24 Mayıs 2019 Cuma

AİLEDE BİZ BİLİNCİ VE AİLE TOPLANTILARI

Aile çoğu insanın değerler listesinde en üst sıralarda yer alır. Aslında aile bu değeri fazlasıyla hak eder. Anne, babalar ve özellikle çocuklar için sağlıklı, huzurlu ve işlevsel bir aile dünyadaki cennet bahçesidir. Bu nedenle bu kurumun başlangıcının ve sürecinin sağlıklı zemin ve dayanaklara sahip olması gerekir.

Sosyal bir varlık olarak insan; aile, anne, baba, eş ve çocuk ihtiyacını ve sevgisini yaşam boyunca hisseder. Uzun ve engebeli olan yaşam yolculuğunda insanın eş’siz olması beklenemez. Eş; yoldaş, derttaş, sırdaş ve paydaş olması nedeniyle insan yaşamını kolaylaştıran en nadide varlıklardan birisidir. İki eşin oluşturduğu aile kurumunun en önemli hedeflerinden birisi ise nitelikli, karakterli; milli, manevi ve evrensel değerlere sahip çocuklara sahip olmaktır. İnsan türünün devamı ve nesillerin sürekliliği için bu hedef çok hayati öneme sahiptir.
Yaşam süreci, güzellikleri ile birlikte yıpratıcı yönleriyle aile üzerinde birçok etkiye sahiptir. Kayıplar, kazalar, hastalıklar, ekonomik zorluklar, dış baskılar, göçler, olumsuz aile dışı etkiler vb. birçok faktör ailenin yıpranmasına ve sarsılmasına neden olabilir.

Bu sarsıntılar karşısında ailenin tekrar toparlanıp cennet köşesi olarak kalması için elbette dikkat edilecek bazı hususlar vardır. Bu hususların en başında ailenin uygun adım atabilmesi ve zorluklar karşısında ortak tepki geliştirebilme becerisi gelir.
Sağlıklı ailenin birçok işlevi olmakla birlikte bir araya gelip vakit geçirebilmesi, bir konu üzerinde fikir alış verişinde bulunup var olan sorunlara çözümler üretebilmesi ve gerekli kararları alabilmesi çok değerlidir. Birçok ailenin ihmal ettiği ve buna dayalı olarak sorunlar yaşadığı temel bir eksiklik ise aile toplantılarının yaşamlarında yer almamasıdır.

Ailenin en önemli işlevlerinden birisi eşler arasında karşılıklı insani doyumları sağlayabilmesidir. Bir diğer önemli işlev ise yaşam boyunca çocuklara insani niteliklerin kazandırılmasıdır. Bu sorumluluk doğumla başlar ve ölüme kadar devam eder.

Üçüncü bir işlev de bütün aile bireyleri arasında aidiyet duygusuna bağlı olarak olumlu duygu ve düşünce gelişiminin sağlanmasıdır. Bahse konu bu üç temel işlev için sağlıklı, işlevsel ve düzenli bir aile yaşamı gerekmektedir.

Aile yaşamında ortak ve birlikte geçirilecek zaman dilimlerinin belirlenmesi ve disiplinli bir şekilde uyulması çok önemlidir. Tabi ki bu konuda en büyük sorumluluk anne ve babalara düşmektedir. Uyku, yemek, kahvaltı ve ortak aktivite saatlerinin belirgin olması ilk dikkat edilecek hususlardan birisidir. Okuma, çalışma, düşünme ve aile üyelerine ayrılacak vaktin belirlenmesi ve programa dahil edilmesi bir diğer önemli husustur. Sağlıklı aile ve bireyler için çocukların ev dışında geçirdiği zaman dilimleri; okul, sokak ve arkadaş çevresinin kalitesi de aile düzeni ve mutluluğunu direk etkileyen bir husustur. Anne babaların bu konularda işi başından sıkı tutması önemlidir. Unutulmamalıdır ki; çocuk yetiştirmede sevgi kadar disiplin ve prensiplere sahip olmak çok önemlidir.

Huzurlu bir aile yaşamı bir düzen ve disiplin gerektirir. Karşılıklı saygı, sevgi, hak ve sorumluluklar olmayan bir ailede huzur ve mutluluktan bahsetmek pek mümkün değildir. Her aile üyesinin bireyselliği biricik ve değerli olmakla birlikte biz bilincinin gelişmesi ve devamı aile için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Aile toplantıları biz bilincinin kazanılacağı ve devam ettirileceği çok nadide zaman dilimleridir.
Aile toplantıları ile aidiyet duygusu gelişir, aile bağları güçlenir. Ailenin niteliğini belirleyen en önemli özelliklerden birisi saygı çerçevesinde fikir alış verişine zemin hazırlayabilmesidir. Aile bireylerine kendilerini özgürce ifade etme ve kendilik aktivasyonunu geliştirme fırsatları verilir. Böylece kendini değerli hisseden bireyler aile dışında yanlış yerlerde değerlilik arayışına girmezler. Ailede lider genelde babadır; önemli bir sorumluluğa sahiptir. Aile toplantılarıyla aile lideri görev dağılımı yaparak zor olan sorumluluğunu daha kolay ve etkin yapabilir.
Aile toplantıları işlevsel kullanıldığında çocuk eğitimi için çok değerli zaman dilimleridir. Çocuklar bu toplantılarda paylaşılan hikaye, şiir, söz, resim, video ile kısa sürede kalıcı ve etkili kazanımlar elde edebilirler.

Bununla birlikte çocukta empati, farklılıklara saygı, anlayış, dinleme, karar verme, sorun çözme, grup çalışması vb. çok değerli insani beceriler gelişir. Bununla birlikte toplantılarda ortak alınan kararların uygulanma ihtimali ayaküstü alınan kararlardan daha yüksektir.

Aile toplantılarının planlanması, uygulanması ve sürdürülebilmesi için dikkat edilmesi gereken çok önemli hususlar vardır:

1.Ailede toplantı kültürü ve anlayışının oluşturulması, aile değerlerinin aile üyelerince benimsenmesi için sabırlı olunmalıdır. Toplantının önemi ve katılımın gerekliliği yaş ve birey özellikleri dikkate alınarak aile üyelerine sabırla kazandırılmaya çalışılmalıdır.

2.Toplantılar belli periyotlarla yapılmalıdır. Haftalık periyot belirlenebileceği gibi işlevsellik ve ihtiyaca göre bu süre kısaltılıp uzatılabilir.

3.Aile toplantılarında üyelerin de katılımıyla gündem belirlenmeli, gündemler üyelerin görüşleri de alınarak karara bağlanmalı ve uygulamaların takibi bir sonraki toplantıda yapılmalıdır. Gündemler her zaman görüşülen gündemler (kitap okuma) olacağı gibi mevsimsel gündemler (bayram hazırlığı) de olabilir. Alınan kararlar bir nevi ailenin sözleşmesidir.

4.Toplantının bir kısmı kültürel gelişim ve paylaşım için planlanmalıdır. Ortak kitap okuma zamanı, değerlere ait paylaşımlar, hafta boyunca okunmuş bir yerin paylaşımı, bir resim ya da müzik paylaşımı, sosyal bir sorunun ele alınması vb. aktiviteler aile ve çocuk gelişimi adına son derece yararlı olacaktır. Bununla birlikte belirlenen hedeflerin takibi ve ödüllendirmeler de ihmal edilmemelidir.

4.Ailedeki iş yükü ve bu yükün paylaşımı toplantılarda belirlenerek bu doğrultuda aile üyelerinin katılımı sağlanabilir. Bu sorumlu ve saygın bireyler yetişmesine katkı sağlayacaktır. Örneğin ev temizliği, evin toplanması, çöp atma, ekmek alma vb. işlerin listesi yaş ve gelişim düzeyi dikkat edilerek aile üyeleri arasında dağıtılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gerek husus görev ihmali ya da aksaklığında dengeli yaptırımların da toplantılarda ortak görüşle karara bağlanması ve uygulanmasıdır.

5.Toplantıda aile üyelerinin görüşleri sabırla ve saygıyla dinlenmeli, yeterince söz hakkı tanınmalı ve adil olunmalıdır. Özellikle aile reisi olan babanın bu konuda yeterli çabayı sergilemesi aile toplantılarının varlığı ve işlevselliği için çok değerlidir.

6.Alınan kararlar ve önemli uygulamalar kayıt altına alınmalı ve özellikle olumlu uygulamaların dengeli bir şekilde ödül ve pekiştireçleri unutulmamalıdır.

7.Aile toplantıları çok hayati bir şey olmadığı sürece sabit bir zaman diliminde yapılmalı ve tüm üyelerin bilgisi olmadan bu zaman değiştirilmemelidir. Aksi takdirde toplantıların ciddiyeti ve devamı mümkün olmayacaktır.

8.Kararlar oy birliği sağlanamıyorsa en azından oy çokluğuyla alınmalıdır. Oyların eşit olması durumunda aile reisinin oyu iki oy sayılabilir. Ya da ortak karar alınmışsa kura çekilebilir. Çok küçük aile bireyleri toplantıya katılsa bile karar aşamasında oylamaya katılmaması daha sağlıklı olacaktır.

9.Toplantı sırasında olası bir aksaklık ve kriz durumunda sabırla toplantı devam ettirilmelidir. Özellikle anne ve babalar bu konuda sabırlı ve yüreklendirici olmalıdır. Anne babaların çocuklara olumsuz örnek olabilecek davranışlardan kaçınmaları çok önemlidir.

