SORU :
Merhaba arkadaşlar, benim erkek çocuğum tırnaklarını kesmek istemiyor,
Kesince hiçbir şey dokunamıyor. Ondan dolayı kestiremiyoruz. Ne tavsiye edersiniz?
Cevap :
Yaşamımız boyunca bebeklerimiz ve çocuklarımız ile paylaştığımız çok güzel anlarımız olur. Onları kucağımıza alıp okşamak, sarılmak, birlikte oturup kitap okumak, şarkılar dinlemek gibi. Ama bazı anlarımız vardır ki daha zor ve yıpratıcı olabilmektedir. Öz bakım becerilerini tecrübe ettiğimiz durumlar bu zamanlardandır. Tuvalet eğitimi, diş fırçalamak, banyo yapmak, kıyafet giyip çıkartmak, saç kesim ve yeni doğan tırnak bakımı gibi.
Birçok anne ve baba bebeklerinin veya çocuklarının tırnak kesimleri esnasında sıkıntı yaşamış veya yaşamaktalar. Tırnağın istemeden fazla kesimine ve parmaklardaki bazı fizyolojik ağrılara bağlı oluşan olumsuz tecrübelerin yanı sıra böyle bir kötü tecrübe yaşanmadan bile tırnak kesimine dirençli olan çocuklarımız mevcut. Yeni doğan bebek bakımı konusunda bebeklerin kıpır kıpır olmaları da tırnak kesimini zorlaştıran başka bir sebep. Fakat bunların dışında sakin olan veya olumsuz bir tecrübe yaşamamasına rağmen, hiçbir şekilde tırnaklarını kestirmelerine müsaade etmeyen çocuklara da tanık olabiliyoruz. Bu bebeklerimiz / çocuklarımız, tırnak kestirmeye direnç göstermenin yanı sıra çoğu zaman saç kestirmekte, etiketli kıyafetler giymekte, banyo yapmakta zorluk yaşayabiliyor. Sakin veya hareketli olmaktan bağımsız olarak bu saydığımız durumları yaşayan çocuklar da tactile hypersensitivity dediğimiz dokunsal hassasiyet durumu söz konusu olabilir.
Peki çocuklarda dokunsal hassasiyet nedir ?
Dokunma sistemi, cildimizdeki farklı duyusal reseptörler aracılığıyla oluşan dokunma duyumuzdur. Dokunsal sistem aracılığıyla, rahim ortamından çıktığımız ilk andan itibaren dünyayla ilgili ilk bilgileri alıyoruz. Dokunsal bilgileri işleyebilme özelliği, kendimizi güvende hissetmeyi ve sevenlerimizle bağ kurmamızı sağlar. Sosyal ve duygusal gelişimimize katkıda bulunur.
Dokunma sistemi, tehlikeli veya hoş olmayan durumlara karşı bizi uyaran koruyucu bir fonksiyonu mevcuttur. Bazı çocuklarda, dokunsal sistemin bu işlevi normal çalışmaz. İşte bu çocuklarımız tırnak kestirmek gibi öz bakım becerilerinde çok rahatsız ve tepkisel olurlar. Çünkü çoğu dokunma eylemini rahatsız ve / veya korkutucu olarak algılarlar, sonuçta ya kaçış pozisyonu alırlar ya da dürtüselleşme gibi tepki gösterebilirler.
Bebeklerin tırnakları nasıl kesilmelidir ?
Tırnaklarını kestirmekte zorlanıp, dokunsal hassasiyet yaşayan çocuklarımızda nasıl yaklaşmalıyız?
• Bebek sağlığı için çocuk tırnağı kesmek gibi konularda öncelikle onu yargılamamalıyız, çünkü hassasiyetin sebebi dokunma duyusundaki işlev bozukluğudur.
• Bebeklerde tırnak kesmek çok kolay olmadığından tırnak kesimi öncesi, onunla eğlenin özellikle vücut algısını arttıracak oyunlar oynayın; zıplama, tırmanma, asılı kalma, itme, çekmeli oyunlar v.b.
• Tırnak kesimi öncesi; oynanan oyunlardan sonra, merkezi sinir sistemini rahatlatacak müzik eşliğinde, çok az bir bebek yağı ile çocuğun bacaklarından başlayarak masaj uygulayın. Kalça / dizlerden başlayarak, Özellikle parmak uçlarına doğru basıncı çok derin ve net yapın.
• Ardından yine müzik / şarkı eşliğinde tırnakları tek tek kesin.
Son çare olarak çocuğunuz derin uykuda iken kesebilir ya da bebeğiniz veya çocuğunuz hala ciddi bir rahatsızlık yaşıyorsa, bir uzman tarafından destek alabilirsiniz. Çünkü bu durum sadece tırnak kesimi ile sınırlı kalmadığı için, ilerleyen dönemlerde özellikle sosyal ilişkileri de olumsuz yönde etkileyebilir.
Size ve çocuklarınıza güzel ve sağlıklı bir yaşam dileriz.
PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ
Bu sayfa: Psikolojik desteğe ihtiyacı olan herkese yardımcı olmak amacıyla, dünyanın farklı ülkelerinde bulunan psikoloji alanında tecrübeli uzmanlar tarafından, takipçilerden gelen sorulara verilen cevapların yayınlandığı "Psikolojik Destek" sayfasıdır.
12 Nisan 2019 Cuma
11 Nisan 2019 Perşembe
Çocukta Sorumluluk Bilincini Geliştirmek
SORU :
Merhaba. Benim 9 yaşında oğlum ve 6 yaşında bir kızım var. Sorum şu: oğluma bir işi yaptırmak için defalarca söylememiz gerekiyor. Örneğin “hadi oğlum dişlerini fırçala. Pijamalarını giy” vs. En az 6-7 kere söyledikten sonra yapıyor, buda bizi çok yıpratıyor. Sabah okula gideceği zaman da aynı şekilde “hadi oğlum montunu giy, geç kalıyorsun” vs. sürekli “hadi hadi” demekten biz yorulduk eminim o bizden çok daha yorulmuştur iç dünyasında. Hiç demeyelim diye karar aldık, eşimle amma velakin bu sefer de hep geç kaldı okula. Uzatmadan soru şu ki öz bakım becerileri ve günlük hayat aktivitelerini kaç yaş itibari ile biz söylemeden yapabilirler? Ve de daha az "hadi....hadi " demenin bir yolu var mıdır? (kızımda bu sıkıntıyı yaşamıyoruz. Genelde 1-2 söylemede yapıyor o) Teşekkürler..
CEVAP :
Bu sorunuza cevap vermeden önce aslında bazı şeylerin de bilinmesi sorunun tam olarak tespit edilmesi için faydalı olacak. Mesela oğlunuz ne zamandan beri anlattığınız gibi davranıyor? Sizin olmadığınız ortamlarda nasıl hareket ediyor? Sizinle ilişkileri nasıl? Sizin dışınızdaki insanlarla mesela arkadaşları, ya da öğretmenleri ile ilişkileri nasıl? Kardeşi ile ilişkileri nasıl? Yapmayı sevdiği şeyleri yaparken performansı nasıl?
Bu soruları okurken mutlaka cevabı da içinizden vereceksiniz ve bunlar üzerinde düşünürken belki de oğlunuzun davranışlarını daha iyi anlayacaksınız.
Çocuklarımızın kendi kendilerine hareket edebilmeleri aslında doğumdan itibaren birbirini izleyen süreçlerden oluşan uzun bir yolun ürünüdür. En başından itibaren bu yola bakalım; bebek üç aya kadar kendisini annesinin bir uzantısı zanneder, 3 aydan sonra annesinin kendinden farklı bir birey olduğunu fark eder ve bir yaşından sonra da diğer insanlarla birlikte olma ihtiyacı doğar. 1 yaşına kadar anneye ihtiyaç duyduğu zamanlarda ulaşabilmesi, baktığı yerde onu görmesi, özgüven geliştirebilmesi açısından oldukça önemlidir. 2 yaşından itibaren kendi yemeğini yiyebilir, kıyafetlerini giymeyi deneyebilir, tercihlerini ifade edebilir. 4 yaşından itibaren tüm kıyafetlerini giyebilir, yemeğini dökmeden yiyebilir, tuvalet ihtiyacını kendi giderebilir, ihtiyaç duyduğu zamanlarda yardım isteyebilir. Fakat tüm bunları çocuk kendi hızına göre yapar. Zaman zaman biz ebeveynler onların hızlarını yavaş bulur müdahale etmek isteriz, aslında çocuklar buna itiraz ederler ama çok ısrarcı ya da baskıcı bir ebeveyne çocuk karşı koyamaz ve zamanla onun kendi ile ilgili yapmak istediklerini anne babasının yapmasına izin verir hatta bu duruma alışır ve artık beklemeye başlar.
Ya da her şey yolunda giderken çocuğun düzenini bozacak bir şey olur, (bu herhangi bir şey olabilir, çok büyük ya da çok küçük, çocuğun iç dünyasında yankısı büyük olması yeterli) ve çocuk gerileme yaşayabilir.
Çocuğunuzu iyi anlamanız onunla bundan sonraki iletişiminiz için çok çok önemlidir, çünkü değişmesini istediğiniz davranışlar disiplinli davranmayı gerektiriyor ve bu her nefis için zorlayıcıdır. Her şeyden önce çocuğunuzla iletişiminiz böyle hatırlatmalar yüzünden bozulmuş olabilir, ilk yapmanız gereken onu düzeltmektir. Çocuğunuzun başarılı olduğu konularda onunla konuşarak, ona övgülerde bulunarak gönlünü alabilir hatta birlikte eğlenceli şeyler yaparak da size karşı varsa kırgınlıkları bunları giderebilirsiniz. Sonra çocuğunuzla birlikte sizi üzen bu davranışları konuşabilir, birlikte bazı çözümler geliştirebilirsiniz. Akşam daha erken yatıp sabah daha erken kalkmak gibi. Ve birlikte bir davranış çizelgesi hazırlayabilirsiniz. Sizi ya da çocuğunuzu zorlayan davranışları buraya yazabilirsiniz ve yaptığı her doğru davranış için bir tik koyabilirsiniz. Böylece artık hatırlatıcı siz değil onun rahatlıkla görebileceği bir yere astığınız davranış çizelgesi olacak. Zamanla oraya namaz, kitap okuma gibi şeyleri de ilave edebilirsiniz ve kendiniz için de bir çizelge yapabilirsiniz. Bu da çizelge hazırlamanın gayet normal bir şey olduğu mesajını verecektir.
Çizelgede tiklerin sayısı arttıkça bunun üzerinde konuşmalı ve çocuğunuzun böyle nasıl hissettiğini, kendi kendine yaptığı işlerde daha mutlu olup olmadığını ve sorumluluk almanın önemi üzerinde sohbet etmelisiniz.
Çocuğunuza büyüdüğünü hissettirin ve ona yapabileceği sorumluluklar verin. Başardığı zaman da onu mutlaka yüreklendirin. Aferin sana, ne kadar güzel yaptın, çok beğendim gibi sözleri anne babasından duyan her çocuk mutlu olur. Anne baba çocuklar için hatasız insanlardır ve onlardan övgü almak, beğeni almak çocuklarını cesaretlendirir, benlik algısını yükseltir, özgüveni artırır. Kendine inancını tesis eder, ve sağlamlaştırır.
Şunu da unutmayalım ki, çocuklar aileyi yansıtır. Ailede sorun çözme becerileri, sorumluluk alma, iletişim kurabilme, kendini ifade etme vs. bir sürü beceri gelişir, ya da gelişmez, ya da istenmedik şekilde gelişir. Ebeveynler olarak bizler öncelikle evlatlarımıza karşı merhametli olmalı, sevgimizi her zaman hissettirmeli ve onlara karşı hep sabırlı olmalıyız. Zaman zaman düzenleri bozulabilir, dengeleri şaşabilir. Tıpkı bizde olduğu gibi. Bu zamanlarda onları idare etmeli, sevgimizle onlara güven vermeli ve aramızdaki bağı hiçbir zaman zedelememeliyiz. Onların bize ihtiyacı olduğu gibi bizim de onlara ihtiyacımız var. Onların sevgisine, saygısına ve ilgilerine ihtiyacımız var.
PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ
Merhaba. Benim 9 yaşında oğlum ve 6 yaşında bir kızım var. Sorum şu: oğluma bir işi yaptırmak için defalarca söylememiz gerekiyor. Örneğin “hadi oğlum dişlerini fırçala. Pijamalarını giy” vs. En az 6-7 kere söyledikten sonra yapıyor, buda bizi çok yıpratıyor. Sabah okula gideceği zaman da aynı şekilde “hadi oğlum montunu giy, geç kalıyorsun” vs. sürekli “hadi hadi” demekten biz yorulduk eminim o bizden çok daha yorulmuştur iç dünyasında. Hiç demeyelim diye karar aldık, eşimle amma velakin bu sefer de hep geç kaldı okula. Uzatmadan soru şu ki öz bakım becerileri ve günlük hayat aktivitelerini kaç yaş itibari ile biz söylemeden yapabilirler? Ve de daha az "hadi....hadi " demenin bir yolu var mıdır? (kızımda bu sıkıntıyı yaşamıyoruz. Genelde 1-2 söylemede yapıyor o) Teşekkürler..
CEVAP :
Bu sorunuza cevap vermeden önce aslında bazı şeylerin de bilinmesi sorunun tam olarak tespit edilmesi için faydalı olacak. Mesela oğlunuz ne zamandan beri anlattığınız gibi davranıyor? Sizin olmadığınız ortamlarda nasıl hareket ediyor? Sizinle ilişkileri nasıl? Sizin dışınızdaki insanlarla mesela arkadaşları, ya da öğretmenleri ile ilişkileri nasıl? Kardeşi ile ilişkileri nasıl? Yapmayı sevdiği şeyleri yaparken performansı nasıl?
Bu soruları okurken mutlaka cevabı da içinizden vereceksiniz ve bunlar üzerinde düşünürken belki de oğlunuzun davranışlarını daha iyi anlayacaksınız.
Çocuklarımızın kendi kendilerine hareket edebilmeleri aslında doğumdan itibaren birbirini izleyen süreçlerden oluşan uzun bir yolun ürünüdür. En başından itibaren bu yola bakalım; bebek üç aya kadar kendisini annesinin bir uzantısı zanneder, 3 aydan sonra annesinin kendinden farklı bir birey olduğunu fark eder ve bir yaşından sonra da diğer insanlarla birlikte olma ihtiyacı doğar. 1 yaşına kadar anneye ihtiyaç duyduğu zamanlarda ulaşabilmesi, baktığı yerde onu görmesi, özgüven geliştirebilmesi açısından oldukça önemlidir. 2 yaşından itibaren kendi yemeğini yiyebilir, kıyafetlerini giymeyi deneyebilir, tercihlerini ifade edebilir. 4 yaşından itibaren tüm kıyafetlerini giyebilir, yemeğini dökmeden yiyebilir, tuvalet ihtiyacını kendi giderebilir, ihtiyaç duyduğu zamanlarda yardım isteyebilir. Fakat tüm bunları çocuk kendi hızına göre yapar. Zaman zaman biz ebeveynler onların hızlarını yavaş bulur müdahale etmek isteriz, aslında çocuklar buna itiraz ederler ama çok ısrarcı ya da baskıcı bir ebeveyne çocuk karşı koyamaz ve zamanla onun kendi ile ilgili yapmak istediklerini anne babasının yapmasına izin verir hatta bu duruma alışır ve artık beklemeye başlar.
Ya da her şey yolunda giderken çocuğun düzenini bozacak bir şey olur, (bu herhangi bir şey olabilir, çok büyük ya da çok küçük, çocuğun iç dünyasında yankısı büyük olması yeterli) ve çocuk gerileme yaşayabilir.
Çocuğunuzu iyi anlamanız onunla bundan sonraki iletişiminiz için çok çok önemlidir, çünkü değişmesini istediğiniz davranışlar disiplinli davranmayı gerektiriyor ve bu her nefis için zorlayıcıdır. Her şeyden önce çocuğunuzla iletişiminiz böyle hatırlatmalar yüzünden bozulmuş olabilir, ilk yapmanız gereken onu düzeltmektir. Çocuğunuzun başarılı olduğu konularda onunla konuşarak, ona övgülerde bulunarak gönlünü alabilir hatta birlikte eğlenceli şeyler yaparak da size karşı varsa kırgınlıkları bunları giderebilirsiniz. Sonra çocuğunuzla birlikte sizi üzen bu davranışları konuşabilir, birlikte bazı çözümler geliştirebilirsiniz. Akşam daha erken yatıp sabah daha erken kalkmak gibi. Ve birlikte bir davranış çizelgesi hazırlayabilirsiniz. Sizi ya da çocuğunuzu zorlayan davranışları buraya yazabilirsiniz ve yaptığı her doğru davranış için bir tik koyabilirsiniz. Böylece artık hatırlatıcı siz değil onun rahatlıkla görebileceği bir yere astığınız davranış çizelgesi olacak. Zamanla oraya namaz, kitap okuma gibi şeyleri de ilave edebilirsiniz ve kendiniz için de bir çizelge yapabilirsiniz. Bu da çizelge hazırlamanın gayet normal bir şey olduğu mesajını verecektir.
Çizelgede tiklerin sayısı arttıkça bunun üzerinde konuşmalı ve çocuğunuzun böyle nasıl hissettiğini, kendi kendine yaptığı işlerde daha mutlu olup olmadığını ve sorumluluk almanın önemi üzerinde sohbet etmelisiniz.
Çocuğunuza büyüdüğünü hissettirin ve ona yapabileceği sorumluluklar verin. Başardığı zaman da onu mutlaka yüreklendirin. Aferin sana, ne kadar güzel yaptın, çok beğendim gibi sözleri anne babasından duyan her çocuk mutlu olur. Anne baba çocuklar için hatasız insanlardır ve onlardan övgü almak, beğeni almak çocuklarını cesaretlendirir, benlik algısını yükseltir, özgüveni artırır. Kendine inancını tesis eder, ve sağlamlaştırır.
Şunu da unutmayalım ki, çocuklar aileyi yansıtır. Ailede sorun çözme becerileri, sorumluluk alma, iletişim kurabilme, kendini ifade etme vs. bir sürü beceri gelişir, ya da gelişmez, ya da istenmedik şekilde gelişir. Ebeveynler olarak bizler öncelikle evlatlarımıza karşı merhametli olmalı, sevgimizi her zaman hissettirmeli ve onlara karşı hep sabırlı olmalıyız. Zaman zaman düzenleri bozulabilir, dengeleri şaşabilir. Tıpkı bizde olduğu gibi. Bu zamanlarda onları idare etmeli, sevgimizle onlara güven vermeli ve aramızdaki bağı hiçbir zaman zedelememeliyiz. Onların bize ihtiyacı olduğu gibi bizim de onlara ihtiyacımız var. Onların sevgisine, saygısına ve ilgilerine ihtiyacımız var.
PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ
10 Nisan 2019 Çarşamba
ZORAKİ GÖÇ VEYA SÜRGÜN HAYATI YAŞAMAK
SORU: Yeni gurbete çıkanların gerek, çıkmadan önceki, gerek çıktıktan sonra ki yaşadıkları travmaları nasıl düzelecek?
Memleketlerine bir daha gidemeyecek psikolojisi ile nasıl yaşayacaklar?
Çok teşekkür ederim.
CEVAP:
ZORAKİ GÖÇ VEYA SÜRGÜN HAYATI YAŞAMAK
Soruyu Psikolojik ve inanç yönünden olmak üzere 2 şekilde ele almak daha sağlıklı olacaktır. Yaşanılan hadiselerin ve travmaların şiddetinden dolayı soruyu tek yönlü ele almak yeterli olmayacaktır.
