun oluşturduğu sıkıntıyı ortadan kaldırmak için bazı tekrarlayıcı davranışları ve düşünsel eylemleri yapabilir.
Sadece basit bir hastalıkta, küçük şüpheler ve emin olamama duygusunda kalırsa bunda sorun yoktur, psikiyatrik bir hastalık diyemeyiz. Halk arasında vesvese olarak bilinen durum, kişiyi rahatsız ediyor, işlevselliğini bozuyor ve zaman kaybına neden oluyorsa bu psikiyatrik bir hastalığın belirtisidir. Bunlar belli bir boyutu aştıysa rahatsızlık diyebiliriz. Yoksa bir miktar titizliği ve ufak tefek takıntıları olan her insana rahatsız demek doğru değildir.
Kişideki vesvese halinin kimi durumlarda eli çok yıkama, tuvalet ve banyoda uzun süre kalma, herhangi bir konuyu çok takma, apartmanın katlarını sayma gibi belirtilerle de devam edebilir.
Hastalık kişinin hayatının herhangi bir döneminde ciddi zorlanmalar, travmalar veya ağır kayıplar sonrasında da gelişebilir.
Her hastanın durumu diğerinden farklıdır. Hastanın takıntı yaptığı şeyler, hayatın herhangi bir döneminde değişiklik gösterebilir. Bugün olan semptom dizesiyle 3 ay sonra hastalık alevlendikten sonraki semptom dizeleri birbirinden farklı olabilir. Vesvese, hastalığın şikâyetlerinden sadece biridir. Basit bir vesvese mi? yoksa çok üst düzeye çıkmış bir takıntı mı? olduğunu ancak hasta ile yapılacak görüşmede anlaşılabilir.
OKB genellikle egonun kaldıramayacağı ağırlıktaki düşüncelerin, çeşitli savunma mekanizmaları vasıtasıyla semptoma dönüşmüş halidir. Genellikle bir 'suçluluk' hissinin kefareti olabilir. Ruhsal olarak çok kirli olduğunu düşünen (günahkârlık) kişi sürekli elini yıkayarak, bu suçluluk duygusundan kurtulmak ister. Aslında bunun saçma olduğunu bilir, fakat el yıkama dürtüsüne söz geçiremez. Aslında kişi bunların, hissettiği suçluluk duygusundan kaynaklandığını da bilmez çünkü tüm bu olaylar bilinçdışında gerçekleşmektedir.
Yazının giriş kısmındaki örneklerden bir tanesine tekrar dönecek olursak; tencereden kızının kafasının çıkacağı endişesini yaşayan baba ilerleyen seanslarda kızına karşı ensest duygular hissettiğini anladığında çok utanmış ve “kendimi affedemem” demiştir. Aslında, bilinçdışında kızına karşı cinsel dürtüleri olan bu babaya, bu duygu ağır geleceğinden dolayı sistem ilk önce kızını öldürme düşüncesine, oradan da bir başkası tarafından öldürülecek korkusuna götürüyordu. Çünkü toplumumuzda; kızına tacizde bulunmak, onu öldürmekten daha ağır bir kavramdır. Özetle; sistem bu babanın suçluluk duygusunu farklı bir şekilde gösteriyordu. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere son noktada ortaya çıkan ritüelle ilk duygu arasında bir kaç durak vardır ve amaç o temele ulaşabilmektir.
Bu rahatsızlık toplumda yüzde 1-2 arasında görülür. Hayatın belli bir döneminde gelen basit bir takıntı olduğu gibi sürekliliği olan, çok ağır boyutlara ulaşan yakınmalar da görülebilir.
OKB’nin Tedavisi:
OKB kendi kendine geçmez, bu yüzden tedavi önemlidir. En iyi tedavi yöntemi ilaç ve bilişsel davranış terapisidir.
Öncelikle kişi bu sorunu yaşadığını kabullenmeli ve kurtulmak istemelidir. Tedavide en önemli rol oynayan etkenlerden biri de kabuldür. Öte yandan sorunu yaşayan kişinin yaşı ne kadar küçükse iyileşme de o kadar kolaylaşabilmektedir.
Fakat sorun ilerlemiş ve düşünceler çok fazla gelmekte ise kendi kendinize telkinlerde bulunarak ya da kitap okuyarak bu durumdan kurtulmak imkânsız hale gelebilir.
Tedavi sonucunda hastalar normal veya normale yakın yaşam sürerler. Erken teşhis her zaman tedavi süresini azaltır.
Sağlık, Mutluluk ve Huzur Dolu Günler Dileriz.
Psikolojik Destek Ekib
- Her Kuran okumaya veya namaz kılmaya başlamadan önce temiz olmadığımı düşünerek gusül abdesti alıyorum.
- Her tuvaletten çıktıktan sonra daha temiz olmak için gusül abdesti alıyorum.
- İşyerinde yemek vaktinde tencerenin kapağını açtığımda kızımın kesilmiş kafasıyla karşılaşmaktan çok korkuyorum.
- Namazda aklıma çok kötü düşünceler geliyor.
- Belediye otobüsüne, şoför kapı kapatma düğmesine basıp da tam kapı kapanmaya başladığı anda, kapı hiç bir yerime değmeyecek şekilde otobüse binmeye çalışıyorum. Eğer bunu yapamazsam, yani kapı bir yerime değerse 8 kere değmeyecek şekilde binmeliyim o da olmazsa 64 kere binmeliyim. Yine olmazsa ıslık çaldığımda tekrar 1 kere binmeliyim."
Yukarıda bazı vakalardan örnekler verdiğimiz bu "bozukluk" Türkçede daha çok, vesvese ya da takıntı hastalığı olarak bilinmektedir. İki farklı kavramdan oluşan bu bozukluğu daha iyi anlayabilmek için öncelikle bu kavramları tanıyalım.
Obsesyon : Türkçeye 'takıntı' şeklinde çevrilen bu kavram; istenmeden gelen, uygunsuz olarak yaşanan, belirgin bir kaygıya neden olan düşünceler ya da dürtülerdir.
Kompülsiyon : Obsesyonların hemen arkasından kişi, bu takıntılı düşünceyi rahatlatacak bir ritüel geliştirir buna da kompülsiyon (zorlantı) denir.
Çok farklı şekillerde görülebilen obsesyonlar ve kompülsiyonlar olmakla birlikte en yaygın görülen türler şu şekildedir:
Obsesyon (Takıntı) Türleri:
1- Bulaşma Takıntıları: Mikrop, hastalık bulaşır mı korkuları vardır.
2- Dinsel Takıntılar: Genellikle Allah ve peygamberlerle ilgili gelen uygunsuz düşüncelerden oluşur.
3- Cinsel Takıntılar: Genellikle; eşcinsel miyim? Şeklinde korkuları vardır.
4- Saldırganlık Takıntıları: Çocuğuma, eşime veya kendime zarar verebilirim şeklinde korkuları vardır.
5- Şüphe Takıntıları: Kapıyı kilitledim mi? Ütüyü fişten çıkardım mı? Ocağı kapattım mı? Vb. şüpheleri vardır.
6- Simetri Takıntıları: Her şeyin belli bir simetri ve düzen içerisinde bulunmasını isterler.
Kompülsiyon (zorlantı) türleri:
1- Temizleme kompülsiyonları: Evi saatlerce temizlemek, elleri defalarca yıkamak, saatlerce banyo yapmak...
2- Kontrol kompülsiyonları: Evden çıkmadan önce elektrikli aletleri defalarca kontrol etme, kapıyı kilitledim mi düşüncesiyle yoldan geri dönme...
3- İstifleme kompülsiyonları: İşine yarayıp yaramadığına bakmaksızın eve dışarıdan eşyalar getirme. Çöp evler örnek olarak gösterilebilir.
4- Sayma kompülsiyonları: Belli sayıları tutturma, araba plakalarını okuma...
5- Simetri kompülsiyonları: Eğik gördüğü bir nesneyi düzeltme, yolda yürürken çizgilere basmama...
Peki, sağlıklı bir insana çok saçma gelen bunca düşüncenin sebebi nedir?
Bazı çevresel stres faktörleri OKB’yi tetikleyebilir. Belirli çevresel faktörler ise kişide var olan bu rahatsızlığı kötüleştirebilir. Bunlar;
- Taciz
- Yaşamsal değişiklikler
Hastalık,
- Sevilen birinin ölmesi
- İş veya okulla ilgili değişiklikler veya problemler.
- İlişkiyle ilgili kaygılar
Söz konusu hastalığa sahip kişiler, saçma gelen ama düşünmekten kendisini alıkoyamadığı bir takım takıntılı durumun oluşturduğu sıkıntıyı ortadan kaldırmak için bazı tekrarlayıcı davranışları ve düşünsel eylemleri yapabilir.
Sadece basit bir hastalıkta, küçük şüpheler ve emin olamama duygusunda kalırsa bunda sorun yoktur, psikiyatrik bir hastalık diyemeyiz. Halk arasında vesvese olarak bilinen durum, kişiyi rahatsız ediyor, işlevselliğini bozuyor ve zaman kaybına neden oluyorsa bu psikiyatrik bir hastalığın belirtisidir. Bunlar belli bir boyutu aştıysa rahatsızlık diyebiliriz. Yoksa bir miktar titizliği ve ufak tefek takıntıları olan her insana rahatsız demek doğru değildir.
Kişideki vesvese halinin kimi durumlarda eli çok yıkama, tuvalet ve banyoda uzun süre kalma, herhangi bir konuyu çok takma, apartmanın katlarını sayma gibi belirtilerle de devam edebilir.
Hastalık kişinin hayatının herhangi bir döneminde ciddi zorlanmalar, travmalar veya ağır kayıplar sonrasında da gelişebilir.
Her hastanın durumu diğerinden farklıdır. Hastanın takıntı yaptığı şeyler, hayatın herhangi bir döneminde değişiklik gösterebilir. Bugün olan semptom dizesiyle 3 ay sonra hastalık alevlendikten sonraki semptom dizeleri birbirinden farklı olabilir. Vesvese, hastalığın şikâyetlerinden sadece biridir. Basit bir vesvese mi? yoksa çok üst düzeye çıkmış bir takıntı mı? olduğunu ancak hasta ile yapılacak görüşmede anlaşılabilir.
OKB genellikle egonun kaldıramayacağı ağırlıktaki düşüncelerin, çeşitli savunma mekanizmaları vasıtasıyla semptoma dönüşmüş halidir. Genellikle bir 'suçluluk' hissinin kefareti olabilir. Ruhsal olarak çok kirli olduğunu düşünen (günahkârlık) kişi sürekli elini yıkayarak, bu suçluluk duygusundan kurtulmak ister. Aslında bunun saçma olduğunu bilir, fakat el yıkama dürtüsüne söz geçiremez. Aslında kişi bunların, hissettiği suçluluk duygusundan kaynaklandığını da bilmez çünkü tüm bu olaylar bilinçdışında gerçekleşmektedir.
Yazının giriş kısmındaki örneklerden bir tanesine tekrar dönecek olursak; tencereden kızının kafasının çıkacağı endişesini yaşayan baba ilerleyen seanslarda kızına karşı ensest duygular hissettiğini anladığında çok utanmış ve “kendimi affedemem” demiştir. Aslında, bilinçdışında kızına karşı cinsel dürtüleri olan bu babaya, bu duygu ağır geleceğinden dolayı sistem ilk önce kızını öldürme düşüncesine, oradan da bir başkası tarafından öldürülecek korkusuna götürüyordu. Çünkü toplumumuzda; kızına tacizde bulunmak, onu öldürmekten daha ağır bir kavramdır. Özetle; sistem bu babanın suçluluk duygusunu farklı bir şekilde gösteriyordu. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere son noktada ortaya çıkan ritüelle ilk duygu arasında bir kaç durak vardır ve amaç o temele ulaşabilmektir.
