11 Mayıs 2019 Cumartesi

Kızıma karşı çok sinirli biri oldum. Yaramazlıklarına, bağırmalarına, evi dağıtmasına tahammül edemiyorum çok bağırıyorum artık ona. Kendimi yenilemek için ne yapmalıyım?

*SORU:*
Benim 4 yaşında bir kızım var. Önceleri onunla vakit geçirirken çok mutlu olurdum. Konuşması beni sıkmazdı, ağlamalarına daha sabırlı yaklaşıyordum. Onunla oyunlar oynuyordum vs. Ama son 2 yıldır yaşadığım birçok sıkıntıdan dolayı zihnen hiç rahat değilim. Yani bir yorgunluk var üzerimde bir türlü atamadığım ve bunlar artık beni tahammülsüz ve sabırsız bir insan yapıyor. Aslında çok rahatsızım bu durumdan ama kendimi nasıl düzelteceğimi bilemiyorum. Kızıma karşı çok sinirli biri oldum. Yaramazlıklarına, bağırmalarına, evi dağıtmasına tahammül edemiyorum çok bağırıyorum artık ona. O da doğal olarak bana tepkisel olarak dönüyor tabi. Benim bu hareketlerim onun üzerinde olumsuz etkiler bırakıyor. Yaşadıklarımız da kolay şeyler değildi. Bir rahatlayamadık. Bilmiyorum bu problemimi nasıl çözebileceğimi. Bu yüzden size sormak istedim.  Kendimi yenilemek için ne yapmalıyım? Kafamı nasıl boşaltmalıyım? Bu konuda yardımcı olabilirseniz çok sevinirim. Şuan bir Afrika ülkesindeyiz. Yeni geldik buraya. Bu 3. Ülkemiz 2 yıl için de. Son 3 haftadır rahatız biraz daha. Ama onun öncesinde belirsizlikler ve sıkıntılar dolu bir süreçte idik. Oda beni çok yıprattı.

*CEVAP:*

Pek çok kişi dünyanın değişim yerlerinde çok zor süreçlerden geçiyor ve bazen de başetmekte zorlanıyor. Herkesin kendine özgü bir tahammül gücü, hazmetme kapasitesi var ve yaşanan olaylar kişisel sınırları zorluyor, bazen de aşıyor. Anormal dönemlerden geçerken normal ve istendik davranışlar sergilemek oldukça zor olur. Öfke, birçok anne babanın ortak konusu. Eşe duyulan öfke, çocuğa duyulan öfke, kendi öfkemiz… Öfke; sevgi gibi, korku gibi temel duygularımızdan bir tanesi. Dolayısıyla öfkelenmemek diye bir seçenek hem mümkün değil hem de insani değil. Herkes zor zamanlarda yakınlarından destek görmek isteyebilir, empati bekleyebilir. Öfkemizi bastırmamız ya da yanlış yönetmemiz durumunda daha fazla inciniyor, incitiyor, hatta zarar veriyoruz.

*Kendimize ve çevremize zarar vermemek adına neler yapabiliriz?*
Öncelikle işe kendinizden başlayın. Bir uçağa bindiğimizde hosteslerin acil durumlarda yapılacaklarla ilgili verdikleri talimatları hatırlayın. Kabin basıncı düştüğünde oksijen maskelerinin açılacağını, ve bir çocukla seyahat ediyorsak maskeyi önce kendimize takmamız gerektiğini söylerler. Buradan çıkarılması gereken önemli bir ders var. Eğer kendimizi ihmal edersek başkalarına da, istesek de, dilediğimizi kadar yararlı olamıyoruz. O halde işe kendi bakım ve duygu durumumuz ile başlamamız gerekiyor.
Çevremize zarar verdiğimizi fark ettiğimizde bir mola almaktan çekinmemeliyiz. Çünkü bazen bizi öfkelendiren şey eşimizden veya yakın çevremizden beklediğimiz desteği alamamak olabiliyor. Bu konuda hisssettiklerimizi ve beklentilerimizi açık ve net ortaya koymalı ve istediğimiz yardımı alma konusunda ısrarcı olmalıyız.

*Peki ne zaman öfkeleniriz?* Ne yapacağımızı bilemediğimizde… Çözemediğimiz sorunlar, travmalar öfkeye dönüşür. Peki ebeveynler ne zaman öfkelenir? Fiziksel, duygusal, maddi olarak yetemediklerini hissettiklerinde. Genel olarak öfke, karşılanamayan ihtiyaçların birikimi demektir.
Yoğun ve yorgun bir günün sonunda, ebeveynler kendilerini baskı altında hissettiklerinde stresin bir kıvılcımla öfkeye dönüşmesi daha kolaydır. Baskı arttıkça stres de aynı oranda artar. Çocukların masum bir karşı gelmeleri dahi sinir uçlarına dokunabilir.

Duygusal olarak tetiklendiğimizde, geçmişte çözemediğimiz bir sorun, stresi artırıyor. Bu sırada çocuğumuza tepki veriyor, empati yeteneğimizi kaybediyoruz. Aslında böyle zamanlarda bilinçli bir ebeveyn gibi değil, incinmiş bir çocuk gibi hareket ediyoruz. Daha sakin ve saygılı bir iletişim için kendimize, bağırmamıza, patladığımız ana dışarıdan bakmalıyız. Acaba bizi böylesine öfkelendiren, şu anda yaşananlardan başka bir etken olabilir mi?

Bizi tetikleyen her ne ise ona daha dikkatli yaklaşarak... Çocuğumuz ne yaptı da rahatsız olduk? Bizi tetikleyen nedir? Bu bağlantıyı kurmalıyız. Mesela bizi reddetmesi, “hayır” demesi bizde neyi tetikliyor?
O an gosterdigimiz tepki muhtemelen için de bulunduğumuz bütün mevcut şartlarla alakalıdır.
Öfke anında ağzımızdan çıkan sözler, bizi bile şok edebiliyor. Bu sanki sıkıntılarımızın yeniden bir canlandırması gibi. Neden tetiklendiğimizi keşfedebilirsek yaşadığımız problemi de o kadar rahat çözebiliriz.

Öfke kontrolü ile ilgili sorunu olan ebeveynlerin geçmişlerine dayanan öfke kontrol sorunları veya geçmişlerinde yansıtamadıkları öfkeleri olduğuna zaman zaman rastlanılır. Önemli olan nokta, kişinin öfkesinin farkına varmasıdır. Ebeveyn öfkelendiğini fark ettiği anda öncelikle neye öfkelendiğini kendine sorarak başlayabilir. Farkında olmasak bile bazen o kadar küçük ve anlamsız şeylere karşı öfke duyabilmekteyiz ki, bunu fark etmemiz bile kendimizi kontrol etmek için iyi bir adım olarak görülebilir.

İyi hissetmemekte, daha doğrusu kötü hissetmemizde sorun yok. Bu çok normal bir duygu.  Bizi tetikleyen şeyler, çocuğumuzun bizi yok sayması, diğer ebeveyne olan tepkisi, agresiflik, şefkat eksikliği, okuldaki sorunlar bile olabilir. Bunlardan birini mutlaka yaşamışızdır ve o an  saklıdır. Ve biz bugüne kadar fark etmemiş olabiliriz. Tetiklendiğimiz zaman ne olur? İçimizdeki incinen çocuğun duygularının kendi çocuğumuzun duyguları ile yarıştığı hissine kapılırız.  “Kimse benim ihtiyaçlarımı, kızgınlıklarımı, hayal kırıklıklarımı, üzüntümü umursamıyor”. İşte böyle bir iç çatışma çok rahatsız edici olabilir. İyi haber şu ki bunun farkına varmaya başladıysanız bu döngüyü kırma yolundasınız demektir. Hem kendiniz hem çocuğunuz için... Duygularınızı kabul ederseniz, hayat kaliteniz artar, kendinizi daha iyi anlarsınız ve çözebilirsiniz.

Tabii ki bu çözümlemeleri kendi başınıza yapabilmeniz o kadar kolay olmayacaktır. Bunun için terapi yardımı almanız faydalı olacaktır. Ancak terapinin yanı sıra, sizin de bu baskıladığınız duygular hayatınızı yönetmeye başladığında kendinizi iyileştirme becerileriniz, gücünüz var. Mesela, kalbinizle bağlantı kurun. Koyun elinizi kalbinizin üstüne, “Ne hissediyorum, neye ihtiyacım var” diye kendinize sorun. Bu, kendimizle pozitif bağlantı kurmak için iyi bir yöntem. Cevap, “Çok gerginim, çok sinirliyim, biraz yavaşlamam lazım, bugünü sorunsuz tamamlamam lazım” olabilir. O zaman öfkenin gerçek sebebinin çocuklarınız değil, kendinizle ilgili olduğunu fark edebilir ve sakinleşebilirsiniz.

Ne hissettiğimizi söylemek zordur. Çocuklarımıza “beni sinirlendiriyorsun” dediğimizde onlara bizi kontrol ettikleri mesajını veriyoruz ve onlar da bizi mutlu etmenin kendi ellerinde olduğunu sanıyorlar. Fakat “Sinirliyim, durmam ve rahatlamam lazım” dediğimizde duygularımızı dürüstçe ifade etmiş oluyoruz ve bizi mutlu etme sorumluluğunu onlara yüklemiyoruz. Bu gerçekten çocuklarımız için de iyi bir model.

Kendinizle konuşun.

Ama olumlu bir şekilde. Farkındaysanız, duygularımıza ailelerimizin bize verdiği tepkilerle yaklaşıyoruz. Kendimize karşı nazik olmak, başkalarına nezaketin temelini oluşturur. Örneğin, kendinizi öfkeli ve bunalmış hissettiğiniz için suçlamak yerine, “Tamam, bu zor bir an ve böyle hissetmemde sorun yok” diyebilirsiniz. Evet zaman zaman hepimizin kötü hissetmeye, bir mola almaya hakkımız var. Önemli olan bunun zamanında farkına varmak ve açık yüreklilikle durumu kabullenmek.

Çocuğun her yanlış davranışına müdahale edilmeli midir?
Çocuğun bazı davranışları görmezden gelinebilir ve üzerinde durulmamalıdır, ancak kişinin kendine ya da bir başkasına zarar verdiği davranışlar göz ardı edilebilecek davranışlar değildir. Çocuğun davranışlarını kategorilere ayrılmalı, kimseye zarar vermediği ancak yine de rahatsız edici olarak adlandırılabilecek davranışları başlangıç için görmezden gelinebilirken; başkalarına,  kendine ya da eşyalara zarar verdiği davranışlar tepkisiz kalınmamalıdır. Davranışları bu şekilde kategorilediğinizde ve müdahale edilecek, müdahale edilmeyecek olarak ayırdığınızda önceden sizi rahatsız eden müdahale edilmeyecek olan davranışların da sizi başlardaki kadar rahatsız etmediğini göreceksiniz.
  
Anne-babalar öfkelerini fark ettiklerinde bir süre o durumdan uzak kalmaya çalışmalı, durumun müdahale gerektirip gerektirmeyen bir davranış olduğunun muhasebesini yapıp ona göre hareket etmeli. Sonrasında çocuğun bu davranışının altında yatan bir sebep varsa onu bulup çözmeye çalışmalı, eğer ki böyle bir durum yoksa sorunun çözümü için yollar üretmeye çalışmalıdır. Bunu yaparken çocuğun direkt eleştirilmemesi ve yalnızca o davranışa yönelinmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Ailede stres yükseldiyse açık havaya çıkmak gerek. Doğada olmak, gevşemeye ve rahatlamaya yardımcı olur. Çünkü hayatın güzel yönlerini görürüz. Bir manzara bile iyi gelir. Çıplak ayakla çimlere bastığınızda rahatladığınızı hissetmiyor musunuz?