Aile toplantıları sorunsuz bir aile yaşantısına neden olmaz ama oluşan sorunlarla baş etmede çok etkili bir rol oynar. Çatışma ve iletişimsizlik durumu azalacağı gibi anlayış, güven, saygı, sevgi, değerlilik, fark edilme hislerinin artmasına neden olur. Kişisel gelişimin temelleri bu toplantılarda atılır. Çocuklar hem teorik hem de pratik kazanımları anne babalar ve varsa diğer aile büyüklerinden bu zaman dilimlerinde elde edebilirler.
Toplumda oluşturulmaya çalışılan birçok değer bu basit ama çok değerli aile toplantılarında bireyler üzerinden oluşturulabilir. Demokrasi, farklılıklara saygı ve anlayış, kendini ifade etme, ekip çalışması, fikir üretme, katılım ya da farklı düşünceyi sahip olup savunabilme, sosyal olay ve sorunlara duyarlılık ve daha birçok alanda birey, aile ve toplum gelişimi için aile toplantıları hayata geçirilmesi gereken olmazsa olmaz sorumluluklardır.

         *Mahmut Aydın*
Uzman Psikolojik Danışman

23 Mayıs 2019 Perşembe

EVLİLİKLERDE DOĞRU İLETİŞİMİN ÖNEMI-2

Eşler birbirlerini çoğunlukla karşı tarafa verecekleri cevapları düşünerek dinlerler. Çünkü kendilerini suçlanmış hissederler. Beynimiz çok hassas bir organımızdır, sürekli dış dünyadan bize gelecek olan tehdit sinyallerini tarar durur. Beyin suçlanmayı büyük bir tehdit olarak algılar ve buna karşı otomatik olarak savunmaya geçer. Karşı tarafı suçlayarak konuşmaya başladığımız anda anlaşılma yollarını tamamen kapatmış oluyoruz. Bu nedenle ilk adım suçlamadan kendini ifade etme becerisini kazanmaktır. Suçlama diliyle konuşma alışkanlığını düzeltmek biraz zaman ve çaba gerektirmektedir.
Eşlerden biri bile duygu ve düşüncelerini açma konusunda iyi değilse, sağlıklı iletişim olanağı epeyce azalmaktadır. Duygu ve düşüncelerini açma konusunda isteksiz olan eşlerin bile bu konuda istekli hale getirmenin yolları vardır. Bunu yapmak için ilk adım güvende hissetmelerini sağlamaktır. Güvenli bir ilişki kurmak bazı becerilerin kazanımını gerektirmektedir. Birbirlerinin iyi yönlerine, doğru bir üslupla temas etmeyi öğrenen çiftler için güvenli bir ilişki kurmak mümkün olmaktadır.

Sıklıkla yapılan ikinci iletişim hatası, akıl okumaktır, tahminde bulunmaktır. Çoğunlukla eşler birbirlerini çok iyi tanıdığını düşünür ve bu nedenle eşlerinin duygu ve düşünceleriyle ilgili tahminlerde bulunurlar ve tahminlerinin doğru olup olmadığını eşlerine sorup teyit etme gereği duymazlar.

Evliliklerde tabii ki ideal olan eşlerin evlilikle ilgili sorunları çözmede eşit sorumluluk üstlenmeleridir. Ama bu denge her zaman her şartta korunamayabilir. Çiftlerden birinin yapısı her zaman bu şekilde olmasına müsaade etmeyebilir.
Kaplumbağanın taşıyabildiği taş, filin kaldırabildiği kayaya nispeten küçük olsa da adalet terazisinde eşittir. Herkesin derdi kendi omzuna yüktür. Bu anlamda çiftlerin birbirinden yardımını esirgememesi önemlidir.

Çiftler birbirlerini iyi ve kötü  diye ayırınca herkes kendininin iyi taraflarını görüyor. Yanlışlarını bilmeyen iyiler(!) yüzünden dengeler değişmiyor. Değişim muhasebeyle mümkün. Bu yüzden, doğru ve yanlışı, çiftler arasında değil, bireysel olarak her kişinin kendi içinde araması lazım.

İnsanları ne kadar kötü olduklarını söylerek değil daha iyi biri olacağına inandırarak değişime ikna edebilirsiniz. Buna önce siz inanırsanız suçlamaz, değişim için sorumluluk alırsınız. Sorumluluk alınmayan eleştiriler suçlamadır ve muhatabı o eleştirilere karşı duyarsızlaştırır.

Bir insanı daha iyi bir eş, dost, kardeş yapan şey değişime açık olmasıdır. Bu esneklik kapasitesi ne kadar fazla olursa insan kendini o ölçüde geliştirebilir. O ölçüde partnerinin de değişimini sağlayabilir.

Değişimi engelleyen unsur olarak her insan en başta kendine esirdir. Kendi konfor alanında hapis ve o alanın müsade ettiği yere kadar yaşar, değişir ve eşinin taleplerine cevap verir. Konforu zeval görmeyecek kadar iyilik yapar, eşinin arzularını yerine getirir mesela. Halbuki iyilik, evlilik; emektir, gayrettir, konfordan feragattir. Bundan ötürüdür pek çok kişi gerçek iyilik yapmadan kendini iyi insan sanabilir.

Eşinize tavrınızı kendinize olan tavrınız belirler. Kendinize tavrınız da büyük oranda çocuklukta ebeveynin size olan tavrıyla şekillenir. Bu yüzden insan belli bir yaştan sonra hayatında ve ilişkilerinde isteyerek veya istemeyerek kendini anne-babasına dönüşmüş olarak bulur. Bunun bilincinde olarak kişinin sık sık aile içindeki rolünü gözden geçirmesi, farkında olmadan yapılan yanlışlarda farkındalığa ulaşması gerekir.

Bunun yanında büyük derdin yanında gelen küçük mutlulukları da reddetmeyin. Onları yaşamak da derdi çekmek kadar şükürdür.

Evlilik, iki bireyin sağlıklı birlikteliğidir, bir olmak için bireylikten vazgeçmesi değil. Kişiler ya mutlu bir evlilik için kendinden vazgeçmesi gerektiğine inanır ve birey olarak kalmaz, ya da kendini mükemmel zanneden eşinin bünyesinde zamanla eriyip gider.

Aslında evlilik nimetiyle çiftler mucizevi bir atmosferde yaşadıklarını da bilip kendi özsaygılarını arttırabilirler. Birbirine muhabbetle göz göze baktıklarında, kalplerinin aynı ritimle atması ve beyinlerindeki nöronların eş zamanlı çalışması gibi mucizevi bir şey varken, kara delik fotoğrafı bile sönük kalıyor yanında.

Serotonin, mutluluk hormonu olarak bilinir ama öfke kontrolüne de yardım eder. Pek çok aile içi tartışmada önleyici rol üstlenir. Evliliklerde en çok ihtiyaç duyulan hormon olduğundan muhakkak farklı alternatiflerle de takviye edilmesi gerekir. Güneş, egzersiz, masaj, güzel anıları hatırlamak serotonin miktarını arttırır. Çok işlevsel bir hormon olduğundan sürekli beslenmesi ve salgılanması gerekir.

İyi bir evlilkte iletişim kadar affedici olmak da önemlidir. Kusurlu iki insanın birlikteliği kusursuz olamaz. Evliliği ileriye taşıyan bu kusurlara karşı gösterilen müsamahadır.

Bir takipçimizin ifade ettiği gibi " *Evlilik mutlu olma aracından ziyade karşınızdaki kişiyi mutlu etme sanatıdır.* " Karşılıklı olarak uygulanırsa çok değerli kriter.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

EVLİLİKLERDE DOĞRU İLETİŞİMİN ÖNEMİ

İletişim ve doğru anlaşılma bütün beşeri ve semavi ilişkilerimizin temelidir diyebiliriz. 124 bin veya 224 bin elçi gönderilmesiyle de Yaratıcımız için bile doğru anlaşılma ve doğru  tanınmanın önemini anlayabiliriz. Onun eserleri olduğumuz için bizim için de durum aynı hayati öneme  sahip aslında.

Evlilikte iletişim, ilk olarak karşılıklı konuşma, karşılıklı birbirini anlama ilkesiyle başlar. Biz birbirimizi doğru anlamalıyız, birbirimize doğru kulak vermeliyiz, birbirimize doğru zaman ayırmalıyız. Eğer bunları yaparsak, hayat boyu devam eden birliktelik, beraberlik, çok daha yolunda, çok daha güzel ve kaliteli ilerleyecektir. Birbirimize kulaklarımızı kapatırsak, gözlerimizi kapatırsak, birbirimizi her şekilde kamufle edersek, iletişim yolunu kapatmış oluruz. Oysa yorulduğumuzu, üzüldüğümüzü, sıkıldığımızı, beklentilerimizi, dualarımızı, temennilerimizi birbirimize doğru aktardığımızda, çok daha doğru anlaşılabileceğimiz iyi ve sağlıklı iletişim yolunu seçmiş oluruz.

Yorgun evlilikler kavramı, günümüz koşullarında, şiddetli geçimsizlikten sonra en fazla boşanma nedenleri arasında yer alan bir nedendir. Şiddetli geçimsizlikte, taraflar, yani eşler birbirleriyle sürekli sürtüşme halindedir. Ortada bir enerjiden bahsediyoruz; şiddetli geçimsizlikte sürtüşme, tartışma, kavga, sürekli birbirine sataşma, birbirini küçük görme gibi bir güç mücadelesi görüyoruz. Ancak, evlilik yorgunluğunda durum tam aksi. Evlilik yorgunluğunu gördüğümüz ailelerdeki duruma baktığımızda eşler birbirleriyle iletişimi kesiyorlar; aslında aynı evi paylaşıyorlar ama hiçbir şekilde diyalog zemini oluşturmuyorlar, iletişim kurmuyorlar, muhabbet etmiyorlar, sorunlarını birlikte bir toplantı düzeneğinde oturup konuşarak çözmeyi tercih etmiyorlar. Birbirlerinden hem fiziksel hem ruhsal hem de zihinsel manada uzaklaşmış, birbirine yabancılaşmış çiftlerin oluşturduğu bu yapıya evlilik yorgunluğu diyoruz. Evlilik yorgunluğu, oldukça sinsi ilerleyen, ailede çiftleri birbirinden yavaş ve zamanla uzaklaştıran çok önemli bir tehdittir.

