8 Nisan 2019 Pazartesi

Can havliyle kendini ülke dışına atmış olanlar, psikolojik olarak maruz kaldıkları hasarları nasıl en aza indirebilirler?

SORU:

Merhabalar Hocam. Allah razı olsun hizmetinizden. Evleneli 5  yıl oldu ve bu beş  yılda 1 yılı sadece Türkiye’de yaşadık. Sonrasında bir kaç ülke gezdik hepsine yerleşme amaçlı gittik ama olmadı 1,5 yıl en az bir ülkede yaşayıp diğerine geçtik. Bu ülkelerde karşılaştığım değişik fıtratlı insanlar, zor yaşantılar ve kendi içimizde maddi- manevi zorluklar beni çok yıprattı. Artık kimseye güvenim kalmadı, başka insanlarla iletişime geçmek istemiyorum, çok yalnızlaştım, duygusal bağ kuramıyorum kimseyle devamlı düzen bozup yeni bir yere alışmaya çalışmaktan da yoldum, zihnen ve ruhen bitik durumdayım ne yapacağımı bilemiyorum.




NASIL İYİ OLABİLİRİM VE NASIL İYİ GELEBİLİRİM?

   Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
   “Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
   Doktor, “Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?”, der.
   Adam, “Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.” diye cevap verir.
   “Hayır,” der doktor, “normal bir insan küvetin tıpasını çeker.”
*
   Hizmet hareketi mensupları, hem bireysel hem de hareket olarak bir travma yaşıyor. Yaşanan bunca zulmün, mağduriyetin, mahkumiyetin, mahcubiyetin hepimizde farklı derecede maddi, manevî ve psikolojik etkileri oldu. Bu olumsuzluklar kimimizde kalıcı hasarlar bıraktı.  Çoğumuz itibariyle de maruz kaldığımız hasarları onarmak epey gayret ve zaman alacak.
   Bu yazıda; "Özellikle can havliyle kendini ülke dışına atmış olanlar, psikolojik olarak maruz kaldıkları hasarları nasıl en aza indirebilirler?" sorusuna cevap arayacağız.
   Biliyorum, yazmak ve yazılanları okumak kolay; fakat uygulamak zor. Ama bir yerlerden başlamak gerektiğine inanıyorum.
   ●Bedensel olarak kendinizi ülke dışına attınız. Ama zihinsel olarak da sürekli kendi ülkenizdeymiş gibi yaşarsanız "iyi" olamazsınız.  "Eliniz ile" değiştiremeyeceğiniz şeylerin stresiyle yaşamak sizi kötü yapar. Bunu derken,  geride bırakmak zorunda kaldığımız canlarımızı düşünmeyelim demiyorum. Hiç aklımızdan çıkarmayalım. Fakat bu, "hep akılda tutma" meselesi bizi strese, ümitsizliğe sevk etmemeli. Tam aksine, bizde ızdırap hâsıl edip duaya sevk etmeli. Çünkü stres başka, ızdırap başka. Stres bizi psikolojik ve fiziksel olarak yer bitirir. Izdırap ise empati yapmaya, duaya ve aksiyona sevk eder.
   ●Daha önceden yaşadığımız, şu anda yaşamadığımız ve gelecekte de yaşayıp yaşamayacağımızın belli olmadığı hadiseleri, şu anda ruhumuza yaşatmaya hakkımızın olmadığını düşünüyorum. "Kaldıramayacağımız yüklerin omuzlarımıza yüklenmeyeceğine" inanıyor ve sabrın da sadece "içinde bulunduğumuz an için verildiğini" biliyoruz. Bu yüzden "geçmiş, şimdi ve gelecek" kavramlarını yeniden tanımlamaya ihtiyacımız var.
   Geçmişi hiçbir şekilde değiştiremeyiz. Geçmişte takılı kalıp şimdiyi ıskalarsak, geleceği de asla şekillendiremeyiz. Hep geçmişin olumsuzluklarıyla yatıp kalkarsak, sürekli bize bu olumsuzlukları yaşatanları sohbet konusu yaparsak, hem asıl yapmamız gerekenlere odaklanamayız hem de obsesif/takıntılı bir kişilik geliştiririz.
   ●Farkındalığınızı arttırın. Dünya adına yitirdiklerinize gereğinden fazla üzülmeyin. Ve hep o yitirdiklerinizle yaşamayın. Sahip olduklarınızın farkına varın. Şimdi elinizde olan imkanları kaybetmeden değerlendirmeye çalışın. Şu an boş vakte mi sahipsiniz? En kıymetli şey bence. Hiç durmayın, manevî ve meslekî gelişiminiz adına birşeyler yapın.
   Bir yandan manevî eksikliklerinizi tamamlayın, okumalarınızı yapın. Diğer yandan içinde yaşadığınız ya da yaşamayı planladığınız toplumun dilini öğrenmeye gayret edin.
   Bir daha aynı mesleği yapamam diye düşünmeyin. Mesleğinizle alakalı gelişmeleri takip edin. Bu konuda okumalar ve çalışmalar yaparak kendinizi meslekî anlamda canlı tutmaya özen gösterin.
   ●Kendi değerlerinizden ödün vermeden, içinde yaşadığınız topluma entegre olmaya bakın. "Bir gün geri döneceğim" düşüncesiyle yaşayarak kendinizi yaşadığınız toplumdan soyutlamayın. Onlar bizim dilimizi öğrenmek zorunda değil. Biz onların dillerini öğrenip onlarla iletişime geçmeli ve dostluklar kurmalıyız.
   Bu şekilde, içinde yaşadığınız topluma muhabbet tohumları ekmek size iyi gelecektir. Tohum ekmek ve o tohumları beslemek sizi rehabilite edecektir. Buna inanın.
   ●Hep olumsuzlukları görmeyin, negatif düşünmeyin. İnsanlara ve olaylara hüsn-ü zanla bakmaya gayret edin. "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayatından lezzet alır."
   Sebepler hikmeti örttüğü için hayrı göremiyoruz. O yüzden, "Olanda hayır vardır." diyerek, başınızı dikenlerden kaldırıp gülleri görmeye çalışın.
   ●Ve çocuklarımız, en masumlarımız... Biz bu süreci nasıl yaşıyorsak, onlar da en az bizim kadar -ama bizden görerek- yaşıyorlar. Onların psikolojileri bizden daha hassas, daha kırılgan. Bunun bilincinde olarak hareket etmek ve çocuklarımıza öyle yaklaşmak zorundayız.
   İçinde bulunduğumuz sürecin bizde hâsıl ettiği ruh hâlini çocuklarımıza gereğinden fazla yansıtarak, yaşadığımız ağır duyguları onlara da yaşatmamalıyız. Çünkü onlar bunu kaldıramaz, altında ezilirler ve değerlerimize düşman olurlar. Böylece de tedavisi mümkün olamayan yaralar meydana gelir.
   Bu yüzden süreci, çocuklarımıza, onların yaşına uygun olacak şekilde, biraz perdeleyerek, biraz gölgeleyerek hissettirmeliyiz. Bu konuda İtalyan yönetmen Roberto Benigni'nin "Hayat Güzeldir" filmi size fikir verebilir.
   Özetle; içinde yaşadığınız sürecin size sunduklarını kullanmak, onları tercih etmek zorunda değilsiniz. Düşünmek, alternatifler üretmek, "iyi olmak" ve "başkalarına iyi gelmek" sizin elinizde.
   Şimdi yazının başına dönüp o kısa hikayeyi bir daha okuyun.


Mutlu, umutlu günler dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Son Eklenen