SORU 15
Merhaba hocam,
Biz yaklaşık 3 yıldır bu surecin içerisindeyiz. Ben yaklaşık 1 yıl hapis yattım. 3 çocuğumuz var. (8, 3 yaş ve 2 aylık). bu süreç çocuklarımızı ve bizi çok etkiledi. Bizde artık sabır denen bire şey kalmadı büyük çocuk çok haylaz çok yaramazlık yapıyor, kardeşini sürekli ağlatıyor, bizde yapma etme söz dinletemiyoruz. Dayanamayıp şiddet uyguluyoruz sonrasında da üzülüyoruz. Aslında çocuklarımız çok akıllı ve söz dinleyen birileri ama sanırım problem bizde bizim psikolojimiz bozulmuş olabilir mi? veya çocuklarımızı?
CEVAP:
Ruh Hali–Hafıza-Davranış Etkileşimi
James Laird ve arkadaşları ruh hali ve hafıza arasındaki ilişkiyi incelemek için bir deney yapmışlar. Bu deneyde bir grup gönüllüye iki adet kısa metin verip okumaları istenmiş. Okudukları metinlerden biri hüzünlü bir gazete haberi diğeri ise keyif veren eğlenceli bir hikaye ve daha sonra tüm katılımcılara birer adet kalem dağıtmışlar ve ağızları ile tutmalarını istemişler yalnız bir farkla. İkiye böldükleri katılımcıların bir grubundan, kalemi dudaklarına değdirmeden dişlerinin arasında tutmalarını istemiş ki böylece bu gruptaki katılımcıların yüzleri onlar istemese de gülüyor gibi olmuş. Diğer gruptakilerden ise kalemi dişlerine değdirmeden dudakları ile tutmalarını istemişler, bu gruptakilerin yüzü ise otomatik olarak hüzünlü bir duruş almış. Bir süre sonra grubun bir yarısı zorla gülümseme halinden dolayı kendini mutlu diğer yarısı ise istemsiz hüzünlü duruşlarından dolayı kendini mutsuz hissetmiş ve daha da sonra her katılımcıdan okudukları metinlerden akıllarında kalanları yazmaları istenmiş. Nasıl bir sonuç çıkmış olabilir?
Ağızlarındaki kalemden dolayı mutlu ifadeye bürünen kişiler okudukları eğlenceli hikayenin büyük kısmını hatırlıyormuş ama hüzünlü gazete haberini ise neredeyse hiç hatırlamamışlar. Hüzünlü ifadeye bürünenler ise eğlenceli hikayenin az bir kısmını, hüzünlü gazete haberinin ise bütününe yakınını hatırlamışlar.
Bu araştırmada ortaya konan hafıza ve ruh hali arasındaki ilişki üzerinden düşündüğümüzde, hayata mutlu bir ruh hali ile baktığımızda, her şeyin yolunda gittiği, mutlu olduğumuz o güzel günleri hatırlarız. Mutsuz, neşesiz, ümitsiz bir ruh hali ile hayata baktığımızda ise hep yasadığımız olumsuz olayları hatırlama, düşünme eğiliminde oluruz. “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” beyanı bilimsel bir hakikati de işaret eder aslında.
Evet belki tatsız, çok nahoş olaylar yaşadınız… Ama yaşadığınız bu olayları sürekli düşündükçe, kafanızda sarmaya, evirmeye çevirmeye devam ettikçe kendinizi daha mutsuz hissedeceksiniz, bu mutsuz ruh hali ise yaşadığınız tatsızlıkları daha çok düşünmenize sebep olacak ve bu fasit daire böyle devam edip gidecek… Hafızanız ruh halinizi, ruh haliniz hafızanızı olumsuz etkileyip duracak… Ve nihayetinde bütün bunları uzun süre içinizde tutamayacağınız için siz istemeseniz de bu hal davranışlarınıza yansıyacak.
Başımıza kader planında farklı zorluk derecelerinde musibetler gelmiş ve geliyor ve belki de gelmeye devam edecek. Bize düşen bunların üstesinden gelmek için NE YAPABİLECEĞİMİZE BAKMAK…
İÇ DÖKMEK-KATARSİS YAŞAMAK
Ünlü Türk filmi Vavien’in kendisinden ünlü repliğidir “İçine atıyon, atma. Dünyadaki bütün büyük hastalıkların sebebi budur, içine atmak.” Kendini ifade etmekten çekinen, anlaşılmayacağını düşünen, öyle ya da böyle belli korkuları neticesinde susan, sözcüklerini ve hislerini baskılayan insanlara bir sesleniş, bir serzeniş niteliğindedir aslında.
Katarsis, Yunanca “temizlenme, arınma” anlamındaki kavram; aynı zamanda psikanalitik bir tedavi yöntemidir. Psikanaliz öğretisinde bireyin geçmişteki travmatik yaşantısının rahatsızlık verici duygu yüklerini makul bir boşaltım alanına bırakarak rahatlaması ve arınması öngörülerini içerir.
Eskilerin çok güzel bir uygulaması varmış: Biri kötü bir rüya gördüğünde “Git akan bir suya anlat rüyanı, kötülükler suyla beraber akar gider.” derlermiş. Bu uygulamada bir gerçeklik var aslına bakarsanız. Sıkıntılar anlatılınca insanda bıraktığı etki azalır belki tamamen gider. Lakin anlatmayınca vücuttaki toksinler gibi kalıyor ve toksinlerin vücuda verdiği zararı, bu sıkıntılar ruha verir.
Bazen insanlar anlatmaz belki de anlatamaz. belki “dert çok hemdert yok” diye ciddiye alınmayacağından, anlaşılamayacağından belki de cesaret edemediğinden anlatmaz. Bunun sonucunda içine ata ata ya dert küpü haline gelir yahut biriktirmekten ve içine atmaktan patlayacak hale gelir. Bazen de yanlış yerde veya yanlış kişiye patlayıp dertlerine bir yenisini ekler.
Anlatma veya kendini ifade etme, konuşmak ya da yazmak suretiyle olur. Sıkıntı insanın içindeki bir yumaktır. Psikologlar bu ip yumağının ucundan tutup çeke çeke yumağı bitirirler ve insan böylece rahatlar.
Anlatan ve paylaşan insan rahatlar, içini döktüğü için hafifler.
Anlatma, kendini ifade etme konuşmak veya yazmak suretiyle olur. Kalp ve kafa sayısı kadar fıtratın olduğu yerde kimi her şeyi anlatabilirken kimi kendi dünyasında yaşar duygularını. Haliyle anlatamayan, anlatma imkanı veya dinleyeni, anlayanı olmayan binlerce insanın olduğu bu musibet görünümlü imtihan yerinde tavsiyemiz suya veya kağıda anlatmaktır… İnanın suyun da kağıdın da bazen daha anlayışlı olduklarını göreceksiniz. Gözyaşlarınıza eşlik ettiklerini hissedeceksiniz. Tabii ki kağıdın başka bir avantajı var. Çünkü yazdıklarınız ileriye dönük size ve başkalarına yol gösterici bir ışık da olabilir, sizin ne kadar geliştiğinizi gösteren bir ayna da. Belki de dönüp dönüp Heyyyy gidi günler!” diyeceğiniz bir yad-ı cemil…
Sorunuzdan anladığımız kadarıyla aslında çocuklarınız genel olarak yaşları birbirine yakın olan kardeşlerin davranışlarını gösteriyorlar. Kıskançlık, çekememezlik, yaramazlık, paylaşamama vs. Sorun çocuklarınızın davranışından ziyade sizin o davranışları yanlış değerlendirip yanlış tepkiler vermenizle alakalı gibi. Ki zaten sonrasında sizde bunu fark edip pişman oluyorsunuz.
Çocuğunuzu iyi tanırsanız neyi isteyeceğini daha önceden tahmin edersiniz.
Çocuğun devamlı yaptığı sizi bunaltan davranışlarına karşı önceden tedbir alın.
Anne–babalar meşgul olduklarında veya çocuklarına baskı uygulamak istemediklerinden çocuklarının yaptıkları bazı hataları görmezlikten gelirler. Fakat bu hatalar gittikçe artmaya başlar. Böyle durumda şiddetli tepki göstermek çocuklarda çok olumsuz etkiler bırakmaktadır. Çocuğa hakaret etmek, genellemelerde bulunmak, bağırmak, çifte mesaj anlamı taşır ve ruhunda derin yaralar açar. Çocuk bu durumda ya kendisini çok suçlayıp kendine güvenini kaybedebilir ya da anne–babasına karşı bir kin duyup, onlardan uzaklaşabilir. Her iki durumun da devamlı olması çocukta meydana gelen stresten dolayı olumsuz davranışlar ve kişilik bozukluklarına yol açabilir.
Bu konuyla alakalı psikolojik olarak diri kalma, öfke kontrolü, çocuk yetiştirme konularıyla alakalı yazılarımızdan istifade edebilirsiniz.
İçinizi döküp rahatlayabileceğiniz bir etkinlik veya danışma sürecinde olmanızı tavsiye ederiz.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
Bu sayfa: Psikolojik desteğe ihtiyacı olan herkese yardımcı olmak amacıyla, dünyanın farklı ülkelerinde bulunan psikoloji alanında tecrübeli uzmanlar tarafından, takipçilerden gelen sorulara verilen cevapların yayınlandığı "Psikolojik Destek" sayfasıdır.
27 Nisan 2019 Cumartesi
26 Nisan 2019 Cuma
EVLİLİK BİLİNMEZİ VEYA DENKLEMİ
( Not: Aile ve evlilik yazılarının çiftlerin her ikisinin de okuması temenni edilmektedir.)
İnsanların farklı demografik özellikleriyle beraber değişik karakter yapılarının olması, bizi sayısız evlilik kombinasyonuna götürür. Bir de mutluluğun, kişiden kişiye değişken bir olgu olduğunu hesaba katarsak evliliği tek bir şekilde formülüze etmek imkânsız hale gelir. Bu yüzden kimseden şunu yapın evliliğiniz kurtulsun gibi ifade beklentilerine girilmemelidir. Zaten bu yazıların da amacı kimsenin evliliğini kurtarmak değil, sadece evli çiftlere farkındalık kazandırıp onlara mutluluğa giden yolları göstermektir. Hiç kimse sizin yerinize o yolda yürümeyecektir, bu adımları atıp o yoldaki engelleri aşmak sizin çabanızla olacaktır.
HER ÇİFTİN KENDİ EVLİLİK DENKLEMLERİ VAR
Başlangıçta bu denklemler basittir. Evlilikten beklentiler ortaya konur ve onlara nasıl ulaşılacağı da teoride bellidir. Evlendikten sonra karakterde daha önce bilinmeyen taraflar keşfedildikçe, çevresel şartlar farklılaştıkça ve birlikteliğin bireylikten başladığı anlaşıldıkça her şey daha komplike ve karmaşık hale gelir. Genele mal olan basit denklemler, ilişkiye özel çok bilinmeyenli denklemler haline gelir.
EVLİLİK BİLİNMEZLİKTİR
Kadın değişir, anne olur mesela, erkek değişir baba olur. Sadece ebeveyn kimliği olarak değil, hasta olur, işsiz olur, zengin olur, sarhoş olur, KHK'lı olur, mülteci olur vs. Dış etkenler bireyi zorlayıp işini, özgurlüğünü, vatanını elinden aldıkça önünde 2 yol daha da belirginleşir. Ya eşler arası muhabbet, bağlılık daha da artar (Bir erkek danışan polis kaldığımız binaya geldiğinde eşim-kendisinin de yakalama kararı olmasina rağmen- biz çocuklarla sana ayakbağı oluruz, sen kaç bari ben tek içeri gireyim dediğini ve hanımının bu davranışını ömür boyu unutmayacağını ifade etmişti.) ya da dış etkenlere etki edemediklerinden birbirlerine daha çok müdahele edip gelen baskılara evliliklerini ezdirirler. Evlilik, öngörülmesi pek mümkün olmayan bir bilinmezliktir.
Nikâh memuru da, bu bilinmezliğe vurgu yapar. İyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta… kâbul ediyor musun? Ve artık bunlara eklenmiş olan gurbette, surgünde vs. İnsan bildiği için değil, iyiyi düşlediği için EVET der.
Bu soruda sadece sadakat değil, hayatın değişkenliğine uyum becerisi de sorgulanıyor. Bu beceri bir koruyucu madde niteliğinde, evliliklerin uzun ömürlü olmasını sağlar. İnsan değişime ne kadar açıksa, kendini farklılaşan durumlara o kadar kolay adapte edebilir. Kusurlarını farkeder, değiştirir ve kendini değiştirdiği için ilişkisi gelişir.
BİLİNMEZLİĞİN ÇARESİ DEĞİŞİMDİR
İnsan olduğu gibi kalmaz, evliliğin başında bildiği basit denklemlerle komplike durumları çözmeyeceğini bilir ve daha geniş düşünmeye başlar. Sorunu çözmeye bir bahane olarak “karakterim bu” demez ve her karakterde her sorunu çözebilecek bir tarafın olduğuna inanır. Kendinde o yanı bulmaya çalışır, yoksa da olması için uğraşır.
“Ben buyumcular” kabul bekler, “Değişimciler” kabul eder. Hatasını kabul eder, yanlışını itiraf eder. Kulakları açıktır ve dinler. Dinlemek ilişkileri iyileştirir, yargılamadan hareket etmeyi öğretir. Yargılamadığı için, bir hata ve kusurda eşini silmez, evliliğini bitirmez. Kendisinin değişeceğini düşündüğü gibi, eşinin de düzeleceğine inanır ve buna çaba sarfeder.
NASIL DEĞİŞEBİLİRİM?
Değişim kolay değil. İnsan beyni otomatik olarak değişmeye direnç gösterir. Bu yüzden zihnin konfor alanından sıyrılmak için ciddi manada enerji sarfetmek gerekir. Bu zorluğun neticesi olarak da kişi, evliliğindeki olumsuz durumlar karşısında, kendini değiştirmekten ziyade daha kolay olanı tercih eder; örneğin terketmek veya suçlamak.
Beyin birbirine zıt iki görüşü aynı anda tutamadığından, hem suçlayıp hem değişmek mümkün değil. Dolayısıyla, değişime açık olabilme yetisi kazanmak veya mevcut değişim kapasitesini artırmak için, önce buna engel olan uyumsuz düşünceleri (suçlamak gibi) tanımlamalısınız ve sonra iradi olarak onların yerini “değişebilirim” inancına bırakmalısınız.
25 Nisan 2019 Perşembe
EVLİLİĞİN ZOR ZAMANLARINDA EŞ OLMAK
“Hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, yoksullukta ve bollukta, ölüm bizi ayırana kadar…”
Bir çok nikah töreninde ya da en azından bazı film repliklerinde duyulan bir ifadedir, yukarıda yazılan ifade. Evrensel evlilik yemini olarak da kabul edenler vardır, bu ifadeyi. Duyulduğunda insanın içine işler ve duygulanmasına, mutlu olmasına neden olur. Zira bu mutluluğa atılan kocaman bir adımın ifadesidir.
Hızlıca okumak yerine durarak, düşünerek, hissederek okunduğunda; bu bir iki satırlık ifadenin kitaplara sığmayacak anlamlar yüklü olduğu görülür. Evliliğin anlamını, güzelliklerini, zorluklarını; evlilikten beklentileri ve olası yaşanacakları vurgular, bu kıymetli ifade. Bu, aslında evliliğin ve aile olmanın ruhunun, özünün ve felsefesinin kısa ama derinlemesine şahitler huzurunda eşler tarafından dile getirilmesidir.
İmzalar atılıp evlilik kurumu hayata geçince bu teorik yeminin pratik karşılığının yaşanma ve gözlenme süreci başlar. Sağlıkla birlikte hastalıklar, iyi ile birlikte kötü günler, bollukla birlikte yoksulluklar yaşandıkça; eşler nikah esnasında ortaya koydukları yemine sadakat testlerinden geçerler. Sağlık ve bolluk ne kadar sefa yüklü ise, hastalık ve yoksulluk da bir o kadar cefa yüklüdür, bu yolculukta.
Mutluluk ve güven hissetmek için başın yaslandığı eş omzu bazen hüzün ve acının tahliye merkezidir diğer eş için. Enerji ve huzur kaynağı eş farklı sebeplerle tüketen ve yoran bir kaynak da olabilir. Bu evlilik ilişkisinin doğasında vardır. Her zaman evlilikten mutluluk, sevgi ve huzur beklemek gerçekçi olmayan bir beklentidir. Evlilikte bilinmesi gereken en önemli şeylerden birisi; gerçekçi olmayan her beklentinin koynunda bir hayal kırıklığını barındırdığıdır.