Evlilik yorgunluğunda, kişiler aynı çatıyı paylaştıkları halde birbirlerinin yanlarında yatmazlar, birliktelikler oluşturmazlar, birlikte muhabbet etmez, aynı şeye gülmez, aynı konu üzerinden hiçbir şekilde bir film dahi izlemezler; herkes kendi dünyasını kurmuş, aslında iki bekârın aynı evi paylaşmasından öteye başka hiçbir şey fark etmez. Genellikle çiftler cinsel manada da birbirlerinden son derece uzaklaşmış bir hayat sürdürmeye devam ediyorlar.
Evlilik yorgunluğunda, evlilikler ne kalacak kadar iyi ne de gidecek kadar kötüdür. Böyle olduğu için, sürüncemede kalan evlilikler ne yazık ki birbirinden uzaklaşmış çiftlerin oluşturduğu kötü bir tabloya dönüşürler.

Eşinizi karşınıza alıp biraz sohbet etmek, biraz onun dünyasında neler olup bittiğine kulak kabartmak, biraz sorun ya da mutluluk odaklı, konu ne olursa olsun iletişim kurmaya değer olduğuna inanmak, meselenin temelindeki en önemli taşı kaldıracaktır. Birbirimizi tanımaya değer bulmak, birbirimizi bilmeye değer bulmak, birbirimizi anlamaya değer bulmak çok güzel bir özellik. İletişimin önündeki engelleri tek tek kaldırmanın ilk prensibi, ilk yolu, iletişimin gerçek bir ihtiyaç olduğuyla ilgili inanca sahip olmaktır. Eğer eşinizle doğru düzgün konuşmak, onunla muhabbet etmek, onunla sorunlarınızı çözmek, onunla hedefler ve planlar yapmak, onunla yaşamın güzelliklerini ve mutluluklarını paylaşmakla ilgili cömert davranırsanız, o zaman iletişimin aslında ne kadar da güzel bir alışkanlık, ne kadar da güzel bir yol olduğuyla ilgili doğru düşüncelere sahip olacaksınız. Bu sayede evlilikteki azalan veya tamamen sönen " *Muhabbet* " yeniden canlanmış olur.

Evlilik içerisindeki sorunları görmezden gelmek doğru değildir. Bu aslında örtük olarak eşinizden veya evliliğinizden ümidinizi  kestiğiniz anlamına gelir.  Halının altına süpürmek, görmezden gelmek, evlilik ilişkisindeki belirsizliği arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Belirsizliği arttırdığımız zaman, yani birbirimizle ilgili ne düşündüğümüzü, nelerden rahatsız olduğunu bilmediğimiz zaman, aşikâr yaşamadığımız zaman, hata üzerine hata yapmak ihtimalimiz çoğalmaktadır. Biz, mümkün olduğunca açık, şeffaf, birbirini daha net anlayan eşler olma gayreti içerisinde olmalıyız. Öbür türlü, son derece sıkıntılı, ne olduğu belirsiz bir ilişkiye doğru kürek çekiyor oluruz.

Eşinize karşı yaptığınız, ilişkinize yaptığınız bir hatadan doğru çıkarımlar yaparsanız; yani “Ben eşime karşı yaptığım bu yanlıştan oldukça pişmanım. Onu çok kırdım, onu çok üzdüm…” dediğinizde ve ona gidip ondan konuyla ilgili özür dilediğinizde, davranışınızı tekrar etmediğinizde, bu, ilişkiniz için, evliliğiniz için çok önemli bir kazanım olarak size geri dönecektir. Evlilikler olgunlaşma yolunda ilerlerken, mutlaka karşılıklı değişim, karşılıklı tekâmüle maruz kalırlar. Yani eşler hiçbir zaman evlendikleri günkü kişi değildirler. Bir gün sonra, 10 gün sonra, 10 yıl sonra kendimizin ne kadar değiştiğini görürken, aynı zamanda eşimizin de en az bizim kadar değiştiğini fark ederiz. Yani değişimin kendisi evliliğin en büyük, en farklı durumudur. Değişim içerisinde birbirimize uyumlu olmaya devam etmek en önemli becerimizdir.

Elbette ki eşiniz de size karşı hatalar yapacaktır. Bu hatalar bazen duygusal hatalar, bazen davranışsal hatalar, bazen fiziksel hatalar olabilir. Bu hataları görmezden gelmek, “Herhalde bir daha yapmaz.” beklentisiyle sürekli olarak görmemeye çalışmak doğru bir yöntem değildir. Önemli olan, hataya karşı gösterdiğimiz tepkidir. Hatayı görmemektense, hatayı doğru görmek çok daha iyileştirici bir yöntemdir. Eğer eşiniz size karşı herhangi bir iletişim hatası yaptıysa, yaptığı davranışın sizde hasar oluşturduğunu, yıkıcı olduğunu, sizi üzdüğünü düşünmeyecek ve bilmeyecektir. Ona kendinizi tanıtmalı, ne düşündüğünüzü, ne kadar kırıldığınızı, ne kadar üzüldüğünüzü açıkça ifşa etmelisiniz. Kırıcı, yıkıcı, üzücü; yani onun size davrandığı üslubun aynıyla mukabele etmek kazandıran bir yöntem değildir. Net, ciddi, kendini bilen, kırılmış, ama kırıldığını bile en doğru ve en asil şekilde dile getirebilen bir kadın ya da erkek olarak eşinizle bu durumu uygun bir üslupla  paylaşmalısınız.

Eşler arası sevgi bağlarını kuvvetlendirmek için, eşler arası paylaşımı ve eşler arası emeği yükseltmek gerekir. *Paylaşım* ve *emek* evliliğin ömrünü uzatan iki anahtar kelimedir.
Emek derken, evliliğiniz içerisinde fiziksel olarak, belki ruhsal olarak yapabileceğiniz her şey emek başlığının altında yer alır. Eşiniz için bazen, siz sevmeseniz bile, yalnızca onun sevdiği bir filmi izlemek çok önemlidir. Eşiniz için, belki pek de hoşunuza gitmese bile, onun sevdiği bir akrabasını ziyarete gitmek çok önemli bir şeydir. Yani verici olmak, emek harcamak, emek cimrisi olmamak çok önemlidir. Eşler arası bağları, özellikle sevgi bağını kuvvetlendirmenin yolu, ben eşim tarafından sevildiğime inanıyorum, çünkü eşim benim için şunu şunu hiç düşünmeden yapar diyebilmelisiniz ya da siz eşinize sevginizi bu şekilde göstermelisiniz. Yani eşiniz sizinle ilgili, “Eşim beni seviyor. Eğer sevmeseydi, şunları şunları yapmazdı. Sevdiğine göre, elbette ki benim için yapabileceği çok şey vardır.” kanaatine sahip olmalıdır. Onu tanımaya yatırım yapıp, o neyi seviyorsa, neden hoşlanıyorsa, bunu önceden bilerek ona sürprizler yapmak gerekir. Sürpriz yapmak, birlikte nitelikli zaman geçirmek, ona dokunmak, belki onun ruh dünyasına girebilmek, psikolojik dünyasına yaklaşabilmek mümkündür. Bütün bunları yaparken kendimizi kötü hissetmemeli; bunların gereksizliğine değil, gerekli olduğuna inanmalıyız. Eğer bu tür yatırımlar yaparsak, sevginin can bulduğunu, aile içerisinde kutsal, güzel bir yere oturduğunu kendimiz de görebiliriz.

Evlilik içerisinde elbette ki tartışmalar kaçınılmazdır. Tartışmalar, kavgalar, ses yükseltmeleri, bunlar kaçınılmazdır. Evlilik içerisinde kesinlikle istediğimiz şey, “Tartışmayın, kavga etmeyin, bütün kavga yollarını kapatın, kavga çıktığında konuyu kapatın, üstünü örtün…” değildir. Mümkün olduğunca evlilik içerisindeki enerjiyi düşürmemek, bazen bir tartışmanın bile enerji oluşturduğunu unutmamak önemlidir. Elbette ki aynı düşünmek, aynı olmak evliliğe mutluluk getirdiği gibi, bazen farklı düşünmek, farklı açılardan bakmak, biraz tartışmak, güzel bir dopamin oluşturur. Sohbet edin, bazen tartışın, bazen farklı düşünmekten çekinmeyin. Birbirinizin farklılıklarını hoşgörüyle, toleransla dinleyebilme becerisine sahip olun. Bu çok önemli. Biz elbette ki birbirimizin aynısı değiliz; farklı ailelerden çıktık, farklı eğitimler aldık, farklı sosyokültürel çevrelerde yetiştik ve büyüdük. Birbirimizin farklılığı çok doğaldır. Eğer evlilik içerisinde aynılığı esas alırsak, yani “Aynı olduğumuzda, aynı düşündüğümüzde, aynı şeyler aklımızdan geçtiğinde biz mutlu oluruz.” gibi bir kanaate sahip olursak, o zaman ne yazık ki, aynılıkları kaybettikçe veya aynılıkları göremedikçe, evliliğimizin yolunda olmadığıyla ilgili düşünceler geliştiririz. Bu yersiz düşünceler yerine, farklılıklarımızla birbirimizi kabul etmek, şartlı kabuller yerine şartsız kabuller geliştirmek çok daha güzel olacaktır.
Aile içinde, elimizden geldiğince, mümkün olduğunca tartışmaların güzel ve sulh içinde bitmesine olanak tanımalıyız. Elbette tartışılabilir; ama bu tartışmalar hiçbir zaman fiziksel bütünlüğümüze zarar verecek, psikolojik aşağılamaya, psikolojik işkenceye gidebilecek şekilde olmamalıdır. Birbirimizi dinlerken asıl durumumuz şudur: Tartışmalardan hemen sonra -bire iki kuralı denir bu kurala- bir tane kötü bir şey konuştuktan sonra iki tane güzel şey konuşabilme becerisini kazanmamız gerekmektedir. Tartışmayı daha kısa kesip, negatif enerjiye yükseltmeden, pozitif ve güzel bir şekilde günü noktalama becerisi göstermek durumundayız.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Madde bağımlılığı ve zararlı alışkanlıklardan nasıl korunmalıyız?