Bu rahatsızlık toplumda yüzde 1-2 arasında görülür. Hayatın belli bir döneminde gelen basit bir takıntı olduğu gibi sürekliliği olan, çok ağır boyutlara ulaşan yakınmalar da görülebilir.
OKB’nin Tedavisi:
OKB kendi kendine geçmez, bu yüzden tedavi önemlidir. En iyi tedavi yöntemi ilaç ve bilişsel davranış terapisidir.
Öncelikle kişi bu sorunu yaşadığını kabullenmeli ve kurtulmak istemelidir. Tedavide en önemli rol oynayan etkenlerden biri de kabuldür. Öte yandan sorunu yaşayan kişinin yaşı ne kadar küçükse iyileşme de o kadar kolaylaşabilmektedir.
Fakat sorun ilerlemiş ve düşünceler çok fazla gelmekte ise kendi kendinize telkinlerde bulunarak ya da kitap okuyarak bu durumdan kurtulmak imkânsız hale gelebilir.
Tedavi sonucunda hastalar normal veya normale yakın yaşam sürerler. Erken teşhis her zaman tedavi süresini azaltır.
Sağlık, Mutluluk ve Huzur Dolu Günler Dileriz.
Psikolojik Destek Ekib
Çocukların korkularının nedenleri ve bu korkularla baş edebilmeleri için tavsiyeler
SORU:
İyi günler. 6 yaşındaki çocuğumun birkaç aydır korku problemi var. Gündüz bile olsa, küçük kardeşiyle bile kalamıyor. Babası uyuyorsa yine odada kalamıyor. Lavaboya yalnız başına gidemiyor. Ben odadan çıkacağım zaman panikle beni takip etmeye çalışıyor. Bu hareketi kardeşini de korkutuyor. Arkadaşıyla birlikteyken animasyon bir film seyretmişler. Önce filmin çok komik olduğunu söyledi. Hatta babasından ısrarla bizim bilgisayara da yüklemesini istedi. Sonra o gece bir kâbus gördü. O günden beri de çok korkuyor. Heimde kalıyoruz. Mutfak odadan bağımsız bir yerde. Yemek yapacağım zaman odayla mutfak arasında gidip gelmek zorunda kalıyorum. Korkuyla koşar adım beni takip etmesinden rahatsız oluyorum. Bu tavrı iş yükümü daha da arttırdığı için ben de strese giriyorum. Yanlış olduğunu bilsem de artık bu durum bana çok zor gelmeye başladı. Sürekli bir şeyleri yetiştirme çabası beni yoruyor. Bazen çıldıracak gibi oluyorum. Yaşam sevincimin azaldığını düşünüyorum..
Hem kızımın hem benim durumumu değerlendirirseniz sevinirim. Hayırlı günler.
CEVAP:
Korkular söz konusu olduğunda, algı çok önemlidir. Aynı korku filmini izleyen iki kişi farklı duygusal tepkiler verir. Çünkü herkes filmin her bir karesini kendi bakış açısına, kendi geçmişine, güvensizliklerine ve inançlarına göre algılar.
Aile yaşantısında meydana gelen veya gelebilecek ani değişiklikler, çocuklarda korkuya neden olur. Gerek şu ana kadar yaşadıklarınız, gerekse içinde bulunduğunuz heim şartları ve bu konularda çocuğun yanında yaptığınız endişeli konuşmalar çocukta korkuyu artırır. Olaylar karşısında göstermiş olduğunuz tepkiler çocukları doğrudan etkiler. Çocuklar sizin söylediklerinizden daha ziyade beden dilinize bakarlar. Örneğin kapı çaldığında aniden irkilmeniz, telefon ile konuşurken canınızı sıkan bir haber karşısında mimikleriniz bile onları etkiler.
Çocuklar bazen korkularının kaynağını gerçekten bilemeyebilir, neden korktuklarını tam olarak tanımlayamazlar; tanımlayamadıkları bir şeyi de açıklayamazlar. Korkularına dair güçlü bir hisleri olabilir; siz somut bir sebep istediğinizde, size de mantıklı gelebilecek sebepler üretebilirler. Ancak bunun için bir neden belirleyemezler.
Çocuklar bazen korkularının sebebini bilseler bile bunu dilleriyle ifade edemezler. Anne babalarını hayal kırıklığına uğratmamak ve eleştirilmemek için asıl korkuttukları şeyleri söylemeye çekinirler.
Ebeveynlerin “bıktım sizlerden” “Allah canımı alsa da kurtulsam” gibi konuşmaları çocukların korkularından utanmalarına ve suçluluk duymalarına neden olur. Bu söylem, karşı tarafın vicdanını harekete geçirmesinden daha ziyade daha çok korkmasına neden olur. Anne babanın duruşu, çocukların haline olumlu etki yapar.
Tespitler-Tavsiyeler
1. Çocuğunuzun korkularını irrasyonel olarak yorumluyor olabilir misiniz? Yani çocuğunuz yalnız kaldığında bir iskelet görme korkusundan daha ziyade, farklı korkular yaşıyor olabilir mi?
2. Kendi başına kalmaktan korkmanın aptalca olduğuna inandığını düşünüyorsa, bu sizinle açıkça konuşmasını zorlaştırabilir. Çocuğunuzun korkularıyla empati kurup, onun korku ve endişelerini tamamen anladığınızı ve onun bu davranışını anlayışla karşıladığınızı hissetmesine izin verebilirsiniz.
3. Çocuğunuzun görmüş olabileceğini düşündüğünüz iskelet veya her ne ise onun hakkında konuşun. İyice dinleyin ve ondan “nerede gördün? Ne gördün?” gibi o andaki duygularını tarif etmesini isteyin. Böylelikle kızınızın nelerden korktuğunu, rasyonel ve reel olarak görmüş, duymuş ve tanımlamış olacaksınız.
4. Çocuğunuza ilk ne zaman korkmaya başladığını ve o zaman " Odada kendi başına mıydın? Saat kaçtı?” gibi ilk korktuğu anı tasvir etmesini sağlayarak, korkunun temel noktasını bulmaya çalışın.
5. Çocuğunuza bu korkusunun normal olduğunu ve o gün “bizler başka odadaydık veya senin yanında değildik, hepimizin burada olmadığını düşündün ve çok korktun.” Bir gölge veya hangi objeyi görmüşse “Sen onun iskelet olduğunu düşündün... Deyip İÇ DÜNYASINDA GÜVEN OLUŞTURUN.
6. Bu şekilde konuşursanız, çocuğunuz korkusunun kaynağı ile ilgili daha fazla konuştuğunu göreceksiniz.
7. Çocuğunuza sunabileceğiniz duygusal desteğin yanı sıra, çeşitli sosyal, sportif, eğlenceli faaliyetlere katmanız, onun günlük yaşantısında farklı şeyleri konuşmasını sağlamanıza yardımcı olacaktır.
Sonuç:
Ebeveynler “Çok fazla güven vermeye çalışırsak, çocuklar güvencelerimizi reddedebilirler,” “çocuklar bize aslında inanmıyorlar ama onlar ile konuşurken sanki o an inanıyormuş gibi yapıyorlar” şeklinde düşünürler. Her iki düşünce de yanlıştır. Lütfen sabırlı olup, çocuğunuzun gözlerinin içine bakarak ve kimi zaman ellerini tutarak, onların güvende olduklarını hissettirmeye çalışın. Bunu sık sık yapmaya çalışın. Sakin ve anlayışlı bir tavırla, korkularını anladığınızı ve kabul ettiğinizi çocuğunuza hissettirebilirseniz, ona güvence vermiş olacak ve onu rahatlatacaksınız. Sorunlar daha öngörülebilir hale geldiğinde, çocuklar korkularını genellikle azaltma ve güvenlik duygularını artırma eğilimine girerler.
Kendi durumunuz ile ilgili, bizim tavsiyemiz öncelikle mutlaka bir uzman desteği almanız gerekir.
Yazdıklarınızdan çok ciddi bir stres altında olduğunuz anlaşılıyor. Kendinizi rahatlatacak faaliyetler bulmalı ve kendinize vakit ayırmalısınız. Bu konuyu eşiniz ile görüşüp destek almalısınız.
Sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
İyi günler. 6 yaşındaki çocuğumun birkaç aydır korku problemi var. Gündüz bile olsa, küçük kardeşiyle bile kalamıyor. Babası uyuyorsa yine odada kalamıyor. Lavaboya yalnız başına gidemiyor. Ben odadan çıkacağım zaman panikle beni takip etmeye çalışıyor. Bu hareketi kardeşini de korkutuyor. Arkadaşıyla birlikteyken animasyon bir film seyretmişler. Önce filmin çok komik olduğunu söyledi. Hatta babasından ısrarla bizim bilgisayara da yüklemesini istedi. Sonra o gece bir kâbus gördü. O günden beri de çok korkuyor. Heimde kalıyoruz. Mutfak odadan bağımsız bir yerde. Yemek yapacağım zaman odayla mutfak arasında gidip gelmek zorunda kalıyorum. Korkuyla koşar adım beni takip etmesinden rahatsız oluyorum. Bu tavrı iş yükümü daha da arttırdığı için ben de strese giriyorum. Yanlış olduğunu bilsem de artık bu durum bana çok zor gelmeye başladı. Sürekli bir şeyleri yetiştirme çabası beni yoruyor. Bazen çıldıracak gibi oluyorum. Yaşam sevincimin azaldığını düşünüyorum..
Hem kızımın hem benim durumumu değerlendirirseniz sevinirim. Hayırlı günler.
CEVAP:
Korkular söz konusu olduğunda, algı çok önemlidir. Aynı korku filmini izleyen iki kişi farklı duygusal tepkiler verir. Çünkü herkes filmin her bir karesini kendi bakış açısına, kendi geçmişine, güvensizliklerine ve inançlarına göre algılar.
Aile yaşantısında meydana gelen veya gelebilecek ani değişiklikler, çocuklarda korkuya neden olur. Gerek şu ana kadar yaşadıklarınız, gerekse içinde bulunduğunuz heim şartları ve bu konularda çocuğun yanında yaptığınız endişeli konuşmalar çocukta korkuyu artırır. Olaylar karşısında göstermiş olduğunuz tepkiler çocukları doğrudan etkiler. Çocuklar sizin söylediklerinizden daha ziyade beden dilinize bakarlar. Örneğin kapı çaldığında aniden irkilmeniz, telefon ile konuşurken canınızı sıkan bir haber karşısında mimikleriniz bile onları etkiler.
Çocuklar bazen korkularının kaynağını gerçekten bilemeyebilir, neden korktuklarını tam olarak tanımlayamazlar; tanımlayamadıkları bir şeyi de açıklayamazlar. Korkularına dair güçlü bir hisleri olabilir; siz somut bir sebep istediğinizde, size de mantıklı gelebilecek sebepler üretebilirler. Ancak bunun için bir neden belirleyemezler.
Çocuklar bazen korkularının sebebini bilseler bile bunu dilleriyle ifade edemezler. Anne babalarını hayal kırıklığına uğratmamak ve eleştirilmemek için asıl korkuttukları şeyleri söylemeye çekinirler.
Ebeveynlerin “bıktım sizlerden” “Allah canımı alsa da kurtulsam” gibi konuşmaları çocukların korkularından utanmalarına ve suçluluk duymalarına neden olur. Bu söylem, karşı tarafın vicdanını harekete geçirmesinden daha ziyade daha çok korkmasına neden olur. Anne babanın duruşu, çocukların haline olumlu etki yapar.