Yaşam zorlayıcı olaylar ve gelişmelerle doludur ve çoğu zaman bunlar birer sürprizdir. Beklenmeyen bu kötü sürprizler eşleri ve aralarındaki ilişkiyi farklı şiddetteki depremler gibi sarsabilir. Bu sarsıntılara karşı eşlerin dayanma kapasitesi sahip oldukları bilişsel, duygusal ve ruhsal donanımlarla doğrudan ilgilidir. Sadakat, güven, sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü, anlayış ve benzeri duygular şiddetli sarsıntılara karşı evliliğin ayakta durması için olmazsa olmaz ihtiyaçlardır.
Bazen ağır bir hastalık, bazen bir iflas durumu, bazen talihsiz bir cezaevi süreci, beklenmeyen (!) bir kayıp ya da arzu edilmeyen bir yük eşleri birbirine karşı zor durumda bırakabilir. Bir eşten dolayı diğer eş yaşam konforundan ödün vermek zorunda kalabilir. Başta ifade ettiğimiz evlilik yemini tam da bu zorluklarda devreye girer ve girmelidir. Zorluğu yaşayan ya da ona neden olan eşe yüklenmek ve zorluğu ona karşı bir koz olarak kullanmak yerine diğer eşten beklenen bu zorlukta eşine destekçi ve ortak olmasıdır.
Evlilik yolculuğu kolay olanlarla birlikte zorlu parkurları da içerir. Düz ve keyifli yollarda el ele, kol kola yürüyen eşlerin çamurlu ve yokuş kısımlarda da eşleriyle birlikte yürümesi beklenir. Eşinin koluna girmesi hatta gerekirse onu sırtlanarak yola devam etmesi gereken yerlerde bunu yapmayan eş tam bir hayal kırıklığı sebebidir. Bu aslında vefa ve sadakat sınavından sınıfta kalmanın ifadesidir, aynı zamanda.
TRT Haber’de yayınlanan “Ömür Dediğin” programında özellikle eş adayı ve eşler için ders niteliğinde çok fazla örnek bulunmaktadır. Özellikle genç eş ve eş adaylarına bu programı önemle tavsiye ediyorum. Başta yapılmış evlilik yeminlerine sayısız sadakat örnekleri ve bunlara yönelik püf noktalar, çıkılan uzun ve zorlu evlilik yolculuğunda onlara ışık tutacaktır. Evliliğin ruhunu, özünü ve felsefesini bizzat yaşayanlardan dinlemek ayrı bir keyif veriyor doğrusu.
Zor süreçlerden geçtiğini bildiğim ve tanıdığım eşlerin vurguladığı önemli ve çok değerli bir gerçek var: Aslında her zorlu süreç, fırsata çevrilebilirse eşler arasında kenetlenmeye, birlikteliklere, derin olumlu duygulara ve başta yapılan evlilik yeminine sadakatin artmasına neden olmaktadır. Bu olumlu döngü devam ettikçe de hiçbir sosyal depremin evlilik ve aile kurumlarını yıkmaya gücü yetmeyecektir.
*Uzm. Psikolojik Danışman*
*Mahmut AYDIN*
Ailenizde Alkol Bağımlısı Olana Nasıl Yardımcı Olabilirsiniz?
SORU
Bir yakınımın kocası 2 yıl önce içki içmeye başladı. 30'lu yaşlarında. Her zaman olmasa da ara sıra içmeye devam ediyor. Bir ara bıraktı tekrar başladı. Bu durumdan kendisi de rahatsız, bırakmak istiyor, hatta bir ara bıraktı da. Bu konuda neler yapılabilir?
CEVAP
Öncelikle verilen bilgilerden içki içme davranışının bağımlılık boyutunda olmadığını tahmin ediyoruz. Eğer bağımlılık boyutunda ise TR'deki AMATEM benzeri bir kuruluştan yardım alması gerekir. Ancak biz bahsedilen kişinin her zaman içmemesi ve bir ara bırakmasından, durumdan rahatsız olmasından bağımlı olmadığı sonucunu çıkarıyor ve ona göre cevaplıyoruz.
İlk olarak onu içmeye iten sebep neyse onun tespit edilmesi ve bu sebebin ortadan kaldırılması için çalışılması gerekir. Amiyane tabirle bataklığın kurutulması gerekir. Daha önce hiç içki içmemiş ve 30'larında başlamışsa muhtemelen başetmekte zorlandığı bir problemle karşılaşmış demektir. Dolayısıyla içerisinde bulunduğu problemlerin ağırlığının azalması alkole duyduğu ihtiyacı da azaltmış olacaktır.
Bazen insan yaşadığı zorluklar karşısında kendini yetersiz ve güçsüz hisseder. Böylesi durumlarda bazı insanlar kaçmayı bir yöntem olarak kullanırlar. Alkolle ilgili de yanlış bir öğrenme olarak, bir kaçma yöntemi olarak kullanıyor olabilir. Ancak alkolle ilgili en büyük tehlike bağımlılık yapan bir madde olmasıdır. Yani başlaması kolaysa da bırakması o kadar kolay olmayacaktır.
Sonuç olarak problem bir bütün olarak ele alınmalı ve şu noktalara dikkat edilmeli:
-Yakınınız eşiyle neler olduğunu konuşmalı ve birlikte bi çözüm aramalılar. Belki anlatmadığı bir sıkıntı olabilir. Hatta belki eşine de anlatmak istemeyeceği bir problemi olabilir. Bu durumda güvenilir bir yakınlarından yardım alabilir ya da bir uzmana başvurabilirler.
-İçkinin problemlerle başetmede yanlış bir yöntem olduğu ve problemi çözmek yerine daha fazla artırdığı unutulmamalı.
-Kainat gibi insan da boşluk kabul etmiyor. Bundan dolayı insan, hayatından çıkardığı alışkanlığın veya bagımlılığın yerini olumlu birşeyle doldurmalıdır. Yani hayatında içki içmeye yöneleceği boşluklar bırakmamalı.
-Spor ve fiziksel aktiviteler de insanı karamsarlık ve duygusal çökkünlükten uzak tutan faktörlerdir.
-Alkol alma bulunduğumuz ortamlarla da bağlantılı olabilir. Genelde insanlar başkalarıyla birlikte alkol alırlar. Onun için içki içen insanlardan da uzak durulması gerekmektedir.
-Soruda kişinin kendisinin de içtikten sonra pişman olup rahatsızlık duyduğu söyleniyor...
Bu durumda fiili işlemeden, sonucu hakkında kendine telkinde bulunması faydalı olabilir.. "Şimdi bunu içeceğim ama sonrasında pişman olacağım. O yüzden pişman olacağım bir şeyi yapmamalıyım." şeklinde bir telkin yüzde yüz olmasa da faydalı olacaktır. Bunu bir kere başardığında ve sonraki telkinlerinde, içmek isteyip de içmediği için duyduğu mutluluğu da düşünürse bu yöntem daha da tesirli olacaktır.
-Eğer problem “bağımlılık” boyutuna ulaştıysa kesinlikle alkol ve madde bağımlılıklarıyla mücadele merkezlerinden yardım alması gerekir.
Ayrıca alkol bağımlılığı ile ilgili şu yazıyı da okumanızı tavsiye ederiz:
http://hikmet.net/ailenizdeki-alkol-bagimlisina-nasil-yardimci-olabilirsiniz/
Bir yakınımın kocası 2 yıl önce içki içmeye başladı. 30'lu yaşlarında. Her zaman olmasa da ara sıra içmeye devam ediyor. Bir ara bıraktı tekrar başladı. Bu durumdan kendisi de rahatsız, bırakmak istiyor, hatta bir ara bıraktı da. Bu konuda neler yapılabilir?
CEVAP
Öncelikle verilen bilgilerden içki içme davranışının bağımlılık boyutunda olmadığını tahmin ediyoruz. Eğer bağımlılık boyutunda ise TR'deki AMATEM benzeri bir kuruluştan yardım alması gerekir. Ancak biz bahsedilen kişinin her zaman içmemesi ve bir ara bırakmasından, durumdan rahatsız olmasından bağımlı olmadığı sonucunu çıkarıyor ve ona göre cevaplıyoruz.
İlk olarak onu içmeye iten sebep neyse onun tespit edilmesi ve bu sebebin ortadan kaldırılması için çalışılması gerekir. Amiyane tabirle bataklığın kurutulması gerekir. Daha önce hiç içki içmemiş ve 30'larında başlamışsa muhtemelen başetmekte zorlandığı bir problemle karşılaşmış demektir. Dolayısıyla içerisinde bulunduğu problemlerin ağırlığının azalması alkole duyduğu ihtiyacı da azaltmış olacaktır.
Bazen insan yaşadığı zorluklar karşısında kendini yetersiz ve güçsüz hisseder. Böylesi durumlarda bazı insanlar kaçmayı bir yöntem olarak kullanırlar. Alkolle ilgili de yanlış bir öğrenme olarak, bir kaçma yöntemi olarak kullanıyor olabilir. Ancak alkolle ilgili en büyük tehlike bağımlılık yapan bir madde olmasıdır. Yani başlaması kolaysa da bırakması o kadar kolay olmayacaktır.
Sonuç olarak problem bir bütün olarak ele alınmalı ve şu noktalara dikkat edilmeli:
-Yakınınız eşiyle neler olduğunu konuşmalı ve birlikte bi çözüm aramalılar. Belki anlatmadığı bir sıkıntı olabilir. Hatta belki eşine de anlatmak istemeyeceği bir problemi olabilir. Bu durumda güvenilir bir yakınlarından yardım alabilir ya da bir uzmana başvurabilirler.
-İçkinin problemlerle başetmede yanlış bir yöntem olduğu ve problemi çözmek yerine daha fazla artırdığı unutulmamalı.
-Kainat gibi insan da boşluk kabul etmiyor. Bundan dolayı insan, hayatından çıkardığı alışkanlığın veya bagımlılığın yerini olumlu birşeyle doldurmalıdır. Yani hayatında içki içmeye yöneleceği boşluklar bırakmamalı.
-Spor ve fiziksel aktiviteler de insanı karamsarlık ve duygusal çökkünlükten uzak tutan faktörlerdir.
-Alkol alma bulunduğumuz ortamlarla da bağlantılı olabilir. Genelde insanlar başkalarıyla birlikte alkol alırlar. Onun için içki içen insanlardan da uzak durulması gerekmektedir.
-Soruda kişinin kendisinin de içtikten sonra pişman olup rahatsızlık duyduğu söyleniyor...
Bu durumda fiili işlemeden, sonucu hakkında kendine telkinde bulunması faydalı olabilir.. "Şimdi bunu içeceğim ama sonrasında pişman olacağım. O yüzden pişman olacağım bir şeyi yapmamalıyım." şeklinde bir telkin yüzde yüz olmasa da faydalı olacaktır. Bunu bir kere başardığında ve sonraki telkinlerinde, içmek isteyip de içmediği için duyduğu mutluluğu da düşünürse bu yöntem daha da tesirli olacaktır.
-Eğer problem “bağımlılık” boyutuna ulaştıysa kesinlikle alkol ve madde bağımlılıklarıyla mücadele merkezlerinden yardım alması gerekir.
Ayrıca alkol bağımlılığı ile ilgili şu yazıyı da okumanızı tavsiye ederiz:
http://hikmet.net/ailenizdeki-alkol-bagimlisina-nasil-yardimci-olabilirsiniz/
24 Nisan 2019 Çarşamba
"Severek, ömür boyu beraber olmak için evlendik ama ne oldu da bu hale geldik?"
"Severek, ömür boyu beraber olmak için evlendik ama ne oldu da bu hale geldik?"
SORU;
Hiçbir şey eskisi gibi değil, gün geçtikçe daha da kötüye gidiyor. Ayrılmak istemiyorum, ama bir şeyleri düzeltmezsek bu evlilik daha fazla süremeyecek. Acaba evliliğimizi kurtarmanın bir yolu var mı?”
( NOT: Lütfen bu yazıyı mümkünse eşinizler beraber okuyun. Beraber okumanız mümkün değilse de bir şekilde onun da okumasını sağlayın.)
"Bir büyüğümüzün dediği gibi maalesef çiftler haramlarda değil de helallerde birbirleriyle tartışıyorlar. Cenab-ı Hakkın helal kıldığı, yapılmasına müsaade ettiği bir davranışı eşine haram kılma, yasaklama cüretini gösteriyorlar. Bu da fıtrata ters olduğu için beraberinde huzursuzluğu getiriyor. "
1. Her şeyden önce, medeni bir şekilde tartışmayı öğrenin: Anlaşamadığınız konuları çözmeye çalışırken, konuya odaklanın, birbirinizi eleştirmekten, alay etmekten, aşağılamaktan kaçının. Çatışmaların ve kızgınlıkların her ailede olması doğaldır. Önemli olan olumsuz duygularınızı ifade edebileceğiniz güvenli bir ortam sağlamaktır. Farklılıklarınızı, kızgınlıklarınızı veya problemlerinizi birbirinize ifade ettiğinizde bile aranızdaki bağın güçlü olmasını sürdürün. Birbirinize güvendiğinizde, problemlerinizi konuşmak ve yönetmek daha kolay olur.
Çatışmaları kırıcı olmadan yönetmeyi öğrenin. Tartışmalarınızda kimin haklı olduğu veya kimin kazanacağı asıl amaç haline gelirse, ikiniz de kaybedersiniz, çünkü böyle bir tartışma sonunda hiç bir şey çözülemez.
Kimin haklı olduğunu ortaya çıkarmaya çalışmak yerine probleminizi çözmek için seçtiğiniz yolların doğru olup olmadığını anlamaya çalışın. Evliliği bozan çatışmanın kendisi değil, yönetme biçimidir.
Karşınızdakinin size nasıl davranacağını aslında siz belirlersiniz. İhtiyaçlarınızı ve sınırlarınızı ona bildirmezseniz, sizin hayal ettiğiniz gibi davranmasını beklemeyin.
Hayatın her döneminde krizler olacaktır. Karşımıza çıkan her krizin evliliği yıkma potansiyeli olduğu gibi, evliliği güçlendirme potansiyeli de vardır. Beklenen (yaşlılık, ölüm vs.) ve bazen de beklenmedik zorluklarla (hastalık, ekonomik kriz, göç vs.) baş etmeye hazırlıklı olmalı, bu zorluklar karşısında ortaya çıkacak acılara beraber göğüs gererek ilişkinizi güçlendirmelisiniz.
Stresi iyi yönetebilirseniz, her krizde evliliğiniz daha da güçlenir.
2. Adil olun: Evliliklerde mutluluğun, huzurun, uyumun ilk şartı, eşlerin, hayatı adil bir şekilde paylaşması. Eşlerden biri haksızlığa uğradığında veya uğradığını düşündüğünde problemler ortaya çıkar. ‘Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar’ sözü aklınıza gelsin.
Biri sürekli iş yaparken diğeri sürekli oturunca, biri sürekli gezerken, diğeri evde onu bekleyince, biri çok para harcarken diğeri biriktirmeye çalışınca aralarında gerginlik çıkmaması mümkün değil.
Günümüzde hâlâ kadın erkek rolleri, sorumlulukları arasında eşitsizlikler var maalesef. Kadın ve erkek aynı anda işten eve geliyor, kadın mutfağa giriyor ya da çocuklarıyla ilgilenmeye başlıyor, erkek TV karşısına geçiyor. Buna içerlenen kadın sesini çıkarmıyor ama kızgın.
İşler bitince eşinin yanına oturuyor, bu arada enerjisi çoktan tükenmiş, suratı asılmış, yorgun. Bu sefer erkek sinirleniyor ‘ hep yorgunsun.’
Adalet duygusu evlilikleri kurtaran bir duygudur. Çünkü her iki taraf da karşısındakine haksızlık yapmamaya odaklanır. Tam anlamıyla adil davrandığında sadece kendi değil eşinin de hakkını korur, onun ihtiyaçlarını, isteklerini önemser. Bunu yapabilmek için, kendisini karşısındakinin yerine koyabilme becerisinin gelişmesi gerek.
İnsanların, ‘erkek işi değil,’ ‘kadın beceremez’ gibi kalıp yargılardan kurtulması gerek. Adil olmayı hedefleyen kişi kendisine şu soruyu sorabilmeli ‘ben onun yerinde olsam, bu durumda ne hissederdim?’ Hz Ali'ye ithaf edilen söz gibi "Bir devletin dini İslam ise imanı da adalettir." Aslında bu söz milyonlarca insanın oluşturdu bir devlet için geçerli olduğu kadar iki kişinin oluşturduğu aile için de geçerlidir.
