1 Haziran 2019 Cumartesi

İyi yönetilen krizler fırsata dönüşür, bünyeyi güçlendirir, yenilenmeyi ve arızalardan kurtulmayı sağlar.

*SORU:*

İçinde yaşadığımız ülkelerde bilhassa yabancıların çok sayıda olmasi ve onların toplum genelindeki tortuları çocuklarımıza da etkiliyor .Bunların çoğunluğu müslüman ve Arab olması da ayrıca büyük ve küçük lerde müslüman tipinin sorgulanması na götürüp cıkarıyor. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere içinde yaşadığımız Milletler ataist  çoğunlukta, çocuklar bir onlara bir diğerine bakıyor eğer bizlerde farkında olmadan kritik yapıyorsak ki yapıyoruz çocuklarımız bundan belkide güç alıyor. Dengeyi koruma adına neler önerilebilir?

*CEVAP:*

( *Not:*  Konunun önemine binaen uzunca bir cevap hazırlandı.)

*“Açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç olabilir… Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar, batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Hakikat, İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu: Hayırlı işlerde yarışın."*
(Aliya İZZETBEGOVİÇ-1997 Tahran’da İKÖ Toplantısı)

*Kriz Dönemi ve Fırsatlar*

Baş edilmesi kolay olmayan, çoğu zaman ani gelen, yaygın ve yoğun problemlerle yüzleşmeye kriz denir. Osmanlıca’da kriz anlamına “buhran” kelimesi kullanılmıştır.

Kriz, beklenmeyen zamanda veya beklenmeyen miktarda sorunla muhatap olma durumu olduğu için her zamanki anlayışla, normal yaklaşımlarla, süregelen yönetim tarzıyla savuşturulamaz.

Krize ne kadar kısa zamanda müdahale edilirse doğacak hasar o kadar azaltılabilir, krizin etkisi sınırlandırılabilir. En kötü seçenek ise krizi yok saymak, oturup ağlamak ve ağıt yakmaktır. 

İnsanoğlu tarih boyunca çok büyük felaketlere, afetlere, savaşlara maruz kalmıştır. Çaresi olmayan dert, çözümsüz problem yoktur. Yeter ki problemler sağlıklı olarak tespit edilsin ve çözme iradesine, çabasına sahip olunsun.

*İyi yönetilen krizler fırsata dönüşür, bünyeyi güçlendirir, yenilenmeyi ve arızalardan kurtulmayı sağlar.*

Yaşadığımız süreç hemen hemen hepimizin hayatını tamamen değiştirdi ve hayatımızın akış mecrası farklılaştı. Öncelikli olarak özellikle yurtdışına çıkabilenler olarak artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını kabullenmemiz gerekiyor. " *Eski hãl muhãl, ya yeni hãl ya da izmihlal.* " sözü bir kez daha hükmünü icra ediyor.

Yeni geldiğimiz ülkeye entegrasyon, dil öğrenme, iş hayatı gibi konularla beraber belki de en esas meselemiz evlatlarımızı uygun bir şekilde yetiştirmek aslında. Hem gettolaşmaya gitmeden kendi değerlerimizi aktarabilmemiz hem de içinde bulduğu toplumla barışık bir şekilde büyütebilmemiz gerekmektedir.

Kader bizleri Türki Cumhuriyetler veya diğer İslam ülkeleri değil de cebri olarak demokratik batı ülkelerine  yönlendirdi. Bunun güneşin batıdan doğacağı veya İseviliğin tasaffi edip İslamiyete karşı terk-i silah edeceği hakikatleri ile ne kadar ilgili olduğunu bilemiyoruz ama bu konuda ümitvar olmanın da yanlış olmayacağını düşünüyoruz.

Bu süreçlerin ana aktörleri de hiç  şüphesiz batıda yetişen nesiller olacaktır. Hepimiz kendi ülkemizde yetiştiğimiz için az da olsa ülkemizdeki manevi hastalıkları kısmen taşıyoruz. Bu anlamda batının güzellikleri ve islami hakikatleri şahsında cem' eden bireylerin gerçekten altın nesil olacağına inanıyoruz. Çocuklarımızı yetiştirirken soruda geçen olumsuzluklara karşı tabii ki dikkatli olmakla beraber menfiliği engellemenin müspeti ikame etmekle olacağını unutmamalıyız. Sadece negatife karşı önlem almak bizi hem edilgen ve pasif duruma düşürür hem de hakikatlerimizin değerinin kendiliğinden geldiğini ve hiç bir görüşün zıttı olarak ortaya çıkmadığını görünmez kılar.

Çocuğumuza batıda gördüğü yanlışı bir sekilde anlatabiliriz. Ama aynı yanlışı  bir müslüman yapınca bu müslüman değil mi neden böyle  yapıyor diye sorabiliyorlar. Aksi taktirde o yapıyorsa ben de yapabilirim. Aynı din, aynı kültür diye düşünüp  etkilenmeleri daha kolay olabiliyor. Aslında bazı  açılardan  bakınca Türkiye'de çocuk yetiştirmek bira daha zor gibi. Hem bulunulan bölgede azınlık olmanın bireylerde birbirlerine ve değerlerine daha çok sahip çıkma duygularını tetiklediği de bir gerçeklik. Bu anlamda kendi çocuklarımız başta olmak üzere yurtdışında yetişen nesile umutla bakmamız gerekmektedir.

“Bizim” pek cok değerlermizin teorisi bizde, pratiği batıda diyebiliriz. Batı ahlakı ve değerleriyle yetişen müslüman nesillerin ülkemizdeki müslümanlara “bizim” değerlermizin gerçekte ne olduğunu tekrar yaşayarak anlatabilecek olması da ayrı bir güzellik ve de ironi belki de. “Bizim” değerlermizin yaşandığını zannettiğimiz toplulukların  istatistiklerine ve arkadaşlarımızın şu an kendi ülkemizde yaşadıklarına bakınca çocuklarımızın kendi ülkemizde değil de batıda büyüyecek olması önemli bir fırsat ve şans.

Sürecin ağırlığı, yoğun duygusallık ve bunun neden olduğu ölçüsüz tepkiler özellikle zihin dünyası, ahlakı, inançları yeni yeni şekillenen 18 yaş altı çocukları çok etkiliyor. Bizler bir taraftan bu çocukları Müslüman ahlakıyla yetiştirmeye ve batının bazı olumsuzluklarından uzak tutmaya çalışırken, öte yandan -farkında olmadan- her olay/haber, İslam ülkelerindeki kötü uygulamalar üzerinden örtülü şekilde Müslümanları ve İslam’ı kötülüyor olabiliriz.  Batılıların haklı olarak dürüstlüğünden, yardımseverliğinden, batı sisteminin işleyişinden vs bahsederken müslümanların  olumsuzluklarını öne çıkarmamız zihinlerde müslümanlara yönelik olumsuz düşünceleri yeşertebilir.