“ Allah neyi dilerse, o mutlaka olur; O’nun olmamasını dilediği de asla olmaz. ”
“ Ayaklar, Allah’a giden yollarda şayet tozumuş ise, toza maruz kalmış ise, katiyen, ateş onlara dokunmaz. ”
buyuruyor, sözü sözlerin sultanı olan İnsanlığın Sultanı, Hazreti Ruh u Seyyidi’l-enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem)
Aslında bu her 2 ifade de tam olarak sindirilebilirse pek çok problemi halledecektir ama tabii ki hayatın doğası gereği insanız ve hayatımızın farklı dönemlerinde aşmamız gereken pek çok problem ve travma ile içli dışlı oluyoruz.
Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Ülkenin, fakir ve mütedeyyin Anadolu insanlarının kanla, terle güçlükle yetiştirip okuttukları ve ülke hizmetine sundukları nitelikli, kaliteli insanlar, büyük bir kıyıma maruz. Yüzbinlerce öğretmen, hekim, hakim, polis, akademisyen, hemşire, esnaf vs hapiste. Hapiste olmayıp Türkiye’de kalanlar ise sefillerdeki Kaçak’ın yaşadığı hayata benzer bir yaşam sürüyorlar. Her yerden kovulup itilip kakılıyor, tahkir ediliyorlar. Bin yılda bir yaşanabilecek türden çok ağır bir zulüm süreci yaşanıyor. En acısı ise içinde hepimizin akrabalarının da bulunduğu bazı dindar insanların, grupların, cemaatlerin bu zulmü yok saymaları, görmezden gelmeleri. Türkiye’deki insanların durumu çok ağır ve tahammülü zor; ancak o ayrı bir bahsin konusu. Bu yazıda bir şekilde yurt dışına çıkabilmiş insanların sıkıntıları, problemleri üzerinde duracak ve kendimizce bazı çözüm önerileri sunmaya çalışacağız.
Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki zorluk derecesi değişse de bu dönemde herkes ağır bir imtihana muhatap. Yaşanan çoğu travma olayın kendi özgül ağırlığından ziyade travmayı yaşayan kişinin olaya yüklediği anlam kadar bireye etki eder. Olayları doğru ve sağlıklı bir şekilde algılamak, abartmadan ve küçümsemeden ele almak gerekir. Hitler'in soykırımından sağ kurtulan Yahudilerin daha sonra %90'nının yaşadıklarından dolayı ateist olduğu ifade edilir. Kanaatimce günümüzde de ülkesini terk etme, maddi ve manevi kayıplar ve hayati tehlike yaşayan kişilerin de öncelikli olarak inanç dünyalarında sarsıldığı görülmektedir. Bu dünyada tek başımıza yaşamıyoruz ve de insanlık tarihi sadece bizim yaşadığımız zaman diliminden ibaret değil. Hayatı ve olayları çok boyutlu ele almak zorundayız.
Her zaman olduğu gibi birincil başvuru kaynağımız Asrı Saadete bakılabilir.
Hicret Mekke fethine kadar imanın bir parçası gibi sayılmış. Hazreti Peygamberin talimatıyla kalanlar veya çıkamayanlar hariç hicret etmeyenlerin inancı ve imanı sorgulanmış. Mekkeden Medineye hicretle bugün yaşanan “ Zoraki Hicret ” arasında çok benzerlik var. Önceki hicretlerle bu süreçte yaşanan hicret karşılaştırıldığında son hicretlerin Efendimizin ve sahabelerin yaşadığı hicrete daha benzer olduğu söylenebilir. Bu benim gibi önceki hicret çağrılarına uymakta zorluk yaşayıp kaderin sevkiyle zoraki hicrete muhatap olan birinin subjaktif mülahazası da olabilir elbette.
PEKİ BU DURUMDA NELER YAPILMALI?
- Her şeyden önce “mucizevi birşeyler olacak ve biz ülkemize, eski durumumuza döneceğiz ve hayatımıza bıraktığımız yerden devam edeceğiz” düşüncesinden sıyrılmak lazım. Mucizevi bir şey olabilir; ama öyle olsa dahi hiçbir şey eskisi gibi olmaz.“ Döneceğim ” düşüncesi geldiğimiz topraklarda tutunmamızı engeller. Bizi eylemsiz, hareketsiz, bir şey yapamaz kılar. Bir iş yapmadığımız, sadece bekleyişte olduğumuz için elimizde olan kaynaklar da hızla tükenir ve bu durum bizde ayrı bir gerilim oluşturur. “Döneceğim” düşüncesinden kurtulmak lazım. “ Burada tutunmam lazım !” dersek bir arayış, çaba içine girebiliriz. En azından “dönsem bile bir ayağım burada olacak, burada tutunup orada da olacağım” demeliyiz.
- Meşgalesizlik, hedefsizlik, eylemsizlik insanı bitirip tüketen bir illettir. Küçük-büyük bir iş bulur çalışır, basit de olsa bir yerlerden başlarsak eylemsizlikten, ataletten kurtulmuş oluruz. Bu durum bize bir miktar gelir yanında yeni çevreler kazandırır, yeni kapılar açar. Ayrıca içinde bulunduğumuz anafordan çıkma fırsatı verir bir nevi terapi olur.
İlk yapacağımız işin, çalışacağımız işin çok “itibarlı”, geliri yüksek olması gerekmiyor. Kebapçıda çalışmak, deliveri yapmak dahi hayata tutunmaya, adaptasyona önemli katkı sağlıyor. Girdiğimiz çevre bize farklı ve yeni imkanlar sunuyor. O nedenle atalette kalmayıp iyi-kötü, küçük-büyük bir işle meşgul olmak intibak sürecini hızlandıracaktır. Eğer kendi geçmişinize, kariyerinize uygun bir işten başlarsanız dili hallettikten sonra eski birikiminizi yeniden kullanabilirsiniz. Kariyerinize uygun bir işe alt seviyelerden dahi olsa girmek avantaj olabilir.
- “Ben Türkiye’de şöyleydim, şu imkanlarım vardı, evim şöyleydi, gelirim böyleydi” gibi kıyaslamalar sadece buralara uyum sağlamamızı geciktirir. “ Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal ! ” deyip mevcut şartlara göre kendimizi ayarlamalı, duygu ve düşüncemizi realize etmeliyiz. İyi iş veya kötü iş yoktur. Helal-haram kazanç vardır. Alın teriyle para kazanmak için müspet dairede yapılan her iş helal ise temizdir. Helalinden hela temizlemek bile ak-pak bir iştir. Yapılan işin ne olduğuna takılmamak lazım. Allah sonra imkan verir ve sizi çok itibarlı işlerde istihdam eder.
- İnsanlar ağır bir travma yaşadı, psikolojik çöküntüler var. Böylesi durumlarda hem de gurbette yalnız kalmak, insanlardan toplumdan uzak durmak ve meşgalesiz durmak çok tehlikeli olabilir. Kalıcı psikolojik hasarlara neden olabilir. O nedenle gurbetteki herkes kendisine katılacağı manevi bir halka, bir cemiyet, çay muhabbeti bulmalı. Kadın-erkek, çoluk-çocuk herkesin gideceği bir yer olmalı. İmkanlarımızı birleştirip dayanışma ile problemlerimizi çözmeyi öğrenmeliyiz. Kenara çekilmek, hayattan tecrit olmak en tehlikeli şeylerden. Böyle arkadaşlar varsa mutlaka bir halkaya katmalı değilse onları sıklıkla ziyarete gidilmeli. Özellikle hanımlar daha çok yalnızlık çekiyor ve kendi haline kalıyor. Ayrıca onlar daha duygusal olduklarını için olaylardan daha ağır etkilenebiliyorlar. Hanımlarla ilgilenmek, gezdirmek, bir yerlere götürmek çok önemli.
- Bulunduğumuz yerleri, beldeleri sevelim. Eleştirel bakarak, her şeyine bir kusur bulma intibakı geciktirir, hatta imkansız kılar. Sevmediğimiz bir yerde iş yapamayız, çevre edinemeyiz. İradi Hicrete gidenlerin hemen tamamının gittikleri yerleri sevdiklerine şahit olmuştum. Ama cebri muhacirlerden Avrupa’da müreffeh, gelişmiş ülkelerde olmasına rağmen ülkeden ve insanlarından şikayet edenlere rastladım. Bunda sürülerek, kovularak çıkarılmanın hasıl ettiği travma etkili olabilir ama bunu aşabilmemiz lazım. Sevmediğiniz bir coğrafyada sevmediğiniz insanlarla yaşayamaz, derdinizi anlatamaz, oralarda hizmet edemezsiniz.
-Türkiye’ye ve insanımıza, akrabalarımıza sitem etmek, kahretmek çözüm değil. Yarın problemler azalınca veya çözülünce biz o insanlarla yine beraber olacağız. Onlara kahretmek yerine benzer durumların böylesi hareketlerin başına tarih boyunca hep geldiğini, hakkın müdafaacısı insanların yalnız kaldığını, dışlanıp ötekileştirildiğini hatırlamak lazım. Bunu “ Yolun Kaderi ” ve imtihanın bir basamağı olarak görmek tahammülü artırır, sınavı geçmeyi kolaylaştırabilir.
- Eğer Cenabı Hak sizin gibi güzel insanları dünyaya yaymak ve tüm insanlığın, coğrafyaların istifadesine sunmak istiyorsa cebri veya rızaya dayalı bu hicret süreci devam edecektir. Geri dönmek yerine burada tutunup sonraki hicret dalgalarında geleceklere ensarlık yapma misyonuna soyunmak lazım. Kanaatimce ülkedeki zorbalık durulacak, baskı azalacak ve bugün hapiste olan pek çok insan da dışarıya çıkacak. Eğer Allah sizi dünyaya yaymayı murad ediyorsa mevcut yayılma çok yetersiz, devamı gelecektir. Ümid ederiz ki son dönemdeki gibi ağır şartlarda olmaz. Bu dalgada gelen insanların hayata tutunup sonrakilere zemin hazırlması gerekir.
-Buralara gelen insanların çoğunun sermayesi sınırlı. Pek çoğunun tek başına iş yapacak durumu yok. Ama 3-5-7 kişi iyi fizibilite edilmiş bir iş için biraraya gelebilirse, sermayelerini emeklerini birleştirebilirse daha nitelikli işler yapabilirler. Eğer aralarına o ülkeyi bilen yerli veya önceden gelmiş insanları da alırlarsa riski azaltıp, prosödürleri kolay aşabilirler. Ancak bizde ortaklıklar maalesef sıkıntılı olabiliyor. Türk usulü hadi yapalım deyip başlıyoruz, yazılı bir anlaşma, planlama, görev dağılımı yapmıyoruz. En kötüsü bir exit planımız olmuyor. İşleri hep kazanmaya, iyi gitmeye göre düşünüyoruz. Olumsuz ihtimalleri düşünmediğimiz için de işler sarpa sarınca cıngar çıkıyor. Oysa Kur’an bize hem de emir kipinde “borç ilişkisine girdiğinizde onu yazın” (2-282) diyor.
- Sabretmek önemli ama aktif sabır! Bekleyerek sadece bostanlar olgunlaşıyor. Onu da fazla bekletirseniz çürüyor. Yapabildiğimiz kadarıyla hayata karışmak lazım. Boş beklemek yerine o ülkenin dilini, kültürünü öğrenmeli, ehliyetini almalı, çevre edinmeye çalışmalıyız.
- Dil biliyorsak bizzat, bilmiyorsak yanımıza dil bilen birilerini alıp Türkiye’deki zulmü anlatmalı, mağdurların sesi-soluğu olmaya çalışmalıyız. Bu zulüm sürecinin bitmesi için insan hakları örgütlerine, yerel, ulusal, U.A kuruluşlara, kişilere gidip Türkiye’de yaşananları, kendi hayat hikayemizi anlatmak en önemli işlerden birisi.
Mekke’li ilk müslümanlar elbette memleket hasreti çektiler ama Mekke fethedildikten sonra da başta Hazreti Peygamber olmak üzere Mekke’ye dönmek yerine Medine’de yaşamaya devam ettiler. Bizlerde yarın tatile, gezmeye ülkelerimize gitsek bile buralarda kalmayı düşünmeliyiz. En azından her iki tarafta ayağımız olacak şekilde düşüncelerimizi revize etmeliyiz. Türkiye dışında dünyada çok güzel ülkeler, coğrafyalar var. Hizmet götürülecek, kabiliyeti istidadı müsait çok insanlar var ve biz bunların pek azına ulaşabilmişiz.
Türkiye’de yaşananlar ve oradaki arkadaşlarımızın çektikleri gurbette olanların en büyük derdi ve hüznü. Sabah akşam onlarla yatıp kalkıp onlara dua ediyoruz. Ama onlara daha iyi yardımcı olabilmek için de buralarda tutunmaya ihtiyacımız var. Türkiye’de bazıları yurt dışına çıkanların rahat olduğunu düşünüyor olabilir. Buralardaki insanlar Türkiye’deki kardeşlerinin derdiyle oturup kalkıyor. Hatta yaşama tutunamamanın en önemli engellerinden birisi de Türkiye’yi düşünmek! İnsanlar bundan sıyrılamıyor, hayata intibak edemiyor.
Allah bize cebri bir hicret kapısı açtı. Bunu Cenabı Hakkın bir ikramı, imtihanı kabul ederek aşmaya çalışırsak hakkıyla Hicret sevabı kazanabiliriz. Ama şikayetler, sızlanmalar, suçlamalar bizi zulme maruz kalma yanında Hicret sevabından mahrum edebilir. Hazmedip bulunduğumuz yerlerde tutunabilirsek bu zoraki sürgünü hayatımızda yeni bir başlangıca, taze ve yeni dallara vesile olacak bir sürgüne çevirebiliriz.
Her şeyin hayırlısıyla gönlünüze göre olmasınız dileriz.
( Not : Konu çok geniş olduğu için daha sonra tekrar ele alınacaktır.)
PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ
Memleketlerine bir daha gidemeyecek psikolojisi ile nasıl yaşayacaklar?
Çok teşekkür ederim.
CEVAP:
ZORAKİ GÖÇ VEYA SÜRGÜN HAYATI YAŞAMAK
Soruyu Psikolojik ve inanç yönünden olmak üzere 2 şekilde ele almak daha sağlıklı olacaktır. Yaşanılan hadiselerin ve travmaların şiddetinden dolayı soruyu tek yönlü ele almak yeterli olmayacaktır.
“ Allah neyi dilerse, o mutlaka olur; O’nun olmamasını dilediği de asla olmaz. ”
“ Ayaklar, Allah’a giden yollarda şayet tozumuş ise, toza maruz kalmış ise, katiyen, ateş onlara dokunmaz. ”
buyuruyor, sözü sözlerin sultanı olan İnsanlığın Sultanı, Hazreti Ruh u Seyyidi’l-enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem)
Aslında bu her 2 ifade de tam olarak sindirilebilirse pek çok problemi halledecektir ama tabii ki hayatın doğası gereği insanız ve hayatımızın farklı dönemlerinde aşmamız gereken pek çok problem ve travma ile içli dışlı oluyoruz.
Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Ülkenin, fakir ve mütedeyyin Anadolu insanlarının kanla, terle güçlükle yetiştirip okuttukları ve ülke hizmetine sundukları nitelikli, kaliteli insanlar, büyük bir kıyıma maruz. Yüzbinlerce öğretmen, hekim, hakim, polis, akademisyen, hemşire, esnaf vs hapiste. Hapiste olmayıp Türkiye’de kalanlar ise sefillerdeki Kaçak’ın yaşadığı hayata benzer bir yaşam sürüyorlar. Her yerden kovulup itilip kakılıyor, tahkir ediliyorlar. Bin yılda bir yaşanabilecek türden çok ağır bir zulüm süreci yaşanıyor. En acısı ise içinde hepimizin akrabalarının da bulunduğu bazı dindar insanların, grupların, cemaatlerin bu zulmü yok saymaları, görmezden gelmeleri. Türkiye’deki insanların durumu çok ağır ve tahammülü zor; ancak o ayrı bir bahsin konusu. Bu yazıda bir şekilde yurt dışına çıkabilmiş insanların sıkıntıları, problemleri üzerinde duracak ve kendimizce bazı çözüm önerileri sunmaya çalışacağız.
Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki zorluk derecesi değişse de bu dönemde herkes ağır bir imtihana muhatap. Yaşanan çoğu travma olayın kendi özgül ağırlığından ziyade travmayı yaşayan kişinin olaya yüklediği anlam kadar bireye etki eder. Olayları doğru ve sağlıklı bir şekilde algılamak, abartmadan ve küçümsemeden ele almak gerekir. Hitler'in soykırımından sağ kurtulan Yahudilerin daha sonra %90'nının yaşadıklarından dolayı ateist olduğu ifade edilir. Kanaatimce günümüzde de ülkesini terk etme, maddi ve manevi kayıplar ve hayati tehlike yaşayan kişilerin de öncelikli olarak inanç dünyalarında sarsıldığı görülmektedir. Bu dünyada tek başımıza yaşamıyoruz ve de insanlık tarihi sadece bizim yaşadığımız zaman diliminden ibaret değil. Hayatı ve olayları çok boyutlu ele almak zorundayız.
Her zaman olduğu gibi birincil başvuru kaynağımız Asrı Saadete bakılabilir.
Hicret Mekke fethine kadar imanın bir parçası gibi sayılmış. Hazreti Peygamberin talimatıyla kalanlar veya çıkamayanlar hariç hicret etmeyenlerin inancı ve imanı sorgulanmış. Mekkeden Medineye hicretle bugün yaşanan “ Zoraki Hicret ” arasında çok benzerlik var. Önceki hicretlerle bu süreçte yaşanan hicret karşılaştırıldığında son hicretlerin Efendimizin ve sahabelerin yaşadığı hicrete daha benzer olduğu söylenebilir. Bu benim gibi önceki hicret çağrılarına uymakta zorluk yaşayıp kaderin sevkiyle zoraki hicrete muhatap olan birinin subjaktif mülahazası da olabilir elbette.
PEKİ BU DURUMDA NELER YAPILMALI?
- Her şeyden önce “mucizevi birşeyler olacak ve biz ülkemize, eski durumumuza döneceğiz ve hayatımıza bıraktığımız yerden devam edeceğiz” düşüncesinden sıyrılmak lazım. Mucizevi bir şey olabilir; ama öyle olsa dahi hiçbir şey eskisi gibi olmaz.“ Döneceğim ” düşüncesi geldiğimiz topraklarda tutunmamızı engeller. Bizi eylemsiz, hareketsiz, bir şey yapamaz kılar. Bir iş yapmadığımız, sadece bekleyişte olduğumuz için elimizde olan kaynaklar da hızla tükenir ve bu durum bizde ayrı bir gerilim oluşturur. “Döneceğim” düşüncesinden kurtulmak lazım. “ Burada tutunmam lazım !” dersek bir arayış, çaba içine girebiliriz. En azından “dönsem bile bir ayağım burada olacak, burada tutunup orada da olacağım” demeliyiz.
- Meşgalesizlik, hedefsizlik, eylemsizlik insanı bitirip tüketen bir illettir. Küçük-büyük bir iş bulur çalışır, basit de olsa bir yerlerden başlarsak eylemsizlikten, ataletten kurtulmuş oluruz. Bu durum bize bir miktar gelir yanında yeni çevreler kazandırır, yeni kapılar açar. Ayrıca içinde bulunduğumuz anafordan çıkma fırsatı verir bir nevi terapi olur.