3. Artık kendinize ait bir aileniz olduğunu unutmayın: İçinde büyüdüğünüz aileden, arkadaş ortamından vs hem duygusal, hem de fiziksel anlamda ayrılmalısınız. Bu tamamen onlardan kopun anlamına gelmiyor elbette. Onlarla geçirdiğiniz zaman, eşinize ve çocuğunuza ayırdığınız zamanla dengeli olmalıdır.
Artık ayrı bir aileniz olduğunu hatırlayarak kendi ailenize odaklanın. Bir kadın veya bir erkek eşinden, çocuklarından daha çok anne-babasıyla, kardeşleriyle, arkadaşlarıyla, telefonuyla, tabletiyle vs vakit geçirdiğinde problemlerin ortaya çıkmaması mümkün değil. Hem eşler hem de çocuklar ihmal edilmiş hissederler, paylaşımlar azaldıkça aralarındaki bağ zayıflar. Ortak bir hedef, ortak bir yaşam kalmaz. Aile, birbirinden kopuk insanlar topluluğu haline gelir.
Bazı durumlarda, hastalık, ihtiyaç vs. gibi elbette anne-babanıza, kardeşlerinize, arkadaşlarınıza destek olmak istersiniz, bundan daha doğal ve güzel bir şey olamaz.
Dış çevrenin her ihtiyacına cevap vermeye kalkmamalısınız, sınırlarınız olmalı. Anne-babanız istiyor diye eşinizin istemediği şeyler yaparsanız veya eşinizi, onların istediği doğrultuda davranmaya zorlarsanız, eşiniz ve siz henüz bir aile, bir birlik olamamışsınız, kendinizi yeni kurduğunuz aileye değil, hâlâ içinde büyüdüğünüz aileye ait hissediyorsunuz demektir.
Her evlilik yeni bir başlangıç, yeni bir oluşumdur. İki apayrı aileden, dünyadan, kültürden; kısacası ayrı yaşamlardan gelen kişinin bu yeni oluşuma alışması elbette çok kolay olmayabilir. Yeni oluşumlar değişmeyi, adapte olmayı gerektirir. Bu süreçte önceliği kendi ailenize verdiğinizde, yeni ailenizi sadece birbirinizin isteklerini ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak inşa ettiğinizde, çok daha huzurlu bir aileye sahip olabilirsiniz.
4. Muhabbeti ihmal etmeyin, birbirinizi duygusal olarak besleyin: İlişkinizde dostluğa, arkadaşlığa, muhabbete önem verin. İlk tanıştığınız zamanlardaki gibi birbirinizle konuşun, sohbet edin. Beraber kalabilmek için, bağlanabilmek için, ortak zaman geçirmek, paylaşmak çok önemlidir.
Ortak uğraşılarınız, hayalleriniz, hedefleriniz olsun. Beraber eğlenip, beraber dinlenmek için ortak aktiviteler yapın. Bunun yanında, beraberliğin içinde birbirinize nefes alacak alan vermek de çok önemlidir. Ne çok kopuk ne de çok bağımlı olmak mutlu bir beraberlik için sağlıklıdır.
Beraber zamanların içinde romantizmi canlı tutmaya çalışın. Yine evliliğinizin ilk zamanlarında yaptığınız gibi, fırsatlar oluşturmaya çalışın. Romantizm, evlilikler içinde çok kolay unutulur ama bir yandan da hep ihtiyaç duyulur.
İlişkilerde romantizmin olmaması aslında ihtiyacın bitmesinden değil, ihmal edildiğindendir. İnsanın romantik olma ihtiyacı karşılanmadığında, birbirinden soğuma, uzaklaşma, evlilikten sıkılma, bıkma veya romantizmi başka kişilerde arama gibi sonuçlar doğurur. Birbirinizi niye seçtiğinizi ve sevdiğinizi hatırlayın. Hatta bunu zaman zaman hem kendinize hem de eşinize hatırlatın. Birbirinize karşı hayranlığınız, saygınız bittiyse evliliğinizi mutlu bir şekilde sürdürmek çok kolay olmaz.
Cinsel yaşamınızı ihmal etmeyin, korumaya özen gösterin. İş stresi, aile sorumlulukları, psikolojik veya fizyolojik problemler en önce cinsel hayatı etkiler. Bunun farkında olup, dış etkenlerin cinsel hayatınızı olumsuz etkilemesine izin vermeyin. Mutlu ve uzun bir evlilik için mutlu bir cinsel hayat gereklidir.
Anne-baba olduğunuzda da, karı-koca olmayı sürdürmelisiniz. Bebeğin aileye girişindeki etkiyi beraber göğüslemeli ve paylaşmalısınız. Anne-baba olmanın getirdiği sorumluluklar ve rolleri yerine getirirken evlilikteki duygusal zenginliğin, romantizmin sürmesini sağlamalısınız.
Birbirinize zaman ayırmalı, çocuk dışında baş başa olabileceğiniz aktiviteler yapmalı, ilişkinizin büyüsünü korumalısınız.
5. Eşinizi Destekleyin: Dertlerinizi, sıkıntılarınızı birbirinizle paylaşın. Destek görmek, cesaretlendirilmek, onaylanmak bir ihtiyaçtır. Bunu birbirinizden esirgemeyin. Onaylanmak hem evliliği hem de insan ömrünü uzatan temel etmenlerdendir.
İşte bu nedenle evli kişiler daha uzun yaşıyor, çünkü hayatlarında kendilerini onaylayan biri var. İnsan, birçok şeyi onaylanmak için yapar ve onaylandığında kendini daha iyi hisseder. Kendini daha iyi hisseden kişiler de iyi davranışlarına devam eder.
Devamlı eleştirilen kişi ise doğal olarak mutsuz olur, kendisini yetersiz ve değersiz hisseder. Kendisini eleştiren, beğenmeyen, onaylamayan kişinin yanında olmak istemez. Çoğu kişi eşini desteklemediğini farkına bile varmaz. ‘Şimdi işim var’ demek yerine, işe geç kalmak uğruna eşinizin sıkıntısını dinlemek dostluğunuzu pekiştirir.
İhtiyacınız olduğunda, başkalarına değil birbirinize dönün. Her derdinizi başkalarıyla paylaşırsanız, eşinizden uzaklaşmanız çok doğaldır.
Mutlu ve huzurlu yuvalar...
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
SORU;
Hiçbir şey eskisi gibi değil, gün geçtikçe daha da kötüye gidiyor. Ayrılmak istemiyorum, ama bir şeyleri düzeltmezsek bu evlilik daha fazla süremeyecek. Acaba evliliğimizi kurtarmanın bir yolu var mı?”
( NOT: Lütfen bu yazıyı mümkünse eşinizler beraber okuyun. Beraber okumanız mümkün değilse de bir şekilde onun da okumasını sağlayın.)
"Bir büyüğümüzün dediği gibi maalesef çiftler haramlarda değil de helallerde birbirleriyle tartışıyorlar. Cenab-ı Hakkın helal kıldığı, yapılmasına müsaade ettiği bir davranışı eşine haram kılma, yasaklama cüretini gösteriyorlar. Bu da fıtrata ters olduğu için beraberinde huzursuzluğu getiriyor. "
1. Her şeyden önce, medeni bir şekilde tartışmayı öğrenin: Anlaşamadığınız konuları çözmeye çalışırken, konuya odaklanın, birbirinizi eleştirmekten, alay etmekten, aşağılamaktan kaçının. Çatışmaların ve kızgınlıkların her ailede olması doğaldır. Önemli olan olumsuz duygularınızı ifade edebileceğiniz güvenli bir ortam sağlamaktır. Farklılıklarınızı, kızgınlıklarınızı veya problemlerinizi birbirinize ifade ettiğinizde bile aranızdaki bağın güçlü olmasını sürdürün. Birbirinize güvendiğinizde, problemlerinizi konuşmak ve yönetmek daha kolay olur.
Çatışmaları kırıcı olmadan yönetmeyi öğrenin. Tartışmalarınızda kimin haklı olduğu veya kimin kazanacağı asıl amaç haline gelirse, ikiniz de kaybedersiniz, çünkü böyle bir tartışma sonunda hiç bir şey çözülemez.
Kimin haklı olduğunu ortaya çıkarmaya çalışmak yerine probleminizi çözmek için seçtiğiniz yolların doğru olup olmadığını anlamaya çalışın. Evliliği bozan çatışmanın kendisi değil, yönetme biçimidir.
Karşınızdakinin size nasıl davranacağını aslında siz belirlersiniz. İhtiyaçlarınızı ve sınırlarınızı ona bildirmezseniz, sizin hayal ettiğiniz gibi davranmasını beklemeyin.
Hayatın her döneminde krizler olacaktır. Karşımıza çıkan her krizin evliliği yıkma potansiyeli olduğu gibi, evliliği güçlendirme potansiyeli de vardır. Beklenen (yaşlılık, ölüm vs.) ve bazen de beklenmedik zorluklarla (hastalık, ekonomik kriz, göç vs.) baş etmeye hazırlıklı olmalı, bu zorluklar karşısında ortaya çıkacak acılara beraber göğüs gererek ilişkinizi güçlendirmelisiniz.
Stresi iyi yönetebilirseniz, her krizde evliliğiniz daha da güçlenir.
2. Adil olun: Evliliklerde mutluluğun, huzurun, uyumun ilk şartı, eşlerin, hayatı adil bir şekilde paylaşması. Eşlerden biri haksızlığa uğradığında veya uğradığını düşündüğünde problemler ortaya çıkar. ‘Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar’ sözü aklınıza gelsin.
Biri sürekli iş yaparken diğeri sürekli oturunca, biri sürekli gezerken, diğeri evde onu bekleyince, biri çok para harcarken diğeri biriktirmeye çalışınca aralarında gerginlik çıkmaması mümkün değil.
Günümüzde hâlâ kadın erkek rolleri, sorumlulukları arasında eşitsizlikler var maalesef. Kadın ve erkek aynı anda işten eve geliyor, kadın mutfağa giriyor ya da çocuklarıyla ilgilenmeye başlıyor, erkek TV karşısına geçiyor. Buna içerlenen kadın sesini çıkarmıyor ama kızgın.
İşler bitince eşinin yanına oturuyor, bu arada enerjisi çoktan tükenmiş, suratı asılmış, yorgun. Bu sefer erkek sinirleniyor ‘ hep yorgunsun.’
Adalet duygusu evlilikleri kurtaran bir duygudur. Çünkü her iki taraf da karşısındakine haksızlık yapmamaya odaklanır. Tam anlamıyla adil davrandığında sadece kendi değil eşinin de hakkını korur, onun ihtiyaçlarını, isteklerini önemser. Bunu yapabilmek için, kendisini karşısındakinin yerine koyabilme becerisinin gelişmesi gerek.
İnsanların, ‘erkek işi değil,’ ‘kadın beceremez’ gibi kalıp yargılardan kurtulması gerek. Adil olmayı hedefleyen kişi kendisine şu soruyu sorabilmeli ‘ben onun yerinde olsam, bu durumda ne hissederdim?’ Hz Ali'ye ithaf edilen söz gibi "Bir devletin dini İslam ise imanı da adalettir." Aslında bu söz milyonlarca insanın oluşturdu bir devlet için geçerli olduğu kadar iki kişinin oluşturduğu aile için de geçerlidir.
3. Artık kendinize ait bir aileniz olduğunu unutmayın: İçinde büyüdüğünüz aileden, arkadaş ortamından vs hem duygusal, hem de fiziksel anlamda ayrılmalısınız. Bu tamamen onlardan kopun anlamına gelmiyor elbette. Onlarla geçirdiğiniz zaman, eşinize ve çocuğunuza ayırdığınız zamanla dengeli olmalıdır.
Artık ayrı bir aileniz olduğunu hatırlayarak kendi ailenize odaklanın. Bir kadın veya bir erkek eşinden, çocuklarından daha çok anne-babasıyla, kardeşleriyle, arkadaşlarıyla, telefonuyla, tabletiyle vs vakit geçirdiğinde problemlerin ortaya çıkmaması mümkün değil. Hem eşler hem de çocuklar ihmal edilmiş hissederler, paylaşımlar azaldıkça aralarındaki bağ zayıflar. Ortak bir hedef, ortak bir yaşam kalmaz. Aile, birbirinden kopuk insanlar topluluğu haline gelir.
Bazı durumlarda, hastalık, ihtiyaç vs. gibi elbette anne-babanıza, kardeşlerinize, arkadaşlarınıza destek olmak istersiniz, bundan daha doğal ve güzel bir şey olamaz.
Dış çevrenin her ihtiyacına cevap vermeye kalkmamalısınız, sınırlarınız olmalı. Anne-babanız istiyor diye eşinizin istemediği şeyler yaparsanız veya eşinizi, onların istediği doğrultuda davranmaya zorlarsanız, eşiniz ve siz henüz bir aile, bir birlik olamamışsınız, kendinizi yeni kurduğunuz aileye değil, hâlâ içinde büyüdüğünüz aileye ait hissediyorsunuz demektir.
Her evlilik yeni bir başlangıç, yeni bir oluşumdur. İki apayrı aileden, dünyadan, kültürden; kısacası ayrı yaşamlardan gelen kişinin bu yeni oluşuma alışması elbette çok kolay olmayabilir. Yeni oluşumlar değişmeyi, adapte olmayı gerektirir. Bu süreçte önceliği kendi ailenize verdiğinizde, yeni ailenizi sadece birbirinizin isteklerini ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak inşa ettiğinizde, çok daha huzurlu bir aileye sahip olabilirsiniz.
4. Muhabbeti ihmal etmeyin, birbirinizi duygusal olarak besleyin: İlişkinizde dostluğa, arkadaşlığa, muhabbete önem verin. İlk tanıştığınız zamanlardaki gibi birbirinizle konuşun, sohbet edin. Beraber kalabilmek için, bağlanabilmek için, ortak zaman geçirmek, paylaşmak çok önemlidir.
Ortak uğraşılarınız, hayalleriniz, hedefleriniz olsun. Beraber eğlenip, beraber dinlenmek için ortak aktiviteler yapın. Bunun yanında, beraberliğin içinde birbirinize nefes alacak alan vermek de çok önemlidir. Ne çok kopuk ne de çok bağımlı olmak mutlu bir beraberlik için sağlıklıdır.
Beraber zamanların içinde romantizmi canlı tutmaya çalışın. Yine evliliğinizin ilk zamanlarında yaptığınız gibi, fırsatlar oluşturmaya çalışın. Romantizm, evlilikler içinde çok kolay unutulur ama bir yandan da hep ihtiyaç duyulur.
İlişkilerde romantizmin olmaması aslında ihtiyacın bitmesinden değil, ihmal edildiğindendir. İnsanın romantik olma ihtiyacı karşılanmadığında, birbirinden soğuma, uzaklaşma, evlilikten sıkılma, bıkma veya romantizmi başka kişilerde arama gibi sonuçlar doğurur. Birbirinizi niye seçtiğinizi ve sevdiğinizi hatırlayın. Hatta bunu zaman zaman hem kendinize hem de eşinize hatırlatın. Birbirinize karşı hayranlığınız, saygınız bittiyse evliliğinizi mutlu bir şekilde sürdürmek çok kolay olmaz.
Cinsel yaşamınızı ihmal etmeyin, korumaya özen gösterin. İş stresi, aile sorumlulukları, psikolojik veya fizyolojik problemler en önce cinsel hayatı etkiler. Bunun farkında olup, dış etkenlerin cinsel hayatınızı olumsuz etkilemesine izin vermeyin. Mutlu ve uzun bir evlilik için mutlu bir cinsel hayat gereklidir.
Anne-baba olduğunuzda da, karı-koca olmayı sürdürmelisiniz. Bebeğin aileye girişindeki etkiyi beraber göğüslemeli ve paylaşmalısınız. Anne-baba olmanın getirdiği sorumluluklar ve rolleri yerine getirirken evlilikteki duygusal zenginliğin, romantizmin sürmesini sağlamalısınız.
Birbirinize zaman ayırmalı, çocuk dışında baş başa olabileceğiniz aktiviteler yapmalı, ilişkinizin büyüsünü korumalısınız.
5. Eşinizi Destekleyin: Dertlerinizi, sıkıntılarınızı birbirinizle paylaşın. Destek görmek, cesaretlendirilmek, onaylanmak bir ihtiyaçtır. Bunu birbirinizden esirgemeyin. Onaylanmak hem evliliği hem de insan ömrünü uzatan temel etmenlerdendir.