Bizim gayrı ihtiyari ve itinasız söylediğimiz sözler, tavırlarımız, tutumlarımız çocukların datalarına akıyor ve çocuklar İslam, Batı, Hristiyan, Müslüman kavramlarını o datalara göre şekillendiriyor. Kavramların içini bizden aldığı bilgiler, veriler, davranışlarla dolduruyorlar. Bu noktada hepimizin: “yaşadıklarımla ve anlattıklarımla, verdiğim örneklerle çocuğuma nasıl bir Müslüman profili çiziyorum?” diye düşünmesi ve çocuğunun zihin dünyasını nasıl etkilediğini sorgulaması lazım.

Özellikle vatanından göç etmek zorunda kalan, hayatı sıfırlanmış ailelerin çocuklarında “Müslüman” kimliğinin ve “İslami” bazı kavramların zulümlerde kullanmasından dolayı zaten mevcut Müslümanlara tepki var. Zira çocuklar hayatlarını onların çaldığını, aileyi onların parçaladığını, geleceğini onların kararttığını, anne veya babasını, yakınını onların hapsettiğini düşünüyor. Olayların oluşturduğu negatif “dindar” “Müslüman” “İslamcı” tablosuna bizim her vesileyle söyleyebileceğimiz  olumsuzlukları da eklersek bu çocuklarda din, İslam, müslümanlık namına olumlu bir şey kalmayabilir.

*Özellikle batıya zorunlu hicret etmiş olan aileler olarak çocuklarıyla muhatap olurken:*

Ülkemizdeki olumsuzluklara odaklanmak yerine ülkemizin ve insanımızın, medeniyetimizin güzelliklerinden bahsetmeliyiz. Münhasıran ideal Müslümanlardan, gerçek örnek hayatlardan, sahabeden bahsetmeliyiz ki mevcut Müslümanlardan doğan olumsuzlukları izale edebilsin. Batının güzelliklerini, faziletlerini takdir etmekle birlikte, kendi inanç ve kültürümüzün güzelliklerini de anlatmalı ve aktarmalıyız.

Çocukların sorduğu soruları ve sorgulamaları kafadan reddetmek, bastırmak yerine onlara ikna edici, makul izahlar getirmeliyiz. Genelde çocuklar anne babayı öğretmen, rehber olarak görmüyor, ebeveyn-çocuk ilişkisi öne çıkıyor. Bu nedenle evde örnek olma, hal ile etkileme olmalı, ama çocuklarımızı mutlaka ehil rehberlere, abilere-ablalara emanet etmeliyiz. Özellikle temel İslami itikadi, konularda kafa kalp tatminini sağlayacak  şekilde beslenmelerini sağlamalıyız.

Batıda yaşayan ailelerin çocukları için rehberlik bu çocukların okulda çevrede karşılaşabilecekleri olumsuzluklar dikkate alınarak hazırlanmalı, konular ona göre seçilmeli ve “medenilere galebe ikna iledir, icbar ile değildir” yolu tercih edilmelidir. İcbar, ilzam, baskı ile verilen eğitim, rehberlik kopuşlarla, keskin kırılmalarla sonuçlanabilir.

Batıda insan hakları ve demokratik değerler, birey ve hakları bütün eğitim sisteminin temeli. Bu değerler bazı ekstrem durumlar hariç çok büyük oranda İslam’la ve Kur’an’ın emirleriyle, Asrı Saadet uygulamalarıyla örtüşüyor. Çocuklarımıza İslam’ın gelenek ve görenek tarafından öte temel ilkelerini, esaslarını öğretmeli, Kur’ana, Hz Peygamberin hayatına dayalı bir İslam öğretmeliyiz. Vereceğimiz bilgiler ve eğitimle çocuklar Müslümanların Müslümanlıkla örtüşmeyen yanlarını görebilmeli ve bir yıkıma, inkısara maruz kalmamalılar. İdeal Müslümanlık ile mevcut Müslümanlar arasındaki farkı görebilmeliler.

Rehberlikte batıda yetişmiş ama İslami bilen ve yaşayan abi/abla modeli çok önemli diye düşünüyoruz.  Sadece Türkiye kafasıyla bu çocuklara model olmak ve ikna etmek mümkün görünmüyor. Ne edip yapıp bu modelin geliştirilmesi, desteklenmesi lazım. Bu sebeple rehberlerin batı düşüncesinden ve bunlara verilebilecek cevaplardan haberdar olması, fikri/zihni derinliğe sahip olması önemli. Buna matuf hem İslam’ı, hem batıyı bilen hocalarımız rehber kitaplar, broşürler hazırlayabilirler. Bunu başarabilen başka Müslüman toplumlar varsa örnek alabiliriz.

Batıda yaşayan, zorunlu olarak buralara göçen aileler olarak duygusal ve tepkisel davranmayı bırakıp akılcı ve kalıcı çözümler geliştirmeli, çocuklarımızın asimile olmadan entegre olabileceği modeller üzerine kafa yormalıyız. Geçici modundan, geri dönme beklentisinden kurtulup gerçeklerle yüzleşmeli ve hem kendimiz hem çocuklarımız için kalıcı tedbirler, çözümler geliştirmeliyiz.

*Bu çözümler için herkes kendi ülkesinde farklı yollar izleyebilir. Burda anahatlarıyla bahsedecek olursak:*

*1-* Öncelikle diaspora yaşadığımız gerçeği nazara alınarak fıkıhtan tutun, toplum hayatına bakan yönüyle içinde bulunduğumuz toplumun gerçeklerle barışık bazı yorumlara uzmanların tavsiyeleri ile ulaşmaya çalışmalıyız.  Aksi takdirde çocuklarımız  bu toplum ve değerleri ile sürekli çatışma halinde  olacaktır. Uzun vadede çocuklarımız dual-ikircikli bir hayata sürüklenecek ve ailelerinin değerleri ile içinde yaşadığı toplum değerleri karşı karşıya geldiğinde bir tercih yapmak zorunda kalacaktır ki bu tercih eğer içinde yaşadığı toplumla barışık bir tercih değilse bir tarafta gettolaşma diğer tarafta ailesiyle çatışmaya varacak sonuçlar doğuracaktır.