*SORU:*

İnternette gezinirken eroin bağımlısı bir genç ile röportaja denk gelmiştim. Maddeye nasıl başladığını sorulduğunda; ailem daha önce bu konuda benimle konuşmadığından. Maddenin nasıl olduğunu ve sonrasında neler başıma geleceğini bilmediğimden arkadaşlarım bana denemek ister misin diye sorunca kabul etmiştim diyor.

Geçen gün 10-12 yaşlarındaki çocukların okulun önünde elektronik sigara denediklerine şahit oldum. Bu tur zararlı alışkanlıklardan basta kendim ve kardeşim adına soruyorum böyle şeylerden nasıl korunmalıyız. Çünkü biliyorum ki bağımlılıktan kurtulmanın en kolay yolu hiç başlamamaktır.

*CEVAP:*

*Bağımlılık nedir ve kişi ne zaman bağımlı sayılır?*

Bağımlılık, bir nesne ya da eylem üzerinde kişinin kontrolünü kaybetmesidir. Bu bazen dışarıdan alınan herhangi bir maddeye karşı gelişebildiği gibi bir davranışa, bir eyleme karşı da gelişebilir. Böyle bir durumda kişi için madde kullanımı tıpkı yeme içme gibi bir ihtiyaç hâline gelir ve kişi ona ulaşamadığı zaman kendisinde fizyolojik ve psikolojik belirtiler görülmeye başlar. İşte biz buna “bağımlılık” diyoruz.

Bir kişiye, bu kişi bağımlıdır diyebilmemiz için bazı özellikleri göstermesi gerekir. Birey bağımlılık yapıcı maddeyi sürekli aldıktan sonra kendisinde o maddeye karşı tolerans gelişir. Yani kişi maddeye ilk başladığı andaki haz miktarını artık alamaz hale gelir. Dolayısıyla, biz buna artık o kişinin o maddeye karşı toleransı gelişmiştir deriz. Tolerans geliştikten sonra, birey maddeye ilk başladığındaki aynı hazzı ve enerjiyi almak için ya madde miktarını artıracaktır ya da aradaki süreyi kısaltacaktır. Bu kısır döngü, bireyin farkında olmadan bağımlı olmasına zemin hazırlar. Tolerans, vücudun kendiliğinden verdiği otomatik bir tepkidir. Bir diğeri de yoksunluk sendromudur. Bireyin maddeye ulaşamadığında kaygı ve huzursuzluk hissetmesi, el-ayak titremesi, kalp çarpıntısı gibi fizyolojik ve psikolojik belirtiler yaşamasıdır.

Birey birçok defa kendi kendine karar alarak maddeyi bırakma girişiminde bulunur, ancak bunların çoğu başarısız girişimlerdir. O yüzden kişi tekrar başa döner. Aynı zamanda bu kişinin yükümlülüklerini ihmal etmesi; örneğin okula ya da işe devam edememesi, ailesi ve çevresiyle ilişkisinin bozulması, hayat başarısının düşmesi ve fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlara rağmen madde kullanımının sürdürülmesi de bağımlılığın kriterlerindendir. İşte bu kriterlerden son 12 ay içinde en az üçünün bireyde bulunması “Bu kişi bağımlıdır” diyebilmemiz için yeterlidir.

*Madde bağımlılığına giden yol nasıl başlıyor?*

Risk faktörlerinden bahsedecek olursak.
Bağımlılığa giden yolun birçok nedeni var, birçok faktör sayabiliriz. Genetik faktörleri, kişinin bireysel faktörlerini, ona has özelliklerini ve çevresel faktörleri bu kategoride değerlendirebiliriz. Anne babanın ya da aileden, yakın bireylerden herhangi birinin bağımlılığa karşı yatkınlığının olması çocuğun da aday olduğunu gösterir. Aynı zamanda anne babanın ya da kardeşin rol model olmasını yani evde bir kullanıcının olmasını ve çocukların bunu örnek almasını, hayatlarının ileriki döneminde madde kullanma sebebi olarak sayabiliriz. Bu yüzden öncelikle ailelerin kendilerinden başlaması, kendi özellikleri gereği bağımlılığa yatkınlıklarını ve psikolojik durumlarını değerlendirmeleri ve ondan sonra çocuğuna ve çevresine odaklanmaya geçmeleri gerekir. Bunun dışında, parçalanmış aile, anne ya da baba faktörü olmadan büyümüş çocuklar ya da 0-3 yaş döneminde annenin ya da çocuğun bakımını üstlenen kişinin sağlıksız bir ruh hali ile çocuğu büyütmesi ve yeteri kadar çocukla ilgilenmemesi…

Burada sevgi ve ilgi eksikliği çok önemli bir faktör, öncelikle ebeveynlerin evliliğe, çocuğa hazır olması ve çocuğu aile içinde sağlıklı bağlarla, güven içerisinde yetiştirmesi gerekiyor. Güven ortamında sağlıklı bağlanmayı gerçekleştirememiş bir çocuğun güvensiz-sağlıksız bağlanmaya meyletmesi doğaldır. Böyle bir durumda çocuk, haz verici özellikteki bağımlılık yapan maddelerin bulunduğu ortamlara doğru kayabilir. Eğer kendisine dışarıda güven ortamı sunulursa o ortamda aidiyet duygusunu hissedeceği için kendisine uzatılan maddeyi sorgulamadan ve ergenliğin, kişisel özelliklerinin de etkisiyle yoğun bir merak duygusuyla kabul edip deneyebilir. Bu yüzden başlama dönemi olarak gözlemlediğimiz fiziksel ve psikolojik değişimin olduğu ergenlik dönemi de çok önemli. Çocukların sorumluluk verilmeden, aşırı koruyucu ya da aşırı serbest anne baba tutumu ile yetişmiş olması da risk faktörleri içerisindedir. Biz bazen çocuklarımızı korumaya çalışırken bu konuda yanlışlıklar yapabiliyoruz. Her şeyi çocuk adına düşünmek, her konuda tedbir almak ve aşırı koruyucu yaklaşmak, çocuğun duygu ve düşüncelerini rahatlıkla ifade edememesi, çocuğun kendine olan özdeğer ve özgüveninin gelişmesini engelliyor. Bu konuda sağlıklı bir denge kurmak gerekir, ne aşırı serbest bir aile tutumu ne de aşırı koruyucu bir aile tutumu sağlıklıdır, ikisinin ortası olması gerekiyor. Tabi ki bu konuda anne babanın da tutarlılık açısından aynı tutum içerisinde olması önemli. Çocuğun ek rahatsızlıklarının olmasını da bağımlılığın risk faktörleri arasında sayabiliriz. Çocukta dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ya da her ikisi birden, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları ya da herhangi bir zihinsel gerilik olabilir. Sadece çocuğun kendisinde değil, ailesinde de bu gibi rahatsızlıkların olması çocuğu bağımlılığa iten sebeplerdendir. Bunun dışında, birey ve çevre faktörleri olarak da, okul başarısının düşük olması, okula uyumunun olmaması, devamsızlık yapması, saldırgan davranışlar göstermesi, davranış bozukluklarının olması, akranlarla iletişiminin iyi olmaması, her tür maddenin kullanım ortamlarının artması; ucuz ve kolay ulaşım, güvenliğin az olmasını da sayabiliriz.

Aileler çocukların ya da gençlerin madde kullandığını aslında  fark edebilirler. Ama bu durum her zaman bu şekilde olmuyor. Bağımlı çocuk ve ergenlerde zihnen, ruhen, fiziken pek çok değişiklikler oluyor.
Bir anne ya da baba, çocuğunun madde kullandığını hemen ilk anda anlayamayabilir, genelde aileler bu durumu en erken iki sene sonra anlayabiliyor ve bu da erken teşhis açısından geç oluyor. Çocuk artık bağımlı olmuş oluyor. Ailelerin çoğu çocuklarında artık yoksunluk belirtileri, bayılmalar, kendinden geçmeler başladıktan sonra fark ediyorlar ve ancak o zaman “eyvah, çocuğum kullanıyor” diye düşünüp endişe içinde çocuklarını tedavi ettirmeye çalışıyorlar. Bu yüzden, farkındalık düzeyini arttırmak ve bağımlılığın önüne geçmek için çocuğu öncesinde gözlemlemek gerekiyor.
Madde kullanmaya başlamak çocukta hem fizyolojik hem de psikolojik etkilere sebep olabiliyor. Çocukta psikolojik olarak dalgınlık, dikkatini verememe, duygu durum değişiklikleri, öfke patlamaları, ani tepkiler, depresyon ve kaygı belirtileri ortaya çıkabiliyor. Fizyolojik olarak da -kullanılan maddeye göre değişebilir tabii ki- göz kızarıklığı, gözbebeklerinde değişim, sık sık banyoya-tuvalete gitme, uzun süre orada kalma, uyku ilaçları, yatıştırıcı ilaçlar, sinir ilaçları ya da baş ağrısını dindirmeye yönelik ilaçlar kullanma gibi belirtiler görülebiliyor. Ailenin dikkatli olması ve çocuğunu gözlemlemesi gerekiyor.