İşte bu nedenle evli kişiler daha uzun yaşıyor, çünkü hayatlarında kendilerini onaylayan biri var. İnsan, birçok şeyi onaylanmak için yapar ve onaylandığında kendini daha iyi hisseder. Kendini daha iyi hisseden kişiler de iyi davranışlarına devam eder.
Devamlı eleştirilen kişi ise doğal olarak mutsuz olur, kendisini yetersiz ve değersiz hisseder. Kendisini eleştiren, beğenmeyen, onaylamayan kişinin yanında olmak istemez. Çoğu kişi eşini desteklemediğini farkına bile varmaz. ‘Şimdi işim var’ demek yerine, işe geç kalmak uğruna eşinizin sıkıntısını dinlemek dostluğunuzu pekiştirir.
İhtiyacınız olduğunda, başkalarına değil birbirinize dönün. Her derdinizi başkalarıyla paylaşırsanız, eşinizden uzaklaşmanız çok doğaldır.
Mutlu ve huzurlu yuvalar...
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
Kendimizi Özgüvensiz Hissediyoruz
SORU:
Hayırlı günler. Esim ve ben Türkiye’de öğretmendik. Almanya’ya geldiğimizden beri kendimizi kişisel konuşmalarımızda bile çok özgüvensiz hissediyoruz. Dil bilmemek ve her isimizde birisine ihtiyacımız olması da bu durumu daha çok tetikliyor tabiki. Sanki konuştuğumuz herkes her konuda bizden çok şey biliyormuş gibi bir çekingenlik çöktü üzerimize. Tevazuun sınırını ayarlayamadığımızı düşünüyorum.
CEVAP:
Koşmak İçin Önce Emeklemek Gerekir...
Kâinatın halifesidir insan. Bütün zerrelerin hareket ettiği yerde koşmalı, koşamıyorsa yürümeli, yürüyemiyorsa kımıldamalı ama asla durağanlığa teslim olmamalı.
Nisyana mahkûm olmayan insan, rahatlıktan mutlu olmaz, tembellikten zevk almaz ve rehavete müştak bir hayat yaşamaz. Çünkü bilir ki, ‘umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası meylürrahat geliyor’. Bediüzzaman’a ait bu ifadede rahat meylinin bütün problemlerin kaynağı gösterilmesi, problemin ciddiyetini ifade babında çok mühim. Düşmanı hafife almak mağlubiyet sebebidir. Tembellik ancak ciddi bir hastalık görülürse aşılır. Yoksa insan alıştıkça alışır. Uyudukça uyumaya, oturdukça oturmaya, durdukça durmaya… Tekrar yola revan olmak istediği zaman yol da yorgunluğu da gözünde büyür. Yeniden başlama zorluğu imtihanı çalar bu kez kapısını. Kimi zaman enerjisi olmadığı için başlayamaz, kimi zamam ertelediği için başlayamaz. Ertledikçe erteler ve hayatın akışını durduran bu ertelemeler bir müddet sonra hayatını kangren eder.
İSTİYORUM AMA ENERJİM YOK
Birşeyler yapmak istiyorsunuz ama enerjiniz yoksa enerjinizin yeteceği küçük şeyler yapın. Bu küçük şeyleri yaptığınızı görmek sizi yürümeye motive eder ve bu hareketlilikten gelen enerji birikimi daha büyük şeyler yapmanızı sağlar. Asıl hedefe kilitlenince, onun dışında yapabildiğiniz şeyleri küçük olduğu için ya farketmez ya da yapılması gerek diye kendinizi takdir etmezsiniz. Bunun neticesinde, hiç birşeyi başaramıyor hissi oluşur ve bu his motivasyonu eksiltir, motivasyon eksildikçe de yapmak istediklerinizden gitgide uzaklaşırsınız. Bir noktada, olduğunuz halle, olmak istediğiniz hal arasında çıldırtan bir mesafe oluşur. Artık düşman cephesine bir de ümitsizlik katılır, insanın kendine karşı ümitsizliği.
Bu safhaya gelmemek için, yaptığınız küçük şeyleri küçümsemeyin.
Geldiyseniz de, başkasına gösterdiğiniz şefkati kendinizden esirgemeyin. Başarısızlıklar karşısında, ‘ben başarısızım’ diye kendinize uyumsuz etiketler yapıştırmak yerine, ‘bu sefer başaramadım’ demeyi deneyin.
POZİTİF TELKİN
Negatif tecrübelerin ve duyguların yapışkan bir tarafı vardır. Bu yüzden, olumsuz duygularınızda asılı kalır, başınıza gelen olumsuz tecrübelerinizi zihninizde tekrar tekrar oynatırsınız. Bu durum, hayatınızda hiç birşeyin yolunda gitmediği ve hiç bir zaman da gitmeyeceği uyumsuz düşüncesine sebep olur. Zihninizi, pozitif tarafları düşünmeye biraz zorlamalısınız. Bunu pozitif olumlama yöntemiyle yapabilirsiniz. Örneğin; tekrar dirilmek için kendinize karşı mevcut olumsuz taraflarınızla değil, olmak istediğiniz ideal insanın sıfatlarıyla seslenin.
Bu, kedinin aynada kendini aslan görmesi gibi değildir. Kedi için aslan olmak, imkânsızı tahayyül olan sahte umut sendromudur. Hâlbuki siz mümküne uzaksınız. Uzakları yakın eden ise yakîndir. Bir gün ideal insan olmaya hiç şüphesiz, tereddütsüz inanmalısınız.
Biz beynimize ilham verici bir fikir, düşünce yolladığımızda, o da bedene enerji yollar. Bu durum aslında davranışlarımızın biyolojik temellerine güzel bir örnektir.
Bu anlamda geleceğimizle ilgili belirsizliklerle mücadele etmede beynimizi ve duygularımızı sürekli beslememiz gerektiği aşikãrdır. Malesef çoğunlukla sonuçlarla daha çok ilgileniriz. Oysa sonuçlara anlam kazandıran süreçlerdir. Hem sonuçlar elimizde bile değil. Elimizde olan yalnızca süreçtir. Hem sürece yoğunlaşmak görevimiz. Süreçsiz hiçbir şey olmaz. Allah Kur’an’ın birçok yerinde sabrı tavsiye eder. Sabrın üzerinde durulmasının sebebi sürece uymaktır. Allah bile bize ders vermesi noktasında bir şeye “ol!” demekle hemen olmaz. “Kün” den sonra gelen “feyekün”ün “fe”sinden bu anlaşılması gerekir. Bundan da süreç konusunun bazı şeylerin oluşmasında insan için ne kadar önemli olduğunu anlamada zorlanmayız. Bütün bunlara rağmen Kur’an’ın “çok aceleci ve çok sabırsızdır” şeklindeki ifadeleri insanın süreç konusunda ne denli ihmalkâr davrandığı açıktır. Onun sürece uymadaki sabırsızlığı kaybedişlerinin en büyük sebebidir.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
Hayırlı günler. Esim ve ben Türkiye’de öğretmendik. Almanya’ya geldiğimizden beri kendimizi kişisel konuşmalarımızda bile çok özgüvensiz hissediyoruz. Dil bilmemek ve her isimizde birisine ihtiyacımız olması da bu durumu daha çok tetikliyor tabiki. Sanki konuştuğumuz herkes her konuda bizden çok şey biliyormuş gibi bir çekingenlik çöktü üzerimize. Tevazuun sınırını ayarlayamadığımızı düşünüyorum.
CEVAP:
Koşmak İçin Önce Emeklemek Gerekir...
Kâinatın halifesidir insan. Bütün zerrelerin hareket ettiği yerde koşmalı, koşamıyorsa yürümeli, yürüyemiyorsa kımıldamalı ama asla durağanlığa teslim olmamalı.
Nisyana mahkûm olmayan insan, rahatlıktan mutlu olmaz, tembellikten zevk almaz ve rehavete müştak bir hayat yaşamaz. Çünkü bilir ki, ‘umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası meylürrahat geliyor’. Bediüzzaman’a ait bu ifadede rahat meylinin bütün problemlerin kaynağı gösterilmesi, problemin ciddiyetini ifade babında çok mühim. Düşmanı hafife almak mağlubiyet sebebidir. Tembellik ancak ciddi bir hastalık görülürse aşılır. Yoksa insan alıştıkça alışır. Uyudukça uyumaya, oturdukça oturmaya, durdukça durmaya… Tekrar yola revan olmak istediği zaman yol da yorgunluğu da gözünde büyür. Yeniden başlama zorluğu imtihanı çalar bu kez kapısını. Kimi zaman enerjisi olmadığı için başlayamaz, kimi zamam ertelediği için başlayamaz. Ertledikçe erteler ve hayatın akışını durduran bu ertelemeler bir müddet sonra hayatını kangren eder.
İSTİYORUM AMA ENERJİM YOK
Birşeyler yapmak istiyorsunuz ama enerjiniz yoksa enerjinizin yeteceği küçük şeyler yapın. Bu küçük şeyleri yaptığınızı görmek sizi yürümeye motive eder ve bu hareketlilikten gelen enerji birikimi daha büyük şeyler yapmanızı sağlar. Asıl hedefe kilitlenince, onun dışında yapabildiğiniz şeyleri küçük olduğu için ya farketmez ya da yapılması gerek diye kendinizi takdir etmezsiniz. Bunun neticesinde, hiç birşeyi başaramıyor hissi oluşur ve bu his motivasyonu eksiltir, motivasyon eksildikçe de yapmak istediklerinizden gitgide uzaklaşırsınız. Bir noktada, olduğunuz halle, olmak istediğiniz hal arasında çıldırtan bir mesafe oluşur. Artık düşman cephesine bir de ümitsizlik katılır, insanın kendine karşı ümitsizliği.
Bu safhaya gelmemek için, yaptığınız küçük şeyleri küçümsemeyin.
Geldiyseniz de, başkasına gösterdiğiniz şefkati kendinizden esirgemeyin. Başarısızlıklar karşısında, ‘ben başarısızım’ diye kendinize uyumsuz etiketler yapıştırmak yerine, ‘bu sefer başaramadım’ demeyi deneyin.
POZİTİF TELKİN
Negatif tecrübelerin ve duyguların yapışkan bir tarafı vardır. Bu yüzden, olumsuz duygularınızda asılı kalır, başınıza gelen olumsuz tecrübelerinizi zihninizde tekrar tekrar oynatırsınız. Bu durum, hayatınızda hiç birşeyin yolunda gitmediği ve hiç bir zaman da gitmeyeceği uyumsuz düşüncesine sebep olur. Zihninizi, pozitif tarafları düşünmeye biraz zorlamalısınız. Bunu pozitif olumlama yöntemiyle yapabilirsiniz. Örneğin; tekrar dirilmek için kendinize karşı mevcut olumsuz taraflarınızla değil, olmak istediğiniz ideal insanın sıfatlarıyla seslenin.
Bu, kedinin aynada kendini aslan görmesi gibi değildir. Kedi için aslan olmak, imkânsızı tahayyül olan sahte umut sendromudur. Hâlbuki siz mümküne uzaksınız. Uzakları yakın eden ise yakîndir. Bir gün ideal insan olmaya hiç şüphesiz, tereddütsüz inanmalısınız.
Biz beynimize ilham verici bir fikir, düşünce yolladığımızda, o da bedene enerji yollar. Bu durum aslında davranışlarımızın biyolojik temellerine güzel bir örnektir.
Bu anlamda geleceğimizle ilgili belirsizliklerle mücadele etmede beynimizi ve duygularımızı sürekli beslememiz gerektiği aşikãrdır. Malesef çoğunlukla sonuçlarla daha çok ilgileniriz. Oysa sonuçlara anlam kazandıran süreçlerdir. Hem sonuçlar elimizde bile değil. Elimizde olan yalnızca süreçtir. Hem sürece yoğunlaşmak görevimiz. Süreçsiz hiçbir şey olmaz. Allah Kur’an’ın birçok yerinde sabrı tavsiye eder. Sabrın üzerinde durulmasının sebebi sürece uymaktır. Allah bile bize ders vermesi noktasında bir şeye “ol!” demekle hemen olmaz. “Kün” den sonra gelen “feyekün”ün “fe”sinden bu anlaşılması gerekir. Bundan da süreç konusunun bazı şeylerin oluşmasında insan için ne kadar önemli olduğunu anlamada zorlanmayız. Bütün bunlara rağmen Kur’an’ın “çok aceleci ve çok sabırsızdır” şeklindeki ifadeleri insanın süreç konusunda ne denli ihmalkâr davrandığı açıktır. Onun sürece uymadaki sabırsızlığı kaybedişlerinin en büyük sebebidir.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
Çocuklarda Olumsuz Sosyal Davranışlar?
SORU:
Hocam beni 4 yaşında bir oğlum var. Biz Almanya ya geldikten sonra özellikle kamp sürecinde, negatif davranışlar sergilemeye başladı. Kendi akranlarıyla oynarken, ansızın arkadaşlarına vurabiliyor. Biz bunu kaç kere engellemeye çalıştık ama başarılı olamadık. Bunun için yapmalıyız. Teşekkür ederim.
CEVAP:
Olumsuz sosyal davranışlar kavramı ; vurma, itme, karşısındakine bir nesne atma, sözel saldırganlıkta bulunma gibi istenmedik sosyal davranışlar için kullandığımız bir ifadedir.
Çocuklar hangi durumlarda olumsuz sosyal davranışlar gösterirler?
•Duygularını ifade etmede zorlandıklarında
•Kendi isteklerini (olumlu ya da olumsuz) karşısındaki çocuğa kabul ettiremedikleri ya da zorlandıkları zamanlarda
• İstemedikleri bir davranış ile karşılaştıkları zaman ne yapacaklarını bilmediklerinde
•Sosyal öğrenme yoluyla vurma, bağırma gibi davranışları öğrendiklerinde veya öğrendikleri bu farklı davranışı deneyimlenmek istediklerinde
• Anne/ Babası tarafından evde her isteği yerine getirilen çocuklar arkadaşlarından da aynı koşulsuz kabulü görmek isterler ve göremediklerinde
• Aile yaşantısı içerisinde duygularını ifade etmekten çekinen ya da korkan çocuklar da bastırdığı bu olumsuz ve onu yoran duygularını başka sosyal ortamlarda göstererek geçici bir rahatlama duygusu yasamak amacıyla
.. gibi nedenlerden ötürü istenmedik olumsuz sosyal davranışları gösterebilirler.
Çözüm adına neler yapılabilir?
• Öncelikle yukarıdaki maddeleri okuyup çocuğunuzun hangi duyguyu yaşıyor olabileceğini bulmaya çalışın
•Ne yapmaması gerektiğini değil ne yapması gerektiğini öğretin
• Sakın arkadaşına vurma! Vurduğunu görürsem ceza veririm, bir daha seni parka götürmem, sen çok kötü bir çocuksun, şimdi o çocuğun annesi gelip seni dövecek, bak insanlar sana ne kadar da kötü bakıyor gibi çocuğu sosyal ortamlara karşı kaygı ve korku oluşturabilecek ve kendisini güvensiz hissettirebilecek söylemlerden kaçının.
•Oyun esnasında çocuğunuzu dikkatlice gözlemleyin ve onun hangi durumlarda karşılaştığında çaresiz kaldığını, öfkelendiğini ve vurma davranışını gösterdiğini tespit edin.
Tespit ettiğiniz durum karşısında onunla olayı evde oyun şeklinde canlandırarak doğru baş etme davranışını kendisinin keşfetmesine yardımcı olun.
• 4 yaş çocuğu içerisinde bulunduğu gelişimsel dönemden ötürü ‘ben merkezci’ dir ve kendisini ifade etme ihtiyacı üst düzeydedir. Bu nedenle yaşadığınız ülkenin dilinde olmak üzere bazı cümleleri konuşmayı öğrenmesinde yardımcı olun.
-oynamak istiyorum
-evet
-hayır
-yapma
-istemiyorum
-ismim....
-senin ismin ne?
gibi cümleleri öğrenmesi oyun içerisinde onu daha aktif yapacaktır.
•Duygularını yüz ifadesi olarak göstermesini öğretin. Duyguların yüz ifadesi evrensel olduğu için dili öğrenene kadar kullanabileceği etkili bir iletişim yöntemi olacaktır.
•Sosyal ortamlarda göstermiş olduğu olumlu davranışlarını taktir ederek pekişmesini sağlayın.
•Sabırlı olun ve lütfen aşırı tepkilerden kaçının. Unutmayın ki, 4 yaşındaki bir çocuğun ruhsal olarak sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için olumlu ve olumsuz sosyal davranışlarla karşılaşması, farkındalık oluşturabilmesi ve doğru davranışı seçebilmesi gerekmektedir.