*2-* Kritik akıl sınırlandırılmamalı ve değerler üzerinden kendi değerlerimiz, bunların hayata nasıl geçirilebileceği gibi konular aileler içerisinde müzakere suretinde konuşularak çocuklarımızın da kanaatleri alınarak ailecek bir kollektif akıl oluşturmalıyız. Unutulmamalı ki buradaki eğitim  sistemi öğretmeden ziyade tecrübe ve bir şekilde öğrenme üzerine kurulu ve bu sistem her aşamada kişiyi sorgulamaya yöneltiyor.

*3-* İbadetin şekli, yönü  ve kültürel rituellerden ziyade öncelikle değerler üzerinden dinimiz anlatılmalı ve bir şeyin güzelliği anlatılırken  başka şeyleri kötülemekten kaçınmalıyız. Bediüzzaman Hz.'lerinin müslüman fıtratı  üzerine yaşayan gayrimüslimleri anlatımı hatırlanabilir. Bu noktada değerlerimizin güzelliğine bahsedip bu toplumların bizim değerlerimizi en güzel şekilde yaşadıkları üzerinde durulabilir. Çocuklarımızın diğer din veya kültürlerle karşılaştırma yapmaları yerine, kendi dinine güven aşılamalıyız. Ancak bu yaş grubuna göre değişik örnek ve nüanslara dikkat edilerek yapılmalıdır. İslami güzelliklerin anlatımı için  diğer inançların kötülemeye ihtiyaç duymamalıyız.

*4-* Çocuklarımıza  farklılıkların kötü değil bir zenginlik olduğunu anlatmak gerekiyor. Ve bu yüzden bizim gibi düşünmeyen, inanmayan, yaşamayan insanlara karşı saygı meselesi üzerinde durulmalı. Saygı görmek için saygı duyma gerekliliği anlatılmalı. Çocuklarımıza biz ve onlar  diye çatışmacı  bir yaklaşım çizmemeliyiz.

*5-* Aktif vatandaşlık kavramı üzerinde durup, çocuklarımızın önüne rol model olabilecek müslüman profiller çıkarılmalı ve gençlerimizin toplumsal çalışmalara müslüman kimlikleri ile katılmasını  teşvik etmeliyiz. (Enesj KANTER, Muhammed Salah gibi popüler örnekler de kullanılabilir.)

*6-* Diğer müslüman toplulukları önyargılı bir şekilde aynı  torbaya koyup ötekileştiren yaklaşımlara uzak durmalı ve başarılı, hayata entegre olmuş topluluk ve kişilerle ortak projeler oluşturulmalı,  gençlerimize bu gruplarla ve özellikle klüp faaliyeti gibi alanlarda ortak çalışma zeminleri oluşturmaya gayret etmeliyiz.

*7-* Bireyselliğin  bu toplumdaki yeri nazara alınarak,  çocuklarımıza  kontrol yaklaşımından ziyade rehberlik (mentörlük) tipi bir yaklaşım geliştirmeli ve onların insiyatif almaları teşvik edilmeli. Yanlış yaptıklarını düşündüğümüz yerlerde konular müzakere edilerek kendilerinin bu konularda düzeltme/geliştirme yapmalarını temin etmeliyiz.

*8-* Ebeveynler olarak  çocuklarımızın duyacağı şekilde ve yeri geldiğince      " *İnşallah bu toplum için faydalı ,örnek bir müslüman olursunuz ve islamı insanlara sevdirirsiniz.* " diye dua edebiliriz. Amacımız  çocuklarımızın bilinçaltına bu düşüncenin yerleşmesi ve onlar için bunun bir hedef olmasını sağlamak olmalıdır.

*9-* Bulunduğumuz topluma yabancı kalmak istemiyorsak kültürlerini ve değer yargılarını öğrenmeli ve çocuklarımıza da öğretmeliyiz. Çocuklarımızla beraber yaşadığımız bölgedeki kültürel ve dini faaliyetlere katılabilir, katılmadan önce ve sonra  bu olayın bizcesi hakkında çocuklarla müzakere edebiliriz.

*10-* Genel olarak çocuklarımızla konuşurken hem ülkemiz hem de batı ile alakalı hüsnü zan ve şükür endeksli bir üslup takınmalıyız.

*11-* Taptuk Emre'nin dediği gibi *"Hikaye etmekte şikayettir  Yunus'um"* düsturuyla olumlu projelere bir an önce yönelip, destek verip, katılmamız gerekmektedir. Heyecan yorgunluğu ve özgüven kaybı bu konuda en çok önümüze çıkan engeller. Yok, yok olana yardımcı olamaz, ancak kendimiz olarak var olarak çocuklarımıza bir şeyler verebiliriz. Çocuklarımızın tutunabileceği projeler geliştirmemiz lazım.

*12-* Çocuklar herhangi bir  meseleyi sorguladığı  zamanlar çocuklarımızı  eleştirmeden  ve yargılamadan  dinlemeliyiz. Bizimle rahatlıkla düşüncelerini paylaşabilecekleri zeminler oluşturulmalı  ve düşüncelerini otoriter bir üslup yerine uzlaşmacı bir tarzda müzakere ederek ifade etmelerini sağlamalıyız. Anlayacakları  şekilde onlara cevap verilmeli. Ayrıca batı kültürü ve doğu kültürü arasındaki farkı da anlatmalıyız. Doğu kültürünün daha çok collectivism ve duygusallık  üzerine gelişmiş olduğu,  batı kültürünün ise daha çok akılcılık ve bireyselliklik üzerine oturduğu nazara alınarak.  Bu ikisinin birbirini tamamladığı ve birbirinin rakibi veya düşmanı olmadığını ifade etmeliyiz.

*13-* Bazı yanlışlara düşmemenin temel yolu bazen o yanlışları bilmektir. Batıda büyüyüp ailelerinin yanlış tutumları yüzünden islamiyeti terk eden bireylerin yaşadıklarını anlatan kitaplar bu konuda incelenebilir.

*14-* Ailenin dini konularda çocuğa baskı yapmadan rol model olarak sevdirebilmesi, içinde bulunduğu kültürü kötülemeden onu bir birey olarak topluma kazandırmaya çalışması, sevgi ve hoşgörü ortamı olan bir ailede yetişmesi, hizmet içerisinde ve de bir vizyona sahip olması çocuklarımız için koruyucu ve önleyici faktörler olacaktır.