Tespitler-Tavsiyeler
1. Çocuğunuzun korkularını irrasyonel olarak yorumluyor olabilir misiniz? Yani çocuğunuz yalnız kaldığında bir iskelet görme korkusundan daha ziyade, farklı korkular yaşıyor olabilir mi?
2. Kendi başına kalmaktan korkmanın aptalca olduğuna inandığını düşünüyorsa, bu sizinle açıkça konuşmasını zorlaştırabilir. Çocuğunuzun korkularıyla empati kurup, onun korku ve endişelerini tamamen anladığınızı ve onun bu davranışını anlayışla karşıladığınızı hissetmesine izin verebilirsiniz.
3. Çocuğunuzun görmüş olabileceğini düşündüğünüz iskelet veya her ne ise onun hakkında konuşun. İyice dinleyin ve ondan “nerede gördün? Ne gördün?” gibi o andaki duygularını tarif etmesini isteyin. Böylelikle kızınızın nelerden korktuğunu, rasyonel ve reel olarak görmüş, duymuş ve tanımlamış olacaksınız.
4. Çocuğunuza ilk ne zaman korkmaya başladığını ve o zaman " Odada kendi başına mıydın? Saat kaçtı?” gibi ilk korktuğu anı tasvir etmesini sağlayarak, korkunun temel noktasını bulmaya çalışın.
5. Çocuğunuza bu korkusunun normal olduğunu ve o gün “bizler başka odadaydık veya senin yanında değildik, hepimizin burada olmadığını düşündün ve çok korktun.” Bir gölge veya hangi objeyi görmüşse “Sen onun iskelet olduğunu düşündün... Deyip İÇ DÜNYASINDA GÜVEN OLUŞTURUN.
6. Bu şekilde konuşursanız, çocuğunuz korkusunun kaynağı ile ilgili daha fazla konuştuğunu göreceksiniz.
7. Çocuğunuza sunabileceğiniz duygusal desteğin yanı sıra, çeşitli sosyal, sportif, eğlenceli faaliyetlere katmanız, onun günlük yaşantısında farklı şeyleri konuşmasını sağlamanıza yardımcı olacaktır.
Sonuç:
Ebeveynler “Çok fazla güven vermeye çalışırsak, çocuklar güvencelerimizi reddedebilirler,” “çocuklar bize aslında inanmıyorlar ama onlar ile konuşurken sanki o an inanıyormuş gibi yapıyorlar” şeklinde düşünürler. Her iki düşünce de yanlıştır. Lütfen sabırlı olup, çocuğunuzun gözlerinin içine bakarak ve kimi zaman ellerini tutarak, onların güvende olduklarını hissettirmeye çalışın. Bunu sık sık yapmaya çalışın. Sakin ve anlayışlı bir tavırla, korkularını anladığınızı ve kabul ettiğinizi çocuğunuza hissettirebilirseniz, ona güvence vermiş olacak ve onu rahatlatacaksınız. Sorunlar daha öngörülebilir hale geldiğinde, çocuklar korkularını genellikle azaltma ve güvenlik duygularını artırma eğilimine girerler.
Kendi durumunuz ile ilgili, bizim tavsiyemiz öncelikle mutlaka bir uzman desteği almanız gerekir.
Yazdıklarınızdan çok ciddi bir stres altında olduğunuz anlaşılıyor. Kendinizi rahatlatacak faaliyetler bulmalı ve kendinize vakit ayırmalısınız. Bu konuyu eşiniz ile görüşüp destek almalısınız.
Sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
2 Nisan 2019 Salı
KENDİMİ TANIYAMAZ HALE GELDİM
SORU:
S. A hocam. Biz, Ailece yaklaşık 2 yıl önce bir Avrupa ülkesine geldik. Evliyim ve 4 yaşında bir oğlum var. Benim sıkıntım kamp sürecinde başladı. Ben kendimi tanıyamaz hale geldim; çok öfkeli bir insan oldum. (normalde Böyle değildim) ama simdi evin içinde sanki bir şey olsa da kızsam diye geziyorum. Bu tavrımı en çok eşime sergiliyorum o da çok rahatsız. Nasıl bir yol izlemeliyim, o sinir anı geçince çok üzülüyorum, keşke başka davransaydım diyorum. Aslında bütün duygularımı aşırı tepkili yaşadığımı söyledi eşim. Çocuğuma da bunu yaşatmak istemiyorum. Beni ağlarken çok gördü, o yüzden en ufak bir üzülsem hemen teselli ediyor beni. Kendime güvenim kalmadı ve hep kendimi suçlu hissediyorum ailemin huzurunu kaçırıyorum diye.
CEVAP:
🔴Öfke, istenmeyen bir durum karşısında yaşadığınız ve engellendiğinizi hissettiğinizde verdiğiniz tepkilere denir. İnsanların kızgınlık ve sinirlilik yaşaması bir noktaya kadar normaldir. Ancak sınırı aşan bir durum oluşmuşsa öfke kontrol bozukluğu söz konusu demektir.
Öfkelendiğimiz zaman kalp atımımız ve tansiyonumuz yükselir; adrenalin ve noradrenalin gibi enerji hormonlarınız patlama yapar.
Öfke, derecesinin ve süresinin kişiden kişiye değiştiği, zaman zaman da hepimizin yaşadığı bir duygudur.
🔴Öfke, Temel kişilik ve davranış sorununa ya da beyinde gelişmiş bir yapısal ya da işlevsel soruna işaret eder.
📌 Kimi insan, öfkesini o derece yadsır ki, yaşadığı öfkenin farkında bile olmaz.
📌Bazı insanlar, öfkelerini dolaylı yoldan ifade eder.
📌Bazıları da öfkesini gerçek hedefinden değil, bir başkasından çıkarır (iş yerinde arkadaşına kızar, hıncını evdeki çocuğundan ya da eşinden çıkarır).
📌Kimi insanın öfkesi ise saman alevi gibidir, bir bakarsınız az önceki gürültülü tablo kısa süre sonra ortadan kalkar.
📌Kimi insan ise ne yaparsa yapsın öfkesini bir türlü dizginleyemez, intikam alma duygusu ile yanıp tutuşur ve ne yaparsa yapsın bu duygusunu yatıştıramaz.
🔴Öfke duygusunun kaynağı genelde dışarıda aranır. Fakat dikkatli bir biçimde incelendiğinde, insanların yaşadığı öfkenin çoğu zaman kendi iç dünyasından ve yaşadıklarını değerlendirme biçiminden kaynaklandığı görülür.
➡Herhangi bir şeyin mutlaka olması gerektiğini düşünmek,
➡Esnek düşünememek,
Konuyu kişiselleştirmek ve
➡Öz-değere yönelik bir tehdit olarak algılamak,
➡Kendi bakış açısının ya da düşüncelerinin “en doğru” olduğuna inanmak,
➡İntikam alma duygusu,
➡Haksızlığa uğradığını düşünmek,
öfkeyi arttıran düşünce biçimleridir.
Haksızlığa uğradığını düşünenler, yaşamın ve diğer insanların tümüyle adil olması gerektiğini düşünen ve hem yaşamdan hem diğer insanlardan bu yönde beklentileri olan insanlardır. Bu beklentilerin gerçek dışı olduğunu görmek ve kabullenmek, yaşanan öfkenin şiddetini önemli derecede azaltır.
Anormal Öfkenin Altında Yatan Nedenler
🔷Mükemmelliyetçilik: Mükemmeliyetçi olan kişilerin beklenti düzeyleri yüksek olduğu için daha tahammülsüz ve sinirli olabilirler. Kendi yüksek beklentileri doğrultusunda hareket ederler. İşler istenildiği gibi gitmediğinde, en ufak sorun olduğunda demoralize olurlar. Bu kişiler hata yaptıklarında “Ben işe yaramaz adamım, bir işi beceremedim” şeklindeki olumsuz otomatik düşünceler geliştirirler. Bu düşünceler, kişinin kendisine yönelik öfke duygusunun artmasına neden olabilir.
🔷Tez canlılık: Hemen ve hızlı şekilde olmalı mantığıyla yaşayan kişiler çabuk sinirlenmeye meyillidir.
🔷Antisosyal Kişilikler: Kurallara uymayan, insanlara zarar vermekten haz alan, halk arasında psikopat denilen kişilerde öfke davranışı hat safhadadır.
🔷Depresyon: Bilindiği gibi depresyonda serotonin adı verilen maddenin eksikliği söz konusudur. Bu madde öfke kontrolünde de önemli rol oynar. O yüzden depresyonda ilk belirti öfke kontrolsüzlüğüdür. Durduk yere sinirleniyorum, herkesi kırıyorum, hiçbir şeye tahammül edemiyorum diye yakınmalarla gelir. Yoğun çalışma hayatı, stresli iş ortamı, ailevi sorunlar, üst üste gelen hayal kırıklıkları ve sosyal hayatın kısıtlanması bu hormonun ve dolayısıyla öfke kontrolünün azalmasına sebep olabilir.
AYRICA;
🔶Böbrek üstü bezlerinin düzenli çalışmaması,
🔶Tiroid hormonlarının aşırı ya da az miktarda salgılanması gibi durumlar, sinirli olma halini meydana getirebilir.
🔶Düzensiz beslenme şekilleri,
kafein içeren yiyecekler (kahve, çay, çikolata gibi), kahvaltı yapmadan evden çıkılması, gün içinde öğün atlanması, yeterli miktarda su içilmemesi, karbonhidrat, protein ve yağı dengeli oranda alınmama durumları gibi kötü beslenme şekilleri; çabuk yorulma, baş ağrısı, aşırı sinirlilik, düşünce ve hafıza sisteminde bulanıklaşma meydana getirir.
🎯NELER YAPILABİLİR🎯
Öfkenin oluşumunda bizi neyin tetiklediğini araştırıp bu tetikleyicilerin tekrar sizi etkilememesi için stratejiler geliştirilmesi gerekir.
1) Rahatlama ve farkındalık oluşturma
➡Nefes alma egzersizlerini öğrenmek, basit rahatlama araçları öfke duygusunu yatıştırabilir.
2) Bilişsel yapılandırma
➡Bu strateji yalın olarak düşünme şeklini değiştirmek anlamına gelir. Öfkeli insanlar, içlerinden geçen duyguları yansıtan, kaba sözcükler kullanırlar. İnsanlar öfkeli olduğu zaman, düşünceler abartılır ve dramatik bir hal alır. Bu duyguların yerini daha rasyonel duyguların alması için gayret sarf etmek gerekir. Örneğin, “Eyvah! Her şey mahvoldu”, “felaket” “rezalet” gibi yorumlarda bulunmak yerine “Bu durum beni bunalıma sürüklüyor; beni altüst ediyor. Ancak bu dünyanın sonu değil. Öfkelenerek ben bu durumdan çıkamam” diyerek kendinize telkinde bulunun.
“Sen zaten benim söylediklerimi daima kulak arkası ediyorsun” gibi yorumlardan kaçının. Çünkü bunlar doğru olmadıkları gibi sorunun çözümüne katkı sağlamazlar. Kaldı ki bu sözcüklerin muhatabı olan kişi kendisini aşağılanmış veya dışlanmış gibi hissedeceği için yardım etmeyi düşünse bile etmez.
Burada unutmamanız gereken en önemli şey, öfkenin çözüm üretmeyeceği ve kendinizi rahatlatmayacağıdır. (tam tersi kendinizi daha kötü hissetmenize yol açar).