İlk yapacağımız işin, çalışacağımız işin çok “itibarlı”, geliri yüksek olması gerekmiyor. Kebapçıda çalışmak, deliveri yapmak dahi hayata tutunmaya, adaptasyona önemli katkı sağlıyor. Girdiğimiz çevre bize farklı ve yeni imkanlar sunuyor. O nedenle atalette kalmayıp iyi-kötü, küçük-büyük bir işle meşgul olmak intibak sürecini hızlandıracaktır. Eğer kendi geçmişinize, kariyerinize uygun bir işten başlarsanız dili hallettikten sonra eski birikiminizi yeniden kullanabilirsiniz. Kariyerinize uygun bir işe alt seviyelerden dahi olsa girmek avantaj olabilir.
- “Ben Türkiye’de şöyleydim, şu imkanlarım vardı, evim şöyleydi, gelirim böyleydi” gibi kıyaslamalar sadece buralara uyum sağlamamızı geciktirir. “ Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal ! ” deyip mevcut şartlara göre kendimizi ayarlamalı, duygu ve düşüncemizi realize etmeliyiz. İyi iş veya kötü iş yoktur. Helal-haram kazanç vardır. Alın teriyle para kazanmak için müspet dairede yapılan her iş helal ise temizdir. Helalinden hela temizlemek bile ak-pak bir iştir. Yapılan işin ne olduğuna takılmamak lazım. Allah sonra imkan verir ve sizi çok itibarlı işlerde istihdam eder.
- İnsanlar ağır bir travma yaşadı, psikolojik çöküntüler var. Böylesi durumlarda hem de gurbette yalnız kalmak, insanlardan toplumdan uzak durmak ve meşgalesiz durmak çok tehlikeli olabilir. Kalıcı psikolojik hasarlara neden olabilir. O nedenle gurbetteki herkes kendisine katılacağı manevi bir halka, bir cemiyet, çay muhabbeti bulmalı. Kadın-erkek, çoluk-çocuk herkesin gideceği bir yer olmalı. İmkanlarımızı birleştirip dayanışma ile problemlerimizi çözmeyi öğrenmeliyiz. Kenara çekilmek, hayattan tecrit olmak en tehlikeli şeylerden. Böyle arkadaşlar varsa mutlaka bir halkaya katmalı değilse onları sıklıkla ziyarete gidilmeli. Özellikle hanımlar daha çok yalnızlık çekiyor ve kendi haline kalıyor. Ayrıca onlar daha duygusal olduklarını için olaylardan daha ağır etkilenebiliyorlar. Hanımlarla ilgilenmek, gezdirmek, bir yerlere götürmek çok önemli.
- Bulunduğumuz yerleri, beldeleri sevelim. Eleştirel bakarak, her şeyine bir kusur bulma intibakı geciktirir, hatta imkansız kılar. Sevmediğimiz bir yerde iş yapamayız, çevre edinemeyiz. İradi Hicrete gidenlerin hemen tamamının gittikleri yerleri sevdiklerine şahit olmuştum. Ama cebri muhacirlerden Avrupa’da müreffeh, gelişmiş ülkelerde olmasına rağmen ülkeden ve insanlarından şikayet edenlere rastladım. Bunda sürülerek, kovularak çıkarılmanın hasıl ettiği travma etkili olabilir ama bunu aşabilmemiz lazım. Sevmediğiniz bir coğrafyada sevmediğiniz insanlarla yaşayamaz, derdinizi anlatamaz, oralarda hizmet edemezsiniz.
-Türkiye’ye ve insanımıza, akrabalarımıza sitem etmek, kahretmek çözüm değil. Yarın problemler azalınca veya çözülünce biz o insanlarla yine beraber olacağız. Onlara kahretmek yerine benzer durumların böylesi hareketlerin başına tarih boyunca hep geldiğini, hakkın müdafaacısı insanların yalnız kaldığını, dışlanıp ötekileştirildiğini hatırlamak lazım. Bunu “ Yolun Kaderi ” ve imtihanın bir basamağı olarak görmek tahammülü artırır, sınavı geçmeyi kolaylaştırabilir.
- Eğer Cenabı Hak sizin gibi güzel insanları dünyaya yaymak ve tüm insanlığın, coğrafyaların istifadesine sunmak istiyorsa cebri veya rızaya dayalı bu hicret süreci devam edecektir. Geri dönmek yerine burada tutunup sonraki hicret dalgalarında geleceklere ensarlık yapma misyonuna soyunmak lazım. Kanaatimce ülkedeki zorbalık durulacak, baskı azalacak ve bugün hapiste olan pek çok insan da dışarıya çıkacak. Eğer Allah sizi dünyaya yaymayı murad ediyorsa mevcut yayılma çok yetersiz, devamı gelecektir. Ümid ederiz ki son dönemdeki gibi ağır şartlarda olmaz. Bu dalgada gelen insanların hayata tutunup sonrakilere zemin hazırlması gerekir.
-Buralara gelen insanların çoğunun sermayesi sınırlı. Pek çoğunun tek başına iş yapacak durumu yok. Ama 3-5-7 kişi iyi fizibilite edilmiş bir iş için biraraya gelebilirse, sermayelerini emeklerini birleştirebilirse daha nitelikli işler yapabilirler. Eğer aralarına o ülkeyi bilen yerli veya önceden gelmiş insanları da alırlarsa riski azaltıp, prosödürleri kolay aşabilirler. Ancak bizde ortaklıklar maalesef sıkıntılı olabiliyor. Türk usulü hadi yapalım deyip başlıyoruz, yazılı bir anlaşma, planlama, görev dağılımı yapmıyoruz. En kötüsü bir exit planımız olmuyor. İşleri hep kazanmaya, iyi gitmeye göre düşünüyoruz. Olumsuz ihtimalleri düşünmediğimiz için de işler sarpa sarınca cıngar çıkıyor. Oysa Kur’an bize hem de emir kipinde “borç ilişkisine girdiğinizde onu yazın” (2-282) diyor.
- Sabretmek önemli ama aktif sabır! Bekleyerek sadece bostanlar olgunlaşıyor. Onu da fazla bekletirseniz çürüyor. Yapabildiğimiz kadarıyla hayata karışmak lazım. Boş beklemek yerine o ülkenin dilini, kültürünü öğrenmeli, ehliyetini almalı, çevre edinmeye çalışmalıyız.
- Dil biliyorsak bizzat, bilmiyorsak yanımıza dil bilen birilerini alıp Türkiye’deki zulmü anlatmalı, mağdurların sesi-soluğu olmaya çalışmalıyız. Bu zulüm sürecinin bitmesi için insan hakları örgütlerine, yerel, ulusal, U.A kuruluşlara, kişilere gidip Türkiye’de yaşananları, kendi hayat hikayemizi anlatmak en önemli işlerden birisi.
Mekke’li ilk müslümanlar elbette memleket hasreti çektiler ama Mekke fethedildikten sonra da başta Hazreti Peygamber olmak üzere Mekke’ye dönmek yerine Medine’de yaşamaya devam ettiler. Bizlerde yarın tatile, gezmeye ülkelerimize gitsek bile buralarda kalmayı düşünmeliyiz. En azından her iki tarafta ayağımız olacak şekilde düşüncelerimizi revize etmeliyiz. Türkiye dışında dünyada çok güzel ülkeler, coğrafyalar var. Hizmet götürülecek, kabiliyeti istidadı müsait çok insanlar var ve biz bunların pek azına ulaşabilmişiz.
Türkiye’de yaşananlar ve oradaki arkadaşlarımızın çektikleri gurbette olanların en büyük derdi ve hüznü. Sabah akşam onlarla yatıp kalkıp onlara dua ediyoruz. Ama onlara daha iyi yardımcı olabilmek için de buralarda tutunmaya ihtiyacımız var. Türkiye’de bazıları yurt dışına çıkanların rahat olduğunu düşünüyor olabilir. Buralardaki insanlar Türkiye’deki kardeşlerinin derdiyle oturup kalkıyor. Hatta yaşama tutunamamanın en önemli engellerinden birisi de Türkiye’yi düşünmek! İnsanlar bundan sıyrılamıyor, hayata intibak edemiyor.
Allah bize cebri bir hicret kapısı açtı. Bunu Cenabı Hakkın bir ikramı, imtihanı kabul ederek aşmaya çalışırsak hakkıyla Hicret sevabı kazanabiliriz. Ama şikayetler, sızlanmalar, suçlamalar bizi zulme maruz kalma yanında Hicret sevabından mahrum edebilir. Hazmedip bulunduğumuz yerlerde tutunabilirsek bu zoraki sürgünü hayatımızda yeni bir başlangıca, taze ve yeni dallara vesile olacak bir sürgüne çevirebiliriz.
Her şeyin hayırlısıyla gönlünüze göre olmasınız dileriz.
( Not : Konu çok geniş olduğu için daha sonra tekrar ele alınacaktır.)
PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ
Kendini Gerçekleştiren Kehanet
SORU:
Hayırlı aksamlar öncelikle böyle bir rehberlikte
bulunduğunuz için teşekkür ediyorum.
Bende hayata karşı ciddi bir önyargı oluştu. Normalde çok
neşeli, insanları seven, pozitif biriydim. Süreçten sonra iyice olumsuz düşünen
biri oldum. Hala aşamadım bu sıkıntıyı. O kadar üst üste ve kötü hatıralar
yaşadım ki: Mesela, Meriç’ten bizden önce geçenleri dinledim, ayakları suya
bile değmemiş. (Kardeşlerimiz hep iyi olsun isterim İnş.) Biz 1.30 saat gece
nehirde tehlikeli bir yolculuk atlattık. Arkadaşlar geçti, tam biz geçeceğimiz
zaman etraf güvenlik kaynıyordu, yakalandık ve eşim ile ben nezarete
atıldık. 5 ay Yunan’da kaldım çok bunaldık sürekli bir stres hali.
Tamam dedim artık olumsuz düşünmeyeceğim unutmaya çalıştım.
O yaşadığım olumsuzlukları. Benden daha zor durumda olanlara bakıp halime
şükretmeye çalışayım dedim. Sonra benden sonra gelen arkadaşlarımı evimde
misafir ettim. 4 aile uğurladım, arkadaşlarım geliyor, 1 ay geziyor, sonra bir
duyuyorum ki hicret etmişler bana eşyalarını paketleyip kargoya vermek kalıyor😊
Çok zor oldu, ama hamdolsun buraya geldim. Eşim daha sonra
gelebildi. O kadar kötü bir kampa denk geldim ki hala alışmış değilim. Burada
farklı bir rahatsızlığım varmış onu öğrendim daha kötü oldum. Birkaç ay sonra
hamdolsun eşim geldi. Tamam, artık işler düzeliyor dedim. Eşimi benden 6 saat
uzak bir yere verdiler. Ona da tamam dedim. Nasıl olsa geldi ya inşallah gerisi
gelir dedim. Şimdi kampta ne kadar uğraştıysak aile birleşimi olmuyor. Artık
kendimi teselli edecek şey bulamıyorum ve sürekli negatif şeyler düşünüyorum.
Musibetten şikâyet etmiyorum, hamdolsun halimize. Şu an daha kötü durumda olan
arkadaşlarımız var, en azından özgürüz diyorum ama bu ruh hali beni
yoruyor. sürekli zaten bize iyisi rast gelmeze bağladım
artık....
Biliyorum, Rabbim' den ne gelirse Amenna deyip teslim olmak
lazım, ama ben güzel düşünmeye çalışsam da (Üstadımızın dediği gibi güzel
gören güzel düşünür....) artık kendime samimi gelmiyorum. Çünkü Polyannacılığı
oldum olası sevemedim, realist birisiyim bu negatif düşünce halinden nasıl
kurtulurum?
Hep dua ediyorum Allah im bana kaldıramayacağım bir yük
verme diye ama
Hocam durum çok mu vahim?
CEVAP:
Değerli kardeşim, Durum çok vahim değil :) Son derece
insani, son derece doğal. Hangimiz üç-beş tane aksiliği peş peşe yaşadığımızda
kendimizi şanssız hissetmedik? Hangimiz bazen bütün dünyanın bize karşı
olduğunu, esbabın bikülliye aleyhimize adeta ittifak ettiğini düşünmedik.
Hangimiz daha zengin veya daha yakışıklı/güzel bir arkadaşımıza imrenmedik,
hangimiz tam da hayalimizdeki gibi imkanlara sahip olan birini gördüğümüzde
onun yerinde olabilmeyi istemedi?
Belki de Yunanistan'da olup bilmem kaçıncı sefer deneyip
hala geçemeyen bir çok kişi şu an sizin yerinizde olmak istiyor. Belki eşi
Türkiye'de hapiste olan başka birileri, keşke eşim burada olsaydı da
aramızda biraz mesafe olsaydı diyordur. Siz zaten salim kafayla düşündüğünüzde
bunları görüyor ve ifade ediyorsunuz. Peki neden böyle oluyor? Gerçekten
şanssız mısınız?
Değerli kardeşim, öncelikle bu konuda çok yalnız
olmadığınızı söylememiz gerek. Dünya üzerinde, bizim dışımızda da pek çok insan
sizin gibi hissediyor ve bunu ifade ediyor. Hatta Amerikalılar buna bir isim
bile bulmuşlar: Murphy Kanunları. Bu kanunların çıkış noktası ise
şu cümledir: "Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir."
Nasıl? Tanıdık geldi mi? Eğer Murphy kanunları durumun tespitinden ibaret
olsaydı sadece karamsar, kötümser bir takım tecrübelerin ifade edilmesinden
ibaret kalırdı. Ancak bu kanunların rasyonel bir boyutu da var. Bu kanun bize
ortaya çıkabilecek muhtemel aksilikleri göz önünde bulundurmamızı ve daha
başında işi sıkı tutmamızı, tedbirimizi en baştan almamız gerektiğini ifade
eder. O zaman şöyle sormamız gerekir: Yukarıda sıraladığınız talihsiz olaylar
silsilesinde, acaba sebepler planında ihmal ettiğim şeyler olabilir mi?
Planlama ve organizasyonda bir takım eksiklerim olabilir mi?
Şanssız olduğunu düşünen insanlar, diğer insanlara nazaran
daha endişelidirler ve bunun meydana getirdiği gerginlik, beklenmedik
kısmetlerin farkına varmalarına engel olur. Netice olarak, başka bir şeyi
düşündükleri için önlerine çıkan güzel fırsatları kaçırırlar. Mesela gazete
ilanlarından belli bir iş ararken, başka çeşit iş ilanlarını görmezler. Tabiri
caizse ağaca bakmaktan ormanı göremezler. Şanslı dediğimiz insanlar ise daha
rahattırlar ve olumlu düşünürler. Onun için de her şeyi görebilirler ve
fırsatları değerlendirebilirler. Sonuç olarak aslında mesele tamamen şansla
alakalı değildir.
Bazen de durum kendini gerçekleştiren kehanet durumudur.
Kendini gerçekleştirme kehanetine göre, neyi beklersek onun gerçekleşme olasılığı
daha yüksektir. Teorinin gerçek hayattaki karşılığına bakarsak; kendisine saygı
duyulmadığını düşünen bir kişi, gerçekte böyle bir durum söz konusu olmasa da,
bu algısı nedeniyle çevresindeki insanların tavırlarını düşmanca algılayacak,
pek çok durumda aşırı hassas davranacak ve çevresine karşı şüpheci
yaklaşacaktır. Bu durumda çevresi de ona düşmanca davranacaktır. Yani kehanet
kendini gerçekleştirir.
Bu teorinin çıkış noktası olan çalışma ise
şöyledir:
Robert Rosenthal'in 18 öğretmen ve 650 çocuk olan bir
ilkokulda yaptıkları çalışmada, her sınıftan eşit sayıda öğrenci iki gruba
ayrılır. Rosenthal, gruplardan birine “zeki grup” der. Öğretmenlere “zeki
grubun” içinde yer alan öğrencilerin adını vererek, bu öğrencilerin öyle
olmadığı halde “ileri zekalı” olduğunu ve yüksek potansiyelleri olduğunu
söyler. Bir yılın sonunda bu çocukların diğerlerine oranla akademik açıdan çok
daha fazla geliştikleri görülür. Rosenthal”a göre, öğretmenlerin yüksek
performans beklentisi, öğrencilere söyledikleri şeyler, yüz ifadeleri gibi
sözel ve sözel olmayan çeşitli şekillerde iletilmiş olabilir. Bu deneyde her
iki grup arasında öğretmenlerin öğrencilerle geçirdiği süre açısından bir fark
bulunmamaktadır, ancak öğrencileri ile kurdukları ilişkinin niteliği daha
farklıdır. Bu şekilde gruba hissettirilen olumlu beklentinin öğrencilerin
benlik kavramları üzerinde etki etmiş ve motivasyonlarını, kavrama becerilerini
yükseltmiş olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla bir noktadan sonra
kendimize sürekli şanssız, talihsiz olduğumuzu telkin ettiğimizde bu bir
kısırdöngü meydana getirebilir ve iş kendini gerçekleştiren kehanete
dönüşebilir.
Sorunuzda realist biri olduğunuzdan da bahsetmişsiniz. O
zaman anlattığınız olayların diğer yönlerini de görüyor olmalısınız. Şimdi
neler olmuştu yeniden hatırlayalım.
Şöyle olmuştu:...biz 1.30 saat gece nehirde tehlikeli
bir yolculuk atlattık. Arkadaşlar geçti, tam biz geçeceğimiz zaman etraf
güvenlik kaynıyordu, yakalandık ve eşim ile ben nezarete atıldık.
Aslında bunlar da olmuştu: Tehlikeli bir yolculuktan sonra geçmeyi başardık. Kısa bir süre nezarette kaldık ve sonra bizi serbest bıraktılar.
Aslında bunlar da olmuştu: Tehlikeli bir yolculuktan sonra geçmeyi başardık. Kısa bir süre nezarette kaldık ve sonra bizi serbest bıraktılar.
Şöyle olmuştu:5 ay Yunan’da kaldım çok bunaldık
sürekli bir stres hali.
Aslında bunlar da olmuştu:5 ay gibi bir süre, hayatımda ilk defa gittiğim Yunanistan'da kaldıktan sonra istediğim ülkeye geçmeyi başardım.
Aslında bunlar da olmuştu:5 ay gibi bir süre, hayatımda ilk defa gittiğim Yunanistan'da kaldıktan sonra istediğim ülkeye geçmeyi başardım.
Şöyle olmuştu: Sonra benden sonra gelen arkadaşlarımı
evimde misafir ettim. 4 aile uğurladım, arkadaşlarım geliyor, 1 ay geziyor,
sonra bir duyuyorum ki hicret etmişler bana eşyalarını paketleyip kargoya
vermek kalıyor?
Aslında bunlar da olmuştu: Yunanistan’da 4 aileye ev sahipliği yapma şansımız oldu. Demek ki orada olmamızın bir hikmeti, o güzel insanlara ev sahipliği yapmakmış.
Aslında bunlar da olmuştu: Yunanistan’da 4 aileye ev sahipliği yapma şansımız oldu. Demek ki orada olmamızın bir hikmeti, o güzel insanlara ev sahipliği yapmakmış.
Şöyle olmuştu:O kadar kötü bir kampa denk geldim ki
hala alışmış değilim. Burada farklı bir rahatsızlığım varmış onu öğrendim daha
kötü oldum. Birkaç ay sonra hamdolsun eşim geldi. Tamam, artık işler düzeliyor
dedim. Eşimi benden 6 saat uzak bir yere verdiler.
Aslında bunlar da olmuştu: Bulunduğum ülkeye geldiğimde bana kalmam için yer de gösterdiler. Hiç nerede kalacağım endişesi, kiramı nasıl öderim kaygısı yaşamadım. Ücretsiz doktora gidebiliyorduk ki bu sayede farkında olmadığım bir rahatsızlığımı öğrenme şansım oldu. Bu arada eşim de geçti ve tekrar bir aradayız. Şimdilik aramızda biraz mesafe var ama bunun da geçici olduğunu bilmek beni rahatlatıyor.