Bu sorudaki çekinceleri de baz alarak çocuklarımıza rehberlik etmeli ve rehberlik edecek kişilerle biraraya getirmeliyiz.
Çekirdekten çınara misali  *"Değerler Paneli"* üzerinden ilerlememiz gerekiyor. 
Hedefimiz özellikle burda doğan veya burda büyüyecek olan  cocuklar için, değerlerimizin hissetirilmesidir. Kalp kafa izdivacının gerçekleşmesi ve bu değerlerin gönül dünyalarına kodlanmasıdır. Niyetimiz sadece bir işitmeden ve kulak dolgunluğundan  ibaret olmaması gerekir. Sırf Sözel olarak 'bizim değerlerimiz bunlar' deyip yetinilmemesidir. Ve bunların hepsini uygularlarken (tüm pedagojik koordinatları göz önünde bulundurarak) mutlaka gençler ile ilgili meselelerden haberdar olmak ve onlar gibi bizimde bu halimizle *cool* olabileceğimizi göstermek gerekir.

Çocuklar ile fikir atölyeleri düzenleyip öz değerlerimizi zihinlerinde harmanlamalarını sağlayabiliriz. Bu değerleri yineleyip hiç bilmeyen birine anlatabilecek ve savunabilecek duruma gelmelerini temin edebiliriz. Bir kereye mahsus olan fikir atölyeleri yerine daimi süren atölyeler ile.
Farklı konu başlıkları ve temalar ile, güncel konuları takip ederek...

Bulunduğumuz beldedeki  aileler olarak yuvarlak masa oluşturabiliriz. Ya da eğitim parkuru tarzında daha uzun soluklu ve yıllık  bazda çalışmalar yapabiliriz. Bunlar aslında bildiğimiz ve daha önce  başarıyla yaptığımız çalışmalar.  Zaman ilerliyor. İnanıyoruz ki bu durumun zaman kaybetme lüksü yok.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*ü

Olaylar değil seni üzen, düşüncelerin seni üzüyor.

*SORU:*

Bazı sıkıntılara katlanalım nazlanmayalım şükredelim dedikçe kendi içimizde ve çevremiz tarafından da değersizleştirildiğimizi hissediyorum. Kamptan çıkacağımız zaman "inşallah heim değil ev olur “dediğimde Almanya’ya seneler önce gelip kendi yaşamını kurmuş olan öz abim "çok abartıyorsun, önce kamptan çıkmaya bak, şükret sonra heim da olsa ne fark eder” demişti. O an alınganlık yaptığımı düşündüm. Ama su an dikkat ediyorum biz tevazu gösterip azla yetindikçe insanlar da bize bu şekilde davranıyor. Evime ziyarete gelen insanlar bazı eşyalar getirmeye çalışıyorlar sağ olsunlar fakat 3 yaşındaki kızıma kendi çocuklarının kullanılmış oyuncağı yerine birkaç Euro luk yeni bir şey alacak inceliği göstermelerini bekliyorum insani açıdan. Dini yayınlar okuyup kendimi yenilemeye çalışsam, malla canla imtihan olacağımızı biliyor olsam da Allah’ın katındaki değerimiz bu muydu diye soruyorum her defasında.

*CEVAP:*

“ *Olaylar değil seni üzen, düşüncelerin seni üzüyor.* ”

Sorunuzun dini ve itikadi boyutları da var. Ancak biz daha çok işin psikolojik boyutu üzerinde durmaya çalışacağız.

Hepimiz zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşarız. Bu sıkıntı bazen başımıza gelen olumsuz olaylara bir tepki olarak ortaya çıkar. Ancak söz konusu sıkıntının önemli bir kaynağı olayın kendisi ise başka bir kaynağı da duruma ne şekilde baktığımız, olayları ne şekilde algıladığımız yani olaylara olan bakış açımızdır.

Hayata bazen olumlu bazen de olumsuz açıdan bakarız. Söz konusu bakış açımız, baktığımız yerde ne gördüğümüzü etkileyen önemli bir etkendir. İçinde bulunduğumuz koşulların olumlu mu olumsuz mu olduğu tabii ki önemlidir. Ancak çeşitli durumların olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunu belirlerken kullanabileceğimiz tek veri değildir. Çünkü olaylara, durumlara ve genel olarak hayata ne açıdan baktığımız da orada ne gördüğümüzü etkiler. Bu verileri değerlendiren, çevremizdeki olayları, durumları yorumlayan, onları anlamamızı sağlayan ve bakış açımızı oluşturan beynimiz, ya da daha genel olarak bilişşel sistemimizdir. Bilişsel sistemimiz, şimdiye kadar deneyimlediklerimizden oluşturduğumuz kalıp veya otomatik bir takım düşünceler içerir.

Çoğumuz ne hissettiğimize pek dikkat etmeyiz. Kendimize bu tepkilerimizin nereden geldiğini de sormayız. Çoğu zaman neredeyse farkında olmadan, otomatik olarak gelen düşüncelerimizin kontrolü tamamen ele geçirmesine izin veririz.

Olayların değil düşüncelerin bizi üzdüğü fikri, herhangi bir olaya üzülmememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Sevdiğiniz birini kaybettiğinizde üzülmeniz normaldir. İşten kovulduğunuzda, boşandığınızda, ne zamandır beklediğiniz bir şey gerçekleşmediğinde üzülmenizin çok normal olması gibi. Bu, düşüncelerinizi değiştirin ve üzülmeyin demek değil. Burada anlatmak istediğimiz; olayların değil, olayları nasıl algıladığımızın bizim duygularımızı belirlediğidir. Kayıp, ayrılık gibi durumlarda üzüntü, doğum, kazanç gibi konularda mutluluk duymak normalken, bazen algılarımız dış dünyada olanı bize çarptırarak ulaştırırlar ve bu sefer asıl olaylarla uyumsuz duygular içerisine gireriz.

Olayları ve durumları yorumlayan bilişsel sistemimiz her an en doğru ve en gerçekçi yorumu yapmıyor olabilir. Bazen beynimiz de hata yapar. Herhangi bir durumu veya olayı yorumlamamızı sağlayan bilişsel sistemimiz zaman zaman duruma ilişkin ipuçlarını gerçekte olduğundan farklı değerlendirip, algılayabilir.

Bilişsel sistemimiz mükemmel değildir. Zaman zaman yorumlama hataları yapabilir. Tüm bunların üzerine bir de içinde bulunduğumuz duygu durumunun verileri eklenince bazı durumlarda somut koşulları yeterince objektif değerlendirememek oldukça doğaldır. Aşağıda bu türden olumsuz düşüncelerle ilgili örnekler verilmiştir.

*Düşünce Hataları:*

* *Ya hep ya hiç tarzı düşünme:* Olaylara, keskin ve siyah beyaz kategorilere ayırarak bakarsınız. Eğer sizinki tam bir başarı öyküsü değilse, işe yaramazsınızdır.