Mantık öfkeyi yener, çünkü öfke, haklı bir tepki olduğunuza inandığınız durumlarda bile, çok kısa bir süre içinde mantık dışına çıkar. Olabildiğince mantıklı olmaya çalışın. Öfkeli insanlar adalet, övgü beklerler; işlerin kendi istedikleri gibi yürümesini arzu ederler. Bunlar olmadığı zaman büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar. Ve bu hayal kırıklığı giderek öfkeye dönüşür. Bilişsel yapılanmanın bir parçası olarak, öfkeyle baş etmenin ilk adımlarından biri öfkeli olduğunuzun farkında olmaktır. Öfkenin ilk işaretlerini tespit edebilirseniz, ileri aşamalara geçmeden kendinizi frenleyebilirsiniz. Düzenli olarak vücudunuzda fiziksel belirtilerin bulunup bulunmadığını –Dişlerinizi veya yumruklarınızı sıkıyor musunuz? Midenize kramplar giriyor mu? Yutkunma zorluğu çekiyor musunuz? Dudaklarınızı ısırıyor, kaşınmadığı halde sürekli olarak aynı bölgeyi kaşıyor musunuz?- kontrol edin. Herkes sinirlendiği veya öfkelendiği zaman ne gibi belirtiler sergilediğini keşfedebilir.
Öfkenizin gerçek nedenini keşfetmeye çalışın. Pek çok insan, acı veren veya korku uyandıran duyguları öfke maskesinin ardında gizler. Umutsuz, korkak, çaresiz, suçlu, yitik, terk edilmiş gibi hissetmektense, öfke ile salgılanan adrenalinden kaynaklanan güçlülük hissi insanlara daha iyi gelebilir.
3) Sorun yaratmayın; sorun çözün
➡Bazen öfke ve bunalım, hayatımızda kaçamadığımız bazı sorunlardan kaynaklanıyor olabilir. Öfke nöbetlerinin tümü yanlış hedefe yöneltilmiş olmayabilir; sorunlar karşısında gösterilen son derece sağlıklı, doğal tepkiler olabilir. Her sorunun bir çözümü olduğu yönündeki yanlış yönlendirmenin sonucunda çözümsüz durumlarda bunalıma girebilirsiniz.
Bu gibi çözümsüz durumlarda çözüme odaklanmak yerine, sorun ile nasıl baş edeceğimiz ve en az zararı görecek şekilde nasıl bir strateji belirlememiz gerektiğine odaklanmalıyız. Böylece sorun çözülmemiş olsa bile daha sabırlı olmayı öğrenebilirsiniz.
4) Soğukkanlı ve sakin bir iletişim kurun
➡Öfkeli insanlar hemen sonuca odaklanıp, eyleme geçme eğilimindedir. Ne var ki bu sonuçların bazıları doğru olmayabilir. Çok ateşli bir tartışmanın içindeyseniz, önce sakin olmaya çalışıp tepkilerinizi denetim altına alın. Aklınıza gelen ilk şeyi dile getirmeyin. Diğerlerinin söylediklerini dikkatlice dinleyip öyle cevap verin.
Eleştiri karşısında savunmaya geçmeniz normaldir. Ancak savunma saldırı haline dönüşmemeli. Önce muhatabınızın eleştirilerini açıklamasına izin verin, hatta sorular sorun, ancak öfkenizin tartışmayı rayından çıkartmasına izin vermeyin. Sakin kaldığınız sürece iletişim daha yapıcı bir yola girecektir.
5) Mizaha yer verin
➡Espri yapmak, öfkeyi pek çok açıdan yatıştırır. Stresli bir ortamdaki gerginliği azaltabilir.
6) Çevrenizi değiştirin
➡Bazı durumlarda insanları içinde bulunduğu ortam öfkelendirebilir. Sırtınıza yüklenen sorunlar ve sorumluluklar sizde kapana kıstırılmış duygusu uyandırabilir.
Bu gibi durumlarda kendinize mola verin. Stres yüklü anlarda, kişisel kaçış planları yapın. Örneğin işten eve dönen bir anne, “Evde yangın çıkmadıkça kimse benimle 15 dakika konuşmasın” diyerek kendisine soluk alacak bir zaman yaratabilir. Bu 15 dakikanın sonunda çocuklarının taleplerini daha büyük bir sabırla karşılık verebilir.
7) Kendinizi rahatlatmanın diğer yolları
➡Zamanlama: Tartışmaların kavgaya dönüşmeyeceği zamanlarda tartışmaya girin. Özellikle yorgun olduğunuz zamanlarda tartışmalardan uzak durun.
➡Göz ardı etme: Çocuğunuzun odasının dağınıklığı sizi öfkelendiriyorsa kapısını kapatın. Sizi kızdıran olaylardan ve nesnelerden uzak durun. “Çocuğum nasılsa bir gün odasını toplar ve ben de sinirlenmem” diye düşünmeyin. Hedefiniz bu olmamalı; hedefiniz sükûnetinizi korumak olmalı.
➡ Alternatifler oluşturmak: İşe gidip gelirken trafikten rahatsız oluyorsanız farklı yolları deneyin. Kısaca sizi öfkelendirmeyecek yeni seçenekler oluşturun.
Sağlık Mutluluk Ve Huzur Dolu Günler Geçirmeniz Dileğiyle......
Psikolojik Destek Ekibi
S. A hocam. Biz, Ailece yaklaşık 2 yıl önce bir Avrupa ülkesine geldik. Evliyim ve 4 yaşında bir oğlum var. Benim sıkıntım kamp sürecinde başladı. Ben kendimi tanıyamaz hale geldim; çok öfkeli bir insan oldum. (normalde Böyle değildim) ama simdi evin içinde sanki bir şey olsa da kızsam diye geziyorum. Bu tavrımı en çok eşime sergiliyorum o da çok rahatsız. Nasıl bir yol izlemeliyim, o sinir anı geçince çok üzülüyorum, keşke başka davransaydım diyorum. Aslında bütün duygularımı aşırı tepkili yaşadığımı söyledi eşim. Çocuğuma da bunu yaşatmak istemiyorum. Beni ağlarken çok gördü, o yüzden en ufak bir üzülsem hemen teselli ediyor beni. Kendime güvenim kalmadı ve hep kendimi suçlu hissediyorum ailemin huzurunu kaçırıyorum diye.
CEVAP:
🔴Öfke, istenmeyen bir durum karşısında yaşadığınız ve engellendiğinizi hissettiğinizde verdiğiniz tepkilere denir. İnsanların kızgınlık ve sinirlilik yaşaması bir noktaya kadar normaldir. Ancak sınırı aşan bir durum oluşmuşsa öfke kontrol bozukluğu söz konusu demektir.
Öfkelendiğimiz zaman kalp atımımız ve tansiyonumuz yükselir; adrenalin ve noradrenalin gibi enerji hormonlarınız patlama yapar.
Öfke, derecesinin ve süresinin kişiden kişiye değiştiği, zaman zaman da hepimizin yaşadığı bir duygudur.
🔴Öfke, Temel kişilik ve davranış sorununa ya da beyinde gelişmiş bir yapısal ya da işlevsel soruna işaret eder.
📌 Kimi insan, öfkesini o derece yadsır ki, yaşadığı öfkenin farkında bile olmaz.
📌Bazı insanlar, öfkelerini dolaylı yoldan ifade eder.
📌Bazıları da öfkesini gerçek hedefinden değil, bir başkasından çıkarır (iş yerinde arkadaşına kızar, hıncını evdeki çocuğundan ya da eşinden çıkarır).
📌Kimi insanın öfkesi ise saman alevi gibidir, bir bakarsınız az önceki gürültülü tablo kısa süre sonra ortadan kalkar.
📌Kimi insan ise ne yaparsa yapsın öfkesini bir türlü dizginleyemez, intikam alma duygusu ile yanıp tutuşur ve ne yaparsa yapsın bu duygusunu yatıştıramaz.
🔴Öfke duygusunun kaynağı genelde dışarıda aranır. Fakat dikkatli bir biçimde incelendiğinde, insanların yaşadığı öfkenin çoğu zaman kendi iç dünyasından ve yaşadıklarını değerlendirme biçiminden kaynaklandığı görülür.
➡Herhangi bir şeyin mutlaka olması gerektiğini düşünmek,
➡Esnek düşünememek,
Konuyu kişiselleştirmek ve
➡Öz-değere yönelik bir tehdit olarak algılamak,
➡Kendi bakış açısının ya da düşüncelerinin “en doğru” olduğuna inanmak,
➡İntikam alma duygusu,
➡Haksızlığa uğradığını düşünmek,
öfkeyi arttıran düşünce biçimleridir.
Haksızlığa uğradığını düşünenler, yaşamın ve diğer insanların tümüyle adil olması gerektiğini düşünen ve hem yaşamdan hem diğer insanlardan bu yönde beklentileri olan insanlardır. Bu beklentilerin gerçek dışı olduğunu görmek ve kabullenmek, yaşanan öfkenin şiddetini önemli derecede azaltır.
Anormal Öfkenin Altında Yatan Nedenler
🔷Mükemmelliyetçilik: Mükemmeliyetçi olan kişilerin beklenti düzeyleri yüksek olduğu için daha tahammülsüz ve sinirli olabilirler. Kendi yüksek beklentileri doğrultusunda hareket ederler. İşler istenildiği gibi gitmediğinde, en ufak sorun olduğunda demoralize olurlar. Bu kişiler hata yaptıklarında “Ben işe yaramaz adamım, bir işi beceremedim” şeklindeki olumsuz otomatik düşünceler geliştirirler. Bu düşünceler, kişinin kendisine yönelik öfke duygusunun artmasına neden olabilir.
🔷Tez canlılık: Hemen ve hızlı şekilde olmalı mantığıyla yaşayan kişiler çabuk sinirlenmeye meyillidir.
🔷Antisosyal Kişilikler: Kurallara uymayan, insanlara zarar vermekten haz alan, halk arasında psikopat denilen kişilerde öfke davranışı hat safhadadır.
🔷Depresyon: Bilindiği gibi depresyonda serotonin adı verilen maddenin eksikliği söz konusudur. Bu madde öfke kontrolünde de önemli rol oynar. O yüzden depresyonda ilk belirti öfke kontrolsüzlüğüdür. Durduk yere sinirleniyorum, herkesi kırıyorum, hiçbir şeye tahammül edemiyorum diye yakınmalarla gelir. Yoğun çalışma hayatı, stresli iş ortamı, ailevi sorunlar, üst üste gelen hayal kırıklıkları ve sosyal hayatın kısıtlanması bu hormonun ve dolayısıyla öfke kontrolünün azalmasına sebep olabilir.
AYRICA;
🔶Böbrek üstü bezlerinin düzenli çalışmaması,
🔶Tiroid hormonlarının aşırı ya da az miktarda salgılanması gibi durumlar, sinirli olma halini meydana getirebilir.
🔶Düzensiz beslenme şekilleri,
kafein içeren yiyecekler (kahve, çay, çikolata gibi), kahvaltı yapmadan evden çıkılması, gün içinde öğün atlanması, yeterli miktarda su içilmemesi, karbonhidrat, protein ve yağı dengeli oranda alınmama durumları gibi kötü beslenme şekilleri; çabuk yorulma, baş ağrısı, aşırı sinirlilik, düşünce ve hafıza sisteminde bulanıklaşma meydana getirir.
🎯NELER YAPILABİLİR🎯
Öfkenin oluşumunda bizi neyin tetiklediğini araştırıp bu tetikleyicilerin tekrar sizi etkilememesi için stratejiler geliştirilmesi gerekir.
1) Rahatlama ve farkındalık oluşturma
➡Nefes alma egzersizlerini öğrenmek, basit rahatlama araçları öfke duygusunu yatıştırabilir.