Aslında bunlar da olmuştu: Bulunduğum ülkeye geldiğimde bana kalmam için yer de gösterdiler. Hiç nerede kalacağım endişesi, kiramı nasıl öderim kaygısı yaşamadım. Ücretsiz doktora gidebiliyorduk ki bu sayede farkında olmadığım bir rahatsızlığımı öğrenme şansım oldu. Bu arada eşim de geçti ve tekrar bir aradayız. Şimdilik aramızda biraz mesafe var ama bunun da geçici olduğunu bilmek beni rahatlatıyor.
Burada anlatmak istediğimiz şu: Tüm gününüz kötü
geçebilir, belki tüm haftanız, hatta tüm ayınız kötü geçebilir. Ama bu bir
sonraki ayın da kötü geçeceğini garantilemez. Yani “Çok şanssızım.” demek,
iyi olasılıkları görmezden gelmektir. Algıda seçiciliktir. Mutluluksa
çevreyi nasıl algıladığınızla ilgilidir. Polyannacılık aslında olaylara
pembe gözlük takmak değildir. Polyannacılıkta da rasyonel bir taraf vardır.
Eğer sizi mutsuz eden bir "Olayları değiştiremiyorsanız bakış açınızı
değiştiriniz" demektir. Böylece olayın tek bir yönünü değil, diğer
yönlerini de görebilmektir Polyannacılık.
Peki algımızı olumsuz etkileyen, bizi pozitif bir insanken
bu kadar karamsar yapan şey nedir? Söylemek istediğimiz, durumu abarttığınız
veya gerçekçi olmadığınız değil tabii ki. Gerçekten başınıza gelenler çok zor
ve altından kalkılması güç olaylar. O zaman, normalde bunlarla baş
edebiliyorken neden şimdi tahammül edemiyoruz, sabredemiyoruz? Bediüzzaman
Hazretleri buna sabrı dağıtmak diyor.
"Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibadet külfetini
ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini bugün düşünüp muztarip olmak; hem
gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini
bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır?"
"Şu sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem kumandana
benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve
ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ cenaha
gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenahta düşmanın askeri yokken ve daha
gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, “Ateş et” emrini verir, merkezi bütün
bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târümâr
eder."
"Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti,
bugün rahmete kalb olmuş. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, keramete
iltihak; ve meşakkati, sevaba inkılâb etmiş. Öyle ise, ondan usanç almak değil,
belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzım
gelir. Gelecek günler ise madem gelmemişler; şimdiden düşünüp usanmak ve fütur
getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp
çağırmak gibi bir divaneliktir."
“Cenâb-ı Hakk'ın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış
yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir; ve o kuvvetle
dayan."
Sonuç olarak;
Geçmiş ve gelecek zorlukları sırtınıza yüklemeyin. Sadece
şimdi ve burada olan sıkıntınızı çözmeye çalışın.
Olumlu düşünün, her sabah kendi kendinize olumlu telkinlerde bulunun.
Genellemelerden kaçının. Yarın bugünden, gelecek ay bu aydan farklı olabilir.
Maddi sebeplerde de eksikleriniz olabileceğini göz önünde bulundurun.
Her akşam yatmadan önce, o gün yaşadığınız güzel şeyleri düşünün, bunu yazın veya birisiyle paylaşın.
Bir kısır döngüden çıkmanın tek çıkış yolunun, adım atmakla olduğunu hatırlayın.
Olumlu düşünün, her sabah kendi kendinize olumlu telkinlerde bulunun.
Genellemelerden kaçının. Yarın bugünden, gelecek ay bu aydan farklı olabilir.
Maddi sebeplerde de eksikleriniz olabileceğini göz önünde bulundurun.
Her akşam yatmadan önce, o gün yaşadığınız güzel şeyleri düşünün, bunu yazın veya birisiyle paylaşın.
Bir kısır döngüden çıkmanın tek çıkış yolunun, adım atmakla olduğunu hatırlayın.
Aşağıdaki kısa
hikayeyle cevabımızı tamamlayalım.
Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Çok Tuzlu" diye yanıt verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye yanıt verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye soran yaşlı adamı, "Hayır" diye yanıtladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
"Hayattaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.
Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Çok Tuzlu" diye yanıt verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye yanıt verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye soran yaşlı adamı, "Hayır" diye yanıtladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
"Hayattaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.
Her şeyin hayırlısıyla gönlünüze göre olmasınız dileriz.
Mahremiyet Eğitimi ve Ensest ve Tacizden Çocukların Korunması
Ensest ilişki malesef dünyanın kanayan yarasıdır ve de eğitimle, maddi durumla veya dindarlıkla bilinen bir ilişkisi olmayan bir durumdur. Her kesimde malesef görülebilmektedir.
Ensest ilişki ve istismar durumları bir anda ortaya çıkan bir durum değildir. Bunun bir süreci vardır ve zaman içinde olgunlaşır. Ensest birisi ile zaten akraba olduğu için bu insanlar aile içinde zaman zaman bazen de sıklıkla bir araya gelirler. Akrabalık sebebiyle bunun toplumsal ve ahlaki anlamda bir mahsuru yoktur. Bu bir araya gelmeler hem kadında hem de erkekte zamanla platonik duygulara sebep olur.İlerleyen süreçte taraflar daha çok bir araya gelmeye ve zaman geçirmeye başlar. Bir süre sonra taraflar birbirlerine duygularını örtük veya açık bir şekilde göstermeye ve ifade etmeye başlar. Daha sonra bu duygusal bir ilişki ve aşka dönüşür. İlerleyen süreçte bu duruma cinsel ilişki de eklenebilir.
Ensest ilişki neden gelişir?
Çocukluğun 0-7 yaş döneminde kız çocuğunun babaya veya türevleri erkeklere aşık olması, erkek çocuğunun anne veya türevleri kadınlara aşık olması sık rastlanan ve normal olan bir süreçtir. 4 yaşındaki bir kız çocuğunun ben büyüyünce babamla evlenmek istiyorum veya 4 yaşında bir erkek çocuğunun ben büyüyünce annemle evlenmek istiyorum cümlesi sıklıkla rastlanabilen normal bir cümledir. Ruhsal gelişim anlamında çocuğun bunu söylemesi kötü bir şey değildir. Ailenin burada telaşlanmasına gerek yoktur.
7 yaştan sonra çocukta soyut düşünce gelişmeye başlar. Çocuk giderek kimsenin anne veya babası ile evlenmediğini fark eder. Bu süreçte aile dışındaki insanlara ilgisi artmaya başlar. Süreç bu şekilde devam eder. Bunun tersine 18 yaşındaki bir kız çocuğu ben babama aşığım diyorsa veya ben babama benzeyen erkekleri beğeniyorum diyorsa bu ruhsal anlamda sağlıklı bir cümle değildir.
Anne ve babanın rolü ne olabilir?
Çocuğun kişiliğinin gelişiminde ilk yedi yaş çok önemlidir. 0-7 yaş döneminde bir kız çocuğunun babaya aşık olması sağlıklı bir süreçtir. Ancak babanın kız çocuğuna aşık olması ise sağlıklı değildir. Bu yaş grubunda bir erkek çocuğunun anneye aşık olması sağlıklı bir süreçtir. Annenin erkek çocuğuna aşık olması ise sağlıklı bir durum değildir.
Bu durum genellikle örtük bir şekilde bilinç dışı olarak gelişir ve kişiler bunu fark etmez. Çocuklara söylenen aşkım, hayatım, bir tanem, bebeğim, tatlım, sevgilim gibi kelimeler söylemek bu süreci destekler. İlaveten çocuğa söylenen annecim, babacım, halacım, teyzecim gibi kelimeler çocukta rol karışıklığı yaratır. Çocuğun zihni giderek kendisini anne veya baba, ebeveyni ise çocuğu gibi algılar.
2 yaştan sonra çocukla yatmak uygun değildir.
2 yaştan sonra çocukla aynı yatılması ensest ilişkilere zemin hazırlayabilir. Bunun tam tersine çocuğu aşırı yalnız, ihmal edilmiş, ilişkisiz büyütülmesi de ensest ilişkilere zemin hazırlayabilir.
Ailenin modern bir aile olduğunu ifade ederek çocukla çıplak banyo yapması, onun yanında soyunması, çocuğun yanında anne babanın birbirine cinsellik anlamında aşırı sevgi ve yakınlık göstermesi çocukta bu tür davranışların normal olduğu duygularına sebep olmaktadır. Çocuğun yanında cinsellikle alakalı konuşmalar, sık sık açık küfürlü konuşmalar veya öpüşme, birlikte uyuma gibi sahnelerin olduğu filmleri izletme çocukta erken dönemlerde cinsellik duygularını uyandırabilir.
Ailede rol karışıklığı ensest ilişkiye zemin hazırlar
Bir kişinin hayatta en çok önem verdiği kişinin kendi benliği olması önemlidir. İkinci önem verdiği kişi evlendiği kişi, üçüncünün ise çocuğunun olması ruhsal olarak daha sağlıklıdır. Günümüzde birçok anne veya baba 1 numaraya çocuğunu, 2 numaraya ise kocasını veya karısını yerleştirir. Kendisi ise 3 numaradır veya kimliği tamamen yok gibidir. Böyle bir ailede kız çocuğu giderek evin kadını, baba evin kocası, anne ise evin çocuğu rolüne girebilir. Erkek çocuğunun olduğu ailede de erkek çocuk evin kocası, anne onun karısı, baba ise evin çocuğu rolüne girebilir. Böyle bir rol karışıklığında yetişen çocukların ensest ilişkilere ilgisi fazladır.
Aileler ne yapabilir?
Mahremiyet eğitiminin, özellikle 2-7 yaş arası(ekseriyetle çocuğun hatırlayacağı 3-4 yaş sonrası) dönemde kazandırılması çok önemlidir.
Vücudunun kendine ait olduğunu, dokunulmazlığını fark edebilmesi için, bu dönemlerinde ona karşı şu şekilde davranış sergilenmesi tavsiye edilmektedir:
*Odasına izinsiz girmeyin, kendi alanını bilsin.
*İç çamaşırsız asla dolaşmasın, kendi kendine giyinsin. Kendi giyinme becerisini henüz kazanamamışsa bile, “izin verirsen yardımcı olayım” diyerek, bedenine izinsiz dokunulamayacağı, kıyafetlerinin izinsiz çıkarılamayacağı bilinci oluştursun.
*Banyo yaptırırken iç çamaşırı ile yaptırın, genital bölgenin anne-baba bile olsa asla kimse tarafından görülmemesi gerektiğini fark etsin.
*Olabildiğince erken yaşta tuvaletini kendisi halletmeye başlasın(yani taharet olayını çözsün). Böylece kimsenin ona dokunmasına gerek kalmasın. Eğer henüz öğrenememişse bile bu işi sadece anne halletsin.
*Erkek çocuk-kız çocuk ayrımı yapılmadan mahremiyet eğitimi verilmelidir.
Çocuk herkese güvenilir ya da kimseye güvenilmez algılarıyla değil, güvenin sınırını bilecek şekilde yetiştirilmelidir.
Ülkemizde aşikar ensest ilişkiler çok nadiren görülmektedir. Bunun tersine cinsel ilişkinin olmadığı örtük flörtöz ensest ilişkiler düşünülenden çok çok daha fazladır. Örneğin erkek ve kız kardeşlerin birbirine sevgili gibi flört ederek davranması da sık görülen bir durumdur. Baba ve kızın birbirlerine sevgili gibi davranmasına da sık rastlanır. Anne oğul sevgili ilişkisi ise biraz daha örtük yaşanmaktadır. Ve yine sanılanın aksine aslında istatistiki olarak erkek çocuklar kız çocuklardan daha çok tacize ve istismara uğramaktadır.
Öncelikle önemli olan bu durumun fark edilmesidir. Çünkü kişi fark etmediği bir davranışı devam ettirme eğilimindedir. Fark ettiği davranışı ise değiştirmek isteyebilir. Eğer bu duygular çok güçlü ise ve baş edilemiyorsa bir profesyonelden terapi desteği alınması uygun olacaktır.
Aile içinde bireylerin kendi rolüne geri dönmesi, annenin anne gibi, babanın baba gibi, çocuğun çocuk gibi davranması ve bu rolde olması süreci kısa veya orta vadede düzeltecektir. Devlet kuruluşlarının, medyanın ve sivil toplum örgütlerinin bu konuda yapıcı, onarıcı, saldırgan olmayan bilgilendirici bir tutum içinde olması toplumsal ruh sağlığının gelişiminde önemli bir etki oluşturacaktır.
Her şeyin hayırlısıyla gönlünüze göre olmasınız dileriz.
Psikolojik Destek İnisiyatifi
9 Nisan 2019 Salı
“Psikolojik Destek”
“Psikolojik Destek” başlığıyla, sizlerden gelen sorulara verdiğimiz cevapları aşağıdaki sosyal medya platformlarında da yayınlıyoruz. Cevap verilen bütün sorulara bu platformlardan ulaşılabilir. Takip etmek ve istifade etmek isteyenlere duyurabilirseniz, daha fazla arkadaşımız istifade etmiş olur.
Blog: https://psikolojikdestekinisiyatifi.blogspot.com/
Mail: psikolojikdestekinisiyatifi@gmail.com
Twitter: https://twitter.com/PskDestek
Facebook: https://web.facebook.com/degerli.arkadaslar.psk
İnstagram: https://www.instagram.com/pskdestek/
Her şeyin gönlünüze göre hayırlısıyla gerçekleşmesini diliyoruz.
Psikolojik Destek İnisiyatifi
Blog: https://psikolojikdestekinisiyatifi.blogspot.com/
Mail: psikolojikdestekinisiyatifi@gmail.com
Twitter: https://twitter.com/PskDestek
Facebook: https://web.facebook.com/degerli.arkadaslar.psk
İnstagram: https://www.instagram.com/pskdestek/
Her şeyin gönlünüze göre hayırlısıyla gerçekleşmesini diliyoruz.
Psikolojik Destek İnisiyatifi
ÇOCUKLARDAKİ SALDIRGAN DAVRANIŞIN DOĞRU ANLAŞILMASI VE ÇÖZÜM YOLLARI
Saldırganlık; her insanda potansiyel olarak var olan kimi zaman denetimimiz altına alabildiğimiz, kimi zaman ise kendimizi engelleyemeyerek dışa vurduğumuz itici bir güçtür. Genellikle yetişkin olarak bizler, içimizdeki bu potansiyel gücü çoğunlukla denetim altına alabiliriz. Denetim altına almamızı sağlayan etkenler arasında; kişilik yapımız, içinde yaşadığımız çevre ve kültür, ahlaki değerlerimiz, ailemizden aldığımız öğretiler, iletişim becerilerimiz ve öz denetimimiz vb. gibi hem içsel hem de dışsal faktörler yer alır ve bunlar yıkıcı davranışlarımızı etkiler ve belirler.
Çocukların büyük çoğunluğu engellendiklerinde veya kendilerine zarar verildiklerinde kendilerini korumak için saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Bu durumlarda saldırgan bir yapıya sahip olduğu düşünülemez; çünkü saldırgan bir kişiliğe sahip olan çocuklar, olur olmaz durumlarda ve zamanlarda saldırıya geçerler. Çocuğun saldırgan bir kişilik geliştirdiği yargısına varmak için, zarar verici ve rahatsız edici eylemlerin sıklığı normal değerlerin üstünde seyretmelidir.
Çocuklarda saldırganlık biçimlerine baktığımızda; tekme atma, itme, oyuncakları parçalama, oyun esnasında arkadaşlarına ve çevresine karşı agresiflik sergileme, ısırma, saç çekme, tükürme, cimcik atma, kurallardan hoşnut olmama, özel muamele görmeyi arzuladığında ve yerine gelmediğinde akranlarına ve yetişkinlere karşı olumsuz davranış problemleri gösterme, sınıf düzenine uyum sağlayamama şeklinde görülmektedir. Bu tür davranış problemleri; hem akran gruplarının yer aldığı sınıf ortamında görülebileceği gibi, çocuğun ev ve dışarıdaki ortamında da (örneğin, sokaktaki hayvanlara eziyet etme, şiddet içeren oyun ve çizgi filmlere yönelme gibi) gözlenebilir.
Çocukların, yetişkinlere nazaran öz denetim ve sorun çözme becerileri, yaş ve gelişimsel düzeyine göre daha azdır. Çocuklar çoğunlukla daha çok aile ve çevresindeki gördüğü iletişim biçimleri ve yetişkinlerin gösterdiği davranışları doğru olarak benimseyip modeller ve ona göre ortaya çıkarır. Çocuğun olumsuz bir olaya şahit olması (evde yaşanan gerilimler, kavgalar), çocuğun kendini ifade etmesine izin verilmemesi ve değersizlik hissi oluşturulması, ailenin; çocuğa kendini korumasını yanlış bir şekilde ifade etmesi(akran veya öğretmenlerine karşı), çocuğun olumsuz davranış sergilediğinde fiziksel ve psikolojik olarak sert davranışlara (azarlanma, vurma) maruz kalması çocuktaki saldırgan davranışları tetiklemekte ve saldırganlık davranışının artmasında büyük bir rol oynamaktadır.
Bu tür agresif tepki ve davranışları gözlemlediğimizde, ebeveyn olarak ilk olarak kendi iletişim biçimimizi, bir davranışa verdiğimiz tepkileri gözden geçirmeliyiz. Aynı zamanda, çocuğumuza suçlayıcı davranıp, davranışı baskılayarak engellemenin uzun süreçte faydasının olmayacağını bilerek yaklaşmamız gerekir.
SOSYAL DENEY
Rol Modelin Önemi
Sosyal bilimci ve psikolog Bandura sosyal davranışların (mesela saldırganlık) gözlem ve taklit yoluyla edilebileceğini araştırmak için bir araştırma yaptı. Bandura, Stanford Üniversitesi Anaokulundan 3-6 yaş arasındaki 36 erkek ve 36 kız olmak üzere 72 öğrenciyi test etti. Araştırmacılar, kreşteki çocukları gözlemleyerek çocukların ne kadar agresif olduklarını önceden test ettiler ve agresif davranışlarını dört puanlık derecelendirme skalasında değerlendirdiler. Bu durumda, her bir gruptaki çocukları eşleştirmek, böylece günlük davranışlarında benzer düzeylerde saldırganlık düzeylerini elde etmek mümkün olmuştur.
-24 çocuğa agresif model gösterildi.
-24 çocuğa agresif olmayan model gösterildi.
-24 çocuğa herhangi bir model gösterilmedi.
Aşama 1: Modelleme
Deneysel koşullarda çocuklara, oyuncaklar içeren bir oda ayrı ayrı gösterildi ve bazı patates baskılar ve resimlerle bir köşede 10 dakika oynandı.
24 çocuk (12 erkek ve 12 kız) ‘Bobo bebek’ adlı bir oyuncağa agresif davranan bir erkek veya kadın model izledi. Yetişkinler Bobo bebeğine farklı bir şekilde saldırdı – bazı durumlarda bir çekiç kullanıyorlardı ve bazıları bebeği havaya fırlatıp “Pow, Boom” diye bağırdı.
Diğer 24 çocuk (12 erkek ve 12 kız) agresif olmayan bir modele maruz kaldı. Bu model, 10 dakikalığına sakin ve yumuşak bir şekilde oynamaktaydı.