* *Aşırı genelleme:* Tek bir olumsuz olayı asla sonu gelmeyecek bir yenilgi örüntüsü olarak görürsünüz, “Her zaman aynı şey oluyor’’, “Asla düzeltemeyeceğim’’.

* *Zihinsel filtreleme:* Bu suya damlayan ve suya rengini veren bir damla mürekkebe benzer. Yaptığınız bir hata gibi olumsuz bir ayrıntı üzerinde durur, yaptığınız tüm diğer şeyleri görmezden gelirsiniz.

* *Olumluyu yok sayma:* Başarılarınız ve olumlu niteliklerinizi hesaba katmamakta ısrar edersiniz.

* *Keyfi çıkarsama:* Gerçekler tarafından desteklenmeyen sonuçlar çıkarırsınız.

Bu çarpıtmanın iki türü vardır:
- *Zihin okuma:* İnsanların korkunç şekilde yargılayıcı olduğu ve size tepeden baktığını düşünürsünüz.

- *Falcılık* : Kendinize yakında korkunç bir şey olacağını söylersiniz: ‘’Haftaya sınavda kesin başarısız olacağım’’

* *Büyütme ve küçültme:* Olayları abartır ya da önemlerini küçümsersiniz. Bu, aynı zamanda “dürbün etkisi” olarak tanımlanır. Dürbünün bir tarafından baktığınız zaman, bütün eksiklikleriniz Everest Dağı kadar büyükmüş gibi görünür. Diğer tarafından baktığınızda ise, tüm güçlü yanlarınız olumlu nitelikleriniz neredeyse bir hiçe indirgenir.

* *Duygusal çıkarsama:* Nasıl hissettiğinizden hareketle durumları açıklarsınız. Örneğin “Kaygılı hissediyorum, öyleyse gerçekten tehlikede olmalıyım’’. Ya da “Umutsuz hissediyorum, öyleyse gerçekten durumum umutsuz’’.

* - *meli –malı cümleleri:* Kendinizi ve diğer insanları “-meli –malı, zorunda, gerekli” gibi ifadeler kullanarak eleştirirsiniz. Örneğin, “Böyle utanmamalı ve gergin hissetmemeliyim.”

* *Etiketleme:* Tek bir hata ya da eksikliğinizi tüm kimliğinize genellersiniz. “Hata yaptım’’ demek yerine, kendinizi “umutsuz vaka’’ olarak etiketlersiniz. Bu aşırı genellemenin uç bir görüntüsüdür.

* *Suçlama:* Sorunun nedenini saptamak yerine, suçlamayı seçersiniz. Suçlamanın iki temel örüntüsü vardır.
- *Kendini suçlama:* Kendinizi sorumlu olmadığınız bir şey için suçlarsınız, ya da hata yaptığınızda kendinizi acımasızca cezalandırırsınız.
- *Başkasını suçlama:* Diğerlerini suçlar ve sorundaki kendi rolünüzü inkar edersiniz.

Bu çarpıtmalardan herhangi birisini yaptığınızı fark ediyor musunuz? Eğer çarpıtılmış bu düşünceler size tanıdık geliyorsa bu çok güzel bir haber. Çünkü aşağıdaki teknikleri kullanmaya başladıkça nasıl düşündüğünüzü değiştirip, nasıl hissettiğinizi de değiştirebileceksiniz.

*DURUM-DÜŞÜNCE-DUYGU-DAVRANIŞ*

Düşünce, duygu ve davranışlarımız bir bütün halindedir. Her biri bir diğerini etkiler. Olumsuz bir duygu durumu içerisinde olduğumuzda aklımızdan geçen olumsuz düşünceler moralimizin daha da bozulmasına neden olur. Moralimizin bozulması ise çoğunlukla durumu düzeltmeye yarayacak yapıcı davranışlar yerine canımızı sıkan ve durumu bizim için daha da zorlaştıracak davranışlar içine girmemize neden olabilir. Ortaya koyduğumuz olumsuz davranışlar bazen olumsuz olayların başımıza gelmesine de neden olabilir.

Aksine yaşanan bir durum hakkında alternatif düşünceler üretmek aynı durumu daha gerçekçi değerlendirmeye ve yapıcı davranışlar üretmeye yardımcı oluyor. Bu var olan durumun daha somut ve nesnel bir değerlendirmesini yapmaktır. Yani bir anlamda resmin tamamını görebilmek için çaba sarfetmektir. Çünkü, yoğun duygular içerisinde olduğumuzda nesnel değerlendirme yapamadığımız zamanlar olabilir, var olan durumu olduğundan çok daha abartılı olarak yorumluyor olabiliriz. Sorunuzda vermiş olduğunuz bir örneği ele alacak olursak, sizi ziyarete gelen insanların, size yardım etme düşüncesiyle bazı eşyalar getirdiklerini ama çocuğunuz için çocuklarının kullanılmış oyuncaklarını getirdiklerini ifade ederken, aslında güzel bir resmin (yardım etme düşüncesinin ve edilen yardımın) tamamını görmezden gelip, resimdeki eksik bir noktaya (kullanılmış oyuncak getirilmesine) odaklanarak somut, nesnel, yapıcı bir değerlendirme yapmamış olabileceğinizi hiç düşündünüz mü?

Olumsuz hissettiğimiz anlarda aşağıdaki yöntemler işimize yarayabilir:

*DUYGUYU BELİRLEMEK*
İçinde bulunduğumuz duygu durumunu belirlemeye çalışmak. “Öfkeli veya üzüntülü müyüm?” “Yoğun bir kaygı mı yaşıyorum?” Bunun için egzersizler yapmak çok önemli. Herşeyden bağımsız sadece o ana inerek o duyguyu belirlemek, farkındalık sağlamak, olumsuz düşüncelerden kurtulmak için en büyük adımlardan biridir.

*DÜŞÜNCELERİ KAYDETMEK*
Olumsuz düşünceleri mümkün olduğu kadar çabuk bir kenara yazmak genellikle işe yarar. Çünkü zaman geçtiğinde unutulma olasılıkları yüksektir.
“O anda aklımdan neler geçiyordu?” Durumun tanımını yapmak olumsuz düşünceleri hatırlamakta çoğunlukla işe yarar. “O anda neredeydim?” “Ne yapıyordum?” “Yanımda kim(ler) vardı? Bu insan(lar) benim için ne ifade ediyor?”