Çocuğun arkadaş çevresi değişebiliyor. İlgi ve dikkat dağınıklığı olduğu için ders başarısı düşebiliyor. Hem okulundaki ders başarısını, aktivitelere katılıp katılmamasını hem de aynı zamanda arkadaşlarıyla iletişimini ailenin gözlemlemesi, takip etmesi ve okul toplantılarına sık sık katılarak çocuk hakkında bilgi alması gerekiyor.
Madde kullanan bir çocuk kişisel bakımını çok önemsemez, özellikle fizyolojik bakımına, saçına, giyimine kuşamına dikkat etmez. Bu da ayırt edici özelliklerden biridir. Özetle aile, çocuğun hem davranış hem de fizyolojik belirtilerini gözlemleyip okuluyla, özellikle rehber öğretmeni ve sınıf öğretmeni ile irtibata geçmeli ki çocuğun okuldaki ve evdeki psikolojik durumu üzerinde değerlendirme yapılsın ve erken müdahaleyle önlem alınsın.

*Bu konuda doğru bildiğimiz yanlışlar nelerdir?*
Bu konudaki en yaygın inanışlardan; bağımlılığa hastalık değil zaaf gözüyle bakılmasını veya bağımlılığın, tedavisi olmayan bir hastalık olarak düşünülmesini örnek gösterebiliriz. Bu yanlış inanışları hep beraber değiştirmemiz gerekiyor. Doğrusu şudur ki, bağımlılık, tedavisi olan kronik bir hastalıktır, tıpkı diyabet veya kalp hastalığı gibi. O yüzden bireyin ve ailesinin hayat boyu uzman desteğine ihtiyaçları olduğu bilincinde olmaları tedavi ve rehabilitasyon sürecinin sağlıklı ilerlemesini sağlıyor.
Esrar da bağımlılık yapıcı bir maddedir ve diğer maddelere de geçiş özelliği taşır ve şizofreni, kişilik bozukluğu gibi birçok psikolojik rahatsızlıklara da zemin hazırlar. Tüm bu özelliklerinden dolayı esrar tehlikeli bir maddedir ve çocukların geneli esrar ya da sigara ile başlar ve ardından diğer bağımlılık yapıcı maddelere geçerler.
Bir de bonzai ismiyle piyasaya sürülen madde, bonzai bitkisi değil aslında. Bonzai bitkisi, çiçek şeklinde, ağaç şeklinde bir bitki. Şu an bonzai ismiyle kullanılan madde herhangi bir otun üzerine sıkılmış tüm sentetiklerin olduğu bir maddedir. Tahlillerde tespit edilemeyen sentetiğin miktarı ve çeşidi belirsiz olduğu için bağımlılığın şiddeti ve ölüm oranları artabiliyor. Bu yüzden bonzai olarak kullanılan maddenin tamamen sentetik olduğunun bilinmesi gerekir.

*Çocuk ve gençlere bağımlılıktan uzak durmaları için nasıl bir eğitim verilmeli?*
Bu konu hassas bir konu; uyuşturucunun zararlarını ısrarla anlatmak, uyuşturucuyu merak edip denemeye de götürebilir çünkü. Bunun yerine sigara ve teknoloji aletlerin bağımlılığından bahsedilip burdan geçiş yapılabilir veya madde kullanan bireylerin düştükleri kötü durumlar görseller ve videolarla izlettirilip merak duygusundan ziyade tiksinti, iğrenme duygularının uyandırılması sağlanabilir.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

21 Mayıs 2019 Salı

DEPRESYON VE MÜCADELE YOLLARI

*SORU:*
Depresyon tam olarak nedir, nasıl ortaya çıkar, tedavisi nasıldır?

*DEPRESYON VE MÜCADELE YOLLARI*

“Hiçbir şey yapasım yok. Sürekli yatmak ve uyumak istiyorum. Ne konuşmaya, ne dinlemeye ne de birileriyle görüşmeye takatim var. Sanki uyanıkken bile üzerimde karabasanlar dolaşıyor. Hayat o kadar anlamsız ki ölsem de kurtulsam diyorum. Hayatın hiç ama hiç anlamı yok. Hiçbir şey bana keyif vermiyor. Sanki zevk duygumu kaybettim. Öfkelerimin ve ağlamalarımın bile anlamı yok. Demek istediğim; kocaman ve derin bir boşlukta hissediyorum”

Depresif belirtilerle terapiye gelen bir danışanıma ait yukarıdaki ifadeler. Benzer ifadeleri zaman zaman çevremizde de duyarız. Hatta bazen insanın kendisi de bu ve benzeri ifadeleri ya seslendirir ya da içinden geçirir. Toplumda depresyon sorununun yaşanma olasılığı azımsanmayacak kadar ciddi boyutlarda ve yaşamın farklı dönemlerinde çoğu insan bu sorunla mücadele etmek durumunda kalır.
Depresyon bazı bedensel, zihinsel ve duygusal belirtilerle kendisini gösteren tedavi edilebilir bir ruhsal hastalıktır.

Depresyon yaşayan kişilerde çökkün ruh hali ve zevk almada belirgin azalmalar gözlenir. Ayrıca bu kişilerde duygusal açıdan mutsuzluk, karamsarlık ve ümitsizlik ön plandadır. Kişi daha önce severek yaptığı şeylerden keyif alamaz, kendisini hüzünlü ve yalnız hisseder. Kişinin kendisine ve çevresine ilgisi azalır; iç sıkıntısı, huzursuzluk , karamsarlık gibi duygular ön plana çıkar. Bu duygular kişinin günlük yaşantısını, zihinsel faaliyetlerini ve genel anlamda sağlığını olumsuz etkiler ve bu etki uzun sure devam edebilir.

Depresyonun fark edilmesi ve zamanında müdahale edilmesi çok önemlidir. Bu anlamda hem depresyonu yaşayan kişinin hem de çevresindeki kişilerin bu konuda duyarlı ve dikkatli olması gerekir. Depresyon belirtilerinin bilinmesi bu konuda yardımcı olacaktır.

*Bazı depresyon belirtileri şunlardır:*
-Yoğun mutsuzluk, boşluk ve umutsuzluk duyguları,

-Aşırı ağlamalar,

-Basit sebeplerle öfke patlamaları, aşırı alıngan tutum ve hayal kırıklıkları,

-Hobiler, aktiviteler, cinsel yaşamda kısmen ya da tamamen ilgi kaybı

-Aşırı uyuma ya da aşırı uykusuzluk hali,

-Aşırı beden hareketleri, yavaş konuşma ve tepki verme,

-Değersizlik, yetersizlik, çaresizlik ve suçluluk hisleri,

-Kaygı durumu ve huzursuzluk hali,

-Açıklanamayan fiziksel sorunlar (baş ağrısı, sırt ağrısı, aşırı halsizlik, yorgunluk hissi vb.),

-Aşırı iştah(sızlık) ve buna bağlı kilo alımı (kaybı),

-Şimdi yerine sürekli geçmişe ve yapılan hatalara odaklanma,

-Dikkat ve odaklanma sorunları, yanlış ve acele kararlar alma,

-Sık ve tekrar eden intihar düşünceleri ve girişimleri.

Bir kişinin depresyonda olması için bu ve benzeri belirtilerin tamamını ortaya koyması beklenmemelidir. Genel anlamda saydığımız belirtileri sergileyen ve yaşam sürecinde somut ve ciddi zorluklar yaşayan ve mücadele etmeyen/edemeyen bireylerin profesyonel bir destek alması yararlı olacaktır.

Bununla birlikte depresyon sürecini atlatabilmek ve normal yaşam normlarına ulaşmak için dikkat edilecek ve ortaya konulacak bazı önemli hususlar şunlardır:

-Kişi kendi duygularına odaklanıp, duygularının farkına varmalı, duygusal farkındalığını arttırarak duygusal ihtiyaçlarını belirlemelidir.

-Geçmiş yerine şimdiye odaklanılmalı ve çözüm odaklı olunmalıdır.

-Özellikle aile ve yakın sosyal çevre ile paylaşımlar arttırılmalıdır.

-Aile ile ev içi ve ev dışı etkinlikler planlanmalı ve katılım konusunda çaba sarf edilmelidir.

-Zorlanılsa da açık havada yürüyüş ve benzer aktiviteler yapılmalıdır.

-Yatakta geçirilen süre azaltılmalı ve sorumlulukların yerine getirilmesi konusunda çaba sarf edilmelidir.

-Olabildiğince güneş ve aydınlık ortamla muhatap olmak için erken yatma ve erken kalkma konusunda çaba sarf edilmelidir.

-Sorun ve sıkıntılar yerinde, zamanında ve doğru kişilerle uygun miktarda paylaşılmalıdır. Böylece sıkıntı durumunun birikip büyümesi önlenmiş olacaktır.

-Olumlu duyguların ifade edilmesinden kaçınılmamalıdır. Mümkün olduğunca olumlu ifadeler olumsuz ifadelere tercih edilmelidir.

-Depresyon sürecindeki negatif döngüsel nedensellik (kısır döngü) gözardı edilmemeli, olumlu döngü için çaba gerektiği unutulmamalıdır. Depresif tutum ve tavırlar devam ettirildiğinde zor koşulardan çıkmanın mümkün olmadığı akıldan çıkarılmamalıdır.

-İyi geleceği düşünülen hobi ve aktiviteler (kitap okuma, müzik dinleme, resim yapma, şiir yazma, dua etme vb.) konusunda sabırlı ve azimli olunmalıdır.

-Tedavi ve iyileşme sürecinde iniş-çıkışlar olabileceği unutulmamalı, bazen çabalara rağmen inişler yaşamanın normal olduğu unutulmamalıdır.

           *Mahmut Aydın*
Uzman Psikolojik Danışman

Merhaba hocalarım.  Yazılarınızı heyecanla okumaktayım aro. Benim sorum Ramazan’a yaklaşık 10 gün kala Ramazan ile alakalı evimizde hazırlıklar yapıyoruz ve çeşitli Işık’lar yazılar hazırlıyoruz. Hatta bu malzemeleri süslemeleri babaanne çocuklar beraber hazırlıyoruz. Bunu ne kadar yapmalıyız bunun psikolojik eşiği var mı?