Sakinleştiğimiz zaman, seçenekleri daha iyi görebiliyoruz. Çatışmaların ardından daha iyi bağlantı kurabiliriz duygularımızla, çocuklarımızla. Ve daha da iyi onarabiliriz. Çocuklar bizim içimizde kopan fırtınaları hissediyor ve iletişimi keserek kendilerini korumaya alıyorlar. Biz sakinleştiğimizde, bizi orada beklediklerini göreceğiz.  İktidar mücadelesi sona erecek ve işbirliği devreye girecek.

Eğer ailece baskı altında olduğunuzu hissediyorsanız yaşam tarzınızı değiştirmekte fayda var. Dinlenmek, okumak, oyun oynamak, arada hayal kurmak, doğada zaman geçirmek… Bunlar bütün aileye iyi gelir.

*ÜÇ ADIMDA ÖFKE YÖNETİMİ*

Öfkelendiğimiz zaman bazen kendimizi fiziksel olarak güçlü hissederiz. Öfkeli anlarımızda stres hormonu salgılarız, her şey hızlanır, nefes alışımız bile. Mantıklı düşünemeyiz, daha hızlı konuşuruz… Oysa böyle anlarda bir şey yapmadan koltukta oturmak, çimlere basmak psikolojik durumumuzu tamamen değiştirir. Bize duygularımızı dengeleme şansı verir. Ve böyle yaparak çocuklarımıza iyi bir rol model oluruz.

Böyle anlarda zihninizde bir “dur” işareti canlandırın. İleride pişman olacağınız sözler söylemeden, davranışlarda bulunmadan önce böyle sinirli anlarda bir “dur” işareti hayal edin. Aslında böyle zamanlarda hatırlamak güç olsa da beynimiz görsel mesajlara çok iyi cevap verir. Hatta isterseniz böyle bir işareti bulun, çıktısını alın ve duvara her zaman görebileceğiniz bir yere asın. Yanında da sizi rahatlatacak kelimeler yazabilirsiniz. Mesela “nefes al, stresi azalt” gibi… Böylece üç adımlık eylem planınızın ilkini yapmış olacaksınız: *DUR!*

Ardından sizi öfkelendiren şeyin ne olduğunu tekrar değerlendirin. Acaba öfkem kendimle mi ilgili yoksa çocuğumun davranışı ile mi? Ya da bu davranış gerçekten kızılması gereken, zararlı bir davranış mı.

*İkinci adım: DEĞERLENDİR*

Şimdi artık daha yapıcı ve çözüm odaklı bir tepki gösterebilirsiniz.
*Üçüncü adım: DAVRANIŞ*

*Özetlersek:*

*1-*  Çocukluğunuzu hatırlamaya çalışın. Anne babanızı öfkelendirecek mutlaka birçok davranışınız olmuştur. Öfkelendiklerini hatırlıyorsanız, anne babanızın öfkeli halleri sizin hoşunuza gidiyor muydu? Sizin becerilerinizi ve yeteneklerinizi gelişmesine katkısı mı oluyordu? Yoksa zararı mı oluyordu? Kendinize bunları sorun.

*2- İşbirliği yapın:* Yalnız ve desteksiz kalmak öfkemizi arttırabilir. Eşinizin ya da aile büyüklerinizin desteğini istemekten çekinmeyin. Bu size bir lütuf değildir, bu konuda ısrarcı ve kararlı olun.

*3-* Yaptığı olumsuz davranışların amacı sizi kızdırmak olmadığını düşünün. Bazı anne babalar çocuklarının bilerek yaptığını savunur. Sadece sizin tutumunuza göre inatlaşabilir. Bu da onun bilerek yaptığını göstermez.

*4-* Yaşamınızı sadece çocuk üzerine planlamayın. Yaşam planınızda çocuğunuz da olsun. Ama planda kendinize ve sevdiğiniz etkinliklere -duruma uygun olarak- zaman ayırın. Kendinizi ihmal etmeniz öfkenizin artmasına neden olabiliyor. Kendinize ve sevdiğiniz etkinliklere vakit ayırdığınız için kendinizi iyi hissedersiniz. Ve öfkeniz azalabilir.

*5-* Çaresizlik ve kendini yetersiz görmek öfkeyi tetikleyebiliyor. Çocuğun açtığı problemlere karşı çözümsüz kaldığınız için kendinizi çaresiz ve yetersiz görmeyin. Mükemmel anne-baba olmak zorunda değilsiniz. Sizin de hata yapmaya hakkınız var.

*6-* Öfkeyle problemleri çözmeyi alışkanlık haline getirmemeye çalışın. Çocuk elbette ki öfkeli anne baba karşısında susacak ya da olumsuz davranışından vazgeçecektir. Ama bu problemin çözülmüş olduğu anlamına gelmez.

*7-* Çocuğun her davranışınızı sorun olarak görmeyin. Eğer davranışı çevresine ve kendisine fiziksel olarak zarar vermiyorsa bir süre gözlemlemek gerekir. Duruma göre de bazı davranışlarını hoş görmeyi öğrenmek gerekir.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

10 Mayıs 2019 Cuma

Mutsuzluk ve umutsuzluk içindeki kısır döngü

*SORU:*
Sorunlarıma nasıl başlayacağım bilmiyorum. Şuan biz 2 kızımla beraber .....’dayız ve eşimle oğlum .......'da.  8 yaşında şuan kampta kalıyoruz ve 2 aile mutfak ve banyosu ortak bir yerde kalıyoruz. 3 çocuk onların 2 de bizde 5 çocuk var. Hepsi de 6 yaş ve altı. Benim 3 yaşındaki ki kızım gece uyurken sürekli dişlerini gıcırdatıyor ve gergin. Gündüz altına bilerek yapıyor ve sürekli bebek olmak istiyor.  Çok yorucu bir süreç hepimiz yorulduk ve kendimde açıkçası çocuklarım olmasa kendimi salacağım. Üzerimde bir ağırlık ve sanki hep otur bir şey yapma diye telkin ediyor. Sırf çocuklardan dolayı onların istediği şeyleri mutlu olsunlar diye yapıyorum ama fark ettim ki kendim mutlu değilim.

*CEVAP:*

Bu yazıyı okuyup, benzer süreçleri yaşayıp da bu zor dönemlerden geçerken psikolojisi alt üst olmuş pek çok  kimse vardır herhalde.
Düzen bozuldu mu insanın psikolojisi doğal olarak bozulur; daha stresli, daha endişeli, daha gergin, daha hüzünlü, daha mutsuz olur. 
Psikolojisi bozulunca, işlevselliği bozulur, potansiyelini, öz kaynaklarını kullanamaz, verimliliği azalır. Daha basit bir ifadeyle insanın canı hiçbir şey yapmak istemez. İşin kötüsü, bozuk bir makinenin iş görememesi gibi, kapasitemizi tam kullanamadığımızda bu zorluklarla baş etmemiz daha da zorlaşır. Yani hiç farkına bile varmadan bir kısır döngü içine giriveririz.

Mutsuz olunca evde oturmak, evde oturdukça daha da mutsuz olmak, daha da mutsuz olunca iyice eve kapanmak gibi... Ya da gergin olunca iş yapamamak, iş yapamayınca daha da gerilmek, daha da gerilince iyice atıl kalmak, işi bitirememek, para kazanamamak ve sonucunda daha büyük sorunlar yaşamak gibi...
Bu kısır döngüden çıkabilmek için mutlu olabilmenin yollarını öğrenmek gerek.

Bu konuyla alakalı daha önce farklı yazılarımız da olmuştu. Bu yazıda da farklı bir acıdan ele almaya çalışalım. Öncelikli olarak kaliteli ve mutlu bir yasam için zaman tanzimi çok önemli. Bu sayede hayatımız bir düzen içerisinde ilerler ve düzen insan hayatındaki gizli mutluluk kaynaklarından biridir. Mutlu insanlar, zamanlarını daha iyi yönetiyorlar. Dolayısıyla hayatlarını istedikleri gibi kontrol edebiliyorlar. 24 saat içinde ne kadar çok şey yapabildiklerini keşfettikleri için de zaman öldürmeden, hedeflerine küçük adımlarla ve organize bir şekilde ulaşabiliyorlar.
Mutlu insanlar daha fazla gülümsüyorlar. Araştırmalar, gülümseme taklidi yapsanız bile daha iyi hissedebileceğinizi söylüyor. İsterseniz bir deneyin. Önce suratınızı asın, sonra gülümseyin. Hangisi daha iyi hissettirdi?

Mutlu insanların çeşitli uğraşıları var ve bu uğraşıları yaparken kendilerini unutabilecek kadar yoğun bir şekilde meşgul olabiliyorlar; bu ister bulmaca çözmek olsun, ister örgü örmek... Kendi becerilerine, ilgilerine yakın olan işler yaparken iyi hissettiklerini biliyorlar ve her fırsatta bunları yapmaya çalışıyorlar.
Artık bütün araştırmalar gösteriyor ki hareket etmek insana kendini iyi hissettiriyor. Mutlu insanlar hareket etmeyi seviyor. Yürüyüş, koşu, yüzmek, aklınıza ne gelirse gelsin üşenmeyin yapın, yeter ki hareket olsun. 
Mutlu insanlar, bedenlerine ihtiyaçları olan molayı da veriyor. Düzenli uyku, dinlenme, kestirme, kendini yenilemek için şart. Uykusuzluk ve depresyon arasında bir bağ olduğu biliniyor. Uykusuzluk insanı daha hassas ve gergin yapıyor. Olumsuzluklarla baş etmeyi zorlaştırıyor. Ayrıca güçlü başağrılarına sebep olduğundan sağlıklı düşünmeyi de engelleyebilir. İçi duman dolu bir odada ne yaparsak yapalım sağlıklı nefes alamayız. Aynı şekilde ruh dünyamızda bazı degişikliklerin oluşması için de küçük de olsa fiziksel değişimler gerekmektedir.

Hepimizin bir “eleştirel iç ses”i vardır. Kimi insanda bu ses çok daha yüksek volümle, çok daha sık ve daha saldırgan konuşur. Bu seslerle baş etmeyi öğrenmek ve mantıklı olmayan iç seslere karşı gelebilmek, iç huzuru yakalamanın önemli koşullarından biridir.

Başkalarıyla zaman geçirmek için kendilerini zorlayan insanlar, birileriyle vakit geçirmenin daha iyi hissettirdiğini biliyorlar. Kötü hisseden kişi kötü düşünceler içindedir. Yalnız kaldığında kafalarının içinden bu kötü düşünceler dışında düşünce geçmez, bu düşüncelerin bazen rasyonel olmadığını bile fark edemezler, kendilerini çözümsüz, çaresiz hissederler. Başkalarıyla vakit geçirirken hem bu düşüncelerin acımasız çarkından kurtulur hem de olaylara karşı daha objektif fikirler duyabilirsiniz. Birebir biriyle görüşemeyecek olsanız bile, parka gitmenin, sokakta yürümenin, insanların arasına karışmanın insana kendini daha iyi hissettirdiği ispatlanmıştır.