Aşama 2: Saldırgan Uyarı
Bütün çocuklar (kontrol grubu dahil) ‘hafif saldırganlık uyarısına tabi tutuldu. Her çocuk (ayrı ayrı) nispeten cazip oyuncaklarla bir odaya götürüldü. Çocuk oyuncaklarla oynamaya başlar başlamaz deneyci çocuğa bunların deneycinin en iyi oyuncakları olduğunu ve diğer çocuklar için onları ayırmaya karar verdiğini söyledi.
Aşama 3: Taklit Testi
Yan odada bazı agresif oyuncaklar ve bazı agresif olmayan oyuncaklar vardı. Agresif olmayan oyuncaklar bir çay seti, boya kalemi, üç ayı ve plastik çiftlik hayvanı içeriyordu. Agresif oyuncaklar bir palet ve ahşap tahta, dart silahları ve bir 3 ayak Bobo bebeği içeriyordu. Çocuk odasında 20 dakika kaldı ve davranışları tek yönlü bir ayna ile gözlendi ve değerlendirildi. 5 saniyelik aralıklarla gözlemler yapıldı, bu nedenle her çocuğa 240 yanıt verildi.
Sonuçlar
Agresif modeli gözlemleyen çocuklar, agresif olmayan veya kontrol grubundaki gruplara kıyasla çok daha taklitçi saldırgan tepki verdi. Çocukların saldırganlıkları deneyden önceki durumlarına göre çok daha fazla arttı.
ÇOCUĞUMUZ SALDIRGANLIK DAVRANIŞI SERGİLEDİĞİNDE NE YAPMALIYIZ?
- Çatışmaları, uzlaşarak çözmek biz yetişkinler için bile bazen kolay bir durum değildir. Bunun için kendi yaşamımızda bir problemle karşı karşıya kaldığımızda öncelikle pratik yapmalıyız. Çocuk, bir beceri veya yetenek gerektiren bir aktiviteyi başarabilmek için nasıl uğraşıyorsa, aynı bilinç ve özveri ile yaklaşım sergilemeliyiz. Saldırganlığın doğuştan gelen yönü sadece canlının dış tehditlere karşı hayatta kalmasını sağlamak içindir. Başka bireylere yönelik saldırganlığın ise başka kişilerden, yaşıtlarından, ebeveynlerinden veya kitle iletişim araçlarından sonradan öğrenildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Pek çok problemin temelinde olduğu gibi burada da yanlış rol modelleri yatmaktadır.
- Biz yetişkinler, çocuklarımızın her davranış ve tutumunda ayna görevi görürüz. Dolayısıyla bizim bir olaya yaklaşma biçimimiz onlar için model oluşturur. Çocuğun yanında iken davranış ve tepkilerimize dikkat etmemiz gerektiğini unutmamalıyız.
- Aile olarak çocuğun saldırganlık gösterdiği davranışları engellemek kadar, çocuğun olumsuz davranışı gösterdiği anda gülmek, dalga geçmek gibi davranışlar da saldırganlığı pozitif etkileyebilir. ‘Benim çocuğum herkesten ve her şeyden önemlidir’ anlayışı ile yaklaşmak çocuğun ileride sorun yaşamasını daha çok arttıracaktır. Unutmayın ki; sosyal bir çevrede, aidiyet duygusu ile yaşıyoruz. Çocuğunuzun dışlanmasına sebep olmamakta fayda var.
- Çocuklarınızda kızgınlık duygusu hissettiğinizde, onunla sağlıklı iletişime geçebilmek, duygusunu ifade etmesine izin verebilmek önemli ve gereklidir. (Ne oldu? Ne düşünüyorsun? Ne hissediyorsun? Seni kızdıran şey ne? vb.) Kızgınlığın normal bir duygu olduğunu ifade edin. Fakat kızgınlığımızı ifade ederken gösterdiğimiz bazı davranışların kabul edildiğini, bazılarının da kabul edilemez olduğunu belirtin.
- Anne - baba ve yakın çevre saldırgan davranışlara karşı tolerans göstermemelidir. Çocuğun istekleri bu tip davranışlar yapılınca yerine getiriliyorsa, çocuk isteklerini yaptırmada saldırganlığı araç olarak görmeye başlar.
- Çocuk başka çocuklarla kıyaslanmamalıdır. (Bak arkadaşın senin gibi tepkiler veriyor mu, o çok uslu ve zeki bir çocuk vb.) Kıyaslama kişinin içindeki şiddeti artıran bir durumdur. Ayrıca bu şekilde kıyaslandığı çocuklara karşı da içinde kin ve nefret oluşur.
- Saldırganlığa yol açan duygunun dağıtılmasında çocuğun içindeki enerjiyi boşaltması önemlidir. Çocuğun dışarıda oynamasına izin verilmelidir. Ayrıca yumruklanabilen kil, resim çizme ve boyama, futbol/basketbol gibi sporlar yaptırma kızgınlık duygularını kontrol altına almayı sağlayabilir.
- Çocuğun olumlu davranışını görüp pekiştirmek, çocuğa bu davranışının fark edildiğini hissettirmek önemlidir.
- Anne - babalar saldırganlığa eğilimli çocuğun televizyonda ya da diğer kitle iletişim araçlarında şiddet ve saldırganlık içeren görüntüleri izlemesini engellemeli ve bunları model almasına izin vermemelidir.
- Çocuğunuzun saldırganlık davranışını tetikleyen sebepleri gözlediğinizde, durumu fırsata çevirerek bu konuyu konuşun ve ona sorular yöneltin. Sorularına dürüstçe cevaplar verin, onun anlayacağı yalınlıkta, kavga eden insanların nasıl göründüğünü, neden anlaşamadıklarını vb. tartışın.
- Sınıf ortamında, çatışmaları çözebilmek daha zordur. Bu sebeple okullar önemli bir modeldir. Öğretmenin, çocuklar arasındaki diyaloğu arttırabilecek etkinlikler yapması önemlidir.
- ‘Ben dili’ her zaman önem arz etmektedir. Anne - babalar, çocuklarla iletişim kurduğunda (Arkadaşının canı yandığında rahatsız oluyorum, üzülüyorum vb.) ‘sen dili’ kullanarak suçlayıcı olmaktansa ‘ben dili’ni kullanarak, olumsuz davranışa atıfta bulunmalıdır.
- Çocuğa davranışlarının olumsuz sonuçları gösterilmelidir. Saldırgan davranışları ile hiç bir şey elde edemeyeceğini gösterilmeli ve yaşatılmalıdır. (Aile fiziksel ve sözel olarak olumsuz bir davranışta bulunmamalıdır).
- Çoğunlukla agresyon ve saldırgan davranışlar gösteren çocuklar geldiğinde verdiğimiz ev ödevlerinden biri olan, ya öfke yoluna çıkarsa ödevi, çözüm odaklı terapide kullanılan, özellikle problemle çocuk arasında bir mesafe koymak gerektiğinde kullanılabilir. Uygulama şu şekildedir:
''...Sakinleşmenin iyi bir yolu mola vermektir. Mola vermek olumlu ya da olumsuz şeyleri düşünmemek anlamına gelir. Zihninin ve bedeninin toparlanması için, içinde bulunduğun durumdan uzaklaşmak demektir. Kendine ‘şimdi mola verdim. Bu konuyu sonra düşünürüm’ de. Sonra da aklına başka bir şey getirmeye çalış. Bazı çocuklar kitap okuyarak mola verirler. Bazıları basket oynayarak mola verirler. Sinirlendiğinde sana nelerin iyi geleceğini düşün. Sorunlarının kocaman uçan balonun içinde uzaklara gittiğini hayal edebilirsin. Ya da en sevdiğin şeylerden birini aklına getirebilirsin''
- Çocuklarda öfke ve saldırganlık durumlarında anne-baba olarak çözüm bulamıyorsanız profesyonel destek almak önemlidir.
- Ve en önemlisi, sabretmektir. Olumsuz bir davranış esnasında gösterdiğimiz sabır ve kendimizi denetlememiz, çocuğa olumlu davranışı öğreterek, problemleri saldırgan bir şekilde çözemeyeceğini gösterir.
Sevgiyle kalın.
Psikolojik Destek İnisiyatifi
Çocuklarda Aşırı Sinirlilik
Hayırlı günler sizlere teşekkürler ediyorum Rabbim razı olsun.
9 yaşında ki ortanca kızımız çok sinirli ve bu sinirli halinden ötürü boğazında 1 yıldır farenjit tedavisi görüyor. Benim de annesinin de bu süreçte yaşananlardan ötürü sinirlerimiz çok gergin. Bazen sabrımızı çok zorluyor, mesela küçük kardeşini öğretmen gibi eğitebiliyor fakat bazense sinirlenince hem küçük kardeşini hem de iki yaş büyük ablasını da çok kötü dövebiliyor. Yardımcı olursanız memnun olurum. Allaha emanet olun. Rabbim Hayır ve hasenatına nail eylesin.
Değerli kardeşimiz,
Öncelikle kızınız 9 yaşında olduğu için bu yaşın özelliklerine bir bakalım.
Ön ergenlik döneminin başlangıcı sayılan 9 yaş, kişilik temellerinin atıldığı, kişinin tüm hayatını etkileyebilecek sosyal davranışların kazanıldığı ve ben merkezci davranışların daha çok sergilendiği bir dönemdir. Bu dönem özellikle ebeveynleri olmak üzere yetişkinlerle zıtlaşmaların arttığı bir dönemdir. Çocukların isteklerinin karşılanmaması durumunda saldırgan davranışlar gösterdikleri görülmektedir. Hırçın, bilmiş ve sinirli bir çocuk kaşımızda durmaktadır. Çocuğunuzdaki sinirlilik durumunun sebeplerinden biri de içinde bulunduğu ön ergenlik dönemi olabilir. Ben kimim? Değerlerim ve önceliklerim neler? Sorunlarımla nasıl baş edebilirim? gibi soruları cevaplandırmaya çalışırlar. Küçük bedenleri ile onlar için kocaman olan bu sorularla uğraşmak sinirlilik hallerinin artmasına neden olacaktır. Ebeveynler olarak bu dönem ve sonrasında gelecek olan ergenlik döneminde, zor olsa da, bir gül yetiştiricisi gibi dikenlere takılmadan gülün yetişmesine odaklanmamız bize güç verecektir.
Sinirlilik duygu durumu, çoğu zaman korku, kıskançlık, öfke, dışlanmışlık gibi duyguların dışa vurum şekli olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu nedenle kızınızın korkularının, kaygılarının ve olası kardeş kıskaçlığının olup olmadığını bulmaya çalışmalısınız. Kızınızın hangi olaylardan sonra sinirlendiğini not edin.1 den 10’a kadar sinirlilik puan tablosu oluşturun. Örneğin; kriz geçiriyor olma durumuna 10, hiçe yakın olan sinirlilik durumuna 1 puan şeklinde puanlama yapabilirsiniz. Verdiğiniz tepkilerin neler olduğunu ve bu tepkilerinizin kızınızın sinirlilik duygu durumuna etkisinin nasıl olduğunu da bu tabloya kaydedin. Çünkü yapılan bazı araştırmalar, sinirlilik, saldırganlık gibi istenmeyen duygu ve davranışların pekiştirilmesinde ebeveynlerin vermiş olduğu tepkilerin etkili olduğu sonucunu bulmuştur.
Bu tabloyu sürekli ve sabırlı bir şekilde doldurmanız olayları daha somut ve objektif olarak değerlendirmenizde ve sorunun çözümü adına vermiş olduğunuz tepkilerinizin sağlıklı tepkiler olup olmadığı konusunda size yol gösterecektir. Unutmayalım ki olumlu ve sağlıklı sosyal davranışların öğrenildiği ve de kazanıldığı ilk sosyal ortam ailedir.
Sinirlilik duygusunun sağlıklı olarak kullanılması ve sonrasında ortaya çıkan saldırganlık davranışlarının azaltılması için birkaç öneri de daha bulunalım:
•Saldırganlık, empati duygusun kazanılmamış olması ile karşımıza çıkabilmektedir. Empati duygusunun oluşumunda ve gelişiminde beynimizin sağ bölümü sorumludur. Bu nedenle kızınızın sağ beynini daha aktifleştirebileceği etkinliklere ya da davranışlara ağırlık verebilirsiniz. Uyumadan önce birlikte hikâye okumanız, birlikte gökyüzünü seyredip hayal kurmanız, onu sevdiğinizi hissettirmeniz empati duygusunun gelişimine ve birlikte geçireceğiniz kaliteli vakitlerin artmasına yardımcı olacaktır.
•Sporsal faaliyetlere özellikle de takım sporlarına düzenli olarak katılmasını öneriyoruz. Çünkü çocuklar olumlu yollarla atamadıkları enerjilerini saldırgan davranışlarla atmaya çalışabilirler.
•Ortanca çocuklar, psikolojik olarak kendilerini yetersiz ve eksik görebilirler. Onların bu duygularla baş edebilmesi için aile içerisinde görev ve sorumlukları artırılabilir. Ortanca çocuklar bir anlamda sevgiye daha fazla ihtiyaç duyarlar. Çocuğunuzun sevgi dilini bulup onun sevgi ihtiyacını şefkat ve merhametinizle karşılamaya çalışın.
•Sinirlilik duygu durumu ait olma, kabul edilme, özgüven, başarı gibi önemli duygusal gereksinimlerin karşılanmadığı durumlarda tepki olarak ortaya çıkan istenmedik ama kişinin de elinde olmayan bir duygu durumdur. Bu nedenle çocuğunuzdaki bu gereksinimlerin karşılanmasına yardımcı olun.
Kızınızın sizin ona vereceğiniz sevgi, ilgi ve güven duygusuyla bu kriz dönemini sağlıklı bir şekilde en az hasarla atlatabileceğini inanın.
Sevgiyle kalın.
Psikolojik Destek Ekibi
8 Nisan 2019 Pazartesi
Can havliyle kendini ülke dışına atmış olanlar, psikolojik olarak maruz kaldıkları hasarları nasıl en aza indirebilirler?
SORU:
Merhabalar Hocam. Allah razı olsun hizmetinizden. Evleneli 5 yıl oldu ve bu beş yılda 1 yılı sadece Türkiye’de yaşadık. Sonrasında bir kaç ülke gezdik hepsine yerleşme amaçlı gittik ama olmadı 1,5 yıl en az bir ülkede yaşayıp diğerine geçtik. Bu ülkelerde karşılaştığım değişik fıtratlı insanlar, zor yaşantılar ve kendi içimizde maddi- manevi zorluklar beni çok yıprattı. Artık kimseye güvenim kalmadı, başka insanlarla iletişime geçmek istemiyorum, çok yalnızlaştım, duygusal bağ kuramıyorum kimseyle devamlı düzen bozup yeni bir yere alışmaya çalışmaktan da yoldum, zihnen ve ruhen bitik durumdayım ne yapacağımı bilemiyorum.
NASIL İYİ OLABİLİRİM VE NASIL İYİ GELEBİLİRİM?
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
“Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
Doktor, “Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?”, der.
Adam, “Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.” diye cevap verir.
“Hayır,” der doktor, “normal bir insan küvetin tıpasını çeker.”
*
Hizmet hareketi mensupları, hem bireysel hem de hareket olarak bir travma yaşıyor. Yaşanan bunca zulmün, mağduriyetin, mahkumiyetin, mahcubiyetin hepimizde farklı derecede maddi, manevî ve psikolojik etkileri oldu. Bu olumsuzluklar kimimizde kalıcı hasarlar bıraktı. Çoğumuz itibariyle de maruz kaldığımız hasarları onarmak epey gayret ve zaman alacak.
Bu yazıda; "Özellikle can havliyle kendini ülke dışına atmış olanlar, psikolojik olarak maruz kaldıkları hasarları nasıl en aza indirebilirler?" sorusuna cevap arayacağız.
Biliyorum, yazmak ve yazılanları okumak kolay; fakat uygulamak zor. Ama bir yerlerden başlamak gerektiğine inanıyorum.
●Bedensel olarak kendinizi ülke dışına attınız. Ama zihinsel olarak da sürekli kendi ülkenizdeymiş gibi yaşarsanız "iyi" olamazsınız. "Eliniz ile" değiştiremeyeceğiniz şeylerin stresiyle yaşamak sizi kötü yapar. Bunu derken, geride bırakmak zorunda kaldığımız canlarımızı düşünmeyelim demiyorum. Hiç aklımızdan çıkarmayalım. Fakat bu, "hep akılda tutma" meselesi bizi strese, ümitsizliğe sevk etmemeli. Tam aksine, bizde ızdırap hâsıl edip duaya sevk etmeli. Çünkü stres başka, ızdırap başka. Stres bizi psikolojik ve fiziksel olarak yer bitirir. Izdırap ise empati yapmaya, duaya ve aksiyona sevk eder.
●Daha önceden yaşadığımız, şu anda yaşamadığımız ve gelecekte de yaşayıp yaşamayacağımızın belli olmadığı hadiseleri, şu anda ruhumuza yaşatmaya hakkımızın olmadığını düşünüyorum. "Kaldıramayacağımız yüklerin omuzlarımıza yüklenmeyeceğine" inanıyor ve sabrın da sadece "içinde bulunduğumuz an için verildiğini" biliyoruz. Bu yüzden "geçmiş, şimdi ve gelecek" kavramlarını yeniden tanımlamaya ihtiyacımız var.
Geçmişi hiçbir şekilde değiştiremeyiz. Geçmişte takılı kalıp şimdiyi ıskalarsak, geleceği de asla şekillendiremeyiz. Hep geçmişin olumsuzluklarıyla yatıp kalkarsak, sürekli bize bu olumsuzlukları yaşatanları sohbet konusu yaparsak, hem asıl yapmamız gerekenlere odaklanamayız hem de obsesif/takıntılı bir kişilik geliştiririz.
●Farkındalığınızı arttırın. Dünya adına yitirdiklerinize gereğinden fazla üzülmeyin. Ve hep o yitirdiklerinizle yaşamayın. Sahip olduklarınızın farkına varın. Şimdi elinizde olan imkanları kaybetmeden değerlendirmeye çalışın. Şu an boş vakte mi sahipsiniz? En kıymetli şey bence. Hiç durmayın, manevî ve meslekî gelişiminiz adına birşeyler yapın.
Bir yandan manevî eksikliklerinizi tamamlayın, okumalarınızı yapın. Diğer yandan içinde yaşadığınız ya da yaşamayı planladığınız toplumun dilini öğrenmeye gayret edin.
Bir daha aynı mesleği yapamam diye düşünmeyin. Mesleğinizle alakalı gelişmeleri takip edin. Bu konuda okumalar ve çalışmalar yaparak kendinizi meslekî anlamda canlı tutmaya özen gösterin.
●Kendi değerlerinizden ödün vermeden, içinde yaşadığınız topluma entegre olmaya bakın. "Bir gün geri döneceğim" düşüncesiyle yaşayarak kendinizi yaşadığınız toplumdan soyutlamayın. Onlar bizim dilimizi öğrenmek zorunda değil. Biz onların dillerini öğrenip onlarla iletişime geçmeli ve dostluklar kurmalıyız.
Bu şekilde, içinde yaşadığınız topluma muhabbet tohumları ekmek size iyi gelecektir. Tohum ekmek ve o tohumları beslemek sizi rehabilite edecektir. Buna inanın.
●Hep olumsuzlukları görmeyin, negatif düşünmeyin. İnsanlara ve olaylara hüsn-ü zanla bakmaya gayret edin. "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayatından lezzet alır."
Sebepler hikmeti örttüğü için hayrı göremiyoruz. O yüzden, "Olanda hayır vardır." diyerek, başınızı dikenlerden kaldırıp gülleri görmeye çalışın.