*SORU:*

Merhaba hocalarım.  Yazılarınızı heyecanla okumaktayım aro. Benim sorum Ramazan’a yaklaşık 10 gün kala Ramazan ile alakalı evimizde hazırlıklar yapıyoruz ve çeşitli Işık’lar yazılar hazırlıyoruz. Hatta bu malzemeleri süslemeleri babaanne çocuklar beraber hazırlıyoruz. Bunu ne kadar yapmalıyız bunun psikolojik eşiği var mı? Çocuklarımızın ruh dünyasını psikolojik olarak nasıl ve ne şekilde olumlu şekilde etkileyebiliriz. Bunun abartı kısmı nedir? Türkiye’de öğretmendim ve kolejde çocuklara (bence) ilköğretim de abartı şekilde pano yarışmaları vs düzenliyorduk. Bu durumda çocuklar küçük yaşta bazı değerlere doymakta ve lise yıllarında zorlanmakta idiler gördüğüm manzara. Burada çocuklarım 4,   7 ve 13 yaşındalar. Bu hazırlıklar ne kadar nasıl olmalı? Evde çocuklara bu psikolojik olarak nasıl anlatılmalıdır? Olayın psikolojik tarafı benim için önemli. Ayrıca çocuklarımla Dua saatimiz var bu duada Türkiye’deki zulüm, arkadaşlarımız için kardeşlerimiz sesli dua ediyoruz. Onların da duasını olmasını arzu etmekteyim dua ederken onları da katmak istiyorum? Bizde duada Türkiye deki Yusuflar için Allah’ım haksız yere binlerce insan içerde yardım et Allah’ım ne olur ailelerine kavuştur gibi dua ediyoruz. Dua ettirmek çocuklar açısından böyle beraber dua etmek gelecekte hınç duygusu oluşturur mu? birazda endişe ediyorum.  Bu durumu çocuklara nasıl izah etmeliyiz? psikolojik açıdan istiyorum. Teşekkür ederim şimdiden. . Alllah Emeklerinizi zayi etmesin amin.

*CEVAP:*

Ramazan ayı özel bir zaman dilimi olmakla birlikte  çocuk bunu ancak çevresinin hissettirdiği ölçüde hissedebilir. Sevdiklerimizle beraber iftar yapmak, ramazan çadırlarına uğramak,  tekne orucu tutmak, sadaka kutusu oluşturmak, kitap fuarlarına gitmek, iftar sonrası bir dondurma yemeğe gitmek, Ramazan takvimi yapmak .. bunlar yıllar sonra bile aklımızda kalacak hoş faaliyetlerdir.  Güzel anılar bırakmanın dışında, güzel alışkanlıklar kazanmak adına da hepimiz için ideal bir zaman dilimidir Ramazan. Bu yönüyle de onu değerlendirmek önemlidir.

Ramazana hazırlık ve ramazanla ilgili etkinliklerde abartı konusu kişiden kişiye değişir. Eğer yapılan etkinlik zorlama bir şekilde, çocuğu sıkacak bir şekilde yapılıyorsa bu doğru olmaz. Bir pano yapmak abartı değildir aslında belki. Ama pano yaparken çocuklar memnun değil ve bir külfet olarak görüyorsa bu ister istemez abartı olur onlar için.  O yüzden sunuş biçimini, muhataba göre ayarlamak önemlidir .

Bilinen bir meseledir : Elinizde bir elmas olsa onu zorla satmaya çalışır mısınız? Elbette ki hayır. Elinizdeki şeyin kıymetli olduğunu karşıya hissettirmek sizin elinizdedir; yani işin sırrı sunuş biçiminizdedir. Abur cuburları bile düşünecek olursak, yemeğini düzgün yerse onu alacaktır, ödüldür, kıymetlidir karşılığında bir şey vermesi gerekir. Aslında farkında olmadan abur cuburu önemli olarak kodlarız çocuğa. O halde başka şeylerde de bunu bilinçli şekilde yapabiliriz.

Normal eğitimde olduğu gibi çocuğun yaşına, seviyesine ve anlatılacak dini konunun mahiyetine göre küçük yaşlardan itibaren çocuklara din eğitiminin verilmeye başlanması gerekir. Fakat en önemlisi, aklı ermeye başladığı andan itibaren İslam ahlâkının, çocuğun kişiliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelmesi için, onu özümseyerek benimsemesini sağlamaktır.

Ramazan ayı bu açıdan, çocuğun dini kimlik aşısı yapılabilmesi için önemli bir fırsattır. Çünkü ramazanda yoğun bir dini hayat vardır.

Merak ve heyecan duygusundan yararlanın. Çocuklar doğal bir merak duygusuna sahiptir. Eğer bir konuyu öğrenmesini istiyorsak onlarda merak uyandırmalıyız. Ramazandan önce geri sayım sayacı, bilmeceler bu amaçla kullanılabilir. Yine önemli bir noktada işin içerisinde çocuk ruhna uygun oyun ve heyecanların bulunmasıdır.
Diğer yandan özellikle okulöncesi dönemde çocuklar gözlem ve taklid yoluyla öğrenirler. Dindarlığın temelinde çok büyük oranda etkilenme ve öykünme vardır. Yani kişi sevdiğine benzemek ister ve onun gibi davranır. Bizim ramazanı içten ve duyarak yaşamamız onları derinde etkileyecektir. İşin bu yönü asla ihmal edilmemeli.
Dini yaşantının genelinde olduğu gibi ramazanda da sevdirme ve kolaylaştırma genel prensiplerimiz olmalı.

Çocuklarla birlikte dua etme meselesine gelecek olursak...

Dua, dinî duygunun geliştirilmesinde önemli uygulamalardan biridir. Dua eğitimi, bir yandan çocuğun Allah’ın varlığını hissetmesine ve O’na yaklaşmasına olanak sağlarken bir yandan da korkularla dolu olan çocukluk döneminde emniyet ve güven hissinin gelişmesine yardımcı olur ve çocuğa içsel bir destek sağlar. Çocuğa niçin ve nasıl dua etmesi gerektiğini öğretme, onun Allah ile iletişiminde anahtar rolündedir.

Çocuklara ait duaların genellikle çok iyi tanıdıkları biri ile konuşur gibi çok içten, kısa, samimi ve tabii şekilde yapıldığı yani çocuklara özgü olduğu söylenebilir. Hatta çocukların çoğu zaman Allah’la konuşur ya da derdini paylaşır gibi dua ettikleri de gözlemlenmektedir. Yani duanın, çocuğun bir nevi Allah ile konuşması olduğu söylenebilir. Bu konuşmada bazen istek ve dileklere kavuşma arzusu olduğu gibi, bazen de çocuk arzularına kavuşunca “Teşekkürler Allah’ım” ya da “Çok şükür” gibi ifadelerle Allah’a şükreder, ya da O’na sevincini ifade edebilir.

Çocuklara kalıplaşmış dua cümleleri ve kısa surelerin yanında, mümkün olduğu kadar erken, yaşına ve kavrayışına uygun şekillerde, içinden geldiği gibi dua edebileceği öğretilmeli, kendi sözcükleriyle dua etmeleri yönünde teşviklerde bulunulmalıdır. Aslında kalıplaşmış dua cümleleri, din duygusunun küçük yaşlarda verilmesi açısından önemli olsa da, duada asıl olanın çocuğun Allah ile tamamen öznel olan bir diyaloga girmesi olduğu unutulmamalıdır.

İlk çocukluk döneminde, çocukların dualarının karşılığında somut sonuçlar almak istemeleri, üstelik istek ve arzularının hemen yerine geleceğini ümit etmeleri, duanın çocuklar tarafından bazı işlerin kolaylıkla yapılmasını sağlayan sihirli bir değnek gibi algılanmasına sebep olabilir. Bu durumu, Allah’ı akıldışı olsa bile her isteği kabul eden, bir nevi büyücü gibi gösterme davranışında olan anne-babalar da pekiştirmektedir. Bu yaklaşım biçimleri çocuğun kendi güç ve sınırlılıklarını keşfetmesini engelleyecek bir sonuca yol açabilir. Çocukların dualarında makul istek ve taleplerinin yerine gelebileceği onlara belirtilmelidir. Bu isteklerin de bir kısmının gerçekleşemeyeceği, bazen de istenilen şeyin yerine daha iyisinin verilebileceği vurgulanmalıdır. İsteklerin yerine gelmesi için öncelikle kişinin kendi gayretinin daha değerli olduğu belirtilmelidir. Ancak bu durum, çocuğun “istediğimi zaten hemen elde edemeyebilirim” şeklinde düşünerek dua etme isteğini kaybetmesine neden olabilir. İstediğimizi elde edemesek bile dua etmenin kendisinin, kişiyi Allah’a yakınlaştırdığı ve yapılan duanın Allah’ın sevgisini kazanmaya sebep olacağı anlatılmalıdır. Böylelikle istekleri yerine gelmediğinde güvenleri sarsılmamış olur ve dua etmeye devam ederler.

Yukarıda anlatıldığı gibi, burada da çocukların gelişim dönemlerine göre hareket etmek gerekiyor.

Yapılan bir araştırmaya göre, ergenlerin korku motifli din anlayışıyla, sıkıntılı anlarında veya sadece ihtiyaç duyduklarında dua ettikleri görülürken; sevgi motifli din anlayışıyla yetişenlerin ise, sık sık ve düzenli olarak dua ettikleri tespit edilmiştir. Ayrıca dinî gelişimdeki sevgi motifinin, ergenlik döneminde Allah’a olan güveni arttırıcı bir unsur olduğu, dolayısıyla bu şekilde yetişmiş ergenlerin dualarına cevap alamasalar bile Allah’a olan inançlarında bir azalma olmadığı ortaya çıkmıştır. Özellikle çocukluk döneminde cezalandırıcı bir Allah tasavvuru ile yetiştirilen kimselerin, dualarının kabul edilmemesini veya başına gelen kötü bir olayı ceza olarak değerlendirebilmesi, sevgi merkezli bir Allah tasavvurunun önemine işaret etmektedir.