Sorumluluğunu almadığınız hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.
Bu yüzden ne zaman ki mutluluğunuzu sizden başka bir şeye ya da birine bağlamaktan vazgeçerseniz mutlu olma olasılığınız artacaktır.

Ne demişler, ” *Eğer yumurta dışarıdan gelen bir güçle kırılırsa hayatı sona erer. İçeriden gelen bir güçle kırılırsa hayatı başlar.”* 

*Çocuğunuzla ilgili olarak:*
1)- Sağlık sorunu kontrol edilmeli. Varsa hastalığı tedavi edilmeli.
2)- Beslenmede lifli gıdalar dışkı kontrolünü artırır.
3)- Düzenli tuvalete çıkması sağlanmalı ve temizliğine önem verilmeli.
4) Gecikmiş tuvalet eğitimi çocukta böyle bir inatlaşmaya sebep olabilir. Bunu koz olarak kullanıyor olabilir.
5) Diş gıcırdatmasını engellemek için bir diş doktorundan aparat temin edilip, geceleri taktırılabilir.

Bunların dışında hem kendiniz hem de çocuğunuz için bir uzmandan destek alabilirsiniz.
Size ve ailenize sağlıklar ve esenlikler.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

9 Mayıs 2019 Perşembe

EVLİLİKLERİN KIRILMA DÖNEMLERİ

Evlilikler başından sonuna kadar monoton veya ilk günden itibaren anlaşmazlık içinde değildir; birbirinden farklı üç dönemi vardır. İlk dönemde eşlerin ilişkisine “ *balayı* ” dediğimiz romantik duygular hâkimdir. Henüz bireyler birbirini tanıma aşamasındadır. Daha sonra karşılıklı kişilik çatışmalarının yaşandığı gerçeklik dönemi başlar.
Eğer eşler empati yapar, birbirlerini anlamaya çalışır, akıllı davranırlarsa bu dönemi aşarlar ve daha sonra bağlılık dönemi ortaya çıkar. Üçüncü dönemde, evlenmeden önce yaşanan aşk karşılıklı sevgi ve saygıya dönüşür. Hem sevginin hem arkadaşlığın olduğu evlilikler bu yüzden en ideal evliliklerdir.

Evliliklerde ortaya çıkan çatışmaları eşinizin gerçek yüzünün ortaya çıkması gibi algılamak veya bu çatışmalarda %100 kendini haklı görmek evliliği çıkmaz sokağa sokar. İnsan faktörünün olduğu her yerde mutlaka problem çıkacağını kabullenmek gerekir. Trafikte meydana gelen hiçbir kazada bir taraf 8'de 8 kusurlu diğeri kusursuz olarak işleme geçmez. Eğer gerçekten böyle bir durum varsa bile haklı taraf en azından trafiğe çıkmış olduğundan 8'de 1 kusurlu olarak kayıtlara geçer. Kişilerarası ilişkilerin de birinci kuralı hiçbir zaman çatışmalarda  tek taraf %100 haklı veya %100 haksız değildir. Bir evliliği kabullenip böyle bir yola girmişsek eğer bütün bu kıstaslar aklımızda bulunmalıdır. Evliliği, yanan bir ateşe benzetebiliriz. Ateşin sönmemesi için nasıl devamlı beslenmesi gerekiyorsa, evliliğin de sevgi ile devamlı beslenmesi gerekir.
Eşler bazen günlük hayatın hay huyları içinde bu gerçeği göz ardı ederler. Ancak ilişkiler bozulmaya başlayınca bunun farkına varırlar. Evliliği iki insanın bir kayıkta seyahat etmesine de benzetebiliriz. Biri kızıp kayığı salladığında diğeri tutmalıdır. Eğer diğeri de kızıp sallamaya başlarsa kayık devrilir ikisi de suya düşer; yüzme bilmeyen boğulur. Tartışmayı sürdürmek yerine eşlerden birinin “ *sen haklısın, peki öyle olsun, sen bilirsin* ” demesi tansiyonu düşürür.

Beynimizin çalışma tarzı hem fiziksel hareketlerimizi hem de ruhsal ve metafizik yönlerimizi şekillendirir. Erkek, bir sorun olduğunda kabuğuna çekilerek düşünür. Yani çözüm odaklıdır. Kadın ise sorunu çözmek yerine, eşiyle paylaşmak ister. İletişimde erkeği sonuç, kadını ise süreç ilgilendirir.
Eşler bu gerçeği dikkate almazsa, ilişkide sürekli iletişim hataları meydana gelir.
Örneğin erkeğin yaptığı on işten iki tanesi yanlış ise kadın yapısı gereği yanlış olanlara yönelir ve bunları eleştirir. Bu yüzden bir sorun olduğu zaman erkek eşini dinlemeli; sorun çözülmeyecekse bile, eşine konuşma fırsatı vererek rahatlamasını sağlamalıdır. Erkek de fazla üstlenmeye, ısrara veya zorlamaya uğramadan doğal akışı içinde duygularını ifade etmek ister. Eşlerin karşı cinsin psikolojisini bilmesi uyumlu bir evlilik için çok önemlidir.

Kadınlar  yaratılıştan daha duygusal oldukları için anlaşmazlıklarda erkeklere kıyasla çok daha fazla etkilenir. Kadınlar, kadınlık ve annelik içgüdüsüyle kendileri için değil, sevdikleri (anne babaları, eşleri, çocukları) için çalışır, fedakârlıkta bulunurlar. Atalarımız, boşuna “yuvayı dişi kuş yapar” dememiştir.

Tartışmalarda iki tarafın da karşıdakinin haksızlığını kabul edip değişmesini istemesi anlaşmayı zorlaştırır. İkisi de haklı olduğunu düşünüp değişmeyi kabul etmemesi zamanla anlaşmazlıkları derinleştirir, çözümü zorlaştırır. Eşlerden sadece birinin değişmesi bile ilişkiyi düzeltebilir. Biri değişince diğerinin de tavırları bu değişime uyum göstermeye başlayacak ve bir orta noktada buluşacaklardır. Evliliğinizi kurtarmak istiyorsanız önce değişen siz olun. “Benim bu anlaşmazlıkta payım nedir?” sorusunu kendine yöneltme cesaretini  gösteremeyen eşler, suçu hep başkalarında (kaynanada, görümcede, kaynatada, akrabada vb.) arayarak kendini savunmaya çalışır.

Tartışma sırasında “sen zaten hep böylesin” tarzındaki suçlayıcı ve genelleyici dil karşı tarafı savunmaya yönlendirir; bu da çözümü zorlaştırır. “Sen” dili yerine “ben” dili, genelleme yerine “şimdi burada olanı tartışma”, eşini değil davranışını eleştirme çözümü kolaylaştıracaktır. “Çocukların önünde hep beni azarlayıp küçük düşürüyorsun” yerine; “biraz önce çocukların önünde beni azarlaman çok ağrıma gitti” şeklindeki konuşma daha etkili olacaktır. *Anlaşmazlıkları çözmenin üç kuralını tekrar edelim:*
1. Şimdi ve burada olanı konuşmak.
2. Geçmişte olan problemleri sayarak genelleme yapmamak.
3. Geleceğe dair endişeler dile getirmemek.

Sorunlar karşılıklı konuşup çözüm aranmadan kendiliğinden çözülmez. “Tatsızlık olmasın, belki zamanla düzelir, sabreden derviş muradına ermiş” gibi iyi niyetlerle sorunlarınızı ertelediğiniz zaman çözülmediği gibi, birikip altından kalkılamayacak kadar büyüdüğünü göreceksiniz.
Çözüm bekleyen sorunlar bilinçaltında birikerek sabrınızı ve dayanma gücünüzü tüketir. “Bana neler oluyor bilmiyorum, canım hiçbir şey yapmak istemiyor, çabuk sinirleniyorum, hayattan zevk almıyorum” şeklindeki depresyon ifadelerinin sebebi aslında yaşadığınız son olaylar değil; yıllardır bilinçaltına itip görmezden geldiğiniz sorunlardır.

Mutlu ve Huzurlu Evlilikler.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

EVLİLİKLERDE KÖK AİLE SORUNLARI

Evlilik ve aile terapilerinde çalışırken karşımıza çıkan en önemli konulardan birisi eşler ile kök aileler (eşlerin doğup büyüdüğü ve evlenene kadar bağlı oldukları; anne, baba ve kardeşlerden oluşan aile) arasındaki ilişkilere dayalı sorunlardır. Kültürümüzde gelin-kaynana sorunları çok yaygın olsa da bu sorun alanının birçok türü vardır. Bazen damat ile kayın valide ya da kayınpeder arasında sorun yaşanırken, bazen kayınpeder ile gelin arasında sorun yaşanabilmektedir. Baldız, kayın birader, görümce de eşler için sorunlu bir ilişkinin tarafı olabilirler.

Her evlat anne-baba için değerli ve özeldir. Bir evladın dünyaya geleceği bilgisinin alınmasıyla başlayan ve evlilik sürecine kadar geçen süreçte anne-babaların evlat üzerinde sayısız emek ve gayreti olur. Bu gerçeğin inkar edilmesi, yok sayılması ya da hafife alınması anne-babalar için can yakıcıdır. Hele bir de bu nankörlüğün ‘el çocuğu’ tarafından ya da onun için evlat tarafından yapılması özellikle anne için travmatik sonuçlar doğurur. Evlat ya da evladın uğruna feda edildiği ‘el çocuğu’ anne-baba için hayal kırıklığının en önemli sebebi olabilir.

Kök aileler çoğunlukla gelin ya da damadı elkızı ya da eloğlu olarak nitelemeyi tercih ederler. Bu ilk niteleme, evlilik sürecinin kök aile ile yeni kurulan aile arasındaki ilişkinin prematüre doğmasına neden olur. Kendilerinden bir parça olan kendi çocukları el üstünde tutulması gereken taraf iken; elkızı ya da eloğlu ise muhtemel sorunun faili olarak değerlendirilir. Bu yaklaşım anne-babaların yeni kurulan aileleri sağlıklı değerlendirmesine ve doğru müdahalelerde bulunmasına engel olur.

Birçok aile terapisinde danışanlarımızla yaptığımız ilk görüşmede eşlerden en az birisi diğer eşin ailesiyle yaşadığı sorunları terapimizin ana konusu yapma eğilimini tercih eder. Bu sorunlar gerçek anlamda kök aileyle ilişki sorununa dayalı olacağı gibi, eşler arasındaki çatışmaların cephesinin genişletilmesi neticesinde oluşan yapay sorunlar da olabilir. Bu anlamda ortaya konulan sorunların eşlerle sağlıklı ve yeterince ele alınması; doğru tanımlanması, alternatif çözüm yollarının bulunarak etkili ve kalıcı çözüme kavuşturulması açısından çok önemlidir.

Evliliklerde çoğu eş, mutluluklarının bazılarının (kendi anne ve babaları) travmaları ve gizli olumsuz duygularının üstüne bina edildiğinin farkında olmazlar. Evinden çıkan gelinin ardından dökülen anne-baba gözyaşları aslında yüreklerin derinliklerinde hissedilen bazı duyguların gözlere yansıyan somut halleridir. Kızlarının (ve bazen oğullarının) yeni bir yuva kurduğunu fark eden ve bunu kabul edebilen anne-babalar için zor olsa da ‘güle güle’ deme süreci hızlı ve sağlıklıdır. Tam tersine çocuklarının yeni ve bağımsız bir yuva kurduğunu kabul etmeyen ya da edemeyen anne-babalar için ‘güle güle’ demek pek de kolay olmaz. Bu sağlıksız süreç belki de uzun yıllar sağlıksız ilişkilerin de sebebi olabilir.