•Değerler eğitimi, karakter eğitimi amaçları için hazırlanmış olan hikâye ve masalları muhakkak okumaya ve birlikte kitaptaki olaylar hakkında konuşmaya özen gösterin.
Uzm. Aile Danışmanı
Pınar KAYMAK
Hocam beni 4 yaşında bir oğlum var. Biz Almanya ya geldikten sonra özellikle kamp sürecinde, negatif davranışlar sergilemeye başladı. Kendi akranlarıyla oynarken, ansızın arkadaşlarına vurabiliyor. Biz bunu kaç kere engellemeye çalıştık ama başarılı olamadık. Bunun için yapmalıyız. Teşekkür ederim.
CEVAP:
Olumsuz sosyal davranışlar kavramı ; vurma, itme, karşısındakine bir nesne atma, sözel saldırganlıkta bulunma gibi istenmedik sosyal davranışlar için kullandığımız bir ifadedir.
Çocuklar hangi durumlarda olumsuz sosyal davranışlar gösterirler?
•Duygularını ifade etmede zorlandıklarında
•Kendi isteklerini (olumlu ya da olumsuz) karşısındaki çocuğa kabul ettiremedikleri ya da zorlandıkları zamanlarda
• İstemedikleri bir davranış ile karşılaştıkları zaman ne yapacaklarını bilmediklerinde
•Sosyal öğrenme yoluyla vurma, bağırma gibi davranışları öğrendiklerinde veya öğrendikleri bu farklı davranışı deneyimlenmek istediklerinde
• Anne/ Babası tarafından evde her isteği yerine getirilen çocuklar arkadaşlarından da aynı koşulsuz kabulü görmek isterler ve göremediklerinde
• Aile yaşantısı içerisinde duygularını ifade etmekten çekinen ya da korkan çocuklar da bastırdığı bu olumsuz ve onu yoran duygularını başka sosyal ortamlarda göstererek geçici bir rahatlama duygusu yasamak amacıyla
.. gibi nedenlerden ötürü istenmedik olumsuz sosyal davranışları gösterebilirler.
Çözüm adına neler yapılabilir?
• Öncelikle yukarıdaki maddeleri okuyup çocuğunuzun hangi duyguyu yaşıyor olabileceğini bulmaya çalışın
•Ne yapmaması gerektiğini değil ne yapması gerektiğini öğretin
• Sakın arkadaşına vurma! Vurduğunu görürsem ceza veririm, bir daha seni parka götürmem, sen çok kötü bir çocuksun, şimdi o çocuğun annesi gelip seni dövecek, bak insanlar sana ne kadar da kötü bakıyor gibi çocuğu sosyal ortamlara karşı kaygı ve korku oluşturabilecek ve kendisini güvensiz hissettirebilecek söylemlerden kaçının.
•Oyun esnasında çocuğunuzu dikkatlice gözlemleyin ve onun hangi durumlarda karşılaştığında çaresiz kaldığını, öfkelendiğini ve vurma davranışını gösterdiğini tespit edin.
Tespit ettiğiniz durum karşısında onunla olayı evde oyun şeklinde canlandırarak doğru baş etme davranışını kendisinin keşfetmesine yardımcı olun.
• 4 yaş çocuğu içerisinde bulunduğu gelişimsel dönemden ötürü ‘ben merkezci’ dir ve kendisini ifade etme ihtiyacı üst düzeydedir. Bu nedenle yaşadığınız ülkenin dilinde olmak üzere bazı cümleleri konuşmayı öğrenmesinde yardımcı olun.
-oynamak istiyorum
-evet
-hayır
-yapma
-istemiyorum
-ismim....
-senin ismin ne?
gibi cümleleri öğrenmesi oyun içerisinde onu daha aktif yapacaktır.
•Duygularını yüz ifadesi olarak göstermesini öğretin. Duyguların yüz ifadesi evrensel olduğu için dili öğrenene kadar kullanabileceği etkili bir iletişim yöntemi olacaktır.
•Sosyal ortamlarda göstermiş olduğu olumlu davranışlarını taktir ederek pekişmesini sağlayın.
•Sabırlı olun ve lütfen aşırı tepkilerden kaçının. Unutmayın ki, 4 yaşındaki bir çocuğun ruhsal olarak sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için olumlu ve olumsuz sosyal davranışlarla karşılaşması, farkındalık oluşturabilmesi ve doğru davranışı seçebilmesi gerekmektedir.
•Değerler eğitimi, karakter eğitimi amaçları için hazırlanmış olan hikâye ve masalları muhakkak okumaya ve birlikte kitaptaki olaylar hakkında konuşmaya özen gösterin.
Uzm. Aile Danışmanı
Pınar KAYMAK
Stresin İnsan Bedenine Etkileri ve Öfke
SORU
Nasıl anlatsam bilemiyorum ilk defa bir uzmanla konuşuyorum kusura bakmayın. Stresli ve sinirli bir insanım, bazı günler çok gergin oluyorum hiç bir sebep yokken, bir tane oğlum var gergin olduğum zamanlar çocuğun yaptığı her şey gözüme batıyor. İnsanlara güvenemiyorum biriyle arkadaş olmaya çalışıyorum en ufak bir hatasında görüşmek istemiyorum ilişkiyi kesiyorum.
CEVAP:
Bireyin herhangi bir uyarana verdiği anlam o uyarının stresör/stres kaynağı olup olmadığını kararlaştıracaktır.
Geçici kısa süreli stresle uzun süreli tekrarlayan stresin bedendeki tesirleri farklı olmaktadır. Bir durum beyin tarafından alınır ve tehlike olarak değerlendirilirse stres reaksiyonu başlar. Beyinde kortizol ve betaendorfin hormonları böbreküstü bezinden adrenalin maddesi salgılanır. Bu salgılar kısa ve geçici durumlarda dokuları koruyucu, uzun salgılamalarda ise hastalık yapıcıdırlar. (hipertansiyon, ülser...)
Son yapılan araştırmalar tolere edilemeyen stresin vücutta savunma sistemini zayıflattığı, savunma sisteminin zayıflaması gizli ve bastırılmış önemli hastalıkların ortaya çıkmasına sebebiyet verdiği görüşünü doğrular niteliktedir.
ABD Morrishtown Stres Tanı ve Tedavi Merkezi müdürü Dr. William Rosenblatt, yapılan uzun araştırmaların sonuçlarını şöyle özetlemektedir: Evli insanlar bekârlardan, dengeli beslenenler beslenme bozukluğu olanlardan, içki ve sigara kullanmayanlar tiryaki ve alkoliklerden, spor yapanlar hantal insanlardan, sağlam dinî inanca sahip olanlar inançsızlardan daha az strese maruz kalmaktadırlar.
Burda yine temel koruyucu hekimler dediğimiz kavramlar ön plandadır. Düzenli yaşam, uyku, beslenme, egzersiz ve maneviyat... Pek çok psikolojik ve bedensel rahatsızlığı engelleyen veya ortaya çıkmış rahatsızlıkların çözümünde olmazsa olmazlar.
Öfkeyi kontrol etmenin amacı, insanın bu duygusunu saldırgan davranışlara dönüştürmeden, kendisine ve çevresine zarar vermeden doğru olarak ifade etme becerisini kazanabilmesidir. Peki, bu kontrolü sağlamak kolay mıdır? Yetersizlik, acizlik, kıskançlık, korku, endişe, yalnızlık, itilmişlik ve de anlaşılamamak öfkeyi ortaya çıkaran duygulardır. Öfkenin kaynağı olan bu duyguları paylaşabildiğiniz, anlayabildiğiniz ve doyurabildiğinizde aktarımı da daha olumlu olacaktır.
Amacınız öfkeyi tamamen yok etmek değil, öfkenin aktarımında çevrenize zarar vermesini önlemektir. Öfke, doğal ve geçici bir duygudur, her insan yaşar. Önemli olan sinirinizin ve öfkenizin saldırgan davranışlara ve kine dönüşmemesidir.
HAKLIYKEN HAKSIZ DURUMA DÜŞEBİLİRSİNİZ
Öfkenizi kontrol edemezseniz, haklı olduğunuz durumda bile haksız duruma düşebilirsiniz. Sinirinizi doğru bir şekilde ifade edememeniz, geri dönülmesi imkansız durumlara ve pişmanlıklar yaşamanıza sebep olabilir. Öfkenizi sağlıklı bir biçimde aktarabilmek için önce kendinizi tanımanız ve isteklerinizi bilebilmeniz gerekir. Duygularınızı açıkça ifade edebiliyor ve sorumluluklarınızı biliyorsanız, olumsuz duygularınızı da karşı tarafa sağlıklı bir biçimde aktarabiliyorsunuz demektir.
7 Maddede Öfkeyi Kontrol Etmenin Yolları
• Öfkenin sağlıklı bir şekilde ifade edilebilmesi için öncelikle bazı farkındalıkları kazanmanız gerekir. Ne istediğini bilen, duygularını tanıyan ve düşüncelerini tespit eden insan, hislerini de doğru bir şekilde ifade eder.
• Öfkeli olan insan, olayları istemeden abartılı ve çarpıtılmış olarak algılar. Öfkenin hangi düşünceyle arttığını ve azaldığını gözden geçirin.
• Olumsuzluk ifade eden ve öfke uyandıran "Asla" ya da "Her zaman" gibi sözcükleri zihninizde yakalamaya çalışın. Bu sözcüklerle başlayan cümleler kurmak, öfkelendiğinizde haklı olduğunuzu düşünmenize yol açar. Durumla ilgili yargıyı koyduğunuz için de problemin çözümüne katkıda bulunmaz.
•Öfkeli insanlar genellikle düşünmeden yargılama ve bu yargıları yönünde davranma eğilimindedirler. Öfkeli olduğunuzda önce yavaşlayın, gösterdiğiniz tepkileri gözden geçirin, aklınıza gelen ilk şeyi söylemeyin, asıl söylemek istediğiniz şeyi düşünün, karşınızdaki kişinin söylemeye çalıştıklarını dinlemeye ve anlamaya çalışın, hemen cevap vermeyin.
• Öfkenizin altında yatan gerçek düşünceyi bulmaya çalışın. O ortamdan bir süre uzaklaşıp, sakinleşmeye çalışın. Kendinizin ve karşınızdakinin öfkesinin kontrolden çıkmasına izin vermeyin.
• Derin nefes alıp verme egzersizleri yapıp, sakinleştirici durumlar hayal etmeye çalışın. Bu sıra da kendinize "Sakin ol!" ya da "Gevşe!" diyerek telkinlerde bulunun. Unutulmamalıdır ki, öfke duygusunu yok edemeyiz, mutlaka öfkelenmenize sebep olacak olaylar yaşanacaktır. Yaşamda her zaman için engellerle, kayıplarla ve istemediğiniz durumlarla karşılaşma olasılığınız vardır. Bunu değiştirmek imkansız. Olaylara bakış açınızı değiştirmek sizin elinizdedir. Bakış açınızın değişmesi, olayların sizde oluşturduğu öfke duygusunu taşınabilir boyuta indirgemenize ve doğru biçimde ifade etmenize yardımcı olacaktır.
• Öfke kontrolünü öğrenmek bu konuda sorun yaşayan herkes için başlı başına bir mücadeledir. Eğer tüm çabalarınıza rağmen öfkeniz sonradan pişman olacağınız ya da çevrenizdeki kişilerin kırılmasına yol açan davranışlara neden oluyorsa bu konuda uzman bir psikologdan destek almalısınız.
Peygamber Efendimiz, Cenabı Hakk'a sığınmayı öfkenin ilâcı olarak tavsiye etmiş, insanın kendi kendine telkinle ulaşacağı irade sağlamlığının onu öfkelenmekten kurtaracağına işaret etmiştir. Yine Peygamberimiz öfkeyi güç ve kuvvetin değil zayıflığın ve aczin alâmeti olarak görmüştür. Öfke nefse hâkim olamamanın işaretidir. Müslüman, işlerini öfke ile değil; teennî, sabır ve yumuşaklıkla halletmelidir.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
Nasıl anlatsam bilemiyorum ilk defa bir uzmanla konuşuyorum kusura bakmayın. Stresli ve sinirli bir insanım, bazı günler çok gergin oluyorum hiç bir sebep yokken, bir tane oğlum var gergin olduğum zamanlar çocuğun yaptığı her şey gözüme batıyor. İnsanlara güvenemiyorum biriyle arkadaş olmaya çalışıyorum en ufak bir hatasında görüşmek istemiyorum ilişkiyi kesiyorum.
CEVAP:
Bireyin herhangi bir uyarana verdiği anlam o uyarının stresör/stres kaynağı olup olmadığını kararlaştıracaktır.
Geçici kısa süreli stresle uzun süreli tekrarlayan stresin bedendeki tesirleri farklı olmaktadır. Bir durum beyin tarafından alınır ve tehlike olarak değerlendirilirse stres reaksiyonu başlar. Beyinde kortizol ve betaendorfin hormonları böbreküstü bezinden adrenalin maddesi salgılanır. Bu salgılar kısa ve geçici durumlarda dokuları koruyucu, uzun salgılamalarda ise hastalık yapıcıdırlar. (hipertansiyon, ülser...)
Son yapılan araştırmalar tolere edilemeyen stresin vücutta savunma sistemini zayıflattığı, savunma sisteminin zayıflaması gizli ve bastırılmış önemli hastalıkların ortaya çıkmasına sebebiyet verdiği görüşünü doğrular niteliktedir.
ABD Morrishtown Stres Tanı ve Tedavi Merkezi müdürü Dr. William Rosenblatt, yapılan uzun araştırmaların sonuçlarını şöyle özetlemektedir: Evli insanlar bekârlardan, dengeli beslenenler beslenme bozukluğu olanlardan, içki ve sigara kullanmayanlar tiryaki ve alkoliklerden, spor yapanlar hantal insanlardan, sağlam dinî inanca sahip olanlar inançsızlardan daha az strese maruz kalmaktadırlar.
Burda yine temel koruyucu hekimler dediğimiz kavramlar ön plandadır. Düzenli yaşam, uyku, beslenme, egzersiz ve maneviyat... Pek çok psikolojik ve bedensel rahatsızlığı engelleyen veya ortaya çıkmış rahatsızlıkların çözümünde olmazsa olmazlar.
Öfkeyi kontrol etmenin amacı, insanın bu duygusunu saldırgan davranışlara dönüştürmeden, kendisine ve çevresine zarar vermeden doğru olarak ifade etme becerisini kazanabilmesidir. Peki, bu kontrolü sağlamak kolay mıdır? Yetersizlik, acizlik, kıskançlık, korku, endişe, yalnızlık, itilmişlik ve de anlaşılamamak öfkeyi ortaya çıkaran duygulardır. Öfkenin kaynağı olan bu duyguları paylaşabildiğiniz, anlayabildiğiniz ve doyurabildiğinizde aktarımı da daha olumlu olacaktır.
Amacınız öfkeyi tamamen yok etmek değil, öfkenin aktarımında çevrenize zarar vermesini önlemektir. Öfke, doğal ve geçici bir duygudur, her insan yaşar. Önemli olan sinirinizin ve öfkenizin saldırgan davranışlara ve kine dönüşmemesidir.
HAKLIYKEN HAKSIZ DURUMA DÜŞEBİLİRSİNİZ
Öfkenizi kontrol edemezseniz, haklı olduğunuz durumda bile haksız duruma düşebilirsiniz. Sinirinizi doğru bir şekilde ifade edememeniz, geri dönülmesi imkansız durumlara ve pişmanlıklar yaşamanıza sebep olabilir. Öfkenizi sağlıklı bir biçimde aktarabilmek için önce kendinizi tanımanız ve isteklerinizi bilebilmeniz gerekir. Duygularınızı açıkça ifade edebiliyor ve sorumluluklarınızı biliyorsanız, olumsuz duygularınızı da karşı tarafa sağlıklı bir biçimde aktarabiliyorsunuz demektir.
7 Maddede Öfkeyi Kontrol Etmenin Yolları
• Öfkenin sağlıklı bir şekilde ifade edilebilmesi için öncelikle bazı farkındalıkları kazanmanız gerekir. Ne istediğini bilen, duygularını tanıyan ve düşüncelerini tespit eden insan, hislerini de doğru bir şekilde ifade eder.
• Öfkeli olan insan, olayları istemeden abartılı ve çarpıtılmış olarak algılar. Öfkenin hangi düşünceyle arttığını ve azaldığını gözden geçirin.