2) Bilişsel yapılandırma
➡Bu strateji yalın olarak düşünme şeklini değiştirmek anlamına gelir. Öfkeli insanlar, içlerinden geçen duyguları yansıtan, kaba sözcükler kullanırlar. İnsanlar öfkeli olduğu zaman, düşünceler abartılır ve dramatik bir hal alır. Bu duyguların yerini daha rasyonel duyguların alması için gayret sarf etmek gerekir. Örneğin, “Eyvah! Her şey mahvoldu”, “felaket” “rezalet” gibi yorumlarda bulunmak yerine “Bu durum beni bunalıma sürüklüyor; beni altüst ediyor. Ancak bu dünyanın sonu değil. Öfkelenerek ben bu durumdan çıkamam” diyerek kendinize telkinde bulunun.
“Sen zaten benim söylediklerimi daima kulak arkası ediyorsun” gibi yorumlardan kaçının. Çünkü bunlar doğru olmadıkları gibi sorunun çözümüne katkı sağlamazlar. Kaldı ki bu sözcüklerin muhatabı olan kişi kendisini aşağılanmış veya dışlanmış gibi hissedeceği için yardım etmeyi düşünse bile etmez.
Burada unutmamanız gereken en önemli şey, öfkenin çözüm üretmeyeceği ve kendinizi rahatlatmayacağıdır. (tam tersi kendinizi daha kötü hissetmenize yol açar).
Mantık öfkeyi yener, çünkü öfke, haklı bir tepki olduğunuza inandığınız durumlarda bile, çok kısa bir süre içinde mantık dışına çıkar. Olabildiğince mantıklı olmaya çalışın. Öfkeli insanlar adalet, övgü beklerler; işlerin kendi istedikleri gibi yürümesini arzu ederler. Bunlar olmadığı zaman büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar. Ve bu hayal kırıklığı giderek öfkeye dönüşür. Bilişsel yapılanmanın bir parçası olarak, öfkeyle baş etmenin ilk adımlarından biri öfkeli olduğunuzun farkında olmaktır. Öfkenin ilk işaretlerini tespit edebilirseniz, ileri aşamalara geçmeden kendinizi frenleyebilirsiniz. Düzenli olarak vücudunuzda fiziksel belirtilerin bulunup bulunmadığını –Dişlerinizi veya yumruklarınızı sıkıyor musunuz? Midenize kramplar giriyor mu? Yutkunma zorluğu çekiyor musunuz? Dudaklarınızı ısırıyor, kaşınmadığı halde sürekli olarak aynı bölgeyi kaşıyor musunuz?- kontrol edin. Herkes sinirlendiği veya öfkelendiği zaman ne gibi belirtiler sergilediğini keşfedebilir.
Öfkenizin gerçek nedenini keşfetmeye çalışın. Pek çok insan, acı veren veya korku uyandıran duyguları öfke maskesinin ardında gizler. Umutsuz, korkak, çaresiz, suçlu, yitik, terk edilmiş gibi hissetmektense, öfke ile salgılanan adrenalinden kaynaklanan güçlülük hissi insanlara daha iyi gelebilir.
3) Sorun yaratmayın; sorun çözün
➡Bazen öfke ve bunalım, hayatımızda kaçamadığımız bazı sorunlardan kaynaklanıyor olabilir. Öfke nöbetlerinin tümü yanlış hedefe yöneltilmiş olmayabilir; sorunlar karşısında gösterilen son derece sağlıklı, doğal tepkiler olabilir. Her sorunun bir çözümü olduğu yönündeki yanlış yönlendirmenin sonucunda çözümsüz durumlarda bunalıma girebilirsiniz.
Bu gibi çözümsüz durumlarda çözüme odaklanmak yerine, sorun ile nasıl baş edeceğimiz ve en az zararı görecek şekilde nasıl bir strateji belirlememiz gerektiğine odaklanmalıyız. Böylece sorun çözülmemiş olsa bile daha sabırlı olmayı öğrenebilirsiniz.
4) Soğukkanlı ve sakin bir iletişim kurun
➡Öfkeli insanlar hemen sonuca odaklanıp, eyleme geçme eğilimindedir. Ne var ki bu sonuçların bazıları doğru olmayabilir. Çok ateşli bir tartışmanın içindeyseniz, önce sakin olmaya çalışıp tepkilerinizi denetim altına alın. Aklınıza gelen ilk şeyi dile getirmeyin. Diğerlerinin söylediklerini dikkatlice dinleyip öyle cevap verin.
Eleştiri karşısında savunmaya geçmeniz normaldir. Ancak savunma saldırı haline dönüşmemeli. Önce muhatabınızın eleştirilerini açıklamasına izin verin, hatta sorular sorun, ancak öfkenizin tartışmayı rayından çıkartmasına izin vermeyin. Sakin kaldığınız sürece iletişim daha yapıcı bir yola girecektir.
5) Mizaha yer verin
➡Espri yapmak, öfkeyi pek çok açıdan yatıştırır. Stresli bir ortamdaki gerginliği azaltabilir.
6) Çevrenizi değiştirin
➡Bazı durumlarda insanları içinde bulunduğu ortam öfkelendirebilir. Sırtınıza yüklenen sorunlar ve sorumluluklar sizde kapana kıstırılmış duygusu uyandırabilir.
Bu gibi durumlarda kendinize mola verin. Stres yüklü anlarda, kişisel kaçış planları yapın. Örneğin işten eve dönen bir anne, “Evde yangın çıkmadıkça kimse benimle 15 dakika konuşmasın” diyerek kendisine soluk alacak bir zaman yaratabilir. Bu 15 dakikanın sonunda çocuklarının taleplerini daha büyük bir sabırla karşılık verebilir.
7) Kendinizi rahatlatmanın diğer yolları
➡Zamanlama: Tartışmaların kavgaya dönüşmeyeceği zamanlarda tartışmaya girin. Özellikle yorgun olduğunuz zamanlarda tartışmalardan uzak durun.
➡Göz ardı etme: Çocuğunuzun odasının dağınıklığı sizi öfkelendiriyorsa kapısını kapatın. Sizi kızdıran olaylardan ve nesnelerden uzak durun. “Çocuğum nasılsa bir gün odasını toplar ve ben de sinirlenmem” diye düşünmeyin. Hedefiniz bu olmamalı; hedefiniz sükûnetinizi korumak olmalı.
➡ Alternatifler oluşturmak: İşe gidip gelirken trafikten rahatsız oluyorsanız farklı yolları deneyin. Kısaca sizi öfkelendirmeyecek yeni seçenekler oluşturun.
Sağlık Mutluluk Ve Huzur Dolu Günler Geçirmeniz Dileğiyle......
Psikolojik Destek Ekibi
KIZIM HER ŞEYE İTİRAZ EDİYOR
*SORU:*
Hocam hayırlı günler. Bir sorum olacaktı.
Bir kızım var hocam 2014 Ağustos doğumlu. Problemimiz şu; kızım her şeye itiraz ediyor. Çok basit bir şeyden tutun her şeye. Nasıl davranmamızı önerirsiniz.
2016 2018 arası esim ve ben çalışmadan sürekli evdeydik. Bu dönemde kızım bizim yaşantımızdan etkilendi. Daha sonra Atina’daydık.(4 ay kaldık.)
Şu an da başka bir ülkede kamptayız. Tek odada kalıyoruz. Kızımızla ilgilenmeye çalışıyoruz. Şu an kreşe veya okula gitmiyor bizimle beraber. Şimdiden teşekkürler hocam.
*CEVAP:*
Kızınız yaşı itibarıyla önemli bir gelişim dönemi içerisinde. Aynı zamanda ailenin son birkaç yılı normal şartlarda geçmemiş. Sorunlarınız ile ilgili nasıl başa çıkabileceğinizi, bu dönemi en az hasar ile nasıl atlatabileceğinizi, bir kaç maddede ele almak gerekirse:
1. Davranışlar etki tepki mekanizması içerisinde ortaya çıkar. Tepkiyi anlayabilmek için etkiyi çok iyi anlamak gerekir. Bu etki kişisel özelliklerin yanı sıra, gelişim ve çevresel faktörlerden de kaynaklanıyor olabilir.
3-6 yaş, önemli bir gelişim dönemidir. Bu dönemde kazanılan bilgiler, edinimler, davranışlar ve yargılar, hayatın diğer dönemlerine temel teşkil eder. Bu dönemin başlıca özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
- Çocuğun dünyayı ve bu dünya içinde kendini keşfettiği bir dönemdir.
- Dünya, çok büyük bir yerdir ve bu bile tek başına çocuğun kaygılanması için yeterlidir. Yeni fark etmeye başladığı bu koskocaman dünyanın çok da matah bir yer olmadığı fikri onu daha çok kaygılandırabilir.
- Çocuk etrafında olan her şeyi gözlemleyerek ve modelleyerek öğrenir. En yakınındaki insanlar gibi yemek yemeye ve konuşmaya çalışır; isteklerini ifade etmeyi, problemlerini anlatmayı, öfkesini dışa vurmayı, tıpkı onlar gibi yapmak ister. Hatta annesine bile nasıl davranacağını babasına bakarak öğrenir. Bazen ebeveynler "Küçük daha anlamamıştır, fark etmemiştir, bunları duymadı" diye düşünür fakat çocuk her şeyi duyar, görür ve kaydeder.
- Onun görüş alanında ebeveynler daha dikkatli olmalıdır. Onun dünyasında anlamlandıramayacağı şeyler duymasına, görmesine mani olunmalıdır. Bazen her şey kontrolümüz altında olmayabilir, bu zamanlarda da çocuğumuza açıklama yapmalı, onun anlayabileceği şekilde sorularını mutlaka cevaplandırmalıyız.
2. Bu dönemde çocuk, tüm dünyanın merkezinde olduğunu ve dolayısıyla isteklerinin mutlaka gerçekleşmesi gerektiğini düşünür. Soyut olanı düşünemez ve bu nedenle kendisine anlatılanların somutlaştırılması gerekir.
Sahiplenme duygusu oluşmuştur; paylaşmayı reddedebilir. “Benim annem, benim babam, benim yastığım, benim oyuncağım, benim elbisem, benim tokam” gibi sahiplenme cümlelerini çok sık duyabilirsiniz.
Sahiplendiği şeyleri kaybetmek istemez. Evini değiştirmek, yatağını değiştirmek ona kötü hissettirebilir.
İsteklerini yetişkinler gibi öncelik sırasına koyamaz; onun için öncelikli olan, isteğinin o an mutlaka yapılması gerektiğidir. Bu gibi durumlarda çocukla kurulacak iletişim çok önemlidir. Çocuk her durumda anne babasına olan güvenini sağlamlaştırmalıdır. “Annem/babam beni seviyor” düşüncesi hep pekişmelidir.
Çocukların her istediği yapılmalı mıdır? sorusunun cevabı çocuktan çocuğa istekten isteğe göre değişir.. Ama her durumda yapılması gereken en önemli şey, çocuk bir şey söylediğinde ona çok hızlı bir şekilde cevap verilmelidir. Böylece çocuk, anne babası tarafından önemsendiğini ve sevildiğini fark edecektir. Çocuk, ebeveyn sevgisini sürekli teste tabi tutar; bu sevgiyi sözelden ziyade, davranış diliyle anlar.
Çocuğun sevgi ve güven kaybı yaşamaması için “hayır” denileceği durumlar, en somut şekliyle anlatılmalı, "hayır ama bak şöyle yapabiliriz...." denilerek alternatif gösterilmelidir.
Anne baba başarabilirse çocuklar çok hızlı ikna olurlar.
Sürekli sorunları düşünmek onları çözmeyeceği gibi insanı bir girdabın içine de çekebilir. Evde bir çocuğun varlığı, anne baba için dik durma, güçlü olma ve kendi kendini tedavi etme gibi işlevlerinden dolayı şükür sebebidir.