Aynı şekilde özellikle gelin ve bazen damat için evlikle birlikte önemli bir sorumluluk düşer: Anne-babanın evinden ayrılırken onlara sağlıklı bir şekilde ‘hoş çakalın’ diyebilmek. Artık evlat olmanın yanında eş rolünü üstlenen kişinin bunun bilincinde olarak önceliklerini gözden geçirmesi beklenir. Eşlerin ve anne-babaların bireysel özellikleri ya da anne-baba ile süregelen ilişki tarzı yeni evlenen çiftlerin ailelerinden sağlıklı bir şekilde ayrılmalarına ve yeni ailelerine uyum sağlamalarına katkı sağlar ya da zarar verebilir.

Eşlerin kendi aralarında kullandıkları ifadeler kök aile ile ilgili süreci doğrudan etkiler. ‘Senin ailen, benim ailem’ tarzı ifadeler eşlerin karşılıklı cephelerde yer almasına neden olur. Böylece eşler ister istemez kök ailelerle yaşanan sorunlarda çatışan ve mücadele eden bireyler durumuna düşerler. ‘Senin ailen/annen/baban…’ söylemiyle muhatap olan eş istemese de savunmaya ve daha sonra karşı atak refleksiyle saldırmaya yönelir. Bu üslup çözüm üretmekten çok sorunun büyümesine neden olur.
Karı-koca dediğimiz eşler her iki kök aileye ‘bizim ailemiz’ olarak bakabilir ve ilişkileri bu bakış açısıyla değerlendirebilirse muhtemel sorunların çözümü tahmin edilenden çok daha kolay olur. Yaklaşımlar iki eş tarafından daha olumlu ve yapıcı olacağı için kök aile ile ilişkiler çok daha sağlıklı ve huzurlu olacaktır. Fark edilmesi ve bilinmesi gereken en önemli husus ailemiz, annemiz, babamız, kardeşimiz bizim için ne kadar değerli ise eşimizin ailesi ve aile üyeleri de onun için o kadar değerlidir. Değerler üzerinden çatışmaya girmek ailede yapılacak en büyük hata olacaktır.

Kök ailelerde zaman zaman sağlık, ekonomik, sosyal vb. sorunlar oluşabilir. Bu tür durumlarda eşlerin birlikte hareket etmesi ve ‘bizim ailemizin çözülmesi gereken sorunu’ yaklaşımıyla konuyu ele alması çok işlevsel ve değerli olacaktır. Cephe oluşturulacaksa eşlerin aynı cepheden ayrılmamayı tercih etmesi ve birbirlerini anlayışla desteklemesi ve yardımcı olması aile huzuru ve mutluluğu için son derece yararlı olacaktır. Unutulmaması gereken herkesin ailesinin değerli olduğu ve tehlike algılandığında her eşin kendi değerini savunma refleksini sergileyeceği gerçeğidir. O zaman karşılıklı olarak eşlerin birbirlerinin aile değerine tehdit ve tehlike algısı oluşturmaması dikkat edilecek en önemli husustur.

        *Mahmut Aydın*
Uzman Psikolojik Danışman
   *www.imatherapy.com*

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Yaşayana da etrafındakilere hayatı dar eden Sosyal Fobi

*SORU:*
Esimde sosyal fobi var. Rahatsızlığı sadece onu değil hepimizin hayatını maddi manevi etkiliyor.  Psikolog ve psikiyatr tedavisine başlamıştı ama ikisini de bıraktı faydası olmadığı düşüncesiyle. Rahatsızlığı ciddi. Eve ziyaretimize misafir geleceğini öğrendiği andan itibaren stres başlıyor kendisinde. Bize de yansıyor doğal olarak. Öğretmen kendisi ve dershanede çalışıyordu fakat öğretmenler odasında olmak bile onu rahatsız ediyormuş. Veli toplantısı hiç yapamıyormuş. Bunları yeni öğrendim. Dil kursuna başlamıştı ve bıraktı. Zaten çok nadir gidiyordu. Aile ortamında (akrabaların olduğu) bir hikâye anlatıyorken tarihle ilgili baygınlık geçirdi bir keresinde mesela. Ne yapabiliriz? Artık içinden çıkılmaz bir hale geldi bu bizim için. Çünkü sıfırdan bir hayat kurmamız lazım ama biz bu sebeple hiç bir şey yapamıyoruz.

*CEVAP:*

Sosyal fobi, kişinin tanımadığı insanlarla karşılaştığı, başkalarının gözünün üzerinde olabileceği ya da birden fazla toplumsal durumda belirgin ve sürekli bir korku duyması, küçük duruma düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde davranacağından korkması ve anksiyete belirtileri yani endişe belirtileri göstermesidir.
Psikiyatrinin temel kitabındaki tanımı; kişinin yabancılarla ya da diğer kişilerin incelemesiyle karşı karşıya kaldığı sosyal veya performans durumlarında belirgin ve sürekli bir şekilde korku duyması…

İnsanlar küçük duruma düşmekten, gülünç duruma düşmekten korktukları için yemek yemeye gitmiyorlar, tuvaletlere gitmiyorlar, başkalarının önünde imza atmıyorlar, başkalarının önünde yazı yazamıyorlar. Yazı yazma korkusu çok özel bir şey, başkalarının önünde yazı yazamıyor çünkü yazı yazarsa başkalarının kendisine bakıp eleştireceğini düşünüyor. Mesela başkalarının önünde yemek yiyemiyorlar, yemek yersem lokmalar boğazıma dizilir, beni gözledikleri, beni izledikleri inancıyla rahat edemem, diyorlar.

Sosyal fobisi olan insanlar diğer insanlarla iletişime girerken göz kontağı kurmaktan kaçınırlar, çoğu zaman başka insanların gözlerine bakmakta zorluk çekerler, çoğunlukla sosyal iletişimin en az düzeyde olacağı işleri seçerler ve ellerini ceplerinden çıkarmamak, kendilerini güvende hissetmelerini sağlar. Bunun gibi mesela sürekli telefonla dolaşan insanlar da aslında bir anlamda telefondan medet ummaktadırlar. 

Sosyal fobiklerin günümüzde çok önemli bir sığınağı var, normal dünyada birebir insan ilişkisi kurmakta zorlanan kişiler internete sığınıyorlar, internetteki sanal ilişkilere sığınıyorlar ve sosyal paylaşım sitelerinde arkadaşlık ilişkilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Bununla ilgili değişik çalışmalar var. Hakikatten sosyal fobisi olan ağır çekingenliği olan insanların internetteki sosyal medyada çok etkili oldukları, oralarda çok iyi arkadaşlıklar kurabildikleri fakat bu arkadaşlıkların çok çok azını gerçek dünyaya taşıyabildikleriyle ilgili veriler var.
Olumsuz değerlendirilip aşağılanma konusunda çok büyük bir korkuları vardır ve hep kendileriyle ilgililer. Ağır çekingenliği olan insanlar hep yanlış yapacağım, hata yapacağım diye düşünüyor ve aslında mesele şu; kendi iç sesi de hata yapabileceğini söylüyor. *Dolayısıyla bunun anne babalara mesaj olarak gidecek kısmı ise şöyle;* çocuklarımızı çok fazla eleştirerek büyüttüğümüzde, yapamazsın, edemezsin, beceremezsin dediğimizde bizim sesimiz yavaş yavaş çocuklarımızın iç sesi haline geliyor. Anne babaların çocuklukta onların ruhuna ektiği tohumlar çok geçmez beş on sene içinde filizlenir. Sürekli yapamazsın, edemezsin, başaramazsın gibi negatif mesajlarla büyütülen çocuklar günü gelir gerçekten böyle olduğuna inanmaya başlarlar ve hayatta inisiyatif alamayan pısırık insanlar haline gelebilirler. Demek ki anne babalıkla ilgili en önemli şeylerden bir tanesi çocuklarımızla ilgili genel kapsayıcı, onların kişilikleriyle ilgili genel ifadeler dile getirmeyeceğiz. “Sen çok akıllısın, sen çok harikasın, sen işe yaramazın tekisin, sen beş para etmezsin, sen hiçbir işi başaramazsın” demek yerine “sen ödevini çok güzel yaptın oğlum aferin, ödevlerini gerçekten çok zamanında bitiriyorsun, bu huyunu çok takdir ediyorum ya da oğlum zamanında hiç uyanamıyorsun, bu konuda kendini biraz disipline etmen lazım.” Yani davranışlar üzerinden övgüler sağlamak, çocukları ne göklere çıkarmak, ne yerin dibine batırmak, yaptıkları olumlu şeyleri övmek, olumsuz şeyleri yermek ama yererken de genel ifadelerden kaçınarak daha olumluya sevkedici ifadelerde bulunmak şeklinde olmalı.

Sosyal fobiklerin bilişsel çarpıtmalarından en önemlilerden bir tanesi sosyal durumlar. Toplumsal durumlar tehlikeli, toplumda ben zor duruma düşebilirim, düşüncesi var. Bu tehlikeden uzak durmak için bir tek şartım var; mükemmel görünmem lazım, diyorlar. Hiç kimse mükemmelliğe ulaşamaz, hiç kimse mükemmelliği tam manasıyla başaramaz. Dolayısıyla ihtiyaç duyduğum niteliklere sahip değilim, o halde ben insanların önüne fazla çıkmayayım, gibi bir kestirme sonuca varıyorlar.

*SOSYAL FOBİ ÇEVRESEL Mİ KALITSAL MI?*
Hem çevresel etkenler var hem kalıtsal etkenler var. Anne ve babada aşırı çekingenlik varsa çekingenliğin görülme ihtimali fazla. Anne ve baba aşırı cezalandırıcı, aşırı kınayıcı insanlarsa yine çekingenliğin görülme ihtimali fazla. Eğer kişi soru sormanın, kendini göstermenin kınandığı bir ortamda büyüyorsa, birazcık öne çıktığı zaman azarlanıyorsa, birazcık kendini gösterdiği zaman hep ayıplanıyorsa, böyle ortamlarda sosyal fobi gelişme riski yine fazla ama sadece bunlarla sınırlı  değil tabii ki.

*SOSYAL FOBİNİN TEDAVİSİ*
Kendi karakterlerinin böyle olduğunu zannederler ve asla değişemeyeceğine dair inançları fazladır. Oysaki bu durum karakterleri değildir, bu bir rahatsızlıktır. Kesinlikle tedavi edilir ve ilaç tedavisi ile terapi değişime ön ayak olur.

Kendi durumlarının düşündüğünden daha sakin ve rahat hareket etmekle dengelenebileceği inancına sahip olmalıdırlar. Göz teması kurmaktan tedirgin oldukları için öncelikle bunun zararlı olmayacağı düşüncesinde olmalıdırlar. Bu konuda evde aileleri ile sık sık pratik yapabilirler aslında. Eğer sorun bedenlerini de etkiliyorsa beden kontrolünü öğrenmeleri gerekmekte ve stres yönetiminin nasıl yapılacağını bilmelidirler. Bedensel egzersiz, rahatlama hareketleri, düzenli nefes alıp verme vs yararlı olacaktır. Her şeyin mükemmel olması gerekmediğini, herkesin pek çok hata ve eksik ile yaşamlarını devam ettirdiklerini ve ilk izlenimin sanıldığı kadar önemli olmadığını sık sık kendilerine telkin etmeliler. Bireysel terapinin ışığında grup terapisinden de fayda görürler.