Ve en nihayetinde, dini hassasiyeti veya herhangi bir alışkanlığı  kazandırmak ailenin bunu  yaşamasıyla doğru orantılıdır. Çocuklar söylediklerinizden çok yaptıklarınızla ilgilenir.
Ve unutmadan .. “sizin alemden beklediğiniz neyse, alemin de sizden beklediği de odur.” Demek istediğimiz, siz hala çocuk olsaydınız siz tüm bunlar nasıl olsun isterdiniz?

Konu ile alakalı faydalı olduğunu düşündüğümüz bir yazıyı da sizlerle paylaşmak istiyoruz.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

20 Mayıs 2019 Pazartesi

Yaklaşık 12 yıldır evliyim ve eşimle severek evlendim. Evliliğimizin ilk yılı bir çok zorluğa rağmen gayet mutlu geçti. Ancak daha sonraları gittikçe tartışma vs sıkıntılar yaşamaya başladık Birbirimize saygımızı sevgimizi kaybetmedik ama huzurlu ve mutlu bir aile de olamadık. Önerilerinizi bekliyorum.

*SORU:*

Selam ve saygılar
Sayın hocam yaklaşık 12 yıldır evliyim ve eşimle severek evlendim. Aynı zamanda akrabam olan eşimle evliliğimizin ilk yılı bir çok zorluğa rağmen gayet mutlu geçti. Ancak daha sonraları gittikçe tartışma vs sıkıntılar yaşamaya başladık yoğun bir iş temposundan eve giderken kendi içimden bugün (gün içinde yaşadıklarımı güzel veya ilginç bulduklarımı) şunları hanımla paylaşacağım diyordum. Eve gelince yemeğin tadı tuzu gibi çok basit şeylere takılarak  yine doğru dürüst üç beş kelam edemezdim. Aslında sorunun farkındayım evde akşama kadar çocuklarla ilgilenen yorulmuş bir anne dertleşmek konuşmak isteyen bir kadın ama gel gelelim benim tavrıma dışarıdaki hal ile evdeki hal birbirine hiç uymuyor. Uzaklaşınca özleyen seven ama bir araya gelince de konuşamayan dertleşemeyen hatta şunu düşünen her bakıştan her hareketten net doğrusunu anlamalı diye  bekleyen biri oldum. Birbirimize saygımızı sevgimizi kaybetmedik ama huzurlu ve mutlu bir aile de olamadık. Şimdi yurtdışındayım ayrıyız nasipse onlar da gelecek ve ben bu durumdan kurtulmak istiyorum desteğinizi, önerilerinizi bekliyorum. Soru uzun kusura bakmayın.

*CEVAP:*

Dostoyevski; “insana en çok acı veren şey söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki uçurumdur” der.
İşte insanın içine atmasına, duygularını ve düşüncelerini bastırmasına, bu nedenle rahatsızlık yaşamasına neden olan da budur.

Ne yazık ki toplum olarak duygularımızı, düşüncelerimizi ve rahatsızlıklarımızı doğrudan ifade edemiyoruz. Söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi imalarla, dokundurmalarla, iğneleyerek yani dolaylı bir şekilde ifade ediyoruz. Bu da ilişkilerimize zarar veriyor.

Herhangi bir genç çifte evliliklerinin ne kadar süreceğini sorduğunuzda, sonsuza kadar ya da ömür boyu cevabını alırsınız, fakat bunun için de ömür boyu emek vermek gerektiğini unutmamak gerekir.

Öte yandan, psikologlara göre bir ilişkiyi sürdürmek için yapılması gerekenler, zannedildiğinin aksine oldukça basit. 
Eşinizi memnun etmek için ütopik planlar yapmak zorunda değilsiniz.

*Küçük şeylerin büyük etki oluşturabileceğini  unutmayın...*

Eşinize önemsendiğini, sevildiğini, özel olduğunu hissettirmek için yapacağınız ya da söyleyeceğiniz küçük şeyler, ilişkinizin mutlu devam etmesi ve boşanmayı önlemek için oldukça önem taşıyor.
Bu “ *olumlu ifadeler* ”, eşinizin  cüzdanına sürpriz bir not bırakmak ya da yorucu bir günden sonra omuzlarına masaj yapmak, evden ayrılmadan sarılıp kapıdan uğurlamak, gece uyumadan önce kulağına hoş birkaç söz fısıldamak gibi  kolay davranışları içeriyor. Her gün olmasa bile evlilikte olmazsa olmaz önem taşıyorlar.
Her iki eş de bu olumlu ifadelere ihtiyaç duyuyor aslında. Eşleri tarafından olumlu karşılanmadığını düşünen kişilerin boşanma oranının, diğerlerine kıyasla iki kat daha yüksek olması da bu analizi doğruluyor.

Evliliklerde yaşanan sorunların pek çoğu  asla çözümlenemiyor ve çiftler saygı çerçevesinde birbirlerini bu şekilde kabul edip evliliklerine devam ediyorlar. Asıl önemli olan hususun sorunların çözülmesinden ziyade, partnerler tarafından o sorunların ele alınış şekli olduğunu gösteriyor.
Dengeli ve mutlu ilişkisi olan çiftler, mutsuz ya da ayrılan çiftlere nazaran birbirlerine karşı daha nazik davranıyorlar.
Bu çiftlerde partnerler birbirlerine karşı daha kibar ve daha düşünceli davranırlar ve problemlerini daha sakin bir şekilde gündeme getirirler.
Boşanmayı belirleyen temel faktörün partnerlerin birbirine bağlılığı, kişilik yapıları veya stres düzeylerinden ziyade, partnerler arasındaki iletişim tarzı olduğunu söylemek mümkündür.

Birçok çift birbiriyle iletişim kurduklarını sanıyorlar ancak aslında konuştukları tek şey sadece evi çekip çevirmek, yapılacaklar listesini oluşturmak veya işbölümü yapmak.
Sadece hoş sohbet yeterli değil, aynı zamanda çiftlerin ne hakkında konuştuğu da oldukça önemli. En mutlu çiftler aynı zamanda umutlarını, hayallerini ve korkularını da birbirleriyle paylaşarak birbirlerini daha iyi tanımak için zaman ayırır. Çiftlerin kendileri hakkında konuşmaları ve ideallerinden bahsetmeleri, ilişkinin ortak anlamını ve amacını ortaya çıkarır.
İyi günlerde partnerinizi desteklemeniz, kötü günlerde vereceğiniz destekten çok daha anlamlı olabilir.
Araştırmacılar bunu yangın alarmına benzeterek açıklıyorlar. Bu benzetmeye göre, yangın alarmını test edip de çalıştığını görmek, yangın anında çalıştığını görmekten çok daha hoşnut edici ve mutluluk vericidir. Çünkü ikinci durumda yangının çıkmış olmasının oluşturduğu olumsuz etki, alarmın çalışmasının verdiği olumlu etkiden daha baskındır.

*Değişime açık olunuz.*

Bir ilişkiyi sıkıcılıktan daha fazla sarsan pek az şey vardır.
Kişinin zamanla eşine  alışması doğal ama yavaşlatılabilir bir süreçtir.
Bu sürecin cevabını üç kelime ile “yenilik, çeşitlilik ve sürpriz” olarak özetleyebiliriz.  Beraber denenecek yeni ve heyecan verici aktiviteler çiftlerde ilk günkü hisleri tekrar canlandırabilir.

Birlikte daha heyecan verici etkinliklere (yürüyüş, tatil vs) katılan çiftlerin ilişkilerinde daha yüksek doyuma ulaştıkları, riske girmeyen ve belli rutinde devam eden çiftlerin ise benzer faydayı göremedikleri bulgusu mevcuttur.

Belki de evliliklerin bize öğrettiği en önemli şey evliliği sürdürmenin, diğer ilişkilerde de olduğu gibi, bilinçli çaba gerektirdiğidir. Pek çok insan birçok şey için hayat boyu eğitim alır. Eğer bir golf meraklısıysanız, haftada birkaç kez antrenmana gidersiniz. Eğer avukatsanız, sürekli devam eden bir eğitiminiz vardır; sanatçıysanız atölye çalışmalarınız olur. Ancak her nedense insanlar çift olmayı öğrenmek için çalışmaları gerektiğine inanmaz ve bunun kendiliğinden gelişmesi gerektiğini düşünürler.

Evlilik ile ilgili eğitimlere katılan yeni evli çiftlerin, ancak ilişkilerindeki krizler müdahale gerektirince eğitim alanlara kıyasla 3 kat daha başarılı olurlar. İlişkiyi sürdürmenin yolları ne kadar erken öğrenilirse ilişki için o kadar olumlu sonuçlar doğuruyor. Sevginizin ve evliliğinizin uzun sürmesinin yolu sevdiğinize değer vermeniz ve o hayatınızda olduğu için şanslı hissetmeniz ve bunu kendisine de hissettirmenizdir. Ve bu değer duygusunu, çiftler ilişki içinde birlikte geliştirmeliler.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

19 Mayıs 2019 Pazar

ANNESİ İÇERDE OLAN ÇOÇUĞUMA KARŞI NASIL DAVRANMALIYIM?