*SORGULAMAK*
Düşüncelerin gerçekçiliğini sorgulama aşamasıdır. “Bu düşündüklerim ne kadar gerçekçi?” “Böyle düşünmek bana ne katıyor?” “Bana yararlı düşünceler mi yoksa daha olumsuz hissetmeme mi yol açıyorlar?”

*ALTERNATİF DÜŞÜNCE GELİŞTİRMEK*
Daha gerçekçi, yararlı ve duruma uygun düşünceler bulmak. “Daha keyifli olduğum bir anda ne düşünürdüm?” “Güvendiğim bir arkadaşıma bu düşüncemi söylesem bana ne derdi?” “Aynı şeyi sevdiğim bir arkadaşım bana anlatsa ona ne derdim?” “Ne tür düşünce hataları yapıyorum?”

Dinimiz de bir yönüyle insanın düşünme şeklinin ve olayları değerlendirmesinin önemi üzerinde durmuştur. Dinimizde tefe'ül (yani olayları hayra yorma, uğurlu görme) caiz görülürken, teşe'üm (yani olayları şerre yorma, uğursuz görme) ise yasaklanmıştır. Demek ki düşüncelerimizin hayatımız üzerinde olumlu ve olumsuz bir takım etkileri söz konusu ki, dinimiz bizi olumsuz etkilerden koruma adına teşe'ümü yasak etmiştir.

“Eğer ne düşünüyorsak oyuz” sözü doğru ise; haydi mutlu ve hayatından memnun biri olmamıza yardım edecek düşüncelere izin verelim.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

DİNDAR İNSANLARIN PSİKOLOĞA İHTİYACI OLUR MU?* "İnançlı bir insanın psikoloğa ihtiyacı yoktur" gibi bir kanaat var. Psikoloğa gitmek de "deli doktoru"na gitmek gibi algılanıyor...

Halk arasından "İnançlı bir insanın psikoloğa ihtiyacı yoktur." diye çok yaygın bir düşünce bulunmakta ve bu nedenle psikoloğa gidiyor olmak, psikolojik danışma hizmeti almak istemek "deli doktoruna" gitmek olarak alaycı ve aşağılayıcılıkla karşılanmaktadır.
Peki gerçekten durum böyle mi?
İnanan bir insanın psikolojik dengesi bozulmaz mı? Maalesef, İslam topluluklarında genel yaygın bir kanaat ile psikoloji bilimi aşağılanmış, hafife alınmış, psikolojik sorunlar yaşıyor olmayı inançsızlıkla eşit tutulmak gibi büyük bir gaflet içine düşülmüştür. Halbuki inanan insanda insandır ve inanan insanın da bazen ruhunun kaldıramayacağı derecede bunalımlar yaşadığı olur. Ve hatta daha da ötesi, inanan insanın problemleri inançsız bir insanın problemlerinden daha çok olabilir.

İnanan insan belli kurallar içinde yaşamaya and içmiştir. Ve bir ömür boyu o kurallarla yaşamak, çizgi dışına çıkmamak için ciddi gayret sarf eder. Hiç beklemediği bir anda çok güvendiği bir arkadaşından ihanete uğrar ama kin tutmamak için kendini, nefsini, egosunu yenmek için çabalar... Etrafındakiler yalan ile iş görmeyi bir yetenek haline getirmiştir ama o yalana bulaşmamaya yeminlidir. Oturup kalktıkları kişiler gece alemde, gündüz stres atmak için denizdedir, inanan insan yanılıp da bir kahkaha atsa, ardından "estağfirullah" diyerek hep hüzün halini korumaya çalışır...

Ve inanan insan koca bir ömrünü dünyadan gam almak için değil bir bilinmeyeni ve bir "gayb"ı beklemekle geçirir...İşte bu nedenledir ki, inançlı insanın tarifinde "kabz" ve "bast" halinden bahsedilir. Yani bazen öyle neşeli ve öyle coşkuludur ki, sanki cennetin kapıları açılmış ve cennet kokularını solukluyor gibi coşkuludur... Ve bazen de sanki ruhunda cehennem zebanileri canını daha dünyada iken alıyor gibi bunalımlıdır...Bütün bunların yanı sıra birtakım psikolojik rahatsızlıklar vardır ki (şizofreni gibi) genetik olarak nesilden nesle aktarılır.

Yaşanmış bir travmanın insan beyninde oluşturduğu kimyasal tahribatın da inanç ya da inançsızlıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Daha da ötesinde, yaşanmış birtakım acı olaylar, sadece yaşandığı ile kalmaz, beyinde birtakım tahribatlara yol açabilir. Örneğin bir anne yolda yürürken, elinden tuttuğu çocuğuna birden bir araba çarptığını görse ve kanlar içinde ölümünün şahitliğini yaşamış olsa, böylesi bir annenin sırf inanıyor olmasından dolayı ertesi gün her şeyin yolunda gitmesini beklemek insan tabiatına aykırıdır.

Eskiden manevi önderler vardı. İşte bu gerçeğin çok ciddiye alınması ile İslam toplumları kendi dönemlerinde psikolojiyi hiç de hafife almamış, bir inanan insanın ruhunda yaşadığı bunca gel-gitlere tarikat önderleri, şeyhler, dedeler gibi toplum önderleri sahip çıkmış ve bugünkü psikolojinin temel uğraş sahası ile bizzat kendileri meşgul olmuşlardır. Böylece hem insanların dertlerine derman olmak için ciddi fedakarlıklarda bulunmuşlar ve hem de derman arayan insanlara iman telkin etmişlerdi. Bu açıdan değerlendirildiğinde, gerek Osmanlı'da ve gerek diğer Müslüman ülkelerde ciddi psikolojik sorunların yaşanmamasının nedeni insanların o dönemde daha inançlı olmasından değil, aksine bizzat o dönemde insan ruhu ile ilgilenen, insanı ciddiye alan doğal psikologların, manevi önderlerin görev yapıyor olmasından kaynaklanıyor.
Günümüzde "psikolog misikolog nedir, eskiden böyle bir şey mi vardı?" diye psikoloji bilimi ve onunla birlikte insan ruhunun hafife alınması ciddi bir bilgisizlik ve talihsizliktir. Maalesef, yirmi birinci yüzyılda Müslüman ülkeler psikoloji biliminde ilerleme kaydedememiş, teoriler geliştirememiş, insan ruhunun yaşayacağı sorunları görmezden gelerek ve hatta psikolojik sorun yaşamayı ciddi bir imani zafiyet olarak görerek hata yapmıştır.