*Çevrelerindeki bireyler ne yapmalılar?*
Öncelikli olarak bu durum uzun yıllardır devam ettiği için düzelmenin bir anda olmayacağını, zamana yayılması gerektiğini kabul etmeliler. Değişimin bir anda olmayacağı bilip sabırlı olmalılar.
Durumu abartmadan destek olunmalı ve işe yarar olduklarını her kişi hissetirmelidir. Olumlu olan her durum söylenmeli, olumsuzlukların da sanıldığı kadar korkutucu olmadığını aktararak yanlış bakış ve algılamaları hakkında yüzleştirmek lazımdır. Çekinerek yanaşmak değil, aksine birçok kişinin de çekinceleri olduğunu ve sadece kendilerini izlemek ve dinlemek yerine etrafa bakmalarını da temin etmek ve değerlendirmelerini öyle yapmalarını sağlamak iyi olacaktır. Bununla ilgili uzman desteği alınabilir, aşırıya kaçmamak şartıyla internette sosyal fobik bireylerin olduğu online terapi gruplarına katılınabilir.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

7 Mayıs 2019 Salı

Düzen ve istikrar, insanın en önemli psikolojik ihtiyaçlarından olan güven duygusu ile alakalı kavramlardır. Zaman zaman değişiklik veya macera yaşama arzusu hissetsek de insan kendini, alışık olduğu çevresinde mutlu ve güvende hisseder.

*SORU:*

3 senedir yurtdışındayız özellikle yurtdışına çıktıktan sonra etrafımızdaki insanların ülkeden ayrılması veya bunun düşüncesi bizi çok etkiliyor kendi hayatımıza adapte olmamızı engelliyor. O insanlar gittikten sonra da sürekli başkaları da gidecek korkusu ile yaşıyoruz, bu durum sürekli mutsuz olmamızı sağlıyor hocam ne önerirsiniz….

*CEVAP:*

Düzen ve istikrar, insanın en önemli psikolojik ihtiyaçlarından olan güven duygusu ile alakalı kavramlardır. Zaman zaman değişiklik veya macera yaşama arzusu hissetsek de insan kendini, alışık olduğu çevresinde mutlu ve güvende hisseder. Büyük değişiklikler beraberinde büyük huzursuzlukları, kaygıları da beraberinde getirir. Onun için yeni bir yere taşındığımızda veya yeni bir işe başladığımızda en kısa zamanda çevremizi tanımaya, ortama alışmaya ve rutinler oluşturmaya çalışırız. Ancak sizin durumunuzda bunu yapmak pek de mümkün değil gibi anlaşılıyor.

Kaçınılması imkansız veya çok zor olan böylesi durumlarda, durumu kabullenmek ve mevcut duruma olumlu anlamlar yüklemek bizi, olayın olumsuz etkilerinden kısmen koruyabilir. Mesela sizin durumunuzda, pek çok insanla tanışma fırsatı bulmanız, farklı bir çok insana faydanız dokunması imkanını yakalamış olmanız gibi olumlu değerlendirmelerin yardımı olabilir. Yaşadığımız olayların bizi geliştiren taraflarına odaklanmalı, her karşılaştığımız insandan ve durumdan yeni bir şeyler öğrenmeye çalışmalıyız.

Bunun dışında, etrafınızda gelip giden insanlardan bağımsız olarak, bazı rutinler edinmeniz de size faydalı olabilir: Günlük spor yapmak, bir kursa katılmak, sinema günü, gezi günü gibi günler belirlemek... Ya da günlük yazmak, resim yapmak gibi kendi kendinize bir takım etkinlikler yapabilirsiniz. Kısacası elinizdeki imkan ve fırsatları listeleyip en çok keyif alacağınız etkinliklere acilen başlamalısınız.

İşin diğer bir boyutu da her krizin aynı zamanda bir fırsat içermesidir. Şu anda içinde bulunduğunuz durumda belki daha önce fırsat bulamadığınız şeyleri yapma imkanı bulabilir, ya da daha önce hiç farketmediğiniz bir yönünüzü ortaya koyma, keşfetme fırsatı ele geçirmiş olabilirsiniz. Bu süreçte pek çok arkadaşımızın ailesi ile nasıl zaman geçireceğini, eşi ile neler yapabileceğini, çocukları ile keyifli etkinlikler yapmayı bilmediğini, onun için de aile içinde çeşitli sorunlar yaşadığını gözlemliyoruz. Belki böylece en önce vakit ayırmamız ve alakadar olmamız gereken ailemizle de daha fazla zaman geçirme şansını elde etmiş olabiliriz. Dolayısıyla sabit bir çevre edinene kadar şimdilik odağımız kendi ailemiz olmalı ve onlarla keyifli, verimli, kaliteli zaman geçirmenin yollarını araştırmalıyız. Bazen uzaklara bakarken en yakınımızı gözden kaçırabiliyoruz.

Daha güzel günlere erişmek üzere...

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

YARATILIŞ FARKLILIĞI / EVLİLİKLERDE KİM HAKLI



Kadınla erkeğin kişilik yapıları birbirinden oldukça farklıdır. Bu durum doğaldır ve genetik kodların bir sonucudur. İki cinsin de karşı tarafın kendisinden farklı olduğunu bilmesi ilişkinin sağlıklı yürümesi açısından önemlidir. Aksi takdirde birinin hissettiğini öbürünün de hissetmesini veya birinin istediğini öbürünün de istemesini arzu edecek; bu mümkün olmayacağına göre ikisi de ümitsizliğe kapılacaktır. Bu gerçeği bilmeyen kadınların erkekler konusunda en çok dile getirdikleri yakınma, erkeklerin onları dinlemediği ve anlamadığı hususudur.
Kadının ilişkideki önceliği, paylaşmak ve yakınlık hissetmektir. Erkeğin önceliği ise yetenekli, yeterli ve güçlü olduğunu hissetmesidir. Erkekler doyumu başarıda ve sonuç almada bulurken, kadınlar paylaşmayı, değer verilmeyi ve önemsenmeyi ön planda tutarlar. Bir kadın eşini sevdiğinde onun gelişmesine yardımcı olmayı, erkeğinin eksiklerini gidermeyi ve düzeltmeyi görev bilir ve bunun için çalışır. Bu, kadın için doğal bir eğilimdir. Kadın bunu yaparken eşini koruduğunu düşünür. Karşı cinsin psikolojisini bilmeyen bir erkek karısının kendisini yönetmeye çalıştığını zanneder.
Yeterli olduğunu kanıtlama çabasında olan bir erkeğe kadın yardım etmeyi teklif ettiği zaman erkek eşinin kendisini yetersiz ve eksik gördüğünü düşünür. Karşı cinsin psikolojisini bilen bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir. Erkeğe kendisini güçlü ve yeterli olduğunu hissettiren bir kadın ona çok şey yaptırabilir. Kadını tatmin eden duygular, destek görmek ve destek vermek, paylaşmak, yardımcı olmak hisleridir. Kadın, erkekten çok daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir.

*KADIN MI ÇOK KONUŞKAN / ERKEK Mİ ÇOK SESSİZ*

Yüzyıllardır kadınlar erkekleri sustukları, erkekler de kadınları çok konuştukları için suçlar dururlar. Birinin sürekli şikâyet etmesi diğerinin suskunluğunu arttırırken, onun suskunluğu da eşinin konuşmasını ve dertlenmesini arttırır. Birbirini besleyen süreçler içinde çözümsüz bir son halini alır. Erkek eleştirildikçe, içine döner ve daha da suskunlaşır. Yüreği de kendi de uzaklaşır. Kadın eleştirildikçe savunmaya geçer, sebepler sunar, duygusallaşır ve bunca yıllık emeğine acımaya başlar. Duygusal tepkiler gösterir, anlaşılmadığını düşünür ve daha çok konuşur, daha çok kendini ifade etmeye çalışır.
Eve geldiğinde hiç konuşmayan ya da eşinin sorularına çok kısa cevaplar veren bir erkek, ya karısının şikâyetlerini, söylenmelerini duymak ve başlatmak istemiyordur, ya da konuşma sermayesini dışarıda tükettiği için, evde susmak ve zihnini boşaltmak istiyordur. Kadın ise eğer bütün gün evdeyse ve anlatacak şeyler birikmişse, bunları kimseyle de konuşamamışsa, bütün enerjisiyle eşini bekler, ona anlatmak, duyulmak ve dinlenilmek ister. Konuşurken talep ettiği çözüm veya bir fikir sunması değildir. Sadece anlaşıldığını duymak ister eşinin kelimelerinden.
‘Seni anlıyorum, gerçekten üzülmüşsün ya da bu olay senin canını oldukça sıkmış’ demek bile rahatlatıcıdır. Kadınlar konuşurken, kendi çözümlerini zaten kendileri bulurlar. Aradıkları salt çözüm değil, fark edilme arzusudur. Çözüm nedir o zaman? Kadınların daha az konuşması, erkeklerin de daha çok konuşması ve dinlemesi için yapılabilecek ilk adım ne olmalıdır?
Öncelikle karşımızdakini görmeye çalışmakla başlayabiliriz. Onun neye ihtiyacı var, hangi yaralarını sarmaya çalışıyor, nelerin yükünü yüreğinde taşıyor? Durumun hemen kendimizle ilgili olduğunu düşünmeden önce, ona biraz zaman tanımak, konuşmak istediği zaman yanında olduğumuzu bildirmek ve hissettirmek ona güven verecektir. Kendini hazır hissettiğinde de konuşmak için sizi seçecektir. Anlayışlı ve sabırlı olmak süreci kolaylaştırırken, üstüne gitmek, konuşması için sıkıştırmak ve eleştirmek durumu daha da zorlaştırır. Eşimize ve kendimize büyümek, hayatı anlamak ve sevmek için şefkatle zaman tanımak, sevgiyle beklemek en sağlıklı yol olacaktır.