3. Bu dönemde çocuğun zengin bir hayal gücü vardır. Bazen olmayanı olmuş gibi anlatabilir; sizden dinlediği bir masalı, hayal dünyasında yeniden yaşar ve yeni olaylar ekleyerek size geri anlatabilir.
Çok meraklıdır ve her şeyle ilgili bir sürü soru sorar, konuşmaya ve anlatmaya oldukça isteklidirler. Bu durum onların –varsa- yaşadığı kaygıların ortaya çıkmasına neden olur ve oyunlarda kendilerini rahatça ifade etmelerini kolaylaştırır. Bu anne baba için çocuğunu tanıma adına harika bir fırsattır. Onları sorularından, oyunda seçtiği karakterlerden, “bir rüya gördüm” deyip aslında iç dünyasında yaşadığı şeyleri anlatmasından tanıyabilirsiniz. Aklınıza takılan, “acaba kızım bu konuda olumsuz bir duygu düşünce geliştirmiş midir?” diye düşündüğünüz ne varsa, onunla oyun oynarken bunların ipuçlarını öğrenebilirsiniz. Kendiniz bir senaryo uydurarak, onun varsa olumsuz duygularını değiştirebilirsiniz.
4. Bu dönemin sonlarına yaklaşırken, çocuklar cinsiyetlerine ait farkındalık geliştirirler: Kız çocukları annelerine, erkek çocukları, babalarına benzemeye çalışır. Çocuğunuza mahremiyetini öğretmek için en uygun zamandır. Onun banyosunu yaptırırken, üzerini değiştirirken veya siz üzerinizi değiştirirken nelere dikkat ederseniz çocuğunuz da aynısına dikkat edecektir. İyi bir model olarak ona mahremiyet eğitimini sorunsuz bir şekilde verebilirsiniz.
5. Bulunduğumuz ortamlarda şartlar ne olursa olsun Allah Resulü (SAV) anne babalara çocuklarına karşı merhametleri olmalarını, onları sevmelerini ve iyi örnek olmalarını öğüt vermiştir. "Çocukları sevin, onlara karşı şefkatli olun, onlara verdiğiniz sözü harfiyen yerine getirin; çünkü çocuklar, sizin onlara rızk verdiğinizi sanırlar." buyurmuştur Efendimiz. Belki şuan tek bir odada kalıyorsunuz, her an yüz yüze olmak, yukarıda bahsi gecen birçok şeyi zorlaştırıyor olabilir. İnsan olarak hepimiz aciziz, sabrımızın, enerjimizin bir sınırı olduğunu düşünüyoruz. Ama aslında sabrımızı da enerjimizi de kendimiz tüketiyoruz. Zihnimizde bir kum saati kuruyor ve kum bitmek üzere olunca sabrımız da enerjimiz de bitiyor. Kum saatlerini kaldırmamız ve hangi durumda olursak olalım, o durum içinde ben ne yapabilirim? diye düşünmemiz gerekiyor. İçinde bulunduğumuz durumu, biz sevmezsek eşimize çocuğumuza hiç sevdiremeyiz. Bu günler geçecek, buna tüm kalbimizle inanmalıyız ama geçmeyecek olan bizim bu günlerdeki kazançlarımız ve kayıplarımızdır. Onlar hep bizimle olacak. Bir ev düzenine kavuştuğunuzda, çocuğunuzdaki olumsuz tepkiler, çok hızlı toparlanabilir ama o zamana kadar sabırsız davranışlarımızla başka huylar edinmişse çocuğumuz bunu toparlamak için ayrıca bir efor sarf etmek gerekebilir.
Mutlu, Huzurlu, Sağlıklı Günler Dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
Hocam hayırlı günler. Bir sorum olacaktı.
Bir kızım var hocam 2014 Ağustos doğumlu. Problemimiz şu; kızım her şeye itiraz ediyor. Çok basit bir şeyden tutun her şeye. Nasıl davranmamızı önerirsiniz.
2016 2018 arası esim ve ben çalışmadan sürekli evdeydik. Bu dönemde kızım bizim yaşantımızdan etkilendi. Daha sonra Atina’daydık.(4 ay kaldık.)
Şu an da başka bir ülkede kamptayız. Tek odada kalıyoruz. Kızımızla ilgilenmeye çalışıyoruz. Şu an kreşe veya okula gitmiyor bizimle beraber. Şimdiden teşekkürler hocam.
*CEVAP:*
Kızınız yaşı itibarıyla önemli bir gelişim dönemi içerisinde. Aynı zamanda ailenin son birkaç yılı normal şartlarda geçmemiş. Sorunlarınız ile ilgili nasıl başa çıkabileceğinizi, bu dönemi en az hasar ile nasıl atlatabileceğinizi, bir kaç maddede ele almak gerekirse:
1. Davranışlar etki tepki mekanizması içerisinde ortaya çıkar. Tepkiyi anlayabilmek için etkiyi çok iyi anlamak gerekir. Bu etki kişisel özelliklerin yanı sıra, gelişim ve çevresel faktörlerden de kaynaklanıyor olabilir.
3-6 yaş, önemli bir gelişim dönemidir. Bu dönemde kazanılan bilgiler, edinimler, davranışlar ve yargılar, hayatın diğer dönemlerine temel teşkil eder. Bu dönemin başlıca özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
- Çocuğun dünyayı ve bu dünya içinde kendini keşfettiği bir dönemdir.
- Dünya, çok büyük bir yerdir ve bu bile tek başına çocuğun kaygılanması için yeterlidir. Yeni fark etmeye başladığı bu koskocaman dünyanın çok da matah bir yer olmadığı fikri onu daha çok kaygılandırabilir.
- Çocuk etrafında olan her şeyi gözlemleyerek ve modelleyerek öğrenir. En yakınındaki insanlar gibi yemek yemeye ve konuşmaya çalışır; isteklerini ifade etmeyi, problemlerini anlatmayı, öfkesini dışa vurmayı, tıpkı onlar gibi yapmak ister. Hatta annesine bile nasıl davranacağını babasına bakarak öğrenir. Bazen ebeveynler "Küçük daha anlamamıştır, fark etmemiştir, bunları duymadı" diye düşünür fakat çocuk her şeyi duyar, görür ve kaydeder.
- Onun görüş alanında ebeveynler daha dikkatli olmalıdır. Onun dünyasında anlamlandıramayacağı şeyler duymasına, görmesine mani olunmalıdır. Bazen her şey kontrolümüz altında olmayabilir, bu zamanlarda da çocuğumuza açıklama yapmalı, onun anlayabileceği şekilde sorularını mutlaka cevaplandırmalıyız.
2. Bu dönemde çocuk, tüm dünyanın merkezinde olduğunu ve dolayısıyla isteklerinin mutlaka gerçekleşmesi gerektiğini düşünür. Soyut olanı düşünemez ve bu nedenle kendisine anlatılanların somutlaştırılması gerekir.
Sahiplenme duygusu oluşmuştur; paylaşmayı reddedebilir. “Benim annem, benim babam, benim yastığım, benim oyuncağım, benim elbisem, benim tokam” gibi sahiplenme cümlelerini çok sık duyabilirsiniz.
Sahiplendiği şeyleri kaybetmek istemez. Evini değiştirmek, yatağını değiştirmek ona kötü hissettirebilir.
İsteklerini yetişkinler gibi öncelik sırasına koyamaz; onun için öncelikli olan, isteğinin o an mutlaka yapılması gerektiğidir. Bu gibi durumlarda çocukla kurulacak iletişim çok önemlidir. Çocuk her durumda anne babasına olan güvenini sağlamlaştırmalıdır. “Annem/babam beni seviyor” düşüncesi hep pekişmelidir.
Çocukların her istediği yapılmalı mıdır? sorusunun cevabı çocuktan çocuğa istekten isteğe göre değişir.. Ama her durumda yapılması gereken en önemli şey, çocuk bir şey söylediğinde ona çok hızlı bir şekilde cevap verilmelidir. Böylece çocuk, anne babası tarafından önemsendiğini ve sevildiğini fark edecektir. Çocuk, ebeveyn sevgisini sürekli teste tabi tutar; bu sevgiyi sözelden ziyade, davranış diliyle anlar.
Çocuğun sevgi ve güven kaybı yaşamaması için “hayır” denileceği durumlar, en somut şekliyle anlatılmalı, "hayır ama bak şöyle yapabiliriz...." denilerek alternatif gösterilmelidir.
Anne baba başarabilirse çocuklar çok hızlı ikna olurlar.
Sürekli sorunları düşünmek onları çözmeyeceği gibi insanı bir girdabın içine de çekebilir. Evde bir çocuğun varlığı, anne baba için dik durma, güçlü olma ve kendi kendini tedavi etme gibi işlevlerinden dolayı şükür sebebidir.
3. Bu dönemde çocuğun zengin bir hayal gücü vardır. Bazen olmayanı olmuş gibi anlatabilir; sizden dinlediği bir masalı, hayal dünyasında yeniden yaşar ve yeni olaylar ekleyerek size geri anlatabilir.
Çok meraklıdır ve her şeyle ilgili bir sürü soru sorar, konuşmaya ve anlatmaya oldukça isteklidirler. Bu durum onların –varsa- yaşadığı kaygıların ortaya çıkmasına neden olur ve oyunlarda kendilerini rahatça ifade etmelerini kolaylaştırır. Bu anne baba için çocuğunu tanıma adına harika bir fırsattır. Onları sorularından, oyunda seçtiği karakterlerden, “bir rüya gördüm” deyip aslında iç dünyasında yaşadığı şeyleri anlatmasından tanıyabilirsiniz. Aklınıza takılan, “acaba kızım bu konuda olumsuz bir duygu düşünce geliştirmiş midir?” diye düşündüğünüz ne varsa, onunla oyun oynarken bunların ipuçlarını öğrenebilirsiniz. Kendiniz bir senaryo uydurarak, onun varsa olumsuz duygularını değiştirebilirsiniz.
4. Bu dönemin sonlarına yaklaşırken, çocuklar cinsiyetlerine ait farkındalık geliştirirler: Kız çocukları annelerine, erkek çocukları, babalarına benzemeye çalışır. Çocuğunuza mahremiyetini öğretmek için en uygun zamandır. Onun banyosunu yaptırırken, üzerini değiştirirken veya siz üzerinizi değiştirirken nelere dikkat ederseniz çocuğunuz da aynısına dikkat edecektir. İyi bir model olarak ona mahremiyet eğitimini sorunsuz bir şekilde verebilirsiniz.
5. Bulunduğumuz ortamlarda şartlar ne olursa olsun Allah Resulü (SAV) anne babalara çocuklarına karşı merhametleri olmalarını, onları sevmelerini ve iyi örnek olmalarını öğüt vermiştir. "Çocukları sevin, onlara karşı şefkatli olun, onlara verdiğiniz sözü harfiyen yerine getirin; çünkü çocuklar, sizin onlara rızk verdiğinizi sanırlar." buyurmuştur Efendimiz. Belki şuan tek bir odada kalıyorsunuz, her an yüz yüze olmak, yukarıda bahsi gecen birçok şeyi zorlaştırıyor olabilir. İnsan olarak hepimiz aciziz, sabrımızın, enerjimizin bir sınırı olduğunu düşünüyoruz. Ama aslında sabrımızı da enerjimizi de kendimiz tüketiyoruz. Zihnimizde bir kum saati kuruyor ve kum bitmek üzere olunca sabrımız da enerjimiz de bitiyor. Kum saatlerini kaldırmamız ve hangi durumda olursak olalım, o durum içinde ben ne yapabilirim? diye düşünmemiz gerekiyor. İçinde bulunduğumuz durumu, biz sevmezsek eşimize çocuğumuza hiç sevdiremeyiz. Bu günler geçecek, buna tüm kalbimizle inanmalıyız ama geçmeyecek olan bizim bu günlerdeki kazançlarımız ve kayıplarımızdır. Onlar hep bizimle olacak. Bir ev düzenine kavuştuğunuzda, çocuğunuzdaki olumsuz tepkiler, çok hızlı toparlanabilir ama o zamana kadar sabırsız davranışlarımızla başka huylar edinmişse çocuğumuz bunu toparlamak için ayrıca bir efor sarf etmek gerekebilir.