●Ve çocuklarımız, en masumlarımız... Biz bu süreci nasıl yaşıyorsak, onlar da en az bizim kadar -ama bizden görerek- yaşıyorlar. Onların psikolojileri bizden daha hassas, daha kırılgan. Bunun bilincinde olarak hareket etmek ve çocuklarımıza öyle yaklaşmak zorundayız.
İçinde bulunduğumuz sürecin bizde hâsıl ettiği ruh hâlini çocuklarımıza gereğinden fazla yansıtarak, yaşadığımız ağır duyguları onlara da yaşatmamalıyız. Çünkü onlar bunu kaldıramaz, altında ezilirler ve değerlerimize düşman olurlar. Böylece de tedavisi mümkün olamayan yaralar meydana gelir.
Bu yüzden süreci, çocuklarımıza, onların yaşına uygun olacak şekilde, biraz perdeleyerek, biraz gölgeleyerek hissettirmeliyiz. Bu konuda İtalyan yönetmen Roberto Benigni'nin "Hayat Güzeldir" filmi size fikir verebilir.
Özetle; içinde yaşadığınız sürecin size sunduklarını kullanmak, onları tercih etmek zorunda değilsiniz. Düşünmek, alternatifler üretmek, "iyi olmak" ve "başkalarına iyi gelmek" sizin elinizde.
Şimdi yazının başına dönüp o kısa hikayeyi bir daha okuyun.
Mutlu, umutlu günler dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
Merhabalar Hocam. Allah razı olsun hizmetinizden. Evleneli 5 yıl oldu ve bu beş yılda 1 yılı sadece Türkiye’de yaşadık. Sonrasında bir kaç ülke gezdik hepsine yerleşme amaçlı gittik ama olmadı 1,5 yıl en az bir ülkede yaşayıp diğerine geçtik. Bu ülkelerde karşılaştığım değişik fıtratlı insanlar, zor yaşantılar ve kendi içimizde maddi- manevi zorluklar beni çok yıprattı. Artık kimseye güvenim kalmadı, başka insanlarla iletişime geçmek istemiyorum, çok yalnızlaştım, duygusal bağ kuramıyorum kimseyle devamlı düzen bozup yeni bir yere alışmaya çalışmaktan da yoldum, zihnen ve ruhen bitik durumdayım ne yapacağımı bilemiyorum.
NASIL İYİ OLABİLİRİM VE NASIL İYİ GELEBİLİRİM?
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
“Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
Doktor, “Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?”, der.
Adam, “Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.” diye cevap verir.
“Hayır,” der doktor, “normal bir insan küvetin tıpasını çeker.”
*
Hizmet hareketi mensupları, hem bireysel hem de hareket olarak bir travma yaşıyor. Yaşanan bunca zulmün, mağduriyetin, mahkumiyetin, mahcubiyetin hepimizde farklı derecede maddi, manevî ve psikolojik etkileri oldu. Bu olumsuzluklar kimimizde kalıcı hasarlar bıraktı. Çoğumuz itibariyle de maruz kaldığımız hasarları onarmak epey gayret ve zaman alacak.
Bu yazıda; "Özellikle can havliyle kendini ülke dışına atmış olanlar, psikolojik olarak maruz kaldıkları hasarları nasıl en aza indirebilirler?" sorusuna cevap arayacağız.
Biliyorum, yazmak ve yazılanları okumak kolay; fakat uygulamak zor. Ama bir yerlerden başlamak gerektiğine inanıyorum.
●Bedensel olarak kendinizi ülke dışına attınız. Ama zihinsel olarak da sürekli kendi ülkenizdeymiş gibi yaşarsanız "iyi" olamazsınız. "Eliniz ile" değiştiremeyeceğiniz şeylerin stresiyle yaşamak sizi kötü yapar. Bunu derken, geride bırakmak zorunda kaldığımız canlarımızı düşünmeyelim demiyorum. Hiç aklımızdan çıkarmayalım. Fakat bu, "hep akılda tutma" meselesi bizi strese, ümitsizliğe sevk etmemeli. Tam aksine, bizde ızdırap hâsıl edip duaya sevk etmeli. Çünkü stres başka, ızdırap başka. Stres bizi psikolojik ve fiziksel olarak yer bitirir. Izdırap ise empati yapmaya, duaya ve aksiyona sevk eder.
●Daha önceden yaşadığımız, şu anda yaşamadığımız ve gelecekte de yaşayıp yaşamayacağımızın belli olmadığı hadiseleri, şu anda ruhumuza yaşatmaya hakkımızın olmadığını düşünüyorum. "Kaldıramayacağımız yüklerin omuzlarımıza yüklenmeyeceğine" inanıyor ve sabrın da sadece "içinde bulunduğumuz an için verildiğini" biliyoruz. Bu yüzden "geçmiş, şimdi ve gelecek" kavramlarını yeniden tanımlamaya ihtiyacımız var.
Geçmişi hiçbir şekilde değiştiremeyiz. Geçmişte takılı kalıp şimdiyi ıskalarsak, geleceği de asla şekillendiremeyiz. Hep geçmişin olumsuzluklarıyla yatıp kalkarsak, sürekli bize bu olumsuzlukları yaşatanları sohbet konusu yaparsak, hem asıl yapmamız gerekenlere odaklanamayız hem de obsesif/takıntılı bir kişilik geliştiririz.
●Farkındalığınızı arttırın. Dünya adına yitirdiklerinize gereğinden fazla üzülmeyin. Ve hep o yitirdiklerinizle yaşamayın. Sahip olduklarınızın farkına varın. Şimdi elinizde olan imkanları kaybetmeden değerlendirmeye çalışın. Şu an boş vakte mi sahipsiniz? En kıymetli şey bence. Hiç durmayın, manevî ve meslekî gelişiminiz adına birşeyler yapın.
Bir yandan manevî eksikliklerinizi tamamlayın, okumalarınızı yapın. Diğer yandan içinde yaşadığınız ya da yaşamayı planladığınız toplumun dilini öğrenmeye gayret edin.
Bir daha aynı mesleği yapamam diye düşünmeyin. Mesleğinizle alakalı gelişmeleri takip edin. Bu konuda okumalar ve çalışmalar yaparak kendinizi meslekî anlamda canlı tutmaya özen gösterin.
●Kendi değerlerinizden ödün vermeden, içinde yaşadığınız topluma entegre olmaya bakın. "Bir gün geri döneceğim" düşüncesiyle yaşayarak kendinizi yaşadığınız toplumdan soyutlamayın. Onlar bizim dilimizi öğrenmek zorunda değil. Biz onların dillerini öğrenip onlarla iletişime geçmeli ve dostluklar kurmalıyız.
Bu şekilde, içinde yaşadığınız topluma muhabbet tohumları ekmek size iyi gelecektir. Tohum ekmek ve o tohumları beslemek sizi rehabilite edecektir. Buna inanın.
●Hep olumsuzlukları görmeyin, negatif düşünmeyin. İnsanlara ve olaylara hüsn-ü zanla bakmaya gayret edin. "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayatından lezzet alır."
Sebepler hikmeti örttüğü için hayrı göremiyoruz. O yüzden, "Olanda hayır vardır." diyerek, başınızı dikenlerden kaldırıp gülleri görmeye çalışın.
●Ve çocuklarımız, en masumlarımız... Biz bu süreci nasıl yaşıyorsak, onlar da en az bizim kadar -ama bizden görerek- yaşıyorlar. Onların psikolojileri bizden daha hassas, daha kırılgan. Bunun bilincinde olarak hareket etmek ve çocuklarımıza öyle yaklaşmak zorundayız.
İçinde bulunduğumuz sürecin bizde hâsıl ettiği ruh hâlini çocuklarımıza gereğinden fazla yansıtarak, yaşadığımız ağır duyguları onlara da yaşatmamalıyız. Çünkü onlar bunu kaldıramaz, altında ezilirler ve değerlerimize düşman olurlar. Böylece de tedavisi mümkün olamayan yaralar meydana gelir.
Bu yüzden süreci, çocuklarımıza, onların yaşına uygun olacak şekilde, biraz perdeleyerek, biraz gölgeleyerek hissettirmeliyiz. Bu konuda İtalyan yönetmen Roberto Benigni'nin "Hayat Güzeldir" filmi size fikir verebilir.
Özetle; içinde yaşadığınız sürecin size sunduklarını kullanmak, onları tercih etmek zorunda değilsiniz. Düşünmek, alternatifler üretmek, "iyi olmak" ve "başkalarına iyi gelmek" sizin elinizde.
Şimdi yazının başına dönüp o kısa hikayeyi bir daha okuyun.
Mutlu, umutlu günler dileriz.
Psikolojik Destek Ekibi
Tuvalet Eğitiminde yaşanılan problemlere öneriler...
Açıklama:
Kıymetli Psikolojik Destek Grubu katılımcıları, tuvalet eğitimi ile ilgili 5 adet farklı soru aldık. Sorularda genel anlamda tuvalet yapmak istemeyen ve kakasını tutan ve alt ıslatan çocuklarla ilgili sorular geldi. Aşağıda genel olarak yapılması gereken doğrular paylaşıldı. Ama siz de takdir edersiniz ki her vakanın kendine has özellikleri vardır. Onun için aşağıdaki yazılanlardan sonra ihtiyaç duyarsanız lütfen yine yazın.
Kıymetli dostlar, geniş çerçevede tuvalet eğitimine değinmek için aşağıdaki konulara değineceğiz:
1-)Çocuğun Tuvaletini yapmak istememesi ve kakasını tutması
2-) Enürezis (Çişini kaçırması)
3-) Enkoprezis (Kaka kaçırması)
4-) Psikolojide Regresyon, ya da Gerileme (Kişinin erken dönemindeki veya çocukluktaki davranışlarını ve halini gösterme durumu)
1-)Çocuğun Tuvaletini yapmak istememesi ve kakasını tutması:
Çocuğun kakasını tutması, çocuklarda kaka tutma problemi çok sıklıkla görülen problemlerdendir. Bu konuda anne ve babaların çok dikkat etmeleri gerekmektedir. Önemsenmesi gereken çocuğun kakasını tutması çocuklarda dışkı kaçırma problemine neden olmaktadır. Kabızlık ve bağırsak tembelliği de bunu takip etmektedir. Tuvalet eğitimine çok önem verilmesi gerekir. Bu eğitim çocuklar için korkutucu olmamalıdır.
Kakasını tutan çocuğa ne yapmalı, ona nasıl davranılmalıdır.
Çocuklarımızda rastladığımız bu problem annelerin dikkati sayesinde çözülebilir. Bunun için şu soruların cevapları çözüm için önelidir.
Çocuklarımız tuvalet eğitimi almadan önce ne sıklıkla kaka yapıyordu?
Çocuklarımız genellikle günde iki defa bazı çocuklar ise günde bir kez kakalarını yaparlar.
Çocuğumuzun doğuştan kabızlığa eğilimi var mı?
Çocuklar tuvalet alışkanlığını edinirken önceki kaka yapma düzenine devam etmelidirler. Kaka tutma problemi olan çocuklar tuvalet alışkanlığı edinirken genellikle kakalarını yapmayıp tutan çocuklardır. Çocuk genellikle çiş eğitimini daha kolay tamamlar. Ama bazıları kakasını tuvalete yapmamakta direnerek kakası için bez ister. Çocuğun bu isteğini görmezden gelirseniz, çocuk bez gelene kadar kakasını tutabilir.
Çocuğunuzun bu isteğini görmezden gelmeyerek çocuğunuza kaka saatleri geldiğinde bez verin ve yapmasını sağlayın. Kaka tutan çocuğumuza gene de beşer dakikalık bu eğitimi verebilirsiniz. Çocuğu sıkmadan, korkutmadan oyun aracılığıyla, günde beşer dakika tuvalet eğitimine devam edin. Bu eğitimi verirken onunla konuşun, kaka hikayeleri anlatın. Hikayede kaka yapmaktan korkan çocukların bu korkuyu zamanla nasıl aştıklarını anlatın. Bu hikayeleri anlatırken çocuktan, hikayeyi tamamlaması içim yardım isteyin. Mesela: “Tarık yine karnının şişkinliğinden rahatsız olmuştu. Bu durumu yaşamayı hiç istemiyordu. Hatta bu yüzden katı yemekler bile yemek istemiyordu” deyip hikayeyi yarım bırakın. Tarık’ın neler hissediyor olabileceğini sorun. Korkusunun nedenini anlatmaya çalışın. Çocuğunuz hikayedeki, Tarık’la özdeşim kuracak ve aslında kendisini anlatacaktır.. Hikayeyi birlikte tamamlayın. Tarık ne yaparsa bu problemini aşar ve anne babası ona nasıl yardım edebilir gibi sorulara cevap vermesini sağlayın. Benzer aktiviteleri oyun oynarken de canlandırabilirsiniz. Mesela oyuncağına kaka yaptırın. Sonra kendisinin oyuncağına kaka yaptırmasını sağlayın. Çocuğunuz oyuncağına kaka yaptırırken onu çok iyi gözlemleyin. Bu sayede siz de onun iç dünyasını keşfetmiş olacaksınız.
Çocukta tuvalet eğitimini erken başlayalım ama çocuğu hiç bir zaman zorlamayalım. Çocuk hazır olana kadar beklememiz gerekmektedir. Çocuğunuzu tuvalet eğitimine zorlamayın, hiç bir çocuk ileriki yaşlara kadar altına yapmaz. Mutlaka kendi tuvalete yapmak isteyecektir. Onun hazır olduğunda bu eğitimi almasını bekleyin. Kaka eğitimi ve çiş eğitimini birbirinden ayrı olarak ele alalım çünkü ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Öncelikle çiş eğitimini vermeye başlayın ve kakası için onu zorlamayın. Çocuğunuza kakasını kötüleyerek sakın pis kaka gibi şeyler demeyin. Çocuklar bunu çok yanlış anlayabilirler. Kötü olan bir şeyi yapmak istemeyerek tepkilerini belli ederler. Onunla birlikte tuvalete girin sizin de yaptığınızı görsün. Bunun çok normal bir durum olduğunu sizinde yaptığınızı ve onunda ilerde bu şekilde yapacağını ona anlatın. Çocuklar büyüklerini taklit ederek büyürler. Onun sizi taklit etmesini sağlayın. Lazımlığını sizin karşınıza alın ve onu da oraya oturtarak bak ben bu şekilde yapıyorum ilerde sen de bu şekilde yapacaksın deyin. Kaka eğitimi verirken çocuğumuza kitap bile okuyabilirsiniz. Çocuğunuzun yediklerine mutlaka dikkat edin. Kabız olmasını özellikle kaka eğitimi verirken önlemeye çalışın. Çocuğunuza onu ne kadar sevdiğinizi hissettirin ve bu eğitimi verirken asla ona kızmayın. Bu çocukta kötü neticeler doğurur. Altına yapsın, kaçırsın hiç önemli değildir. O daha çok küçük olduğu için yaptığını ve onu çok sevdiğinizi söyleyin.
Kabızlık Tedavisi:
Lif oranı yüksek gıdalar tüketmesine yardımcı olun. Kepek de bol lif olduğu için normal ekmek yerine mutlaka kepekli ekmek tercih edin. Bol su içmesini sağlayın. Çiğ sebze ve bol meyve tüketmesini sağlayın.
2-)Enürezis (Çiş kaçırma)
Enürezis, çocukluk çağının en önemli ve en sık görülen işeme bozukluğudur. Uyku sırasında mesanenin fonksiyonel kapasitesi dolduğunda ortaya çıkan kendini boşaltma ihtiyacı ile çocuk uyanır ve gece tuvalete işerse “nokturi”, uyanamaz ve yatağına işerse “enürezis” olarak adlandırılır. Enürezis ve inkontinans deyimleri sıklıkla birbirinin yerine ve yanlış olarak kullanılmaktadır. Enürezis uygunsuz yer ve zamanda gerçekleşen fizyolojik (normal) bir işemedir. İnkontrinansta ise, normal bir işeme yoktur, çocuk bilinçli olarak engellemeye çalıştığı halde idrar kaçırmayı önleyemez.
Enürezisin tanımı:
Enürezis idrar kontrolünün beklendiği yaştan sonra (4-5 yaş) gece ya da gündüz, yatağına ya da giysilerine istemli ya da iradedışı olarak yenileyen (haftada en az 2 kez) idrar kaçırması olarak tanımlanır. Enürezis başlangıcı ve seyrine göre primer veya sekonder olabilir. Uykuda işeme bazı çocuklarda doğuştan beri arada hiç kuru kalma dönemi olmadan sürer gider. Buna birincil tip (primer enürezis) denir. Bazılarında ise bir süre (en az 6 ay) tuvalet eğitimi sağlandıktan sonra herhangi bir yaşta birdenbire uykuda işeme başlamıştır. Buna da ikincil tip (sekonder enürezis) adı verilir. Enürezis nokturnal ve diurnal olabilir. Gece uykuda işeme durumuna nokturnal enurezis, gündüz uyanıkken işeme ise diurnal enürezis olarak isimlendirilmektedir. Gece veya gündüz yalnızca uykuda işeyen çocuklarda bundan başka bir yakınma yoksa buna tek semptomlu uykuda işeme (monosemptomatik enürezis nokturna) denilmektedir. Nokturnal enürezis için yatak ıslatma veya uykuda altını ıslatma şeklindeki ifadeler suçlayıcı bir tanımlamlar olduğu için kullanılmamalı, bunların yerine “uykuda işeme” terimi tercih edilmelidir.
Enürezisin nedenleri:
Öncelikle bir doktora başvurarak doğuştan bozukluklar ya da idrar yollarında iltihap gibi bir hastalık olup olmadığı araştırılmalıdır. Eğer araştırma sonucu herhangi bir hastalık bulunamazsa, şunlar çocuğun altını ıslatma nedeni olabilir:
Zamanından önce veya çok baskılı tuvalet eğitimi verilmesi, enüresis oluşumunun en sık rastlanan nedenidir.
Aşırı temiz, titiz, düzenli annenin baskılı tuvalet eğitimine karşı çocuğun tepkisini gösterir.
Hiç tuvalet eğitimi verilmemesi de enüresise yol açabilir. Annenin aşırı koruyuculuğu, çocuğu uzun süre kendisine bağımlı tutumu, bilinçaltı isteği de çocuğu bebeksi kılar.
Yeni bir kardeşin doğması, çocuğun ilgiyi tekrar üzerinde toplayabilmek için kardeşine özenerek altını ıslatmasına neden olabilir.
Ailede, ölüm, ayrılık, geçimsizlik, hastalık okul başarısızlığı gibi yaşam olaylarının yarattığı kaygılar, travmalar, taşınma, göç vs. çocukların davranışlarına enüresis şeklinde yansıyabilir.
Enürezis ve psikolojik sorunlar:
Bu durumdan en fazla çocuk rahatsızdır ve kurtulmak istemektedir. Her sabah yatağından ıslak olarak kalkan bir çocuğun duyduğu sıkıntıyı anlamak çok zor değildir. Bu durum aileler tarafından hastalık olarak kabul edilmediği için çocuk devamlı suçlanmakta ve zaman zaman cezaya çarptırılmaktadır. Özellikle yabancı bir evde yatması gerektiği ya da tatil, kamp, heim gibi nedenlerle ev ortamından uzak kaldığı durumlarda çocuk çok yoğun utanma duygusu yaşar. Bu nedenle birçok faaliyete katılmak istemeyebilir.
Enürezisin sıklığı:
Beş yaşındaki çocukların yaklaşık %15’inde Enürezis noktürna görülmektedir. Çeşitli ülkelerden %5-%15 gibi oranlar bildirilmektedir. Erkek çocuklarda daha sıktır. Kendi kendine de düzelebilen Enürezis noktürna’nın sıklığı yaş ilerledikçe azalmakta, erişkin yaşlarda %1 oranında devam etmektedir.