Konuşmak, anlatmak isteyen, derdini açmak, içindekileri paylaşmak arzusundaki kadına karşılık, kendini, duygularını, korkularını ve acılarını paylaşmak tecrübesi ve pratiği olamayan erkekler. İki taraf da zor durumda aslında. Kör kuyu çıkmazında çırpınıp durmak ve bir sonuç alamamak. Bir erkek nasıl büyütülür, nasıl yetiştirilir? Kulağına neler söylenerek hayata hazırlanır? Neler telkin edilir? Bir kız çocuğu nasıl olması gerektiği yönlendirmesiyle büyütülür? İyi kız, iyi kadın ve iyi anne olmak için hangi karışımlar konur hamuruna?
Erkeğin hikâyesi güç ve güçlü olmak üzerine yazılır. Konuşması değil, başarılı olması beklenir. Ağır abi olmanın yolu, az konuşup, az gülmesinden geçtiği düşünüldüğü için ciddi olması, az konuşması öğütlenir. Hatta duyguları hakkında fazla konuşması da hoş karşılanmaz. Kadın gibi olmakla suçlanır, yargılanır. ‘Erkek adam ağlamaz, erkek adam korkmaz, erkek fazla konuşmaz.’
Erkek sessiz, ama sert bakışlarıyla anlatır ne söylemek istediğini. Film ve dizilerdeki güçlü gösterilen abartılı erkek örnekleri hep az konuşan, kendini ifade etmeyen, duygularını söylemeyen kişilik tipleridir. Gizli gizli ağlarlar, aşklarını öfkeleriyle ilân ederler. Sevdiğini sözlerinden değil, ancak kıskançlığından anlayabildiğin bir ilişkiyi yansıtır bu karakterler. Bu imajların gölgesinde büyür bir erkek çocuk. Bir erkeğin kafası karışıksa, yüreği yanıksa ve ne yapacağını bilmiyorsa eğer, içine kapanır, sessizleşir.
Erkek susarak çözmek ister sorunlarını. Konuşmaya zorlamak öfkelendirir onu. Kendisi tam olarak anlamadan, tanımlamadan dışarıya beyan etmez zihnindekileri! İçine dönüşü ve sessizliği, eşini telâşlandırır, onu konuşmaya zorlar, üstüne gider, bunu yaptıkça erkek daha da uzaklaşır, bazen hırçınlaşır, öfkeli tepkiler bile gösterir. Erkek susarken büyümeye çalışır, kadın ise konuşurken çözer hayatın şifrelerini. Kadınlar ne istediklerini konuşurken keşfederler, kelimeler arasında yakalarlar cevabı ve çözümü. Fıtratlar farklıdır, ama bu birbirine benzemeyen iki insan birlikte aynı soruyu çözmeye çalışırlar. Hayatı fark etmeye, yaşadıklarına anlamlar bulmaya çalışırlar.
Birlikte çözülmeye çalışılan soru evliliktir. Kadın ve erkek farklı çözüm teknikleriyle ve farklı donanımlarıyla aynı soruya muhatap olurlar. Birisi seçeneklerden giderken, diğeri verilenlerden çözmeye çalışır. Bu imtihanın sırrı da budur aslında. Karşındakine kendisi olma fırsatı vermek, dayatmamak, eleştirerek yargılamamak.

*EVLİLİĞİN ENERJİ KAYNAKLARI*

Evliliklerin beslendikleri, onların devam etmesini sağlayan itici veya çekici güçler vardır. Örneğin herhangi ağır bir  ameliyat geçiren bireye doktorlar kendilerini hazır hissettiklerinde mutlaka eşleriyle  cinsel hayatlarına devam etmenlerini ister. Çünkü bu durum bireye fizyolojik olarak hayatta olduğunu hissettirir. Evliliklerin hayatta kalması için de aynı durum geçerlidir aslında. Cinsellik bir evlilik içinde %10 değere sahiptir ama kalan %90'nı derinden etkiler. Evliliklerin zor zamanlarında çiftler bazen de eşlerini cezalandırmak için kendilerini cinsel hayatlarından soyutlarlar. Bu ise mevcut durumu daha da kötüleştirir. 
Cinsel duygular, sadakat sınırları içerisinde paylaşıldığında iki tarafa da özel olduğunu hissettirir. Kadının sevilmek ve okşanmak psikolojik ihtiyaçlarını giderirken, erkek de kabullenilmek, eşinin mutluluğuyla mutlu olmak, potansiyelini kanıtlamak ve erkek tarafını gösterme imkânları bularak doyuma ulaşır. Kadını motive etmenin en iyi yollarından biri de ona saygı göstermek ve değerli olduğunu hissettirmektir. Saygıya layık olduğunu hisseden kadın, zorlayıcı olmaktan vazgeçer, gevşer. Çok konuşma ihtiyacı azalır. Hürmet görmek için aşırı bir gayrete gerek duymayacağından müdahalecilikten vazgeçer. Çünkü zaten kendini değerli hissediyordur.
Ama tabii ki sadece cinsellik bir evliliğin devamı için yeterli bir enerji kaynağı değildir.
İşletmecilikte şöyle bir kural vardır: “Sermayenizi tek sepette toplamayın, farklı sepetlere dağıtın.” Bu kuralın insan hayatına yansıma şekli, haz alanlarının farklılığıdır. Eşinizle birlikte tabiatla uğraşmak, metafizik konuları düşünmek, ibadet etmek ya da kitap okumak da evliliğin çekim merkezlerinden olmalıdır. İnsan, beynine değişik zevkleri öğrettiğinde bir noktaya bağımlı olmayacak ve biri haz vermediğinde diğeri onun yerini dolduracaktır.

Mutlu ve Huzurlu Evlilikler

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Sürekli geçmişe takılıyorum böyle yapmasaydım gibi düşüncelerle kafamı meşgul ediyorum ve geçmişte yaşadığım bazı anlar aklıma geldikçe hala korkuyorum süreç ile birlikte bu durum günlük işlerimi yapamama durumuna getirdi.

*SORU:*

Sürekli geçmişe takılıyorum böyle yapmasaydım gibi düşüncelerle kafamı meşgul ediyorum ve geçmişte yaşadığım bazı anlar aklıma geldikçe hala korkuyorum süreç ile birlikte bu durum günlük işlerimi yapamama durumuna getirdi. Birde bir yakınıma telefon ile ulaşamasam acaba bir şey mi oldu diye bütün gün kafam orda hiçbir şey yapma isteğim gelmiyor, sanki bir şeyler olacakmış gibi hissediyorum, yüreğime koca bir kaya oturmuş gibi hissediyorum. Bu duygular sık sık olunca hayatım çekilmez oluyor, geleceğe çok karamsar bakıyor ve çocuklarıma sık sık sinirleniyorum.

*CEVAP:*
Kişilik; bireyi diğer bireylerden ayıran kendine özgülüğü ifade eden, genetik ve biyolojik eğilimleri, toplumsal tecrübeleri, eğitim ve çevresel faktörleri özünde barındıran özellik ve niteliklerin toplamıdır. Kişiliğin oluşumunda değer yargıları, inanç, ahlak ilkeleri vs. faktörler de çok önemli yer tutar. Tüm bu unsurların kümülatif sonuçları ve dışa vurumu da kişilik ya da şahsiyeti belirler.
Bireyi birey yapan özelliklerin dominant karakteri bireyin kişiliğinin negatif ya da pozitif nitelik taşımasına neden olur. Hayat boyu yaşanılan deneyimleriniz olumsuz ise ya da olumsuz bir çevrede yaşıyor iseniz sizin de negatif bir kişilik sahibi olmanız kuvvetle muhtemeldir.

Pozitif ya da negatif, olumlu ya da olumsuz kişilikli olmak sizin hayata bakış açınızı belirlemesi bakımından da büyük önem taşır.
Her insanın bir “dünya görüşü” vardır. Yaşam tarzını da bu dünya görüşü şekillendirir. Bireylerin dünya görüşlerinde, yaşam tarzlarında dini inançları, felsefi düşünceleri, sahip oldukları ahlakî ilkeler, ideolojiler… çok önemli yer tutar. Dünyayı okuma paradigmanız da bu şeklide tezahür eder.
Olumlu ya da olumsuz kişilik sahibi olmak aşağıda izah edeceğimiz çeşitli nedenlerle çok önemlidir. Çok önemlidir diyoruz çünkü sizin; eşyayı, olayları, evreni, hayatı, ölümü ve sonrasını değerlendirmeniz pozitif ya da negatif kişilik sahibi olmanızla çok yakından ilgilidir. Bu bakış açınız sizin psikolojiniz, ruh sağlığınız, sosyal ilişkileriniz, aile hayatınız, iş ve meslek yaşamınız… inançlarınız, hatta Allah ile olan ilişkilerinizde dahi çok önemli etkilere sahiptir.

İlk aşama olarak bu durumun fark edilmiş olması aslında gayet iyi bir durum ve değişim için en önemli ilk adım. Bundan sonra olması ümit edilen de olaylara bakış açımızın değişmesi ve olaylara farklı bir perspektiften bakabilmektir.
Hadiselere veya problemlere olumlu bakmak hemen ilk anda sorununuzu çözemese de, olaylarla yüzleşmek ve çözmek adına atacağınız ilk adım için güç verecektir.
Hayata ve olaylara olumlu bakanların daha mutlu oldukları gözlemlenmiştir. Hayata ve olaylara olumlu bakmak çözüm odaklı bir yaklaşımdır. Aksi durum kaostur, bunalımdır. Bunun psikolojik yansımaları ise stres, anksiyete bozuklukları, kompleksler ya da ağırlık veya dozajına göre nevrotik rahatsızlıklar hatta psikozlar olarak tezahür edebilir.

Bu hususla ilgili yapılmış çok ilginç bilimsel deneyler söz konusudur: Japon bilim adamı Dr. Masaru Emoto’nun yaptığı deney gerçekten çok çarpıcı ve ilgi çekicidir. Dr. Masaru Emoto; donmuş suda oluşan kristallerin kendilerine belirli düşünceler yoğun bir şekilde yönlendirildiğinde; düşüncenin niteliğine göre söz konusu su kristallerinin de farklı görünümlere büründüğünü fotoğraflamayı başarmıştır.
Yaptığı deneyler sonucunda çok temiz kaynaklardan alınan su örneklerinin kendilerine sevgi dolu, olumlu, pozitif sözcükler söylendiğinde aynen kar taneleri modeline benzeyen biçimde simetrik, parlak, motifli ve çok güzel desenler oluşturduklarını, buna karşılık negatif düşünceler ve sözcüklere maruz bırakılmış su örneklerinin ise asimetrik, kaotik, koyu renkli ve tamamlanmamış bozuk motif ve desenler oluşturduklarını belgelemiştir.
Demek ki siz bir insana sevgi sözcükleri ve olumlu cümlelerle yaklaşır hitap ederseniz dörtte üçü sulardan oluşan insandaki su kristalleri, simetrik, olumlu şekillere neden olurken bunun biyolojik ve psikolojik yansıması da kuşkusuz olumlu ve pozitif olacaktır.
Yok, eğer siz insanlara karşı negatif sözcük, cümleler ve yaklaşımlar sergilerseniz o kişi de bundan negatif etkilenecek ve bu da hem beden hem ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyecek demektir.

Nitekim Peygamber Efendimiz bir gün ashabıyla beraber yürürlerken yol kenarında bir köpek ölüsüne denk gelirler. Sahabelerden bazılarının gördükleri manzara karşısında; “Bu leş ne kadar kötü kokuyor…” vs. olumsuz bir takım yaklaşım sergilemeleri, negatif cümleler kurmaları karşısında Efendimiz (sav); “Köpeğin ne güzel dişleri var.” şeklinde mukabelede bulunuyorlar.
Buradan anlıyoruz ki ahval ve şartlar… ne kadar negatif olursa olsun olaylara hep olumlu yönleri ve boyutlarıyla bakmak, her zaman yapıcı olmak esas olmalıdır.