Mutlu, Huzurlu, Sağlıklı Günler Dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
1 Nisan 2019 Pazartesi
RÜYALAR
HATIRLATMA: Bu yazı, sorulan bir soru üzerine, değerli uzman arkadaşlarımızın verdiği cevaplardan derlenmiştir. Yazı, herkese hitap edecek şekilde, GENEL BİR BİLGİLENDİRME amacı ile hazırlanmıştır.
Yaşanan sorunlar, benzer olsa bile çözüm yolları kişiden kişiye göre değişir. Şahsınızla ilgili olduğunu düşündüğünüz bir sorun için mutlaka bir uzmana danışınız.
RÜYALAR
Rüyalar, bilinçdışının ürünüdür. Yaşanılan onca hadiseden sonra “Türkiye’ye dönmüşüm, arkadaşlarla görüşüyorum, şimdi ben tekrar nasıl çıkacağım Meriç, Atina vs. vs. derken birden uyanıyorum” şeklinde bu tip rüyaları, birçok arkadaşımız gördüğünü söylemektedir.
Bu tarz rüyaların aynı kişide sık görülüyor olması, travmaya neden olan olayların bilinçaltında, tam olarak bitmemiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Travmalardan sonra bu semptomların görülmesi çok normaldir. Travmalarda, olumsuz yaşantılar, adeta beyinde donar ve rüyalarda ve benzer tetikleyicilerin olduğu durumlarda kendini hatırlatır. Travmaların derinliği ve etkilenme süreci herkeste farklıdır: Aynı travmatik olayı yaşayan iki kişiden birisi pek etkilenmez ve bununla ilgili hiç rüya görmezken, diğeri çok ciddi etkilenebilir; aylar geçtiği halde her hafta benzer rüyaları görüp durur.
Bu rüyalar travma sonrası stres bozukluğu belirtisi olabileceği gibi, sistemin kendisini boşaltmasının bir yolu da olabilir. Farkında olunması gereken şey; bu rüya hangi durumlarda görülüyor? Hangi duygu ve düşünce ile yatağa gidildiğinde bu rüya görülüyor? Bu önemli bir konudur. Çünkü bazen içine girdiğimiz duygu durumu rüyaları etkileyebilir. Bu tarz rüyalardaki temel duygu, sanki arkadaşlarını bırakıp kaçtığı düşüncesiyle “SUÇLULUK” duygusu olabilir. Hayatın olağan akışını etkilemediği ve kişiyi çok ciddi rahatsız etmediği sürece terapiye gerek kalmayabilir.
Ancak her bireyde durum ve çözüm aynı değildir. Kişinin bireysel özellikleri ve semptomların yoğunluğuna göre farklı çözüm yolları üretilebilir. Kişiyi çok rahatsız eden bir durum varsa bir uzman desteği almak faydalı olacaktır. Profesyonel bir destek alınarak uzmanın yönlendirmesi doğrultusunda bireysel ya da grupla psikolojik danışma yapılabilir.
Travmatik yaşantıların, uzman olmayan kişilerle paylaşılması faydadan çok zarar verir. Bu nedenle herkesle paylaşılması uygun değildir.
Uzman desteği gerekmediği durumlarda, kişinin kendi kendine yapabileceği bazı faaliyetler de faydalı olur. Bunlar:
- Bilinç düzeyinde, artık güvende olduğumuz, zamanla her şeyin daha güzel olacağına dair mesajlar vermek,
- Dil öğrenme, mesleki kurslar, mesleki birliktelikler gibi gelecek ile ilgili planlar yapmak
- Gönüllü sosyal çalışmalar,
- Yemek, içmek, gezmek, alışveriş yapmak, gülmek, eğlenmek, cinsellik, okumak, üretmek, çalışmak, temizlik, vb. Normal hayatta yapılan işlere devam etmek
- Duyguları hikâye, şiir, resim, müzik gibi edebi ve sanatsal yollar ile dile getirmek.
Görülen rüyalar günlük yaşamınızı ve psikolojik durumunuzu ciddi bir şekilde olumsuz olarak etkiliyor ise mutlaka bir uzmana danışmalısınız.
Sağlıklı ve huzur dolu günler dileriz.
Yaşanan sorunlar, benzer olsa bile çözüm yolları kişiden kişiye göre değişir. Şahsınızla ilgili olduğunu düşündüğünüz bir sorun için mutlaka bir uzmana danışınız.
RÜYALAR
Rüyalar, bilinçdışının ürünüdür. Yaşanılan onca hadiseden sonra “Türkiye’ye dönmüşüm, arkadaşlarla görüşüyorum, şimdi ben tekrar nasıl çıkacağım Meriç, Atina vs. vs. derken birden uyanıyorum” şeklinde bu tip rüyaları, birçok arkadaşımız gördüğünü söylemektedir.
Bu tarz rüyaların aynı kişide sık görülüyor olması, travmaya neden olan olayların bilinçaltında, tam olarak bitmemiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Travmalardan sonra bu semptomların görülmesi çok normaldir. Travmalarda, olumsuz yaşantılar, adeta beyinde donar ve rüyalarda ve benzer tetikleyicilerin olduğu durumlarda kendini hatırlatır. Travmaların derinliği ve etkilenme süreci herkeste farklıdır: Aynı travmatik olayı yaşayan iki kişiden birisi pek etkilenmez ve bununla ilgili hiç rüya görmezken, diğeri çok ciddi etkilenebilir; aylar geçtiği halde her hafta benzer rüyaları görüp durur.
Bu rüyalar travma sonrası stres bozukluğu belirtisi olabileceği gibi, sistemin kendisini boşaltmasının bir yolu da olabilir. Farkında olunması gereken şey; bu rüya hangi durumlarda görülüyor? Hangi duygu ve düşünce ile yatağa gidildiğinde bu rüya görülüyor? Bu önemli bir konudur. Çünkü bazen içine girdiğimiz duygu durumu rüyaları etkileyebilir. Bu tarz rüyalardaki temel duygu, sanki arkadaşlarını bırakıp kaçtığı düşüncesiyle “SUÇLULUK” duygusu olabilir. Hayatın olağan akışını etkilemediği ve kişiyi çok ciddi rahatsız etmediği sürece terapiye gerek kalmayabilir.
Ancak her bireyde durum ve çözüm aynı değildir. Kişinin bireysel özellikleri ve semptomların yoğunluğuna göre farklı çözüm yolları üretilebilir. Kişiyi çok rahatsız eden bir durum varsa bir uzman desteği almak faydalı olacaktır. Profesyonel bir destek alınarak uzmanın yönlendirmesi doğrultusunda bireysel ya da grupla psikolojik danışma yapılabilir.
Travmatik yaşantıların, uzman olmayan kişilerle paylaşılması faydadan çok zarar verir. Bu nedenle herkesle paylaşılması uygun değildir.
Uzman desteği gerekmediği durumlarda, kişinin kendi kendine yapabileceği bazı faaliyetler de faydalı olur. Bunlar:
- Bilinç düzeyinde, artık güvende olduğumuz, zamanla her şeyin daha güzel olacağına dair mesajlar vermek,
- Dil öğrenme, mesleki kurslar, mesleki birliktelikler gibi gelecek ile ilgili planlar yapmak
- Gönüllü sosyal çalışmalar,
- Yemek, içmek, gezmek, alışveriş yapmak, gülmek, eğlenmek, cinsellik, okumak, üretmek, çalışmak, temizlik, vb. Normal hayatta yapılan işlere devam etmek
- Duyguları hikâye, şiir, resim, müzik gibi edebi ve sanatsal yollar ile dile getirmek.
Görülen rüyalar günlük yaşamınızı ve psikolojik durumunuzu ciddi bir şekilde olumsuz olarak etkiliyor ise mutlaka bir uzmana danışmalısınız.
Sağlıklı ve huzur dolu günler dileriz.
Çocuklarda Gecikmiş Konuşmanın Veya Konuşmamanın Sebepleri:
SORU: Süreç içerisinde yaşadığımız sıkıntılar, aile içerisinde hepimizin psikolojisini bozdu. Bu durumdan 4 yaşında çocuğum da çok etkilendi. Konuşmaya bu sene başladı ama telaffuzu çok kötü. Kelimeleri tam telaffuz edemiyor. Bu konuda nasıl bir yol izleyebiliriz?
CEVAP: Gecikmiş konuşmanın veya konuşmamanın değişik sebepleri vardır. Problemin en önemli nedeni işitme kaybıdır. İşitme kaybı ne derece yüksek ise o kadar fazla bir engel teşkil eder. Ama düşük düzeyde bir işitme kaybı, aile tarafından zor fark edilebilir. Bazen de aileler bu durumu kabullenmekte güçlük çekerler. Çünkü tamamen duymaması, hemen fark edilir ve aile durumu mecburen kabul eder. İşitme kaybının az olması, fark edilmeyi ve kabulü zorlaştırır.
Geç konuşma, doğumdan sonra ateşli bir hastalık geçirilmesi veya kulakta oluşan bir rahatsızlıktan kaynaklanabilir. Bu durumun tedavisi mümkündür ve kolaydır. Çocuğun geç konuşuyor ve konuşmalarının tam anlaşılamıyor olması bu şüpheyi kuvvetlendirir.
İkinci konuşma engeli Otizm olabilir. 2 yaşına kadar normal bir konuşma gelişmesi yaşanırken birden geriye gitme durumu olursa otizmden şüphelenilebilir.
Üçüncü sebep ise zihinsel engel olabilir.
Sonuç olarak: Öncelikle işitme kaybı olup olmadığının tespit edilmesi için mutlaka bir doktora başvurulmalı, bunun sonucuna göre diğer tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.
NOT: Bu soru bizlere sorulduktan sonra ilgili kişi ile bir arkadaşımız birebir irtibata geçmiş, gerekli bilgilendirme ve yönlendirmeleri yapmıştır.
Sorunun cevabı genele de faydalı olabilir düşüncesi ile bilgilendirme amacıyla burada paylaşılmıştır....
Psikolojik Destek grubu olarak sağlık ve mutluluk dolu günler dileriz...
CEVAP: Gecikmiş konuşmanın veya konuşmamanın değişik sebepleri vardır. Problemin en önemli nedeni işitme kaybıdır. İşitme kaybı ne derece yüksek ise o kadar fazla bir engel teşkil eder. Ama düşük düzeyde bir işitme kaybı, aile tarafından zor fark edilebilir. Bazen de aileler bu durumu kabullenmekte güçlük çekerler. Çünkü tamamen duymaması, hemen fark edilir ve aile durumu mecburen kabul eder. İşitme kaybının az olması, fark edilmeyi ve kabulü zorlaştırır.
Geç konuşma, doğumdan sonra ateşli bir hastalık geçirilmesi veya kulakta oluşan bir rahatsızlıktan kaynaklanabilir. Bu durumun tedavisi mümkündür ve kolaydır. Çocuğun geç konuşuyor ve konuşmalarının tam anlaşılamıyor olması bu şüpheyi kuvvetlendirir.