   

*Soru:*

Babam ve amcam Temmuz’da götürüldükten sonra; amcamın eşi, küçük kardeşimin nişanlısı ve karım geçen yıl dernekçilikten 17 Ağustos’ta alındı, 21’inde tutuklandı. Tutuklandığının ertesi günü kızımıza (11.08.2012 doğumlu ve pek inanmasam da aslan burcuna dair özellikleri bariz olarak bulunduran) her şeyi, anlayacağını düşündüğüm örneklerle anlattım. Ayrıca o tarihten beri çevremizden olup yakınları tutuklanan bayanlarla konuşurken (özellikle kızım yanımızda bizi dinlerken) onlara hep “sert” bir sabır telkin ettim. Dışarıda göz yaşı dökmeye kalkanlara “hayrola abla kocan Allah’a kafa tutan zalimlerden değilken ne demeye ağlıyorsun”, “bırakın şu arabesk şark kafalılığı”, “inanıyoruz güçlüyüz, güçlü olan ağlamaz” “ashab sefere çıkınca 6 ay gidiş 6 ay geliş 1 yıl ayrı kalırmış hangisi şikayet etmiş” vs gibi tatlı sert daha çok moral amaçlı ifadeler kullandım.
Ailece (aileden kasıt dışarıda kalan annem kardeşim ve ben) kaderdaşlarımıza moral verirken Rabbim de bizim moralimizi yükseltti. Tabi çocuğun yanında böyle konuşunca biz büyüklerle muhabbeti açtığımızda kızım araya girip “baba biz çok güçlüyüz di mi” “filancanın annesi ağlıyor ama ben hiiiç ağlamam” “baba o herif bizi mutsuz edemez di mi” gibi (belki de bana kendini ispata çalışan) ifadeler kullandı. Hatta bir seferinde babaannem ağlayınca elini beline koyup “büyükbabaanne sen niye ağlıyorsun bakayım? Biliyorum annem hapiste diye ağlıyorsun ama bak ben ağlayacaksam içime doğru ağlıyorum yüzümle gülüyorum sen de öyle yap bakayım” demiş. Ben yine de çok defa bastırmaması için “benim yanımda ağlayabilirsin, ayıp bir şey değil” dedim ama çok yüksek ateşi olduğu bir gece hariç “anne hasreti”nden dolayı ağlamadı. Bu arada geçen yıl kreşe gittik bayramlar geçirdik anneler günü ve yıl sonu gösterileri yaptık tabi hep annesizdi ancak hiç gariplik duy(ur)madı.
 
Fakat hocam nihayetinde o da bir çocuk ve yaklaşık bir aydır artık sabrının tükendiğini hissediyoruz. Özlediğini çok sık tekrarlıyor ben de “evet kızım ben de çok özledim ama demek ki Allah biraz daha sabretmemizi istiyor” filan diyorum. Açık görüşlerin azlığından (2 ayda 1) çok aşırı mutsuz oluyor, ofluyor, mızmızlanma tarzında şikayet ediyor. Mesela doğum gününe gelmesi için bu hafta eşime çok nazlandı. Pek birlikte dua etmişliğimiz yok ama annem görmüş tek başına el açmış “Allahım nolur annem doğum günümde hapisten gelsin artık” diyormuş. Sonuçta da benden başka herkese hırçınlaşıyor. efeleniyormuş Kızımın bu baştaki sabrını tekrar tesis etmek için bir öneriniz olur mu hocam?
Şimdiden teşekkürler.
 
*Cevap:*
 
Öncelikle geçmiş olsun ve Allah en kısa zamanda eşinize-sevdiklerinize kavuşmayı nasip etsin. Travmatik olaylar (ölüm, ayrılık, boşanma..vs) ile karşılaşıldığında her aile genellikle ne yapacağı, çocuklarına durumu nasıl anlatacağı ve süreci nasıl yöneteceği konusunda zorluk yaşar. Bu gayet normal ve sık karşılaştığımız bir olgudur. Ateş sadece düştüğü yeri yakmadığı için travma aile içinde uzak-yakın herkesi etkilediğinden, zaten travma mağduru bir ebeveynin çocuğuna yaklaşımı konusunda yanlışlar yapması gayet tabidir. Mükemmel anne-baba olmadığından bu süreci mükemmel yöneten anne-baba da yoktur. Hele yaşanılan olaylar kendimize bile inandırmakta veya içselleştirmekte zorlandığımız tarzda hadiseler iken çocuğumuz konusunda yaptıklarımızdan dolayı kendimizi fazlasıyla suçlayıp bu suçluluk duygularının yaşam kalitemizi daha da bozmasına izin vermemek gerekir.

Sizin sorunlarınıza gelecek olursak. Travmatik süreçte yanlışlar yapılabileceğini söylemiştik fakat bu yanlışlar minör yani küçük hatalar olduğu sürece problem olmaz fakat majör yani büyük hatalar bazen telafisi zor sonuçlar doğurabilir. Yaşadığımız süreçte ailelerin en çok zorlandığı durumlardan biri çocuklara dürüst olamamaktır. *“Annen ya da baban çalışmaya gitti, yurt dışında, hapishanede çalışıyor, uzakta”* gibi yanlış bilgilendirmeler çocuğun kaygısını daha da arttıracak ve ebeveynine karşı olumsuz duygulara kapılmasına sebep olacaktır. Süreçte bu majör yanlışı yapan birçok aile ile karşılaşmaktayız.
Sizin dürüstçe çocuğunuza annesi ile ilgili bilgileri anlatmanız takdir edici bir davranış. Fakat şunu göz önünde bulundurmanız gerekir; çocukların travmatik olaylara karşı verdiği tepkiler biz erişkinlerin verdiği tepkiler gibi değildir, bizler gibi tepki vermelerini beklemek ve vermediği zaman da endişe duyup, bu endişemiz çerçevesinde konuşmalar yapmak doğru olmaz. Örneğin bir çocuk annesi vefat ettiğinde erişkinler gibi yas tepkisi vermez; günlerce ağlamayabilir, annesi ölmemiş gibi davranabilir, herkes ağlarken o arkadaşlarıyla oynamaya devam edebilir, veya tam tersi de olabilir ve herkesten çok daha fazla üzgün-sinirli-agresif olabilir. Böylesi travmatik süreçlerde çocuğun tüm duygusal reaksiyonlarına saygı göstermek ve yönlendirme (ağlama sen artık büyüdün, zayıf insanlar ağlar, yapma üzülme lütfen… vs) yapmamak gerekir.

Siz sürecin başında “hayrola abla kocan Allah’a kafa tutan zalimlerden değilken ne demeye ağlıyorsun”, “bırakın şu arabesk şark kafalılığı”, “inanıyoruz güçlüyüz, güçlü olan ağlamaz” gibi ifadelerle farkında olmadan çocuğunuzu da yönlendirmişsiniz. Çocuğunuz da duygularını bastırarak sizi de üzmeme adına sizin gibi tepkiler vermeye başlamış. Travmatik süreçte duyguların bastırılması yani açıkça ifade edilmemesi, yaşanmaması kısa ve uzun vadede psikiyatrik bozukluklara (depresyon, travma sonrası stres bozukluğu.. vs) neden olabilir. Bu aynı zamanda sizin için de geçerlidir.
Yukarda ifade ettiğiniz cümleler sizin de iç dünyanızla ilgili bilgi vermekte ve buradaki yanlış düşünceleri değiştirmek gerekir (güçlü olan insanlar da ağlayabilir, ağlamak en tabii bir reaksiyon ve çoğu zaman rahatlatıcıdır… gibi).

Siz düşünce yapınızı değiştirdikçe duygu ve davranışlarınız da değişir; bu da çocuğa olumlu tesir edecektir. Bu yüzden ilk söylemlerinizi bugünden itibaren bir kenara bırakıp çevrenize daha uygun söylemlerde bulunmanız çocuğunuz için örnek olacak ve o da davranışlarını değiştirmeye başlayacaktır. İçinizden ağlamak geliyorsa ağlayın, çocuğunuz yanınızda iken bunu bastırmayın, hatta ona sarılıp ağlayabilirsiniz. Eğer o da ağlarsa engellemeyin ama ağlamayı durduran ilk kişi her zaman siz olun. “Ağlama kızım, güçlü insanlar ağlamaz” yerine “ kızım anneni ben de çok özledim, sevdiklerimizi özlediğimiz zaman ağlarız ve sen de ağlayabilirsin, ben hep senin yanındayım ve seni bırakmayacağım, inşallah annen de gelecek” gibi cümleler ile o anki hali yönetebilirsiniz. Ayrıca çocuğunuzun ara ara sevdiklerinin yanında ağlamasına da engel olmayın, ortam uygun değilse onu odanıza veya yalnız kalacağınız bir yere geçip konuşarak yine ağlamak istiyorsa engel olmadan yanında olduğunuzu hissettirerek süreci yönetin.
Yine uygun olmadığını düşündüğümüz bir cümleniz daha var, onu da çocuğunuzun yaşı gereği sık zikretmezseniz iyi olur; “demek ki Allah biraz daha sabretmemizi istiyor”. Bu cümle bizim için doğru olabilir ama çocuklarda özellikle çocuğunuz yaş grubunda Allah ile ilgili olumsuz ifadelerin (Allah cehennemde yakar, Allah ateşe atar… vs) uygun olmadığını biliyoruz. Belki cümleniz normal durumda problem oluşturmayabilir fakat bu süreçte çocuğunuz bu cümlenizden ötürü “Allah neden bize sabır çektiriyor, bizi sevmiyor mu, o kötü mü” diye düşünmeye başlayabilir. Onun yerine “Annen geçici bir süreliğine hapishanede kalmak zorunda. Annenin bir suçu yok ve bu ortaya çıkana kadar gelemeyecek. Bu da zaman alabilir. O da gelmek istiyor ama gelmesi elinde değil, elinde olsaydı mutlaka gelirdi çünkü seni çok seviyor” demek daha doğru olacaktır.

Son olarak cocugunuzun duygularını ifade etmesi icin ona resim yaptırmak, beraber anneye mektup yazmak, resim ve mektubu anneye göndermek kendisini iyi hissetmesini sağlayacaktır. Anneden gelen mektupları  beraber okumak, o anda duygulanırsanız ve ağlarsanız  bunu bastırmamak, yukarda da yazdığımız gibi beraber ağlamak rahatlatıcı olacaktır. Böylece çocuğunuz da oluşan  uygunsuz reaksiyonlar azalacak, sizin ifadenizle sabrını  uygun şekilde  tesis etmis olacaksınız. Tekrar geçmiş olsun.
 

http://www.nasilbasederim.com

Son Eklenen