• Olumsuzluk ifade eden ve öfke uyandıran "Asla" ya da "Her zaman" gibi sözcükleri zihninizde yakalamaya çalışın. Bu sözcüklerle başlayan cümleler kurmak, öfkelendiğinizde haklı olduğunuzu düşünmenize yol açar. Durumla ilgili yargıyı koyduğunuz için de problemin çözümüne katkıda bulunmaz.
•Öfkeli insanlar genellikle düşünmeden yargılama ve bu yargıları yönünde davranma eğilimindedirler. Öfkeli olduğunuzda önce yavaşlayın, gösterdiğiniz tepkileri gözden geçirin, aklınıza gelen ilk şeyi söylemeyin, asıl söylemek istediğiniz şeyi düşünün, karşınızdaki kişinin söylemeye çalıştıklarını dinlemeye ve anlamaya çalışın, hemen cevap vermeyin.
• Öfkenizin altında yatan gerçek düşünceyi bulmaya çalışın. O ortamdan bir süre uzaklaşıp, sakinleşmeye çalışın. Kendinizin ve karşınızdakinin öfkesinin kontrolden çıkmasına izin vermeyin.
• Derin nefes alıp verme egzersizleri yapıp, sakinleştirici durumlar hayal etmeye çalışın. Bu sıra da kendinize "Sakin ol!" ya da "Gevşe!" diyerek telkinlerde bulunun. Unutulmamalıdır ki, öfke duygusunu yok edemeyiz, mutlaka öfkelenmenize sebep olacak olaylar yaşanacaktır. Yaşamda her zaman için engellerle, kayıplarla ve istemediğiniz durumlarla karşılaşma olasılığınız vardır. Bunu değiştirmek imkansız. Olaylara bakış açınızı değiştirmek sizin elinizdedir. Bakış açınızın değişmesi, olayların sizde oluşturduğu öfke duygusunu taşınabilir boyuta indirgemenize ve doğru biçimde ifade etmenize yardımcı olacaktır.
• Öfke kontrolünü öğrenmek bu konuda sorun yaşayan herkes için başlı başına bir mücadeledir. Eğer tüm çabalarınıza rağmen öfkeniz sonradan pişman olacağınız ya da çevrenizdeki kişilerin kırılmasına yol açan davranışlara neden oluyorsa bu konuda uzman bir psikologdan destek almalısınız.
Peygamber Efendimiz, Cenabı Hakk'a sığınmayı öfkenin ilâcı olarak tavsiye etmiş, insanın kendi kendine telkinle ulaşacağı irade sağlamlığının onu öfkelenmekten kurtaracağına işaret etmiştir. Yine Peygamberimiz öfkeyi güç ve kuvvetin değil zayıflığın ve aczin alâmeti olarak görmüştür. Öfke nefse hâkim olamamanın işaretidir. Müslüman, işlerini öfke ile değil; teennî, sabır ve yumuşaklıkla halletmelidir.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
23 Nisan 2019 Salı
Gergin Olduğum Zamanlar Çocuğun Yaptığı Her Şey Gözüme Batıyor.
SORU
Nasıl anlatsam bilemiyorum ilk defa bir uzmanla konuşuyorum kusura bakmayın. Stresli ve sinirli bir insanım, bazı günler çok gergin oluyorum hiç bir sebep yokken, bir tane oğlum var gergin olduğum zamanlar çocuğun yaptığı her şey gözüme batıyor. İnsanlara güvenemiyorum biriyle arkadaş olmaya çalışıyorum en ufak bir hatasında görüşmek istemiyorum ilişkiyi kesiyorum.
CEVAP:
Bireyin herhangi bir uyarana verdiği anlam o uyarının stresör/stres kaynağı olup olmadığını kararlaştıracaktır.
Geçici kısa süreli stresle uzun süreli tekrarlayan stresin bedendeki tesirleri farklı olmaktadır. Bir durum beyin tarafından alınır ve tehlike olarak değerlendirilirse stres reaksiyonu başlar. Beyinde kortizol ve betaendorfin hormonları böbreküstü bezinden adrenalin maddesi salgılanır. Bu salgılar kısa ve geçici durumlarda dokuları koruyucu, uzun salgılamalarda ise hastalık yapıcıdırlar. (hipertansiyon, ülser...)
Son yapılan araştırmalar tolere edilemeyen stresin vücutta savunma sistemini zayıflattığı, savunma sisteminin zayıflaması gizli ve bastırılmış önemli hastalıkların ortaya çıkmasına sebebiyet verdiği görüşünü doğrular niteliktedir.
ABD Morrishtown Stres Tanı ve Tedavi Merkezi müdürü Dr. William Rosenblatt, yapılan uzun araştırmaların sonuçlarını şöyle özetlemektedir: Evli insanlar bekârlardan, dengeli beslenenler beslenme bozukluğu olanlardan, içki ve sigara kullanmayanlar tiryaki ve alkoliklerden, spor yapanlar hantal insanlardan, sağlam dinî inanca sahip olanlar inançsızlardan daha az strese maruz kalmaktadırlar.
Burda yine temel koruyucu hekimler dediğimiz kavramlar ön plandadır. Düzenli yaşam, uyku, beslenme, egzersiz ve maneviyat... Pek çok psikolojik ve bedensel rahatsızlığı engelleyen veya ortaya çıkmış rahatsızlıkların çözümünde olmazsa olmazlar.
Öfkeyi kontrol etmenin amacı, insanın bu duygusunu saldırgan davranışlara dönüştürmeden, kendisine ve çevresine zarar vermeden doğru olarak ifade etme becerisini kazanabilmesidir. Peki, bu kontrolü sağlamak kolay mıdır? Yetersizlik, acizlik, kıskançlık, korku, endişe, yalnızlık, itilmişlik ve de anlaşılamamak öfkeyi ortaya çıkaran duygulardır. Öfkenin kaynağı olan bu duyguları paylaşabildiğiniz, anlayabildiğiniz ve doyurabildiğinizde aktarımı da daha olumlu olacaktır.
Amacınız öfkeyi tamamen yok etmek değil, öfkenin aktarımında çevrenize zarar vermesini önlemektir. Öfke, doğal ve geçici bir duygudur, her insan yaşar. Önemli olan sinirinizin ve öfkenizin saldırgan davranışlara ve kine dönüşmemesidir.
HAKLIYKEN HAKSIZ DURUMA DÜŞEBİLİRSİNİZ
Öfkenizi kontrol edemezseniz, haklı olduğunuz durumda bile haksız duruma düşebilirsiniz. Sinirinizi doğru bir şekilde ifade edememeniz, geri dönülmesi imkansız durumlara ve pişmanlıklar yaşamanıza sebep olabilir. Öfkenizi sağlıklı bir biçimde aktarabilmek için önce kendinizi tanımanız ve isteklerinizi bilebilmeniz gerekir. Duygularınızı açıkça ifade edebiliyor ve sorumluluklarınızı biliyorsanız, olumsuz duygularınızı da karşı tarafa sağlıklı bir biçimde aktarabiliyorsunuz demektir.
7 Maddede Öfkeyi Kontrol Etmenin Yolları
• Öfkenin sağlıklı bir şekilde ifade edilebilmesi için öncelikle bazı farkındalıkları kazanmanız gerekir. Ne istediğini bilen, duygularını tanıyan ve düşüncelerini tespit eden insan, hislerini de doğru bir şekilde ifade eder.
• Öfkeli olan insan, olayları istemeden abartılı ve çarpıtılmış olarak algılar. Öfkenin hangi düşünceyle arttığını ve azaldığını gözden geçirin.
• Olumsuzluk ifade eden ve öfke uyandıran "Asla" ya da "Her zaman" gibi sözcükleri zihninizde yakalamaya çalışın. Bu sözcüklerle başlayan cümleler kurmak, öfkelendiğinizde haklı olduğunuzu düşünmenize yol açar. Durumla ilgili yargıyı koyduğunuz için de problemin çözümüne katkıda bulunmaz.
•Öfkeli insanlar genellikle düşünmeden yargılama ve bu yargıları yönünde davranma eğilimindedirler. Öfkeli olduğunuzda önce yavaşlayın, gösterdiğiniz tepkileri gözden geçirin, aklınıza gelen ilk şeyi söylemeyin, asıl söylemek istediğiniz şeyi düşünün, karşınızdaki kişinin söylemeye çalıştıklarını dinlemeye ve anlamaya çalışın, hemen cevap vermeyin.
• Öfkenizin altında yatan gerçek düşünceyi bulmaya çalışın. O ortamdan bir süre uzaklaşıp, sakinleşmeye çalışın. Kendinizin ve karşınızdakinin öfkesinin kontrolden çıkmasına izin vermeyin.
• Derin nefes alıp verme egzersizleri yapıp, sakinleştirici durumlar hayal etmeye çalışın. Bu sıra da kendinize "Sakin ol!" ya da "Gevşe!" diyerek telkinlerde bulunun. Unutulmamalıdır ki, öfke duygusunu yok edemeyiz, mutlaka öfkelenmenize sebep olacak olaylar yaşanacaktır. Yaşamda her zaman için engellerle, kayıplarla ve istemediğiniz durumlarla karşılaşma olasılığınız vardır. Bunu değiştirmek imkansız. Olaylara bakış açınızı değiştirmek sizin elinizdedir. Bakış açınızın değişmesi, olayların sizde oluşturduğu öfke duygusunu taşınabilir boyuta indirgemenize ve doğru biçimde ifade etmenize yardımcı olacaktır.
• Öfke kontrolünü öğrenmek bu konuda sorun yaşayan herkes için başlı başına bir mücadeledir. Eğer tüm çabalarınıza rağmen öfkeniz sonradan pişman olacağınız ya da çevrenizdeki kişilerin kırılmasına yol açan davranışlara neden oluyorsa bu konuda uzman bir psikologdan destek almalısınız.
Peygamber Efendimiz, Cenabı Hakk'a sığınmayı öfkenin ilâcı olarak tavsiye etmiş, insanın kendi kendine telkinle ulaşacağı irade sağlamlığının onu öfkelenmekten kurtaracağına işaret etmiştir. Yine Peygamberimiz öfkeyi güç ve kuvvetin değil zayıflığın ve aczin alâmeti olarak görmüştür. Öfke nefse hâkim olamamanın işaretidir. Müslüman, işlerini öfke ile değil; teennî, sabır ve yumuşaklıkla halletmelidir.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
Nasıl anlatsam bilemiyorum ilk defa bir uzmanla konuşuyorum kusura bakmayın. Stresli ve sinirli bir insanım, bazı günler çok gergin oluyorum hiç bir sebep yokken, bir tane oğlum var gergin olduğum zamanlar çocuğun yaptığı her şey gözüme batıyor. İnsanlara güvenemiyorum biriyle arkadaş olmaya çalışıyorum en ufak bir hatasında görüşmek istemiyorum ilişkiyi kesiyorum.
CEVAP:
Bireyin herhangi bir uyarana verdiği anlam o uyarının stresör/stres kaynağı olup olmadığını kararlaştıracaktır.
Geçici kısa süreli stresle uzun süreli tekrarlayan stresin bedendeki tesirleri farklı olmaktadır. Bir durum beyin tarafından alınır ve tehlike olarak değerlendirilirse stres reaksiyonu başlar. Beyinde kortizol ve betaendorfin hormonları böbreküstü bezinden adrenalin maddesi salgılanır. Bu salgılar kısa ve geçici durumlarda dokuları koruyucu, uzun salgılamalarda ise hastalık yapıcıdırlar. (hipertansiyon, ülser...)
Son yapılan araştırmalar tolere edilemeyen stresin vücutta savunma sistemini zayıflattığı, savunma sisteminin zayıflaması gizli ve bastırılmış önemli hastalıkların ortaya çıkmasına sebebiyet verdiği görüşünü doğrular niteliktedir.
ABD Morrishtown Stres Tanı ve Tedavi Merkezi müdürü Dr. William Rosenblatt, yapılan uzun araştırmaların sonuçlarını şöyle özetlemektedir: Evli insanlar bekârlardan, dengeli beslenenler beslenme bozukluğu olanlardan, içki ve sigara kullanmayanlar tiryaki ve alkoliklerden, spor yapanlar hantal insanlardan, sağlam dinî inanca sahip olanlar inançsızlardan daha az strese maruz kalmaktadırlar.
Burda yine temel koruyucu hekimler dediğimiz kavramlar ön plandadır. Düzenli yaşam, uyku, beslenme, egzersiz ve maneviyat... Pek çok psikolojik ve bedensel rahatsızlığı engelleyen veya ortaya çıkmış rahatsızlıkların çözümünde olmazsa olmazlar.
Öfkeyi kontrol etmenin amacı, insanın bu duygusunu saldırgan davranışlara dönüştürmeden, kendisine ve çevresine zarar vermeden doğru olarak ifade etme becerisini kazanabilmesidir. Peki, bu kontrolü sağlamak kolay mıdır? Yetersizlik, acizlik, kıskançlık, korku, endişe, yalnızlık, itilmişlik ve de anlaşılamamak öfkeyi ortaya çıkaran duygulardır. Öfkenin kaynağı olan bu duyguları paylaşabildiğiniz, anlayabildiğiniz ve doyurabildiğinizde aktarımı da daha olumlu olacaktır.
Amacınız öfkeyi tamamen yok etmek değil, öfkenin aktarımında çevrenize zarar vermesini önlemektir. Öfke, doğal ve geçici bir duygudur, her insan yaşar. Önemli olan sinirinizin ve öfkenizin saldırgan davranışlara ve kine dönüşmemesidir.
HAKLIYKEN HAKSIZ DURUMA DÜŞEBİLİRSİNİZ
Öfkenizi kontrol edemezseniz, haklı olduğunuz durumda bile haksız duruma düşebilirsiniz. Sinirinizi doğru bir şekilde ifade edememeniz, geri dönülmesi imkansız durumlara ve pişmanlıklar yaşamanıza sebep olabilir. Öfkenizi sağlıklı bir biçimde aktarabilmek için önce kendinizi tanımanız ve isteklerinizi bilebilmeniz gerekir. Duygularınızı açıkça ifade edebiliyor ve sorumluluklarınızı biliyorsanız, olumsuz duygularınızı da karşı tarafa sağlıklı bir biçimde aktarabiliyorsunuz demektir.
7 Maddede Öfkeyi Kontrol Etmenin Yolları
• Öfkenin sağlıklı bir şekilde ifade edilebilmesi için öncelikle bazı farkındalıkları kazanmanız gerekir. Ne istediğini bilen, duygularını tanıyan ve düşüncelerini tespit eden insan, hislerini de doğru bir şekilde ifade eder.
• Öfkeli olan insan, olayları istemeden abartılı ve çarpıtılmış olarak algılar. Öfkenin hangi düşünceyle arttığını ve azaldığını gözden geçirin.
• Olumsuzluk ifade eden ve öfke uyandıran "Asla" ya da "Her zaman" gibi sözcükleri zihninizde yakalamaya çalışın. Bu sözcüklerle başlayan cümleler kurmak, öfkelendiğinizde haklı olduğunuzu düşünmenize yol açar. Durumla ilgili yargıyı koyduğunuz için de problemin çözümüne katkıda bulunmaz.
•Öfkeli insanlar genellikle düşünmeden yargılama ve bu yargıları yönünde davranma eğilimindedirler. Öfkeli olduğunuzda önce yavaşlayın, gösterdiğiniz tepkileri gözden geçirin, aklınıza gelen ilk şeyi söylemeyin, asıl söylemek istediğiniz şeyi düşünün, karşınızdaki kişinin söylemeye çalıştıklarını dinlemeye ve anlamaya çalışın, hemen cevap vermeyin.
• Öfkenizin altında yatan gerçek düşünceyi bulmaya çalışın. O ortamdan bir süre uzaklaşıp, sakinleşmeye çalışın. Kendinizin ve karşınızdakinin öfkesinin kontrolden çıkmasına izin vermeyin.
• Derin nefes alıp verme egzersizleri yapıp, sakinleştirici durumlar hayal etmeye çalışın. Bu sıra da kendinize "Sakin ol!" ya da "Gevşe!" diyerek telkinlerde bulunun. Unutulmamalıdır ki, öfke duygusunu yok edemeyiz, mutlaka öfkelenmenize sebep olacak olaylar yaşanacaktır. Yaşamda her zaman için engellerle, kayıplarla ve istemediğiniz durumlarla karşılaşma olasılığınız vardır. Bunu değiştirmek imkansız. Olaylara bakış açınızı değiştirmek sizin elinizdedir. Bakış açınızın değişmesi, olayların sizde oluşturduğu öfke duygusunu taşınabilir boyuta indirgemenize ve doğru biçimde ifade etmenize yardımcı olacaktır.