İkinci konuşma engeli Otizm olabilir. 2 yaşına kadar normal bir konuşma gelişmesi yaşanırken birden geriye gitme durumu olursa otizmden şüphelenilebilir.
Üçüncü sebep ise zihinsel engel olabilir.
Sonuç olarak: Öncelikle işitme kaybı olup olmadığının tespit edilmesi için mutlaka bir doktora başvurulmalı, bunun sonucuna göre diğer tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.
NOT: Bu soru bizlere sorulduktan sonra ilgili kişi ile bir arkadaşımız birebir irtibata geçmiş, gerekli bilgilendirme ve yönlendirmeleri yapmıştır.
Sorunun cevabı genele de faydalı olabilir düşüncesi ile bilgilendirme amacıyla burada paylaşılmıştır....
Psikolojik Destek grubu olarak sağlık ve mutluluk dolu günler dileriz...
Yabancı bir ülkede uzun süre kalmak ve anadili çok sık kullan(a)mamak, sadece çocuklar için değil yetişkinler içinde anadilin unutulması adına bir risktir.
SORU:
4 yaşında bir kızım ve 10 yaşında bir oğlum var. Kızımla iletişimimiz güzel lakin konuşurken gündelik kelimeler dışında pek fazla kelime kullanmadığımızı fark ettim. Bu nedenle farklı alanlarda konu açmaya çalıştım. Mesela "yağmur nasıl yağar? Kırmızı ışıkta ya da tren rayında beyaz çizgide neden beklemeliyiz?" gibi. Ayrıca sevdiği türden videoları belirli süre izletiyoruz. Bu yaz kreşe başlayacak; Türkçe kelime dağarcığı azalacak diye endişeleniyorum. Çünkü 10 yaşındaki oğlum, Almanca öğrendi ancak bazı kelimelerin Türkçe karşılığını söylemekte zorlanıyor. Mecburen Türkçe kitap okuma saatini biraz uzattık. Çocuklarımız için yaptığımız bu şeyler yanlış mı? Ya da farklı tavsiyeleriniz var mı?
CEVAP:
Yabancı bir ülkede uzun süre kalmak ve anadili çok sık kullan(a)mamak, sadece çocuklar için değil yetişkinler içinde anadilin unutulması adına bir risktir. Anadil iyi öğrenilmediği takdirde, yabancı dil öğrenimi de kolay olmayacaktır. Yıllar önce Türkiye’den Almanya’ya gelmiş, şu anda ikinci ve üçüncü nesil olarak adlandırılan Türklerin, yaygın bir şekilde Türkçe dil sorunu yaşadıkları görülmektedir. Birçok ailede, adına “ gemischte Sprache ” (karışık dil) denilen bir dil konuşulmaktadır. Örneğin “ dün akşam Tante besuche ettim, am wochenende kinoya gideceğiz, popcorn yiyeceğiz, öğretmen bana argen yaptı” gibi. Karışık dil iki dilin gelişmesinde de en büyük bir engeldir.
Çocuklar, kreş ve okullarında zorunlu olarak bulundukları ülkenin dilini öğrenecekleri için bu dil adına endişe edilecek bir durum olmasa gerek.
Türkiye'den yeni gelmiş bir aile de ise evde herkes haliyle Türkçe konuşacaktır. Bunun yanı sıra Türkçe kitap okuma, Türkçe çizgi film izleme gibi çocuğunda zevkle katılacağı faaliyetler ne kadar sık yapılırsa Türkçe’nin unutulmaması ve geliştirilmesi adına o kadar faydalı olacaktır...
Birlikte sesli kitap dinlemek ya da bir kitap okumak, dinlenen veya okunan kitap üzerinde yorum yapmak ve konuşmak, çocuğun neyi ne kadar anladığını ve ne düşündüğünü öğrenmenizi sağlayacak, ayrıca çocuğun dil becerilerinin gelişmesine de olumlu katkı yapacaktır.
Bir çocuğa ahlaki, dini ve manevi terbiyeyi verecek olan, öncelikle ailedir. Bununla birlikte bulunduğunuz yerde, sizin durumunuzda olan ailelerin çocukları ile uygun bir kişinin rehberliği ve kontrolünde küçük gruplar oluşturulabilir, bu gruplarda, çocuğun yaşına uygun manevi değerler ve dini bilgiler anlatılabilir, uygulanabilir, küçük yarışmalar yapılabilir, mini ev ödevleri verilebilir. Bir arkadaşımız, bulundukları yerde, aileler arasında işbölümü yaptıklarını ve yaşlarına göre çocuklardan gruplar oluşturduklarını, bu şekilde birbirlerine destek olarak çocukları ile ilgilendiklerini, toplantılara çocukların zevkle katıldıklarını ve çok verim aldıklarını memnuniyetle ifade etmiştir.
Çocuklar, dünyayı oyunlarla öğrenirler. Bunun için kendiniz, çocuğunuz ile farklı oyunlar oynayabilirsiniz. Örneğin çocuğun yaşı uygunsa “Tabu” ve benzeri oyunlar; son heceden yeni kelime üretme; klasik isim-bitki oyunu gibi oyunlar çok faydalı olacaktır. Ayrıca yaşıtları ile oynayabilecekleri farklı oyun ortamları oluşturmak gerekir.
Anne babanın, çocuklarıyla sürekli nitelikli beraberlik içinde olmaları, birlikte boyama ve resim yapmaları, yaşına uygun el becerilerini geliştirecek faaliyetlerde bulunmaları önemlidir.
Anne babalar “çocuk anlamaz” diyerek aynı kelimeleri sık sık kullanmak yerine, mümkün mertebe farklı kelimeler kullanmalıdırlar. Çocuklar duya duya, zamanla o kelimelerin de anlamlarına vakıf olacaklardır. Az önce kendi yaşadığım bir davranışı, bu konuya örnek olarak vermek istiyorum: Sabah güneşinin, camdan odamıza girmesiyle görünür hale gelen toz zerrelerini vesile ederek, küçük kızıma “zerre” kelimesini öğrettim ve zerre üzerinden “iyilik ve kötülük” hakkında kısa bir konuşma yaptık.
Sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler geçirmenizi dileriz.
4 yaşında bir kızım ve 10 yaşında bir oğlum var. Kızımla iletişimimiz güzel lakin konuşurken gündelik kelimeler dışında pek fazla kelime kullanmadığımızı fark ettim. Bu nedenle farklı alanlarda konu açmaya çalıştım. Mesela "yağmur nasıl yağar? Kırmızı ışıkta ya da tren rayında beyaz çizgide neden beklemeliyiz?" gibi. Ayrıca sevdiği türden videoları belirli süre izletiyoruz. Bu yaz kreşe başlayacak; Türkçe kelime dağarcığı azalacak diye endişeleniyorum. Çünkü 10 yaşındaki oğlum, Almanca öğrendi ancak bazı kelimelerin Türkçe karşılığını söylemekte zorlanıyor. Mecburen Türkçe kitap okuma saatini biraz uzattık. Çocuklarımız için yaptığımız bu şeyler yanlış mı? Ya da farklı tavsiyeleriniz var mı?
CEVAP:
Yabancı bir ülkede uzun süre kalmak ve anadili çok sık kullan(a)mamak, sadece çocuklar için değil yetişkinler içinde anadilin unutulması adına bir risktir. Anadil iyi öğrenilmediği takdirde, yabancı dil öğrenimi de kolay olmayacaktır. Yıllar önce Türkiye’den Almanya’ya gelmiş, şu anda ikinci ve üçüncü nesil olarak adlandırılan Türklerin, yaygın bir şekilde Türkçe dil sorunu yaşadıkları görülmektedir. Birçok ailede, adına “ gemischte Sprache ” (karışık dil) denilen bir dil konuşulmaktadır. Örneğin “ dün akşam Tante besuche ettim, am wochenende kinoya gideceğiz, popcorn yiyeceğiz, öğretmen bana argen yaptı” gibi. Karışık dil iki dilin gelişmesinde de en büyük bir engeldir.
Çocuklar, kreş ve okullarında zorunlu olarak bulundukları ülkenin dilini öğrenecekleri için bu dil adına endişe edilecek bir durum olmasa gerek.
Türkiye'den yeni gelmiş bir aile de ise evde herkes haliyle Türkçe konuşacaktır. Bunun yanı sıra Türkçe kitap okuma, Türkçe çizgi film izleme gibi çocuğunda zevkle katılacağı faaliyetler ne kadar sık yapılırsa Türkçe’nin unutulmaması ve geliştirilmesi adına o kadar faydalı olacaktır...
Birlikte sesli kitap dinlemek ya da bir kitap okumak, dinlenen veya okunan kitap üzerinde yorum yapmak ve konuşmak, çocuğun neyi ne kadar anladığını ve ne düşündüğünü öğrenmenizi sağlayacak, ayrıca çocuğun dil becerilerinin gelişmesine de olumlu katkı yapacaktır.
Bir çocuğa ahlaki, dini ve manevi terbiyeyi verecek olan, öncelikle ailedir. Bununla birlikte bulunduğunuz yerde, sizin durumunuzda olan ailelerin çocukları ile uygun bir kişinin rehberliği ve kontrolünde küçük gruplar oluşturulabilir, bu gruplarda, çocuğun yaşına uygun manevi değerler ve dini bilgiler anlatılabilir, uygulanabilir, küçük yarışmalar yapılabilir, mini ev ödevleri verilebilir. Bir arkadaşımız, bulundukları yerde, aileler arasında işbölümü yaptıklarını ve yaşlarına göre çocuklardan gruplar oluşturduklarını, bu şekilde birbirlerine destek olarak çocukları ile ilgilendiklerini, toplantılara çocukların zevkle katıldıklarını ve çok verim aldıklarını memnuniyetle ifade etmiştir.
Çocuklar, dünyayı oyunlarla öğrenirler. Bunun için kendiniz, çocuğunuz ile farklı oyunlar oynayabilirsiniz. Örneğin çocuğun yaşı uygunsa “Tabu” ve benzeri oyunlar; son heceden yeni kelime üretme; klasik isim-bitki oyunu gibi oyunlar çok faydalı olacaktır. Ayrıca yaşıtları ile oynayabilecekleri farklı oyun ortamları oluşturmak gerekir.
Anne babanın, çocuklarıyla sürekli nitelikli beraberlik içinde olmaları, birlikte boyama ve resim yapmaları, yaşına uygun el becerilerini geliştirecek faaliyetlerde bulunmaları önemlidir.
Anne babalar “çocuk anlamaz” diyerek aynı kelimeleri sık sık kullanmak yerine, mümkün mertebe farklı kelimeler kullanmalıdırlar. Çocuklar duya duya, zamanla o kelimelerin de anlamlarına vakıf olacaklardır. Az önce kendi yaşadığım bir davranışı, bu konuya örnek olarak vermek istiyorum: Sabah güneşinin, camdan odamıza girmesiyle görünür hale gelen toz zerrelerini vesile ederek, küçük kızıma “zerre” kelimesini öğrettim ve zerre üzerinden “iyilik ve kötülük” hakkında kısa bir konuşma yaptık.
Sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler geçirmenizi dileriz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Son Eklenen
-
*SORU:* Benim 4 yaşında bir kızım var. Önceleri onunla vakit geçirirken çok mutlu olurdum. Konuşması beni sıkmazdı, ağlamalarına daha sabır...
-
SORU : Merhabalar Hocam. Allah razı olsun hizmetinizden. Evleneli 5 yıl oldu ve bu beş yılda 1 yılı sadece Türkiye’de yaşadık. Sonrasınd...
-
Soru: Büyük kızım şu an 5 yaşında ve tırnak yeme davranışı sergiliyor. Bütün bu süreç kızımızı da oldukça yıprattı ve yaklaşık 1,5 yıldır tı...