Enüreziste yaklaşımlar:
Çocuğun altını ıslatması ve dışkısını kaçırmasında anne ve babaların tutumu çok önemlidir. Aile öfke ve utanç duyabilir, çocuğu cezalandırır, kardeşleri ile kıyaslayabilir. Bazı aileler ise tam aksine çocuğa bez bağlamak, bezini değiştirirken onu öpüp sevmek gibi enüresisi bilmeden destekler tutum içindedir. Her iki tutumun da zararlı olduğu, yani cezanın da, sevecen davranışla ödüllendirmenin de doğru olmayacağı bilinmelidir.
Öncelikle çocuğa destek gerekir. Azarlama, utandırma ya da cezalandırma doğru değildir. Eskiden akşamları sulu şeyler verilmesin gece altını ıslatmayı önleyeceğine inanılmaktaydı. Yapılan araştırmalar bunun bir yararı olmadığı gibi, kısıtlamaların gerilimi artırarak altını ıslatmayı kolaylaştırdığını göstermiştir.
Gece tuvalete kalkmak sorunu çözebilir. Özellikle çocuk uykudan 1,5 saat sonra uyandırılmalıdır. Çünkü altını ıslatmalar en çok uykunun bu döneminde olmaktadır. Çocuk uyandırılarak idrarı yaptırılır. Yarı uyur durumda idrar yapması ile yatağında uyurken yapması arasında eğitim bakımından pek fark yoktur.
Başlıca iki grup tedavi yöntemi vardır. Bunlar davranış modifikasyonu (motivasyon tedavisi, kondüsyon-alarm tedavisi, mesane retansiyonu eğitimi) ve ilaç tedavisi (antikolinerjikler, trisiklik antidepresanlar, vasopressin) yöntemleridir.
3-)Enkoprezis (Kaka kaçırma ya da yapma)
Enkoprezis gelişimsel olarak denetimin kazanıldığı halde dışkının istemli ya da istem dışı olarak yineleyen bir biçimde uygunsuz yerlere yapılması ile belirli bir bozukluk olmaktadır. Çocuğun enkoprezis tanısı alması için 4 yaşından büyük ve problemin üç ay süre ile en az ayda bir kez görülmesi gerekmektedir.
Enkoprezis, farklı biçimlerde görülmektedir:
Kabızlık veya taşmaya bağlı olarak kaçırmanın olduğu tip: Bu tipte tıbbi muayeneler sonucunda kabızlık olduğu tespit edilmektedir. Kabızlığın tedavi edilmesi sonucunda ise sorun ortadan kalkmaktadır. Tuvalet eğitiminin yetersiz veya tamamlanmamış olduğu durumlarda veya çocuğun hazıroluşluğundan önce tuvalet eğitiminin verilmesi sonucunda gelişebilmektedir. Bağırsak denetimi tam olarak kazanılamamıştır.
Kabızlığın olmadığı tip: İnatlaşma, karşı gelme ya da davranış bozukluğu ile ilişkili olarak, dışkı belirli yerlere bırakılmaktadır. Bu tipte bir enkoprezis, psikolojik bir rahatsızlığa bağlı olarak, bağırsak denetiminin normal olmasına rağmen çocuğun dışkılama ile ilgili kurallara karşı bir isteksizliğinin, direncinin veya başarısızlığının olduğu zamanlarda görülmektedir.
Fizyolojik sorunlara bağlı olarak dışkıyı tutamamanın sonucu olarak kaçırma ve uygunsuz yerlere dışkılama görülebilmektedir.
Enkoprezis sorunu olan çocuklar;
Utanç duygusuyla karşı karşıya kalırlar...
Sıkıntı duydukları ve dışlandıkları için sosyal ortamlardan kaçınmaktadırlar...
Özgüvenleri zedelenmektedir...
Cezalandırılma ve reddedilme korkusu yaşamaktadırlar...
Bozukluğa Yol Açan Etmenler:
Fizyolojik - organik nedenler:
Bağırsak sonundaki istemli kasların denetiminde bozukluklar
Kabızlık
Psikojenik megakolon
Yetersiz, tutarsız, çocuğun hazır oluşluk düzeyini dikkate almayan tuvalet eğitimi
Mide- bağırsak enfeksiyonları
Kalın bağırsağın son bölgelerinde yer alan darlıklar
Ağrılı dışkılamaya neden olan çatlaklar, yarıklar
Psikolojik nedenler:
Tuvalet eğitimi sürecinde ebeveynlerin baskıcı, katı veya aşırı gevşek- aldırmaz tutumları...
Tuvalete gitme ile ilişkili çocuğun sahip olduğu korkular...
Depresyon ...
Çocuğun inatçı, karşı gelen, dirençli mizacı ...
Çocuk ve aileyi etkileyen travmatik yaşantılar ...
Aile içi bozuk iletişim ve etkileşim...
Anne –baba ve çocuk arasında çatışmalı ilişkiler...
Yaklaşımlar:
Soruna ilişkin olarak tıbbi bir değerlendirmenin gerçekleştirilmesi ve bozukluğun fizyolojik bir bozukluğun sonucu olup olmadığının ayırt edilmesi yaklaşımın nasıl bir yön izleyeceği konusunda belirleyici olmaktadır.”
Aile danışmanlığı:
Anne- baba ve çocuk arasında yer alan çatışmalı ve inatlaşma temelli ilişki çözümlenmeye çalışılmaktadır. Ebeveynler uygun tuvalet eğitimi yaklaşımları konusunda bilgilendirilmekte, soruna neden olan hatalı tutumlar konusunda aydınlatılmaktadırlar. Uygulayacakları doğru yaklaşımlar, daha olumlu tutum ve davranışlar kazanmaları yönünde eğitilmektedirler.
Aile içi sorunların ve gerginliklerin giderilmesiyle birlikte belirtilerde azalma gözlemlenmektedir.
Bireysel psikoterapi:Davranışsal ve psikoterapötik uygulamalarla çocuğun uygun bir tuvalet alışkanlığı kazanmasına yardımcı olunmaktadır. Enkoprezis problemine neden olan travmatik yaşantıların varlığında hem çocuğun hem de ebeveynlerin destek alması uygun olmaktadır. Çocukta enkoprezise eşlik eden psikolojik sorunların ele alınması ile bozukluğun tedavisinde önemli gelişmeler kaydedilebilmektedir.
Kabızlığın eşlik ettiği durumlarda, uzman hekimler tarafından önerilen ilaçlar ve lif yönünden zengin bir diyet yararlı olmaktadır.
4-)Regresyon (Gerileme):
Psikolojide regresyon, ya da gerileme, kişinin erken dönemindeki veya çocukluktaki davranışlarını ve halini gösterme durumudur. Örneğin bir çocuk kendi başına uykuya nasıl dalamazsa Alzheimer hastası bir kişi de buna benzer çocuksu davranışları sergileyebilir.
Çocuklar, bebeksi davranışları sık sık sergileyebilirler ve bu gelişimlerinin normal bir parçası olarak görülebilir. Fakat stres; çocuklarda gerilemeye neden olan etkenlerin başında gelmektedir.
Çocuğunuzda uzun zamandır yapmadığı türden bebeksi davranışlar ortaya çıktığında o dönemde çocuğunuzun hayatında değişen şeyin ne olduğunu ve nasıl bir zorlanma yaşadığını gözlemlemeye çalışın. Regresyona neden olan faktörlerden bazıları aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı olabilir.
Anne-çocuk arasındaki çatışmalı ilişki
Huzursuz ve baskıcı aile ortamı
Mükemmeliyetçi anne-baba tutumu
Çocuğun yaşamındaki yetişkinlerden gelen korkutucu ve örseleyici aile içi şiddet, cezalandırma
Çocuğun yaşantısında travmatik olaylarla karşılaşması: Taşınma, okul değişikliği, sağlık problemleri, ailedeki yakın birinin kaybı gibi
Kardeş kıskançlığı
“Freudyen psikolojide gerileme, kişinin aşırı kaygı ve stres sonucu olarak erken psikoseksüel döneme dönme isteğidir.”
Başlıca regresyon davranışları:
alt ıslatma
dışkı kaçırma
parmak emme
bebeksi konuşma
kekemelik
Duygusal dünyasıyla ilintili olarak gerileyen davranışlarda paniklemeden sakince onun güvende olduğu hissini vermek, büyük tepkiler vermemek, ilgiyi arttırmak, onunla baş başa vakit geçirmek (örneğin birlikte oyun oynamak veya kitap okumak) genellikle davranışlardaki gerilemeleri durdurur. Bu dönem sizi endişelendirse de çocuğunuzu zorlamak yerine onu dinlemeye ve anlamaya çalışın. Stresli dönemi atlattıktan sonra çocuğunuzun doğru davranışları öğrenmesi için yeterince vaktiniz olacağını hatırlayın.
Ancak çocuğun motor becerilerinde gerilemeler olursa, örneğin sandalyeye tırmanabilen bir çocuk artık tırmanamıyorsa veya merdiven çıkabilen bir çocuk artık çıkamıyorsa, bu durum mutlaka takip edilmeli ve dikkate alınmalıdır. Ya da sosyal becerilerde ciddi bir azalma varsa; örneğin göz teması kuran bir çocuk artık kurmuyorsa, yaşıtlarıyla olan iletişimi kestiyse, sizi duymuyormuş gibi davranıyorsa gelip geçici bir duygusal gerilemenin ötesinde bir durum söz konusu olabilir.
Çocukluk dönemi yaşamın en özel yeridir. Çocukluk yaşantıları kişiliğin biçimlenmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Yaşamımızı yöneten gizil güçleri barındıran bilinçdışı çocukluk yaşantılarından izler barındırır. Bir insanın çocukluğunda maruz kaldığı her kötü deneyim onun tüm geleceğini etkileme potansiyeli barındırır. Her çocuk içindeki duygu ve düşünceleri dışa vurmak ve sesini çevresindeki büyüklerine duyurmak için çeşitli yöntemler dener. Biz yetişkinler çocuklarımızı daha dikkatli dinler ve gözlemlersek onların iç seslerini de duyabiliriz. Böylece çocuklarımıza yaklaşımımızda hatalarımız varsa düzeltebilir ve kendilerini yanımızda huzurlu hissetmelerini sağlayabiliriz.
Genellikle tüm çocuklar 4 yaşından sonra idrarlarını gece ve gündüz kontrol edebilecek düzeye gelmişler demektir. Eğer tuvalet eğitimi olan bir çocuk, birden bire alt ıslatmalara başlıyor ise burada regresyon diye adlandırdığımız gelişim basamaklarında bir geriye dönüş yaşadığını söyleyebiliriz. Regresyonun sebebi; yeni bir kardeşin doğumu, ev değişikliği, okula başlama, bakıcı değiştirme, okul değiştirme, anne veya babadan uzak kalma ya da anne babaların yeterli zamanı çocuklarına ayıramaması olabilir. Bu durum geçici olacağından; konu hakkında konuşulmadan, normal bir yüz ifadesi ve ses tonu ile çocuğun temizliği yapılmalı, bazen böyle şeylerin başımıza gelebileceği çocuğa uygun bir dille anlatılmalıdır.
Soruna sebep olan etkenleri ortadan kaldırmak için, anne babaların çocukları ile daha
kaliteli zaman harcaması bir çözüm olabilir. Durum diğer değişikliklerden kaynaklanıyor
ise; zamanla çocuğun duruma alışması ile kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Önemli olan, eğer çocuğun bu durumu ilgi çekmek için yaptığı ortaya çıkarsa, temizliğini
kendisi yapması için onu yönlendirmeniz ve mümkün olduğunca ona temas etmeden üzerini
değiştirmesini sağlamanız olacaktır. Bu şekilde ona bir ödül vermemiş olursunuz ve
davranışı pekişmez.
Ne zaman bir uzmana danışmalıyız?
Yukarıda belirtilen durumlar haricinde takvim yaşı en az 5 olan bir çocuğun en az 3
ay süreyle haftada 2 kez ortaya çıkan idrar kaçırma durumu var ise bir uzmandan yardım
almanızda fayda var demektir. Böyle bir durumda da fiziksel ya da psikolojik tedavi
sürecine gidilmesi ilerleyen yıllar için son derece faydalı ve gereklidir.
Tuvalete gidememe, klozetten korkma:
Tuvalete giden çocuğunuz aniden tuvaletten korkar ve oturamaz hale gelmişse bunun
sebebi yakın zamanda yaşadığı kabızlık problemi, izlediği çizgi filmde klozetin büyük bir
hayvan gibi gösterilmesi, tuvaletle ilgili gördüğü bir rüya ya da yaşadığı bir olumsuz
durum olabilir. Çocuk, çözüm olarak belli bir süre tuvaletini tutar, altına yapar veya yere yayılan
başka malzemelerin üzerine yapmayı tercih eder ki böylece kendini mümkün olduğunca
tuvaletten uzak tutsun. Böyle bir durumda öncelikli olan bu davranışa sebep olan durumu iyi tespit etmek, mümkünse ortadan kaldırmak alınacak ilk önlemdir. Daha sonrasında da konu ile ilgili
yaşadığınız sıkıntı hakkında çocuğunuzun yanında konuşmamaya özen göstermelisiniz.
Diğer bir yandan çocuğunuzdan tuvaletle ilgili herhangi bir soru gelirse mutlaka anında kısa
ve doğru bilgiler vermeniz faydalı olacaktır. Klozetin bir canavara dönüşmeyeceğini de
mantıklı ve sakince anlatarak sizinle bu konuda çekinmeden konuşabilmesine olanak
tanıyın. Son olarak da çocuğunuzla beraber tuvalette saatler harcamayın, sık sık ama azar azar
kalmanın en ideal olduğunu göz ardı etmeyin.
Her şeyin gönlünüze göre hayırlısıyla gerçekleşmesini diliyoruz.
Psikolojik Destek İnisiyatifi
Kıymetli Psikolojik Destek Grubu katılımcıları, tuvalet eğitimi ile ilgili 5 adet farklı soru aldık. Sorularda genel anlamda tuvalet yapmak istemeyen ve kakasını tutan ve alt ıslatan çocuklarla ilgili sorular geldi. Aşağıda genel olarak yapılması gereken doğrular paylaşıldı. Ama siz de takdir edersiniz ki her vakanın kendine has özellikleri vardır. Onun için aşağıdaki yazılanlardan sonra ihtiyaç duyarsanız lütfen yine yazın.
Kıymetli dostlar, geniş çerçevede tuvalet eğitimine değinmek için aşağıdaki konulara değineceğiz:
1-)Çocuğun Tuvaletini yapmak istememesi ve kakasını tutması
2-) Enürezis (Çişini kaçırması)
3-) Enkoprezis (Kaka kaçırması)
4-) Psikolojide Regresyon, ya da Gerileme (Kişinin erken dönemindeki veya çocukluktaki davranışlarını ve halini gösterme durumu)
1-)Çocuğun Tuvaletini yapmak istememesi ve kakasını tutması:
Çocuğun kakasını tutması, çocuklarda kaka tutma problemi çok sıklıkla görülen problemlerdendir. Bu konuda anne ve babaların çok dikkat etmeleri gerekmektedir. Önemsenmesi gereken çocuğun kakasını tutması çocuklarda dışkı kaçırma problemine neden olmaktadır. Kabızlık ve bağırsak tembelliği de bunu takip etmektedir. Tuvalet eğitimine çok önem verilmesi gerekir. Bu eğitim çocuklar için korkutucu olmamalıdır.
Kakasını tutan çocuğa ne yapmalı, ona nasıl davranılmalıdır.
Çocuklarımızda rastladığımız bu problem annelerin dikkati sayesinde çözülebilir. Bunun için şu soruların cevapları çözüm için önelidir.
Çocuklarımız tuvalet eğitimi almadan önce ne sıklıkla kaka yapıyordu?
Çocuklarımız genellikle günde iki defa bazı çocuklar ise günde bir kez kakalarını yaparlar.
Çocuğumuzun doğuştan kabızlığa eğilimi var mı?
Çocuklar tuvalet alışkanlığını edinirken önceki kaka yapma düzenine devam etmelidirler. Kaka tutma problemi olan çocuklar tuvalet alışkanlığı edinirken genellikle kakalarını yapmayıp tutan çocuklardır. Çocuk genellikle çiş eğitimini daha kolay tamamlar. Ama bazıları kakasını tuvalete yapmamakta direnerek kakası için bez ister. Çocuğun bu isteğini görmezden gelirseniz, çocuk bez gelene kadar kakasını tutabilir.
Çocuğunuzun bu isteğini görmezden gelmeyerek çocuğunuza kaka saatleri geldiğinde bez verin ve yapmasını sağlayın. Kaka tutan çocuğumuza gene de beşer dakikalık bu eğitimi verebilirsiniz. Çocuğu sıkmadan, korkutmadan oyun aracılığıyla, günde beşer dakika tuvalet eğitimine devam edin. Bu eğitimi verirken onunla konuşun, kaka hikayeleri anlatın. Hikayede kaka yapmaktan korkan çocukların bu korkuyu zamanla nasıl aştıklarını anlatın. Bu hikayeleri anlatırken çocuktan, hikayeyi tamamlaması içim yardım isteyin. Mesela: “Tarık yine karnının şişkinliğinden rahatsız olmuştu. Bu durumu yaşamayı hiç istemiyordu. Hatta bu yüzden katı yemekler bile yemek istemiyordu” deyip hikayeyi yarım bırakın. Tarık’ın neler hissediyor olabileceğini sorun. Korkusunun nedenini anlatmaya çalışın. Çocuğunuz hikayedeki, Tarık’la özdeşim kuracak ve aslında kendisini anlatacaktır.. Hikayeyi birlikte tamamlayın. Tarık ne yaparsa bu problemini aşar ve anne babası ona nasıl yardım edebilir gibi sorulara cevap vermesini sağlayın. Benzer aktiviteleri oyun oynarken de canlandırabilirsiniz. Mesela oyuncağına kaka yaptırın. Sonra kendisinin oyuncağına kaka yaptırmasını sağlayın. Çocuğunuz oyuncağına kaka yaptırırken onu çok iyi gözlemleyin. Bu sayede siz de onun iç dünyasını keşfetmiş olacaksınız.
Çocukta tuvalet eğitimini erken başlayalım ama çocuğu hiç bir zaman zorlamayalım. Çocuk hazır olana kadar beklememiz gerekmektedir. Çocuğunuzu tuvalet eğitimine zorlamayın, hiç bir çocuk ileriki yaşlara kadar altına yapmaz. Mutlaka kendi tuvalete yapmak isteyecektir. Onun hazır olduğunda bu eğitimi almasını bekleyin. Kaka eğitimi ve çiş eğitimini birbirinden ayrı olarak ele alalım çünkü ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Öncelikle çiş eğitimini vermeye başlayın ve kakası için onu zorlamayın. Çocuğunuza kakasını kötüleyerek sakın pis kaka gibi şeyler demeyin. Çocuklar bunu çok yanlış anlayabilirler. Kötü olan bir şeyi yapmak istemeyerek tepkilerini belli ederler. Onunla birlikte tuvalete girin sizin de yaptığınızı görsün. Bunun çok normal bir durum olduğunu sizinde yaptığınızı ve onunda ilerde bu şekilde yapacağını ona anlatın. Çocuklar büyüklerini taklit ederek büyürler. Onun sizi taklit etmesini sağlayın. Lazımlığını sizin karşınıza alın ve onu da oraya oturtarak bak ben bu şekilde yapıyorum ilerde sen de bu şekilde yapacaksın deyin. Kaka eğitimi verirken çocuğumuza kitap bile okuyabilirsiniz. Çocuğunuzun yediklerine mutlaka dikkat edin. Kabız olmasını özellikle kaka eğitimi verirken önlemeye çalışın. Çocuğunuza onu ne kadar sevdiğinizi hissettirin ve bu eğitimi verirken asla ona kızmayın. Bu çocukta kötü neticeler doğurur. Altına yapsın, kaçırsın hiç önemli değildir. O daha çok küçük olduğu için yaptığını ve onu çok sevdiğinizi söyleyin.