• Öfke kontrolünü öğrenmek bu konuda sorun yaşayan herkes için başlı başına bir mücadeledir. Eğer tüm çabalarınıza rağmen öfkeniz sonradan pişman olacağınız ya da çevrenizdeki kişilerin kırılmasına yol açan davranışlara neden oluyorsa bu konuda uzman bir psikologdan destek almalısınız.
Peygamber Efendimiz, Cenabı Hakk'a sığınmayı öfkenin ilâcı olarak tavsiye etmiş, insanın kendi kendine telkinle ulaşacağı irade sağlamlığının onu öfkelenmekten kurtaracağına işaret etmiştir. Yine Peygamberimiz öfkeyi güç ve kuvvetin değil zayıflığın ve aczin alâmeti olarak görmüştür. Öfke nefse hâkim olamamanın işaretidir. Müslüman, işlerini öfke ile değil; teennî, sabır ve yumuşaklıkla halletmelidir.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
Farkında Olmadan Dişlerimi Çok Sıkıyorum, Çok Heyecanlanıyorum
SORU
15 Temmuz'dan sonra farkında olmadan kendimi çok sıktığımı özelikle dişlerimi farkında olmadan çok sıkıyorum, bir bakıyorum çenem yorulmuş durumda. Sabahları kalktığımda da bu durum oluyor, ikincisi çok heyecanlanıyorum hemen herkesin yanında bu da benim olmadık yer ve zamanlarda terlememe neden oluyor. Üçüncüsü de abi diyelim yarın bir işim mi var o gece nerdeyse sabaha kadar gözüme uyku girmiyor. Acaba ne tavsiye edersiniz?
CEVAP :
Değerli katılımcımız;
Sorunuzda 3 farklı problemden bahsetmişsiniz. İlk olarak diş sıkma sorununa 2 boyutlu bakılabilir. Öncelikle fiziksel boyutunu ele alacak olursak; ağız veya çene yapısında bir sorun olabileceği gibi diş yapısından kaynaklı bir sorun da olabilir. İkinci olarak psikolojik boyutuna değinmek gerekirse, bu sorun genellikle stres, öfke, kıskançlık gibi duyguların bedene vurumu olabilir. Ruhsal sorunlar bedene de yansıyabilir. Diş sıkma ise sık rastlanan bir durumdur. Çözüm adına öncelikle bir diş hekimine görünmek önemlidir. Çene yapısına göre gece kullanılmak üzere verilen aparatlar düzenli şekilde kullanıldığı takdirde bir süre bilinçdışı bu duruma alışacak ve uyurken diş sıkma sorunu ortadan kalkacaktır. Bu çözüm aslında bir bakıma davranışçı terapi uygulayan psikologların da tavsiye edeceği bir yöntemdir. Eğer bu aparat kullanıldıktan sonra sorun geçmezse duygular daha derindir şeklinde düşünülebilir.
İkinci olarak heyecanlanma konusunu ele alacak olursak; özellikle başkalarının yanında meydana gelen heyecanlanma durumu genellikle kendini beğendirme gereği duyan kişilerde ortaya çıkabilir. İç dünyasında eksiklik hisseden kişi acaba başkalarının yanında yanlış yapıp küçük düşer miyim düşüncesiyle hareket eder ve yaptığı her işin mükemmel ya da mükemmele yakın olması gerektiği inancına kapılır fakat yine de eksiklik hisseder ve bu durum heyecana sebep olur. Terleme ise heyecanın doğal bir neticesidir.
Sorunun üçüncü kısmı ise yine ikinci bölümle çok alakalı olabilir. Yani eksiklik duygusu ve yetersiz görülme korkusu uykularınızı kaçırabilir. Netice olarak soru 3 farklı konudan oluşsa da aslında kaynak tek yerden çıkıyor. Zincirleme şekilde birbirini tetikliyor. Yaşadığınız bu sorunlar kesinlikle birbirinden bağımsız değiller.
Tavsiye olarak; öncelikle heyecan ve stres yaşadığınız durumlarda kendinize bakın, size hakim olan duygu nedir? Eğer bu duygu yukarıda bahsettiğimiz yetersiz görülme korkusu veya küçük düşme endişesi ise yaşadıklarınız genellikle eskiye dair olayların bugüne yansımasıdır denilebilir. Bir uzmandan psikoterapi hizmeti almanızı ve bu duyguyu ayrıntılı şekilde irdelemenizi tavsiye ederiz.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
15 Temmuz'dan sonra farkında olmadan kendimi çok sıktığımı özelikle dişlerimi farkında olmadan çok sıkıyorum, bir bakıyorum çenem yorulmuş durumda. Sabahları kalktığımda da bu durum oluyor, ikincisi çok heyecanlanıyorum hemen herkesin yanında bu da benim olmadık yer ve zamanlarda terlememe neden oluyor. Üçüncüsü de abi diyelim yarın bir işim mi var o gece nerdeyse sabaha kadar gözüme uyku girmiyor. Acaba ne tavsiye edersiniz?
CEVAP :
Değerli katılımcımız;
Sorunuzda 3 farklı problemden bahsetmişsiniz. İlk olarak diş sıkma sorununa 2 boyutlu bakılabilir. Öncelikle fiziksel boyutunu ele alacak olursak; ağız veya çene yapısında bir sorun olabileceği gibi diş yapısından kaynaklı bir sorun da olabilir. İkinci olarak psikolojik boyutuna değinmek gerekirse, bu sorun genellikle stres, öfke, kıskançlık gibi duyguların bedene vurumu olabilir. Ruhsal sorunlar bedene de yansıyabilir. Diş sıkma ise sık rastlanan bir durumdur. Çözüm adına öncelikle bir diş hekimine görünmek önemlidir. Çene yapısına göre gece kullanılmak üzere verilen aparatlar düzenli şekilde kullanıldığı takdirde bir süre bilinçdışı bu duruma alışacak ve uyurken diş sıkma sorunu ortadan kalkacaktır. Bu çözüm aslında bir bakıma davranışçı terapi uygulayan psikologların da tavsiye edeceği bir yöntemdir. Eğer bu aparat kullanıldıktan sonra sorun geçmezse duygular daha derindir şeklinde düşünülebilir.
İkinci olarak heyecanlanma konusunu ele alacak olursak; özellikle başkalarının yanında meydana gelen heyecanlanma durumu genellikle kendini beğendirme gereği duyan kişilerde ortaya çıkabilir. İç dünyasında eksiklik hisseden kişi acaba başkalarının yanında yanlış yapıp küçük düşer miyim düşüncesiyle hareket eder ve yaptığı her işin mükemmel ya da mükemmele yakın olması gerektiği inancına kapılır fakat yine de eksiklik hisseder ve bu durum heyecana sebep olur. Terleme ise heyecanın doğal bir neticesidir.
Sorunun üçüncü kısmı ise yine ikinci bölümle çok alakalı olabilir. Yani eksiklik duygusu ve yetersiz görülme korkusu uykularınızı kaçırabilir. Netice olarak soru 3 farklı konudan oluşsa da aslında kaynak tek yerden çıkıyor. Zincirleme şekilde birbirini tetikliyor. Yaşadığınız bu sorunlar kesinlikle birbirinden bağımsız değiller.
Tavsiye olarak; öncelikle heyecan ve stres yaşadığınız durumlarda kendinize bakın, size hakim olan duygu nedir? Eğer bu duygu yukarıda bahsettiğimiz yetersiz görülme korkusu veya küçük düşme endişesi ise yaşadıklarınız genellikle eskiye dair olayların bugüne yansımasıdır denilebilir. Bir uzmandan psikoterapi hizmeti almanızı ve bu duyguyu ayrıntılı şekilde irdelemenizi tavsiye ederiz.
PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ
21 Nisan 2019 Pazar
Eşler Arasında Yaşanan Sorunlara Dair Sorular
SORU : Evlilik ve eşler arası iletişim ile ilgili bizlere ulaşan çok sayıda sorular var. Bu sorularda özetle:
Sabrın ve tahammülün tükendiği
Evde huzurun kalmadığı
Anlaşmazlıklar ve kavgaların olduğu
Boşanma düşünceleri
Evliliğin düzeleceğine dair ümitlerin bittiği
Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceklerini bilemedikleri,
Çaresiz oldukları vb…
CEVAP :
Evlilik ile birlikte oluşturulan ailenin, üyeleri için birçok katkısı vardır. Bununla birlikte sorumluluk, görev ve farklılıklar beraberinde bazı sorun ve zorlukları barındırır. Eşler ve varsa her bir çocuğun farklı birer dünya olduğunu düşünürsek; evliliği sürdürmenin ve aileyi ayakta tutmanın zorluğunu daha kolay anlayabiliriz. Ancak bu zor olsa da imkânsız değildir. Zor, imkânsız görüldüğünde en son çare olarak boşanma gündeme alınmaktadır. Bu durumlardaki eş ya da eşler boşanmanın aile bütünlüğünü devam ettirmekten daha yararlı ve işlevsel olduğunu düşünür. Ancak istisnalar hariç birçok benzer vak’ada boşanma sonrası daha zor koşullar ve pişmanlıklar söz konusudur. Koşulların tüm boyutlarıyla ele alınıp değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Bu anlamda ilgili kişilerin sabırlı ve çözüm odaklı bir irade ortaya koymaları çok önemlidir. Bu kısa girişle birlikte soruyu soran ve benzer durumda olan katılımcılarımızdan şu soruları yanıtlamalarını rica ediyoruz:
1.Kendinizi yeterince tanıyor musunuz?
2.Eşinizi yeterince tanıyor musunuz?
3.Zorlayıcı olaylar yaşandığında projektörü eşinizle birlikte kendinize çevirebiliyor musunuz?
4.Duygularınız ve düşüncelerinizin yeterince farkında mısınız? İşlevsel olmayan duygu ve düşüncelerinizin; sizin, eşinizin ve ilişkinizin üzerinde yıpratıcı etkisi olabilir mi?
5.Siz ve eşinizin evlilik öncesi ve sonrasına ait gerçekçi olmayan ya da gerçekleştirilemeyen beklentileriniz ilişkinizi olumsuz etkiliyor olabilir mi? Beklenti revizyonu ilişkinize katkı sağlayabilir mi?
6.İletişim bilgi ve becerilerinizi geliştirmeniz gerekiyor olabilir mi?
7.Yaşadığınız olumsuz olayların, aslında ilişkinizdeki yıllardır devam edegelen kısır döngüler olduğunun farkında mısınız? Bu döngülerden çıkmak için yeterince farklı yollar denediğinizi düşünüyor musunuz?
8.Boşanma düşüncenizi karara ve daha önemlisi uygulamaya dönüştürmeden önce aile ve evliliğiniz için bireysel olarak yapmanız gereken her şeyi yaptığınızı düşünüyor musunuz? (Burada vicdanınızın sesine kulak verin)?
9.(Boşandığınızı ve bir süre sonra evlendiğinizi hayal edin) Gelecekteki evliliğinizde ve eşinizle kendinizde hiçbir değişiklik yapmayarak mutlu olacağınızı düşünüyor musunuz?
Boşanma tercih edilen bir olgu. Siz de kendi kararınız doğrultusunda boşanmayı tercih edebilirsiniz. Ancak yukarıda sıraladığımız soruların sağduyulu bir akıl, sakin ve selim bir kalp ve vicdan ile değerlendirilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bununla birlikte sabırla, çözüme odaklı, isteyerek ve inanarak takip edilecek aile, evlilik ve çift terapisi sürecinin çok yararlı olabileceğini düşünüyoruz. Son söz olarak sizlere ve tüm günüldaşlarımıza ’iki cihan saadeti’ diliyoruz.
Sabrın ve tahammülün tükendiği
Evde huzurun kalmadığı
Anlaşmazlıklar ve kavgaların olduğu
Boşanma düşünceleri
Evliliğin düzeleceğine dair ümitlerin bittiği
Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceklerini bilemedikleri,
Çaresiz oldukları vb…
CEVAP :
Evlilik ile birlikte oluşturulan ailenin, üyeleri için birçok katkısı vardır. Bununla birlikte sorumluluk, görev ve farklılıklar beraberinde bazı sorun ve zorlukları barındırır. Eşler ve varsa her bir çocuğun farklı birer dünya olduğunu düşünürsek; evliliği sürdürmenin ve aileyi ayakta tutmanın zorluğunu daha kolay anlayabiliriz. Ancak bu zor olsa da imkânsız değildir. Zor, imkânsız görüldüğünde en son çare olarak boşanma gündeme alınmaktadır. Bu durumlardaki eş ya da eşler boşanmanın aile bütünlüğünü devam ettirmekten daha yararlı ve işlevsel olduğunu düşünür. Ancak istisnalar hariç birçok benzer vak’ada boşanma sonrası daha zor koşullar ve pişmanlıklar söz konusudur. Koşulların tüm boyutlarıyla ele alınıp değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Bu anlamda ilgili kişilerin sabırlı ve çözüm odaklı bir irade ortaya koymaları çok önemlidir. Bu kısa girişle birlikte soruyu soran ve benzer durumda olan katılımcılarımızdan şu soruları yanıtlamalarını rica ediyoruz:
1.Kendinizi yeterince tanıyor musunuz?
2.Eşinizi yeterince tanıyor musunuz?
3.Zorlayıcı olaylar yaşandığında projektörü eşinizle birlikte kendinize çevirebiliyor musunuz?
4.Duygularınız ve düşüncelerinizin yeterince farkında mısınız? İşlevsel olmayan duygu ve düşüncelerinizin; sizin, eşinizin ve ilişkinizin üzerinde yıpratıcı etkisi olabilir mi?
5.Siz ve eşinizin evlilik öncesi ve sonrasına ait gerçekçi olmayan ya da gerçekleştirilemeyen beklentileriniz ilişkinizi olumsuz etkiliyor olabilir mi? Beklenti revizyonu ilişkinize katkı sağlayabilir mi?
6.İletişim bilgi ve becerilerinizi geliştirmeniz gerekiyor olabilir mi?
7.Yaşadığınız olumsuz olayların, aslında ilişkinizdeki yıllardır devam edegelen kısır döngüler olduğunun farkında mısınız? Bu döngülerden çıkmak için yeterince farklı yollar denediğinizi düşünüyor musunuz?
8.Boşanma düşüncenizi karara ve daha önemlisi uygulamaya dönüştürmeden önce aile ve evliliğiniz için bireysel olarak yapmanız gereken her şeyi yaptığınızı düşünüyor musunuz? (Burada vicdanınızın sesine kulak verin)?
9.(Boşandığınızı ve bir süre sonra evlendiğinizi hayal edin) Gelecekteki evliliğinizde ve eşinizle kendinizde hiçbir değişiklik yapmayarak mutlu olacağınızı düşünüyor musunuz?
Boşanma tercih edilen bir olgu. Siz de kendi kararınız doğrultusunda boşanmayı tercih edebilirsiniz. Ancak yukarıda sıraladığımız soruların sağduyulu bir akıl, sakin ve selim bir kalp ve vicdan ile değerlendirilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bununla birlikte sabırla, çözüme odaklı, isteyerek ve inanarak takip edilecek aile, evlilik ve çift terapisi sürecinin çok yararlı olabileceğini düşünüyoruz. Son söz olarak sizlere ve tüm günüldaşlarımıza ’iki cihan saadeti’ diliyoruz.
Tüm Yaşadıklarımdan Sonra Psikolojik Olarak Kendimi Nasıl Güçlü Tutabilirim?
SORU;
-Ben yaklaşık 3 yıldır ailemden uzaktayım. Bu süre zarfında eşim ve kızımla düzenli görüşemedim ve halen de öyle.
-Kendimin ve ailemin psikolojisi artık çokta düzgün değil. Bundan sonraki durumda henüz net değil.
-Şuan esim, kızımı oyun terapisine götürüyor. Ve faydası olduğunu düşünüyor. Kendisi de orada bir uzmandan destek alıyor.
- Tüm bu yaşadıklarımızla beraber kendi psikolojimi nasıl diri tutabilirim?
Teşekkür ederim.
CEVAP;
Pek çoğumuz yaşadığımız olayların tesiriyle travmatik bir dönemden geçiyoruz.