Olumlu düşünce, olumlu duygu ve davranışlar yaşam kalitesini de pozitif yönde etkiler. Bilinçaltı olumlu yönde motive olur. Olumlu olmak; bilinçli olarak güzel olanı tercih etmek ve seçmek demektir. Böyle bir psikolojide insan hem kendini hem başkalarını sever. Daha az kaygılı olduğu için hayattan daha çok zevk alır.
Çoğu zaman kelimeler insanlar üzerinde ilaçlardan daha etkilidirler. Bu sözcükler canlı, enerjik, olumlu ise biz de canlı ve enerjik oluruz.
Pesimist, nihilist, karamsar, menfi insanlar her zaman etrafına negatif enerji yayarlar.
Çoğu psikosomatik rahatsızlık ve hastalıkların temelinde negatif duygu, düşünce ve davranışlar yatmaktadır. Böylesi insanların hem ruh dünyaları kararmakta, aynı zamanda da vücut ve beden sağlıkları alarm vermektedir.
Peki, olumlu, pozitif kişilik sahibi olmak demek gerçeklere sırtını dönmek, gözlerini kapamak mı demektir? Asla! İyimserlik; kesinlikle saf bir Polyannacılık yapmak değildir. Hele analitik düşünmenin önünde de kesinlikle engel değildir. Pozitif kişilik; olayları sağlıklı bir zeminde değerlendirip ümitsizlik ve karamsarlık girdabına kapılmadan rasyonel analizler yaparak “hayır ve güzellik” ufkunda yolculuk yapabilme yeteneğidir.

Mevlana Hazretlerinin dediği gibi:
*Kardeşim sen* *düşüncelerinden ibaretsin.*
*Gerisi et ve kemik.*
*Gül düşünürsen gülistansın.*
*Diken düşünürsen dikenlik.*

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

5 Mayıs 2019 Pazar

Quranic word wide web

Konuşmacılar:
Dr. med. univ. Metin Aysel. Child and Adolescent Psychiatrist, Switzerland
M.Sc. İclal Baki, Islamic Theology, Germany,
M.Sc. Semra Nur Taşdemir, Clinical Psychologist, Belgium,
B.Sc. Sueda Gül, Pedagoge, USA

Konu:
Q-www
Quranic word wide web
http://www.youtube.com/channel/UCrB1uiPHoT7E0qD3y3Udr0g

11.05.19 Cumartesi

Almanya 18:00
TSİ 19:00
ABD EST 12:00

Bu programa katılım sizlere neler kazandıracaktır:
- Yeni ve innovatif metotlarla yapılan yaklaşımlar sonucu ortaya çıkan Kur’ânî modellerle tanışacaksınız
- APSS - Association for Psychological and Spiritual Sciences hakkında fikir sahibi olacaksınız
- Disiplinlerarası analiz çalışmaları yürüten ekip hakkında fikir sahibi olacaksınız
- Q-www Quranic word wide web olarak isimlendirdiğimiz open source database hakkında henüz mutfak aşamasındayken haberdar olmuş olacaksınız
- İşarat-ül İcaz eserinde bahsedilen Bahtiyar heyetin ilk oluşumuna şahit olacaksınız
- Hiçbiryerde duyamıyacağınız, modern Kur’anı Kerim analiz metoduyla tanışmış olacaksınız.

Hocamızın yayınına katılmadan önce izlenmesini istediği 3 kısa video:
https://youtu.be/yWOqeyPIVRo
https://youtu.be/10oQMHadGos
https://youtu.be/gG7uCskUOrA

ZOOM uygulaması üzerinden gerçekleştireceğimiz CANLI YAYININ linkini size ulaştırabilmemiz için mail adresinizi kayıt formunda paylaşınız. Doğru yazdığınızdan emin olunuz.
Yayın gününde sizinle paylaşacağımız linke tıkladığınızda Zoom programını yüklemeniz istenecektir. Yükledikten sonra programa yönlendirileceksiniz. Cep telefonu, iPad, Laptop veya Bilgisayarınızla bağlanabilirsiniz.

Kayıt Formu:
https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSf15B7kBca9wXSGJPhFzi0iNeR8Uzh-YpCouuUqKaxudzBwMg/viewform?usp=sf_link

Yayınlarımızı WhatsApp grubumuz üzerinden takip etmek için alttaki linki tıklayarak grubumuza dahil olabilirsiniz:
https://chat.whatsapp.com/HPe0aNInfiT3dwTPLFKExs

Zor bir kişiliği olan bir yetişkine yaklaşımımız nasıl olmalı

*SORU:*

Yakınımızda çok çabuk sinirlenen ve tepki gösteren, zor bir kişiliği olan bir yetişkine yaklaşımımız nasıl olmalı, anksitiye bozukluğu olan yakınımıza nasıl yardımcı olabiliriz?

*CEVAP:*

En açık tanımıyla, iletişim kurmakta güçlük çektiğimiz kişilere “zor insanlar” diyoruz.

İletişim halinde olduğumuz kişilere baktığımızda, bazı kişilerin çevreleriyle ilişkilerinin daha olumlu, daha yapıcı ve daha kaliteli olduğunu görürüz. Bu kişilerin bir kısmı ise daha negatif, daha yıkıcı ve kalitesiz bir ilişki içinde olduğunu gözlemleriz.
Neden bazı insanlar çevreleriyle daha iyi geçiniyor ve iş yaşamlarında daha başarılı oluyorken, bazıları ise hem insan ilişkilerinde, hem de iş yaşamlarında başarısız oluyor?
Bu farkı zekâ, sosyal yaşam, çevre ve eğitim gibi önemli sebeplere dayandırabiliriz. Ancak insan ilişkilerini ve başarıyı etkileyen daha önemli sebepler vardır. Bunlar düşünce sistemimiz, kendimizi ifade şeklimiz ve hatta hayallerimiz bile olabiliyor. Kısaca şöyle diyebiliriz; düşünce yapımız, kendimizi nasıl ifade ettiğimiz ve hayallerimiz iletişimde zor veya normal bir insan olmamızı belirleyen önemli farklardır.

*Şimdi zor insanlarla başa çıkma yollarını özet olarak sunmaya çalışalım:*

Ruh haliniz zor insanlarla başa çıkmak için hazır olmalı

Kendinizi kötü ve çıkmazda hissettiğiniz bir ruh halindeyken sorun çözmeye çalışmanız boşuna zaman harcamaktır. Önce kendinizi sorun çözmeye uygun bir ruh haline sokmanız gerekir.
Yılan sizi soktuğu zaman, yılanın peşine mi düşmelisiniz, yoksa çabucak bir sağlık kuruluşuna mı koşmanız gerekir?

İyi ruh halleri, esnek düşünebilme yeteneğimizi güçlendirir. Dolayısıyla kişiler arası sorunlara çözüm bulmayı kolaylaştırır.
Bu bakımdan kendimizin veya sorunu çözeceğimiz kişinin ruh halini olumlu duruma sokmaya çalışmamız gerekir.

Saldırgan zor insanlar, öfkeli tutum ve davranışlarıyla bizde endişe, korku ve kaygı oluşturabilirler. İçinde bulunduğumuz bu değişken duyguyla birlikte onlara uygun ve gerekli yanıtları veremeyebiliriz. Bu ve buna benzer durumlarda ilk yapmamız gereken şey sakinleşmeye çalışıp yavaş ve derin nefes almaktır. Böyle bir ortamda sağlıklı bir konuşma yapılamayacağından, sakinleşmek ve cevabınızı vermek için kendimize biraz süre tanıyabiliriz.
“Sizden, bana biraz süre vermenizi rica ediyorum. Konuşmaya daha sonra devam edebiliriz.” tarzında bir istek ile zaman kazanabilirsiniz.

Saldırgan zor insanların duygularını anlayabildiğimiz oranda onlarla sağlıklı iletişim kurabilir ve bu insanlarla başa çıkabiliriz.
Bu zor insanların bazıları huzursuzluğun ve çatışmanın çok olduğu ailelerden gelmiş olabileceği gibi yarışmacı ve rekabetçi okullarda okumuş da olabilirler. Onların üzerindeki başarı beklentisinin farkında olmamız, onlara daha empatik yaklaşmamıza sebep olabilir. Empati, saldırgan davranışları normal görmek değildir. Saldırgan zor insanlara aşırı tepki göstermek yerine empati kurma becerimiz sayesinde akılcı bir biçimde davranmaya yönelebiliriz. Böylece zor insanların kendilerini açmasına ve sorunlarını paylaşmasına da yardımcı olabiliriz.

Pasif saldırgan zor insanlar karşısında mesafenizi korumanız önemli bir unsurdur. Onları tanımanız ve sakin kalmanız başa çıkmak için en iyi yoldur. Suçlayıcı bir dil kullanmanız sağlıklı bireylerin bile savunmaya geçmesine sebep olabiliyorken, bunu pasif saldırgan zor insanlar karşısında uygulamanız, onların kurban rolüne geçmesine ve haklı olsanız dahi sizi haksız duruma düşürmelerine neden olur.

Pasif saldırgan zor insanlara kullandığınız kelimelerin açık, temiz ve anlaşılır olmasına dikkat ediniz. Onları kişilik olarak suçlamak sizi daha da zor durumda bırakacağı için sadece kusurlu davranışlarına odaklanıp duyduğunuz rahatsızlığı bu şekilde dile getirmelisiniz.

Pasif saldırganlar, sizi dolaylı yollardan kırıp, incitip sonra da bunun böyle olmadığını iddia edebilirler. Bu yüzden ifadelerine iyice kulak verin. Daha sonra onların saklamaya çalıştıkları, pek de iyi olmayan gerçek mesajı göstermeye çalışın.
Şöyle bir ifade ile onların vermeye çalıştığı gerçek mesajı anlayabiliriz.
“Bana iletmek istediğin mesajın ………… olduğunu seziyorum ve bundan çok rahatsız oluyorum!”
Böyle bir ifade pasif saldırgan zor insanla sağlıklı iletişim kurmamızın kapısını açar.

Duygusal okuryazarlık gücümüzü artırdığımız oranda pasif saldırgan zor insanlarla başa çıkabiliriz. Bunun için de öncelikle kendi üzerimizde çalışmamız gerekir. Zor insanlarla başa çıkmak için duygusal farkındalığımızı ve duygusal okuryazarlığımızı artırmalıyız. Başka bir ifade ile öncelikle kendimizin, sonra zor insanların duygularını bilmemiz gerekir. Önce bu duyguların altında yatan sebepleri anlamalıyız.

Pasif zor insanlarla başa çıkabilmede kilit nokta; onlardan beklentilerinizi gerçekçi bir seviyede tutmanızdır. Böylelikle, onların sözlerini tutmamaları nedeniyle hayal kırıklığına sürüklenmenize veya öfkeye kapılmanıza engel olabilirsiniz. Çok sık fikir değiştiren ve kendi davranışlarının sorumluluğunu almayan kişiler olduğunu görüp onları bu şekilde kabul etmelisiniz.
Pasif zor insanlardan yüksek veya olumsuz beklenti içinde olmayın. Bununla birlikte olumlu düşünce ve beklentiler olası farklı gelişmelere açık olmanızı sağlar. Böylece karşınızdaki kişinin olumlu yanlarına dikkatinizi verebilir ve farklı kararlarını kabullenmeye uygun hale gelirsiniz.

Onların sizi her an yüzüstü bırakma olasılıklarını göz önünde bulundurursanız, bu ihtimal karşısında daha bilgece çözüm üretmeye çalışırsınız.

Pasif zor insanlar çekingen oldukları ve içten içe kimseye güvenmedikleri için, kendinizin güvenilir biri olduğunuzu anlamalarını sağlayın. Onlar size güvenebileceğini anlarsa, daha az zorluk çıkaracaklardır.