Kabızlık Tedavisi:
Lif oranı yüksek gıdalar tüketmesine yardımcı olun. Kepek de bol lif olduğu için normal ekmek yerine mutlaka kepekli ekmek tercih edin. Bol su içmesini sağlayın. Çiğ sebze ve bol meyve tüketmesini sağlayın.
2-)Enürezis (Çiş kaçırma)
Enürezis, çocukluk çağının en önemli ve en sık görülen işeme bozukluğudur. Uyku sırasında mesanenin fonksiyonel kapasitesi dolduğunda ortaya çıkan kendini boşaltma ihtiyacı ile çocuk uyanır ve gece tuvalete işerse “nokturi”, uyanamaz ve yatağına işerse “enürezis” olarak adlandırılır. Enürezis ve inkontinans deyimleri sıklıkla birbirinin yerine ve yanlış olarak kullanılmaktadır. Enürezis uygunsuz yer ve zamanda gerçekleşen fizyolojik (normal) bir işemedir. İnkontrinansta ise, normal bir işeme yoktur, çocuk bilinçli olarak engellemeye çalıştığı halde idrar kaçırmayı önleyemez.
Enürezisin tanımı:
Enürezis idrar kontrolünün beklendiği yaştan sonra (4-5 yaş) gece ya da gündüz, yatağına ya da giysilerine istemli ya da iradedışı olarak yenileyen (haftada en az 2 kez) idrar kaçırması olarak tanımlanır. Enürezis başlangıcı ve seyrine göre primer veya sekonder olabilir. Uykuda işeme bazı çocuklarda doğuştan beri arada hiç kuru kalma dönemi olmadan sürer gider. Buna birincil tip (primer enürezis) denir. Bazılarında ise bir süre (en az 6 ay) tuvalet eğitimi sağlandıktan sonra herhangi bir yaşta birdenbire uykuda işeme başlamıştır. Buna da ikincil tip (sekonder enürezis) adı verilir. Enürezis nokturnal ve diurnal olabilir. Gece uykuda işeme durumuna nokturnal enurezis, gündüz uyanıkken işeme ise diurnal enürezis olarak isimlendirilmektedir. Gece veya gündüz yalnızca uykuda işeyen çocuklarda bundan başka bir yakınma yoksa buna tek semptomlu uykuda işeme (monosemptomatik enürezis nokturna) denilmektedir. Nokturnal enürezis için yatak ıslatma veya uykuda altını ıslatma şeklindeki ifadeler suçlayıcı bir tanımlamlar olduğu için kullanılmamalı, bunların yerine “uykuda işeme” terimi tercih edilmelidir.
Enürezisin nedenleri:
Öncelikle bir doktora başvurarak doğuştan bozukluklar ya da idrar yollarında iltihap gibi bir hastalık olup olmadığı araştırılmalıdır. Eğer araştırma sonucu herhangi bir hastalık bulunamazsa, şunlar çocuğun altını ıslatma nedeni olabilir:
Zamanından önce veya çok baskılı tuvalet eğitimi verilmesi, enüresis oluşumunun en sık rastlanan nedenidir.
Aşırı temiz, titiz, düzenli annenin baskılı tuvalet eğitimine karşı çocuğun tepkisini gösterir.
Hiç tuvalet eğitimi verilmemesi de enüresise yol açabilir. Annenin aşırı koruyuculuğu, çocuğu uzun süre kendisine bağımlı tutumu, bilinçaltı isteği de çocuğu bebeksi kılar.
Yeni bir kardeşin doğması, çocuğun ilgiyi tekrar üzerinde toplayabilmek için kardeşine özenerek altını ıslatmasına neden olabilir.
Ailede, ölüm, ayrılık, geçimsizlik, hastalık okul başarısızlığı gibi yaşam olaylarının yarattığı kaygılar, travmalar, taşınma, göç vs. çocukların davranışlarına enüresis şeklinde yansıyabilir.
Enürezis ve psikolojik sorunlar:
Bu durumdan en fazla çocuk rahatsızdır ve kurtulmak istemektedir. Her sabah yatağından ıslak olarak kalkan bir çocuğun duyduğu sıkıntıyı anlamak çok zor değildir. Bu durum aileler tarafından hastalık olarak kabul edilmediği için çocuk devamlı suçlanmakta ve zaman zaman cezaya çarptırılmaktadır. Özellikle yabancı bir evde yatması gerektiği ya da tatil, kamp, heim gibi nedenlerle ev ortamından uzak kaldığı durumlarda çocuk çok yoğun utanma duygusu yaşar. Bu nedenle birçok faaliyete katılmak istemeyebilir.
Enürezisin sıklığı:
Beş yaşındaki çocukların yaklaşık %15’inde Enürezis noktürna görülmektedir. Çeşitli ülkelerden %5-%15 gibi oranlar bildirilmektedir. Erkek çocuklarda daha sıktır. Kendi kendine de düzelebilen Enürezis noktürna’nın sıklığı yaş ilerledikçe azalmakta, erişkin yaşlarda %1 oranında devam etmektedir.
Enüreziste yaklaşımlar:
Çocuğun altını ıslatması ve dışkısını kaçırmasında anne ve babaların tutumu çok önemlidir. Aile öfke ve utanç duyabilir, çocuğu cezalandırır, kardeşleri ile kıyaslayabilir. Bazı aileler ise tam aksine çocuğa bez bağlamak, bezini değiştirirken onu öpüp sevmek gibi enüresisi bilmeden destekler tutum içindedir. Her iki tutumun da zararlı olduğu, yani cezanın da, sevecen davranışla ödüllendirmenin de doğru olmayacağı bilinmelidir.
Öncelikle çocuğa destek gerekir. Azarlama, utandırma ya da cezalandırma doğru değildir. Eskiden akşamları sulu şeyler verilmesin gece altını ıslatmayı önleyeceğine inanılmaktaydı. Yapılan araştırmalar bunun bir yararı olmadığı gibi, kısıtlamaların gerilimi artırarak altını ıslatmayı kolaylaştırdığını göstermiştir.
Gece tuvalete kalkmak sorunu çözebilir. Özellikle çocuk uykudan 1,5 saat sonra uyandırılmalıdır. Çünkü altını ıslatmalar en çok uykunun bu döneminde olmaktadır. Çocuk uyandırılarak idrarı yaptırılır. Yarı uyur durumda idrar yapması ile yatağında uyurken yapması arasında eğitim bakımından pek fark yoktur.
Başlıca iki grup tedavi yöntemi vardır. Bunlar davranış modifikasyonu (motivasyon tedavisi, kondüsyon-alarm tedavisi, mesane retansiyonu eğitimi) ve ilaç tedavisi (antikolinerjikler, trisiklik antidepresanlar, vasopressin) yöntemleridir.
3-)Enkoprezis (Kaka kaçırma ya da yapma)
Enkoprezis gelişimsel olarak denetimin kazanıldığı halde dışkının istemli ya da istem dışı olarak yineleyen bir biçimde uygunsuz yerlere yapılması ile belirli bir bozukluk olmaktadır. Çocuğun enkoprezis tanısı alması için 4 yaşından büyük ve problemin üç ay süre ile en az ayda bir kez görülmesi gerekmektedir.
Enkoprezis, farklı biçimlerde görülmektedir:
Kabızlık veya taşmaya bağlı olarak kaçırmanın olduğu tip: Bu tipte tıbbi muayeneler sonucunda kabızlık olduğu tespit edilmektedir. Kabızlığın tedavi edilmesi sonucunda ise sorun ortadan kalkmaktadır. Tuvalet eğitiminin yetersiz veya tamamlanmamış olduğu durumlarda veya çocuğun hazıroluşluğundan önce tuvalet eğitiminin verilmesi sonucunda gelişebilmektedir. Bağırsak denetimi tam olarak kazanılamamıştır.
Kabızlığın olmadığı tip: İnatlaşma, karşı gelme ya da davranış bozukluğu ile ilişkili olarak, dışkı belirli yerlere bırakılmaktadır. Bu tipte bir enkoprezis, psikolojik bir rahatsızlığa bağlı olarak, bağırsak denetiminin normal olmasına rağmen çocuğun dışkılama ile ilgili kurallara karşı bir isteksizliğinin, direncinin veya başarısızlığının olduğu zamanlarda görülmektedir.
Fizyolojik sorunlara bağlı olarak dışkıyı tutamamanın sonucu olarak kaçırma ve uygunsuz yerlere dışkılama görülebilmektedir.
Enkoprezis sorunu olan çocuklar;
Utanç duygusuyla karşı karşıya kalırlar...
Sıkıntı duydukları ve dışlandıkları için sosyal ortamlardan kaçınmaktadırlar...
Özgüvenleri zedelenmektedir...
Cezalandırılma ve reddedilme korkusu yaşamaktadırlar...
Bozukluğa Yol Açan Etmenler:
Fizyolojik - organik nedenler:
Bağırsak sonundaki istemli kasların denetiminde bozukluklar
Kabızlık
Psikojenik megakolon
Yetersiz, tutarsız, çocuğun hazır oluşluk düzeyini dikkate almayan tuvalet eğitimi
Mide- bağırsak enfeksiyonları
Kalın bağırsağın son bölgelerinde yer alan darlıklar
Ağrılı dışkılamaya neden olan çatlaklar, yarıklar
Psikolojik nedenler:
Tuvalet eğitimi sürecinde ebeveynlerin baskıcı, katı veya aşırı gevşek- aldırmaz tutumları...
Tuvalete gitme ile ilişkili çocuğun sahip olduğu korkular...
Depresyon ...
Çocuğun inatçı, karşı gelen, dirençli mizacı ...
Çocuk ve aileyi etkileyen travmatik yaşantılar ...
Aile içi bozuk iletişim ve etkileşim...
Anne –baba ve çocuk arasında çatışmalı ilişkiler...
Yaklaşımlar:
Soruna ilişkin olarak tıbbi bir değerlendirmenin gerçekleştirilmesi ve bozukluğun fizyolojik bir bozukluğun sonucu olup olmadığının ayırt edilmesi yaklaşımın nasıl bir yön izleyeceği konusunda belirleyici olmaktadır.”
Aile danışmanlığı:
Anne- baba ve çocuk arasında yer alan çatışmalı ve inatlaşma temelli ilişki çözümlenmeye çalışılmaktadır. Ebeveynler uygun tuvalet eğitimi yaklaşımları konusunda bilgilendirilmekte, soruna neden olan hatalı tutumlar konusunda aydınlatılmaktadırlar. Uygulayacakları doğru yaklaşımlar, daha olumlu tutum ve davranışlar kazanmaları yönünde eğitilmektedirler.
Aile içi sorunların ve gerginliklerin giderilmesiyle birlikte belirtilerde azalma gözlemlenmektedir.
Bireysel psikoterapi:Davranışsal ve psikoterapötik uygulamalarla çocuğun uygun bir tuvalet alışkanlığı kazanmasına yardımcı olunmaktadır. Enkoprezis problemine neden olan travmatik yaşantıların varlığında hem çocuğun hem de ebeveynlerin destek alması uygun olmaktadır. Çocukta enkoprezise eşlik eden psikolojik sorunların ele alınması ile bozukluğun tedavisinde önemli gelişmeler kaydedilebilmektedir.
Kabızlığın eşlik ettiği durumlarda, uzman hekimler tarafından önerilen ilaçlar ve lif yönünden zengin bir diyet yararlı olmaktadır.
4-)Regresyon (Gerileme):
Psikolojide regresyon, ya da gerileme, kişinin erken dönemindeki veya çocukluktaki davranışlarını ve halini gösterme durumudur. Örneğin bir çocuk kendi başına uykuya nasıl dalamazsa Alzheimer hastası bir kişi de buna benzer çocuksu davranışları sergileyebilir.
Çocuklar, bebeksi davranışları sık sık sergileyebilirler ve bu gelişimlerinin normal bir parçası olarak görülebilir. Fakat stres; çocuklarda gerilemeye neden olan etkenlerin başında gelmektedir.
Çocuğunuzda uzun zamandır yapmadığı türden bebeksi davranışlar ortaya çıktığında o dönemde çocuğunuzun hayatında değişen şeyin ne olduğunu ve nasıl bir zorlanma yaşadığını gözlemlemeye çalışın. Regresyona neden olan faktörlerden bazıları aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı olabilir.
Anne-çocuk arasındaki çatışmalı ilişki
Huzursuz ve baskıcı aile ortamı
Mükemmeliyetçi anne-baba tutumu
Çocuğun yaşamındaki yetişkinlerden gelen korkutucu ve örseleyici aile içi şiddet, cezalandırma
Çocuğun yaşantısında travmatik olaylarla karşılaşması: Taşınma, okul değişikliği, sağlık problemleri, ailedeki yakın birinin kaybı gibi
Kardeş kıskançlığı
“Freudyen psikolojide gerileme, kişinin aşırı kaygı ve stres sonucu olarak erken psikoseksüel döneme dönme isteğidir.”
Başlıca regresyon davranışları:
alt ıslatma
dışkı kaçırma
parmak emme
bebeksi konuşma
kekemelik
Duygusal dünyasıyla ilintili olarak gerileyen davranışlarda paniklemeden sakince onun güvende olduğu hissini vermek, büyük tepkiler vermemek, ilgiyi arttırmak, onunla baş başa vakit geçirmek (örneğin birlikte oyun oynamak veya kitap okumak) genellikle davranışlardaki gerilemeleri durdurur. Bu dönem sizi endişelendirse de çocuğunuzu zorlamak yerine onu dinlemeye ve anlamaya çalışın. Stresli dönemi atlattıktan sonra çocuğunuzun doğru davranışları öğrenmesi için yeterince vaktiniz olacağını hatırlayın.
Ancak çocuğun motor becerilerinde gerilemeler olursa, örneğin sandalyeye tırmanabilen bir çocuk artık tırmanamıyorsa veya merdiven çıkabilen bir çocuk artık çıkamıyorsa, bu durum mutlaka takip edilmeli ve dikkate alınmalıdır. Ya da sosyal becerilerde ciddi bir azalma varsa; örneğin göz teması kuran bir çocuk artık kurmuyorsa, yaşıtlarıyla olan iletişimi kestiyse, sizi duymuyormuş gibi davranıyorsa gelip geçici bir duygusal gerilemenin ötesinde bir durum söz konusu olabilir.
Çocukluk dönemi yaşamın en özel yeridir. Çocukluk yaşantıları kişiliğin biçimlenmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Yaşamımızı yöneten gizil güçleri barındıran bilinçdışı çocukluk yaşantılarından izler barındırır. Bir insanın çocukluğunda maruz kaldığı her kötü deneyim onun tüm geleceğini etkileme potansiyeli barındırır. Her çocuk içindeki duygu ve düşünceleri dışa vurmak ve sesini çevresindeki büyüklerine duyurmak için çeşitli yöntemler dener. Biz yetişkinler çocuklarımızı daha dikkatli dinler ve gözlemlersek onların iç seslerini de duyabiliriz. Böylece çocuklarımıza yaklaşımımızda hatalarımız varsa düzeltebilir ve kendilerini yanımızda huzurlu hissetmelerini sağlayabiliriz.
Genellikle tüm çocuklar 4 yaşından sonra idrarlarını gece ve gündüz kontrol edebilecek düzeye gelmişler demektir. Eğer tuvalet eğitimi olan bir çocuk, birden bire alt ıslatmalara başlıyor ise burada regresyon diye adlandırdığımız gelişim basamaklarında bir geriye dönüş yaşadığını söyleyebiliriz. Regresyonun sebebi; yeni bir kardeşin doğumu, ev değişikliği, okula başlama, bakıcı değiştirme, okul değiştirme, anne veya babadan uzak kalma ya da anne babaların yeterli zamanı çocuklarına ayıramaması olabilir. Bu durum geçici olacağından; konu hakkında konuşulmadan, normal bir yüz ifadesi ve ses tonu ile çocuğun temizliği yapılmalı, bazen böyle şeylerin başımıza gelebileceği çocuğa uygun bir dille anlatılmalıdır.
Soruna sebep olan etkenleri ortadan kaldırmak için, anne babaların çocukları ile daha
kaliteli zaman harcaması bir çözüm olabilir. Durum diğer değişikliklerden kaynaklanıyor
ise; zamanla çocuğun duruma alışması ile kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Önemli olan, eğer çocuğun bu durumu ilgi çekmek için yaptığı ortaya çıkarsa, temizliğini
kendisi yapması için onu yönlendirmeniz ve mümkün olduğunca ona temas etmeden üzerini
değiştirmesini sağlamanız olacaktır. Bu şekilde ona bir ödül vermemiş olursunuz ve
davranışı pekişmez.
Ne zaman bir uzmana danışmalıyız?
Yukarıda belirtilen durumlar haricinde takvim yaşı en az 5 olan bir çocuğun en az 3
ay süreyle haftada 2 kez ortaya çıkan idrar kaçırma durumu var ise bir uzmandan yardım
almanızda fayda var demektir. Böyle bir durumda da fiziksel ya da psikolojik tedavi
sürecine gidilmesi ilerleyen yıllar için son derece faydalı ve gereklidir.
Tuvalete gidememe, klozetten korkma:
Tuvalete giden çocuğunuz aniden tuvaletten korkar ve oturamaz hale gelmişse bunun
sebebi yakın zamanda yaşadığı kabızlık problemi, izlediği çizgi filmde klozetin büyük bir
hayvan gibi gösterilmesi, tuvaletle ilgili gördüğü bir rüya ya da yaşadığı bir olumsuz
durum olabilir. Çocuk, çözüm olarak belli bir süre tuvaletini tutar, altına yapar veya yere yayılan
başka malzemelerin üzerine yapmayı tercih eder ki böylece kendini mümkün olduğunca
tuvaletten uzak tutsun. Böyle bir durumda öncelikli olan bu davranışa sebep olan durumu iyi tespit etmek, mümkünse ortadan kaldırmak alınacak ilk önlemdir. Daha sonrasında da konu ile ilgili
yaşadığınız sıkıntı hakkında çocuğunuzun yanında konuşmamaya özen göstermelisiniz.
Diğer bir yandan çocuğunuzdan tuvaletle ilgili herhangi bir soru gelirse mutlaka anında kısa
ve doğru bilgiler vermeniz faydalı olacaktır. Klozetin bir canavara dönüşmeyeceğini de
mantıklı ve sakince anlatarak sizinle bu konuda çekinmeden konuşabilmesine olanak
tanıyın. Son olarak da çocuğunuzla beraber tuvalette saatler harcamayın, sık sık ama azar azar
kalmanın en ideal olduğunu göz ardı etmeyin.
Her şeyin gönlünüze göre hayırlısıyla gerçekleşmesini diliyoruz.
Psikolojik Destek İnisiyatifi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Son Eklenen
-
*SORU:* Benim 4 yaşında bir kızım var. Önceleri onunla vakit geçirirken çok mutlu olurdum. Konuşması beni sıkmazdı, ağlamalarına daha sabır...
-
SORU : Merhabalar Hocam. Allah razı olsun hizmetinizden. Evleneli 5 yıl oldu ve bu beş yılda 1 yılı sadece Türkiye’de yaşadık. Sonrasınd...
-
Soru: Büyük kızım şu an 5 yaşında ve tırnak yeme davranışı sergiliyor. Bütün bu süreç kızımızı da oldukça yıprattı ve yaklaşık 1,5 yıldır tı...