Avrupa'da bile bu ilimle ilk uğraşan insanlar din adamları olmuştur. Sonrasında insan davranışları laboratuvar ortamında incelenerek bilimsel yönü ağırlık kazanmıştır. Yani psikolojisi bozulan insanın bilimsel testler hatta bazen kimyasal analizler ile hasta olduğu ispat edilmektedir. Hatta bu psikolojik hastalıklar fizyolojik hastalıklara da yol açmaktadır. Asıl problem olan psikolojik rahatsızlıklar giderilemediği zaman fizyolojik rahatsızlıklar da çözülememektedir. Psikolojik rahatsızlıklar günümüzde tıp ile birlikte ele alınmakta ilaç, psikoterapi, ve diğer yöntemler kullanılarak insan hayatının kalitesi ve devamı sağlanmaktadır. Gelişmemiş toplumlarda psikolojinin görevini büyücüler veya din adamları doldurmaya çalışmaktadır. Bu bilimin varlığını ve faydasını kabul etmek her insanın kendi medeniliği  ve bilimsel bilgiye ne kadar yakın olduğu ile doğrudan ilgilidir.

Peygamber Efendimiz her türlü hastalıkta bilimsel çözümlere işaret etmiş ve ashabını da buna yönlendirmiştir. Hasta olana doktor tavsiye etmiş, hurma yetiştiriciliği ile ilgili soruları ehline yönlendirmiştir. İnsanlar geçmişe göre çok karmaşık bir hayatın içindeler. Geçmişte sorun olmayan pek çok şey şimdi ciddi sorunlardır. Psikolojik rahatsızlıklar boyutunda olmasa bile her aile ve çocuğun bir sürü sorunları vardır. Ve hastalık boyutunda olmayan bu sorunlar için en önemli uzmanlar Psikolojik Danışmanlar'dır. Mesela hiperaktif bir çocuk 1980'de Türkiye'de Amasya'da  yaşıyor olsa, zaten tek televizyon kanalı onu fazla olumsuz etkilemeyecek, tablet, bilgisayar ve telefon zaten yok. Abur cubur bakkalda bile satılmıyor. En fazla bisküvi  var. Yaşı küçük bile olsa fiziksel aktiviteler ve işler çok fazla. Sokak oyunları çocuklar için çok yaygın. Beslenme büyük oranda doğal, hatta çoğu organik. Sosyal ilişkiler daha canlı. Bu çocuk okulda biraz farklı olduğu hissedilse bile büyük oranda sorunlar minimizedir. Günümüzde ise hiperaktif bir çocuğun problemini en üst seviyeye çıkaracak bir yaşam şekli hakimdir. Bu çocuk ve ailesi ciddi bir psikolojik destek almaz ise hem kendisi  hemde çevresi için ciddi bir problem kaynağı olacaktır. Toplum boşluk kabul etmez. İnsanların psikolojik sorunlarına bilimsel destek imkanları sağlıklı sunulmaz ise bu boşluğu şarlatanlar doldurur. Herkese hem fizyolojik hem psikolojik sağlıklı ve mutlu günler diliyoruz.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

30 Mayıs 2019 Perşembe

Bazı sıkıntılara katlanalım nazlanmayalım şükredelim dedikçe kendi içimizde ve çevremiz tarafından da değersizleştirildiğimizi hissediyorum.

*SORU:*

Bazı sıkıntılara katlanalım nazlanmayalım şükredelim dedikçe kendi içimizde ve çevremiz tarafından da değersizleştirildiğimizi hissediyorum. Kamptan çıkacağımız zaman "inşallah heim değil ev olur “dediğimde Almanya’ya seneler önce gelip kendi yaşamını kurmuş olan öz abim "çok abartıyorsun, önce kamptan çıkmaya bak, şükret sonra heim da olsa ne fark eder” demişti. O an alınganlık yaptığımı düşündüm. Ama su an dikkat ediyorum biz tevazu gösterip azla yetindikçe insanlar da bize bu şekilde davranıyor. Evime ziyarete gelen insanlar bazı eşyalar getirmeye çalışıyorlar sağ olsunlar fakat 3 yaşındaki kızıma kendi çocuklarının kullanılmış oyuncağı yerine birkaç Euro luk yeni bir şey alacak inceliği göstermelerini bekliyorum insani açıdan. Dini yayınlar okuyup kendimi yenilemeye çalışsam, malla canla imtihan olacağımızı biliyor olsam da Allah’ın katındaki değerimiz bu muydu diye soruyorum her defasında.

*CEVAP:*

“ *Olaylar değil seni üzen, düşüncelerin seni üzüyor.* ”

Sorunuzun dini ve itikadi boyutları da var. Ancak biz daha çok işin psikolojik boyutu üzerinde durmaya çalışacağız.

Hepimiz zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşarız. Bu sıkıntı bazen başımıza gelen olumsuz olaylara bir tepki olarak ortaya çıkar. Ancak söz konusu sıkıntının önemli bir kaynağı olayın kendisi ise başka bir kaynağı da duruma ne şekilde baktığımız, olayları ne şekilde algıladığımız yani olaylara olan bakış açımızdır.

Hayata bazen olumlu bazen de olumsuz açıdan bakarız. Söz konusu bakış açımız, baktığımız yerde ne gördüğümüzü etkileyen önemli bir etkendir. İçinde bulunduğumuz koşulların olumlu mu olumsuz mu olduğu tabii ki önemlidir. Ancak çeşitli durumların olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunu belirlerken kullanabileceğimiz tek veri değildir. Çünkü olaylara, durumlara ve genel olarak hayata ne açıdan baktığımız da orada ne gördüğümüzü etkiler. Bu verileri değerlendiren, çevremizdeki olayları, durumları yorumlayan, onları anlamamızı sağlayan ve bakış açımızı oluşturan beynimiz, ya da daha genel olarak bilişşel sistemimizdir. Bilişsel sistemimiz, şimdiye kadar deneyimlediklerimizden oluşturduğumuz kalıp veya otomatik bir takım düşünceler içerir.

Çoğumuz ne hissettiğimize pek dikkat etmeyiz. Kendimize bu tepkilerimizin nereden geldiğini de sormayız. Çoğu zaman neredeyse farkında olmadan, otomatik olarak gelen düşüncelerimizin kontrolü tamamen ele geçirmesine izin veririz.