*Sonuç*
Zor insanlar, çözümün bir parçası olmak yerine sorunun bir parçası olurlar. Çevrelerine pozitif enerjiden ziyade negatif bir enerji yayarlar. Onlarla karşılaşanlar “Acaba şimdi ne sorun çıkaracak?” düşüncesiyle telaşa kapılırlar.
Bu insanlar Goethe’nin ifade ettiği gibi “Çözümün bir parçası değil, sorunun bir parçası olurlar.” Çözümün parçası olmak sorunun parçası olmaktan çok daha zordur. Bu açıdan baktığımızda onların kolay yolu seçtiklerini görürüz.
Zorluk çıkaran ve “Ben haklıyım” cümlesini tekrarlayarak, negatif enerji yayarlar. Sağlıklı bir yaklaşım ve bakış açısı ile çözüm üretmek mümkün olduğu halde, çözüme yönelik müdahelelerde bulunamazlar ve çözüm yollarını kapatırlar.
Zor insanlarda probleme sebep olan noktalara yoğunlaşabilmeleri mümkünken, sıklıkla suçlu ararlar. Çözüm üretmezler, sorunlara yoğunlaşarak zamanlarını ve enerjilerini boşu boşuna tüketirler.
Zor insanlarla başa çıkabilmeniz için, soğukkanlı ve proaktif olmak gerekir.
Mizah kullanmak ve kişiyi konudan ayırmak da ortamı rahatlatır ve iletişimi güçlendirir.

Zor insanları eleştirmek gerekiyorsa, eleştiri kimlik üzerinden değil, davranış üzerinden yapılmalıdır. Bu yöntemle onların kişisel algılamalarının önüne geçilmiş olunur.

Zor insanlarla başa çıkmanın yolu onları anlamaktan geçer. Oscar Wilde’ın ifade ettiği gibi “Anladığımız insanlara düşmanlık beslemeyiz, düşmanlarımızı ise asla anlamayız.”

Geçinilmesi zor insanları anladığımız zaman onları sevebilir, onlarla sağlıklı iletişim kurabilir ve onlarla başa çıkabiliriz. Böylece daha güçlü ve daha enerji dolu kişiler olabiliriz.

Geçinilmesi zor insanları değiştirmek kolay olmasa da onlarla ilişkilerimizi iyileştirmek mümkündür.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

EBEVEYNİ İLE BERABER CEZAEVİNE GİREN ÇOCUKLARIN RUH SAĞLIĞINI KORUYABİLMEK İÇİN NELER YAPILABİLİR?

ANNE YA DA BABASİ VEYA İKİSİ DE HAPİSHANEDE OLAN ÇOCUKLAR İÇİN ÖNERİLER


http://www.nasilbasederim.com/anne-ya-da-babasi-veya-ikisi-de-hapishanede-olan-cocuklarimiz-icin-oneriler/

ÇOCUKLARDA KAYGI SEBEPLERİ-1

Çocuklar stres ve sıkıntı durumlarına yetişkinlerden farklı tepki verirler. Çocuklar kaygıyı daha çok yetişkinler (veya ona bakım verenler) üzerinden yaşarlar. Çocukların psikolojik savunma mekanizmaları vardır ve bedenin aksine ruhsal sıkıntılara yetişkinlerden daha dayanıklıdırlar. Hemen oyuna dalarlar ve hemen unuturlar. Bu Allah’ın onları özel korumasına aldığının göstergesidir. Çocuk ne kadar küçükse (kendi bedeni dışında) dış dünyada yaşanan sosyal olaylara o kadar kolay adapte olur. Ebeveyni ölen çocuklardan küçük olanlar büyük olanlara göre daha az etkilenir genelde.
Yetişkinlerin fiziksel travmalardan etkilenmeleri ile çocukların fiziksel travmalara, düşmelere vs daha dayanıklı olmasını örnek verebiliriz. Bu nedenle yaşamı tehdit eden, doğrudan çocuğun bedenine yönelik çok şiddetli bir travma olmadığı sürece çocukları koruyan mekanizmaların çok güçlü olduğunu unutmamak gerekir.
Bunu neden belirtiyoruz çünkü bazen yetişkinler çocuklarından aşırı endişe duyduklarında, kendilerinden çok çocuğa odaklanırlar. Oysa çocuk en çok anne babasının (veya ona bakım veren kişinin) psikolojisinin bozulmasından etkilenir. Bir ebeveynin çocuğu için yapması gereken en önemli psikolojik destek kendi psikolojisinin normal olmasıdır. Olayları göğüsleyebilen ve güvenebileceği ebeveyni olan bir çocuk dünya yansa bundan etkilenmez.
Tıpkı ‘’uçaklarda oksijen maskesini önce kendinize takın’’ uyarısı gibi önce ebeveyn kendi ruhsal dengesini sağlamalıdır ki çocuğa yardımcı olsun. Her anne baba bilir ki; bir çocuk bir olay esnasında ebeveyninin tepkisini anlamak için önce onların yüzüne bakar. Çünkü çocuk ebeveyninin tepkisine göre olaya anlam verir.
Çocuklar anksiyete ve depresyon belirtilerine yetişkinlerden farklı tepki verirler. Yetişkinler kaygılı olunca genelde ‘öfke’ dışa vururken çocuklar ‘üzüntü’ şeklinde dışa vurur. Kaygı durumunda çocuklar fiziksel belirtiler verebilir. Yeme alışkanlığı değişikliği geceleri kabus görme gibi belirtiler olabilir. Yetişkinler depresyonda ‘durgunlaşma- yavaşlama’ yaşarken çocuklar ‘hareketlilik ve yaramazlık’gibi tepkiler verirler. İştahsızlık veya aşırı yemek yeme, dikkat bozukluğu, okul başarısında düşme gibi belirtiler olabilir.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

Huzurlu bir evlilik için ipuçları:

📌Birbirinizi sevdiğinizi sözlü olarak ifade etmekten çekinmeyin.

📌Birbirinizin "sevgi dilini" keşfedin. (Beş Sevgi Dili isimli kitabı okuyabilirsiniz.)

📌Birbirinizi dinleyin. Biriniz konuşurken diğeri başka şeyle(telefon, televizyon..vb) meşgul olursa "dinliyor" olmazsınız. Ne yapıyorsanız bırakın, yüzünüzü eşinize dönün ve anlattıklarına vereceğiniz cevabı dahi düşünmeden sadece onu dinleyin. Eğer dinlemek için o an müsait değilseniz bunu kibarca ifade edin.

📌Her konuda birbirinize danışın. Eve bir iğne dahi alacak olsanız birbirinize danışarak alın.

📌Evlendikten sonra artık siz bir ailesiniz. Çekirdek ailenizle ilgili alacağınız herhangi bir kararda, kendi ailelerinize danışsanız bile, son kararı siz vermelisiniz.

📌Birbirinizin sevmediği huyları, yönleri olabilir. Ama siz birbirinizin çok az olan sevmediğiniz yönlerine değil de, daha çok olan sevdiğiniz yönlerine odaklanın.

📌Her birey; kişiliği, karakteri, huyu... itibariyle özeldir. Bu yüzden birbirinizi değiştirmeye ve kendinize benzetmeye çalışmayın. Birbirinizi olduğu gibi kabul edin. Daha çok, yaşayıp örnek olarak birbirinize tesir etmeye çalışın.

📌Kendi ailenizin yanında, eşinizi eleştirmeyin ve eşinizin hoşlanmadığınız yönlerinden ailenize kesinlikle bahsetmeyin.

📌Tartışmak evliliğin tuzu biberidir. Tartışırken mümkün olduğunca sesinizi yükseltmeyin. Bir taraf sesini yükseltiyorsa diğer taraf susmalı ve sonra konuşmalı.

📌Üç günden fazla küs kalmak helal değildir. Ama siz yatağa küs girmeyin. (Zira sabaha sağ çıkacağımızın garantisi yok. Küs olduğumuz halde birimiz ölürsek vicdan azabı çekeriz.)

📌Küs dahi olsanız kesinlikle yatağınızı ayırmayın.

📌Başkalarının yanında, özellikle çocuklarınızın ve ailelerinizin yanında kesinlikle tartışmayın.

📌Tartışmalarınızdan ailelerinize bahsetmeyin. Sorununuzun çözümü hakkında birilerine danışmak istiyorsanız, objektif bakabilen, bu konuda donanımlı kişilere danışın.

📌Eşinizin ailesiyle yaşadığınız problemlerde eşinizi arada bırakmayın. (Burada bizim kültürümüzde daha çok hanımlar erkeğin ailesiyle problem yaşayabildiği için, erkekler arada bırakılmış olabiliyor. Ama böyle bir durumda erkek peşinen taraf tutmamalı, üslubunca, kırıp dökmeden haklı olan tarafta olmalı ve arabulucu rolü üstlenmeli. Tam tersi olursa aynı şeyler kadın için de geçerli.)

📌Eşinizin yanında kendi aileniz hakkında kötü konuşmayın.

📌Özel günlerinizi (evlilik yıldönümünüz, doğum günleriniz...vb) hatırlayın ve kutlayın.

📌Birbirinize sürpriz yapmak için özel günleri beklemeyin.. Aynaya yazılan bir not, hazırlanmış güzel bir kahvaltı, kitap arasına konulan bahçeden kopardığınız bir çiçek ve birbirinize sevgi dolu bakmaktan çekinmemek... güzel ve anlamlı hediyeler.

📌Birlikte birşeyler yapmayı ihmal etmeyin. (Yürüyüşe çıkın, film izleyin...vb)

📌Birbirinize özel zaman dilimleri ayırın.  (Şu gün şu saatte birlikte şunu yapacağız gibi.)

📌Birbirinizin hayırhâhı olun. Manevi hayatınıza dikkat edin ve bu konuda birbirinize örnek olun.

📌Müsait olduğunuz vakitlerde namazlarınızı birlikte cemaatle kılın ve birlikte dua edin.

📌Birbirinize çok dua edin.

📌Hayat müşterek..☺️ Ev hanımı olmak zor iş.😄 Eşinize ev işlerinde yardımcı olun.

📌Her kız, annesini ve her erkek, babasını ister istemez rol model alır.. Siz mümkün olduğu kadar eş olarak, anne babanızın iyi yönlerini örnek almaya çalışın.

📌 Her evlilikte sıkıntılar yaşanır. Ancak problem yokmuş gibi davranmak sadece problemin büyümesine neden olur. Konuşulmayan kızgınlıklar ve kırgınlıklar nefrete dönüşür.. Sorunlar örterek değil konuşarak çözüme ulaşır.. Konuşmaktan çekinmeyin ve birbirinize hüsn-ü zan ile bakın.. Konuşarak kırgınlığa gittiğinizi düşündüğünüz zamanlarda ise duygularınızı ve beklentilerinizi emr-i vâki yapmadan mümkün olduğunca somut bir şekilde yazın ve okuması için eşinize verin.

📌Birbirinize karşı sadece eş değil arkadaş ve dost olun.

📌Her gününüzü son gününüz gibi yaşamaya çalışın.

📌"Evliliği ve çocuk yetiştirmeyi kitaplardan mı öğreneceğiz." yanılgısına düşmeyin.. Evlilikle, aile hayatıyla ve çocuk yetiştirmeyle alakalı kaliteli kitaplar okuyun.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

Son Eklenen