Genel olarak “travmatik olay” dediğimiz şey, kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü, denge halini, baş etme kapasitesini ani ve sert bir şekilde zorlayan, sarsan olaylardır. Bu olaylar, doğal afetlerden, kazalardan, savaş, işkence, tecavüz, taciz vb. insan-yapımı olaylara kadar uzanır. Bu olaylar ne kadar aniyse, ne denli fiziksel ve psikolojik ölüm riski taşıyorsa, verdiği kayıplar ne denli büyük ve çoğulsa, olaylar ne denli süreklilik arz ediyorsa, failler ne denli beklenmedik insanlarsa (örneğin insest), kişi ne denli hazırlıksızsa, sosyal desteği ne denli azsa, yaşça ne denli küçük veya yaşlıysa (çocuklar ve ileri yaş daha fazla risk altındadır), kişilik yapısı ne denli güçlü ve esnek değilse, kırılganlık ve korunaksızlık hissi ne denli büyükse, travma mağdurlarının uzun dönemli ve ciddi psikolojik zorluklar yaşama riski o kadar artar. Travmatik olaylara maruz kalan hemen herkes, olayı takip eden haftalarda, hatta aylarda çeşitli psikolojik zorluklar yaşayabilirler. Bu normaldir. Çünkü anormal, olağandışı, olağanüstü bir olay olmuştur, belli bir stres miktarıyla baş etme kapasitesi olan bünyemiz aşırı zorlanmıştır ve bu anormal olaya normal stres tepkileri vermektedir. Çoğu durumda haftalar veya aylar içinde bu psikolojik zorluklar kendiliğinden önemli ölçüde yatışır. Ama işte biraz önce bahsettiğim birçok risk faktörüne bağlı olarak kimi durumlarda bu zorluklar ısrarlı bir şekilde devam ederler.
Her mağdur biriciktir; her mağdurun travma sonrası yaşantısı, aynı travmaya aynı şekilde maruz kalmış olanlarda bile farklı farklıdır. O yüzden kesin hatlarla kimin psikolojisine neyin tam olarak iyi geleceğini söylemek oldukça güçtür.
Çocuklar için de aynı ilkeler geçerlidir. Ama ek olarak, çocuklarda sözel ifade yolları çok daha kısıtlı olduğu için sanat ve hareket gibi söz-dışı ifade ve sembolizasyon yollarına çok daha fazla ihtiyaç duyulur. Ayrıca, çocuklar ailelerine çok daha fazla bağımlı oldukları için, çocukların travma terapisinde aile ile de çok daha fazla çalışılır.
Ailenin çocuğun davranışlarını yakından takip etmesi, davranış değişikliklerini hızlı fark etmesi, zorlamadan çocuğa kendini ifade edebilecek güvenli ve destekleyici ortamlar sunması çok önemlidir. Aile çocuğu dinleyebilmeli, onunla vakit geçirebilmeli, oyun oynayabilmelidir. Çocuklar, iç dünyalarını oyunlarla dışa vururlar. Dolayısıyla çocuklarda travmatik durumları anlayabilmek için de, işlemleyebilmek, çözebilmek için de birlikte oyun oynanabilmesi çok önemlidir. Bu oyunlarda çocukların öncülük yapmasına izin verilmeli, herhangi bir zorlama olmamalıdır. Kimi durumlarda çocuklar zorlandıkları konularda yetişkinlere doğrudan ya da dolaylı sorular sorarlar. Bu tür durumlarda, çocuğun yaşına uygun bir şekilde açıklamalar yapılmalı, duygularının anlaşıldığı hissettirilmeli, çocuk hiçbir şekilde geçiştirilmemelidir. Çocukların travmalarıyla baş edebilmelerinde en kritik mesele, aile ortamının, ebeveynlerinin güven veren, empatik bir yapıda olmalarıdır.
Bu anlamda çocuğunuzun eşinizle birlikte oyun terapisine gitmesini oldukça isabetli buluyoruz.
Sizinle alakalı ise öncelikli olarak mevcut şartları ve gerçekliği yalın haliyle kabul edip; durumunuzla alakalı değiştirebileceğiniz ve değiştiremeyeceğiniz hususları net bir şekilde kabullenmeniz ve değiştiremeyeceğiniz hususların üzerinizde baskı ve kaygı unsuru olmasını mümkün mertebe engellemeniz gerekir.
Çünkü değiştiremeyeceğiniz unsurlarla mücadele ve savaş halinde olmak size sadece yıpranma ve tükenmişlik hissi olarak geri dönecektir.
Yıldırım Bayezid ve Timur için verilen şöyle bir örnek vardır. Savaştan sonra iki Hakan birlikte durum değerlendirmesi yapıyorlar.
-“Yıldırım: Kuvvetlerimiz denkti, sen nasıl başarılı oldun?” diye soruyor. Bunun üzerine Timur parmağını uzatarak;
-İkimizde birbirimizin parmaklarımızı ısıralım diyor. Bir müddet sonra Yıldırım acıya dayanamayarak “ah” deyince, Timur parmağını hemen kurtarıyor ve sonra da,
- “Biraz daha dayansaydın ben yenilecektim” diyor.
Kaygı veren ve bizi üzen durumların bir gün mutlaka düzeleceğine inanıp sabrımızı erkenden tüketmemeliyiz.
Sorunlarımızla yüzleşmekten kaçmayalım; bazen ruh sağlığımızı düzeltmek için profesyonel yardım almamız, depresyon veya anksiyete gibi sorunlarla başa çıkabilmek için terapi veya hekim tarafından verilen bir ilaç alma gibi yöntemlere başvurmamız gerekebilir. Ancak
bu gibi ciddi sorunlarımız olmasa da hepimizin beynimizi rahatlatmaya ihtiyacı vardır.
Bunun için kısa olarak verebileceğimiz öneriler;
1) Bulunduğunuz yerde belli başlı makul ve ulaşılabilir hedefler belirleyin kendinize ancak başarısızlığı kişisel algılamayın.
2) Dışarı çıkın mutlaka, doğa yürüyüşü yapın, sahile gidin vs. Ve sakın bunları yaparken ailem zor durumdayken bunları yapmam doğru değil demeyin. Tam aksine ailenize yardımcı olmak için öncelikle sizin sağlıklı olmaya ihtiyacınız var.
3) Manevi yönden dinç kalmak için dini ibadetlerinizi aksatmayın.
4) Egzersiz yapın. Bu hem mutluluk hormonu salgılar hem de beynizin yaşlanmasını da geciktirir.
5) Farklı sosyal ortamlarda, arkadaş ortamlarında bulunmaya azami dikkat edin. Soyutlanmışlık hissi üzerinizdeki baskıyı daha da arttırır.
6) Sosyal medyayı bilinçli kullanın. Genel anlamda bakıldığında sosyal ilişkilerin ruh sağlığına büyük faydası var.
Ancak sosyal medya ağlarında bilinçsizce zaman geçirmenin depresyon belirtileriyle yakından bağlantısı olsa da ilk önce gelenin sosyal medya siteleri mi yoksa depresyon mu olduğu tam olarak kanıtlanmış değil. Sürekli üzüntü veren haberleri takip etmeyin, bununla ilgili bir süre sınırlaması getirin kendinize.
7) Hayatınızda zevk değil anlam arayın. İnsanlar zevk peşinde koşmak yerine anlamlı etkinliklere katıldıklarında daha mutlu olurlar.
8) Yine de endişelenin ama bunu uygun miktarda yaşayın.
Hayatta herkes değiştiremeyecekleri bir şey için endişelenmiştir. Ancak sürekli olarak aynı şeyler
üzerine endişelenmenin faydası olmadığı gibi zararı dokunacaktır.
9) Küçük şeyleri dert etmemeyi öğrenin.
Günlük sorunlar hayatın bir parçasıdır, ancak bizi gereğinden fazla yıpratabilirler de.
Sağlıklı ve huzur dolu günler...
PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ
-Ben yaklaşık 3 yıldır ailemden uzaktayım. Bu süre zarfında eşim ve kızımla düzenli görüşemedim ve halen de öyle.
-Kendimin ve ailemin psikolojisi artık çokta düzgün değil. Bundan sonraki durumda henüz net değil.
-Şuan esim, kızımı oyun terapisine götürüyor. Ve faydası olduğunu düşünüyor. Kendisi de orada bir uzmandan destek alıyor.
- Tüm bu yaşadıklarımızla beraber kendi psikolojimi nasıl diri tutabilirim?
Teşekkür ederim.
CEVAP;
Pek çoğumuz yaşadığımız olayların tesiriyle travmatik bir dönemden geçiyoruz.
Genel olarak “travmatik olay” dediğimiz şey, kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü, denge halini, baş etme kapasitesini ani ve sert bir şekilde zorlayan, sarsan olaylardır. Bu olaylar, doğal afetlerden, kazalardan, savaş, işkence, tecavüz, taciz vb. insan-yapımı olaylara kadar uzanır. Bu olaylar ne kadar aniyse, ne denli fiziksel ve psikolojik ölüm riski taşıyorsa, verdiği kayıplar ne denli büyük ve çoğulsa, olaylar ne denli süreklilik arz ediyorsa, failler ne denli beklenmedik insanlarsa (örneğin insest), kişi ne denli hazırlıksızsa, sosyal desteği ne denli azsa, yaşça ne denli küçük veya yaşlıysa (çocuklar ve ileri yaş daha fazla risk altındadır), kişilik yapısı ne denli güçlü ve esnek değilse, kırılganlık ve korunaksızlık hissi ne denli büyükse, travma mağdurlarının uzun dönemli ve ciddi psikolojik zorluklar yaşama riski o kadar artar. Travmatik olaylara maruz kalan hemen herkes, olayı takip eden haftalarda, hatta aylarda çeşitli psikolojik zorluklar yaşayabilirler. Bu normaldir. Çünkü anormal, olağandışı, olağanüstü bir olay olmuştur, belli bir stres miktarıyla baş etme kapasitesi olan bünyemiz aşırı zorlanmıştır ve bu anormal olaya normal stres tepkileri vermektedir. Çoğu durumda haftalar veya aylar içinde bu psikolojik zorluklar kendiliğinden önemli ölçüde yatışır. Ama işte biraz önce bahsettiğim birçok risk faktörüne bağlı olarak kimi durumlarda bu zorluklar ısrarlı bir şekilde devam ederler.
Her mağdur biriciktir; her mağdurun travma sonrası yaşantısı, aynı travmaya aynı şekilde maruz kalmış olanlarda bile farklı farklıdır. O yüzden kesin hatlarla kimin psikolojisine neyin tam olarak iyi geleceğini söylemek oldukça güçtür.
Çocuklar için de aynı ilkeler geçerlidir. Ama ek olarak, çocuklarda sözel ifade yolları çok daha kısıtlı olduğu için sanat ve hareket gibi söz-dışı ifade ve sembolizasyon yollarına çok daha fazla ihtiyaç duyulur. Ayrıca, çocuklar ailelerine çok daha fazla bağımlı oldukları için, çocukların travma terapisinde aile ile de çok daha fazla çalışılır.
Ailenin çocuğun davranışlarını yakından takip etmesi, davranış değişikliklerini hızlı fark etmesi, zorlamadan çocuğa kendini ifade edebilecek güvenli ve destekleyici ortamlar sunması çok önemlidir. Aile çocuğu dinleyebilmeli, onunla vakit geçirebilmeli, oyun oynayabilmelidir. Çocuklar, iç dünyalarını oyunlarla dışa vururlar. Dolayısıyla çocuklarda travmatik durumları anlayabilmek için de, işlemleyebilmek, çözebilmek için de birlikte oyun oynanabilmesi çok önemlidir. Bu oyunlarda çocukların öncülük yapmasına izin verilmeli, herhangi bir zorlama olmamalıdır. Kimi durumlarda çocuklar zorlandıkları konularda yetişkinlere doğrudan ya da dolaylı sorular sorarlar. Bu tür durumlarda, çocuğun yaşına uygun bir şekilde açıklamalar yapılmalı, duygularının anlaşıldığı hissettirilmeli, çocuk hiçbir şekilde geçiştirilmemelidir. Çocukların travmalarıyla baş edebilmelerinde en kritik mesele, aile ortamının, ebeveynlerinin güven veren, empatik bir yapıda olmalarıdır.
Bu anlamda çocuğunuzun eşinizle birlikte oyun terapisine gitmesini oldukça isabetli buluyoruz.
Sizinle alakalı ise öncelikli olarak mevcut şartları ve gerçekliği yalın haliyle kabul edip; durumunuzla alakalı değiştirebileceğiniz ve değiştiremeyeceğiniz hususları net bir şekilde kabullenmeniz ve değiştiremeyeceğiniz hususların üzerinizde baskı ve kaygı unsuru olmasını mümkün mertebe engellemeniz gerekir.
Çünkü değiştiremeyeceğiniz unsurlarla mücadele ve savaş halinde olmak size sadece yıpranma ve tükenmişlik hissi olarak geri dönecektir.
Yıldırım Bayezid ve Timur için verilen şöyle bir örnek vardır. Savaştan sonra iki Hakan birlikte durum değerlendirmesi yapıyorlar.
-“Yıldırım: Kuvvetlerimiz denkti, sen nasıl başarılı oldun?” diye soruyor. Bunun üzerine Timur parmağını uzatarak;
-İkimizde birbirimizin parmaklarımızı ısıralım diyor. Bir müddet sonra Yıldırım acıya dayanamayarak “ah” deyince, Timur parmağını hemen kurtarıyor ve sonra da,
- “Biraz daha dayansaydın ben yenilecektim” diyor.
Kaygı veren ve bizi üzen durumların bir gün mutlaka düzeleceğine inanıp sabrımızı erkenden tüketmemeliyiz.
Sorunlarımızla yüzleşmekten kaçmayalım; bazen ruh sağlığımızı düzeltmek için profesyonel yardım almamız, depresyon veya anksiyete gibi sorunlarla başa çıkabilmek için terapi veya hekim tarafından verilen bir ilaç alma gibi yöntemlere başvurmamız gerekebilir. Ancak
bu gibi ciddi sorunlarımız olmasa da hepimizin beynimizi rahatlatmaya ihtiyacı vardır.
Bunun için kısa olarak verebileceğimiz öneriler;
1) Bulunduğunuz yerde belli başlı makul ve ulaşılabilir hedefler belirleyin kendinize ancak başarısızlığı kişisel algılamayın.
2) Dışarı çıkın mutlaka, doğa yürüyüşü yapın, sahile gidin vs. Ve sakın bunları yaparken ailem zor durumdayken bunları yapmam doğru değil demeyin. Tam aksine ailenize yardımcı olmak için öncelikle sizin sağlıklı olmaya ihtiyacınız var.
3) Manevi yönden dinç kalmak için dini ibadetlerinizi aksatmayın.
4) Egzersiz yapın. Bu hem mutluluk hormonu salgılar hem de beynizin yaşlanmasını da geciktirir.
5) Farklı sosyal ortamlarda, arkadaş ortamlarında bulunmaya azami dikkat edin. Soyutlanmışlık hissi üzerinizdeki baskıyı daha da arttırır.
6) Sosyal medyayı bilinçli kullanın. Genel anlamda bakıldığında sosyal ilişkilerin ruh sağlığına büyük faydası var.
Ancak sosyal medya ağlarında bilinçsizce zaman geçirmenin depresyon belirtileriyle yakından bağlantısı olsa da ilk önce gelenin sosyal medya siteleri mi yoksa depresyon mu olduğu tam olarak kanıtlanmış değil. Sürekli üzüntü veren haberleri takip etmeyin, bununla ilgili bir süre sınırlaması getirin kendinize.
7) Hayatınızda zevk değil anlam arayın. İnsanlar zevk peşinde koşmak yerine anlamlı etkinliklere katıldıklarında daha mutlu olurlar.
8) Yine de endişelenin ama bunu uygun miktarda yaşayın.
Hayatta herkes değiştiremeyecekleri bir şey için endişelenmiştir. Ancak sürekli olarak aynı şeyler
üzerine endişelenmenin faydası olmadığı gibi zararı dokunacaktır.
9) Küçük şeyleri dert etmemeyi öğrenin.
Günlük sorunlar hayatın bir parçasıdır, ancak bizi gereğinden fazla yıpratabilirler de.
Sağlıklı ve huzur dolu günler...
PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Son Eklenen
-
*SORU:* Benim 4 yaşında bir kızım var. Önceleri onunla vakit geçirirken çok mutlu olurdum. Konuşması beni sıkmazdı, ağlamalarına daha sabır...
-
SORU : Merhabalar Hocam. Allah razı olsun hizmetinizden. Evleneli 5 yıl oldu ve bu beş yılda 1 yılı sadece Türkiye’de yaşadık. Sonrasınd...
-
Soru: Büyük kızım şu an 5 yaşında ve tırnak yeme davranışı sergiliyor. Bütün bu süreç kızımızı da oldukça yıprattı ve yaklaşık 1,5 yıldır tı...