Olayların değil düşüncelerin bizi üzdüğü fikri, herhangi bir olaya üzülmememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Sevdiğiniz birini kaybettiğinizde üzülmeniz normaldir. İşten kovulduğunuzda, boşandığınızda, ne zamandır beklediğiniz bir şey gerçekleşmediğinde üzülmenizin çok normal olması gibi. Bu, düşüncelerinizi değiştirin ve üzülmeyin demek değil. Burada anlatmak istediğimiz; olayların değil, olayları nasıl algıladığımızın bizim duygularımızı belirlediğidir. Kayıp, ayrılık gibi durumlarda üzüntü, doğum, kazanç gibi konularda mutluluk duymak normalken, bazen algılarımız dış dünyada olanı bize çarptırarak ulaştırırlar ve bu sefer asıl olaylarla uyumsuz duygular içerisine gireriz.

Olayları ve durumları yorumlayan bilişsel sistemimiz her an en doğru ve en gerçekçi yorumu yapmıyor olabilir. Bazen beynimiz de hata yapar. Herhangi bir durumu veya olayı yorumlamamızı sağlayan bilişsel sistemimiz zaman zaman duruma ilişkin ipuçlarını gerçekte olduğundan farklı değerlendirip, algılayabilir.

Bilişsel sistemimiz mükemmel değildir. Zaman zaman yorumlama hataları yapabilir. Tüm bunların üzerine bir de içinde bulunduğumuz duygu durumunun verileri eklenince bazı durumlarda somut koşulları yeterince objektif değerlendirememek oldukça doğaldır. Aşağıda bu türden olumsuz düşüncelerle ilgili örnekler verilmiştir.

*Düşünce Hataları:*

* *Ya hep ya hiç tarzı düşünme:* Olaylara, keskin ve siyah beyaz kategorilere ayırarak bakarsınız. Eğer sizinki tam bir başarı öyküsü değilse, işe yaramazsınızdır.

* *Aşırı genelleme:* Tek bir olumsuz olayı asla sonu gelmeyecek bir yenilgi örüntüsü olarak görürsünüz, “Her zaman aynı şey oluyor’’, “Asla düzeltemeyeceğim’’.

* *Zihinsel filtreleme:* Bu suya damlayan ve suya rengini veren bir damla mürekkebe benzer. Yaptığınız bir hata gibi olumsuz bir ayrıntı üzerinde durur, yaptığınız tüm diğer şeyleri görmezden gelirsiniz.

* *Olumluyu yok sayma:* Başarılarınız ve olumlu niteliklerinizi hesaba katmamakta ısrar edersiniz.

* *Keyfi çıkarsama:* Gerçekler tarafından desteklenmeyen sonuçlar çıkarırsınız.

Bu çarpıtmanın iki türü vardır:
- *Zihin okuma:* İnsanların korkunç şekilde yargılayıcı olduğu ve size tepeden baktığını düşünürsünüz.

- *Falcılık* : Kendinize yakında korkunç bir şey olacağını söylersiniz: ‘’Haftaya sınavda kesin başarısız olacağım’’

* *Büyütme ve küçültme:* Olayları abartır ya da önemlerini küçümsersiniz. Bu, aynı zamanda “dürbün etkisi” olarak tanımlanır. Dürbünün bir tarafından baktığınız zaman, bütün eksiklikleriniz Everest Dağı kadar büyükmüş gibi görünür. Diğer tarafından baktığınızda ise, tüm güçlü yanlarınız olumlu nitelikleriniz neredeyse bir hiçe indirgenir.

* *Duygusal çıkarsama:* Nasıl hissettiğinizden hareketle durumları açıklarsınız. Örneğin “Kaygılı hissediyorum, öyleyse gerçekten tehlikede olmalıyım’’. Ya da “Umutsuz hissediyorum, öyleyse gerçekten durumum umutsuz’’.

* - *meli –malı cümleleri:* Kendinizi ve diğer insanları “-meli –malı, zorunda, gerekli” gibi ifadeler kullanarak eleştirirsiniz. Örneğin, “Böyle utanmamalı ve gergin hissetmemeliyim.”

* *Etiketleme:* Tek bir hata ya da eksikliğinizi tüm kimliğinize genellersiniz. “Hata yaptım’’ demek yerine, kendinizi “umutsuz vaka’’ olarak etiketlersiniz. Bu aşırı genellemenin uç bir görüntüsüdür.

* *Suçlama:* Sorunun nedenini saptamak yerine, suçlamayı seçersiniz. Suçlamanın iki temel örüntüsü vardır.
- *Kendini suçlama:* Kendinizi sorumlu olmadığınız bir şey için suçlarsınız, ya da hata yaptığınızda kendinizi acımasızca cezalandırırsınız.
- *Başkasını suçlama:* Diğerlerini suçlar ve sorundaki kendi rolünüzü inkar edersiniz.

Bu çarpıtmalardan herhangi birisini yaptığınızı fark ediyor musunuz? Eğer çarpıtılmış bu düşünceler size tanıdık geliyorsa bu çok güzel bir haber. Çünkü aşağıdaki teknikleri kullanmaya başladıkça nasıl düşündüğünüzü değiştirip, nasıl hissettiğinizi de değiştirebileceksiniz.

*DURUM-DÜŞÜNCE-DUYGU-DAVRANIŞ*

Düşünce, duygu ve davranışlarımız bir bütün halindedir. Her biri bir diğerini etkiler. Olumsuz bir duygu durumu içerisinde olduğumuzda aklımızdan geçen olumsuz düşünceler moralimizin daha da bozulmasına neden olur. Moralimizin bozulması ise çoğunlukla durumu düzeltmeye yarayacak yapıcı davranışlar yerine canımızı sıkan ve durumu bizim için daha da zorlaştıracak davranışlar içine girmemize neden olabilir. Ortaya koyduğumuz olumsuz davranışlar bazen olumsuz olayların başımıza gelmesine de neden olabilir.

Aksine yaşanan bir durum hakkında alternatif düşünceler üretmek aynı durumu daha gerçekçi değerlendirmeye ve yapıcı davranışlar üretmeye yardımcı oluyor. Bu var olan durumun daha somut ve nesnel bir değerlendirmesini yapmaktır. Yani bir anlamda resmin tamamını görebilmek için çaba sarfetmektir. Çünkü, yoğun duygular içerisinde olduğumuzda nesnel değerlendirme yapamadığımız zamanlar olabilir, var olan durumu olduğundan çok daha abartılı olarak yorumluyor olabiliriz. Sorunuzda vermiş olduğunuz bir örneği ele alacak olursak, sizi ziyarete gelen insanların, size yardım etme düşüncesiyle bazı eşyalar getirdiklerini ama çocuğunuz için çocuklarının kullanılmış oyuncaklarını getirdiklerini ifade ederken, aslında güzel bir resmin (yardım etme düşüncesinin ve edilen yardımın) tamamını görmezden gelip, resimdeki eksik bir noktaya (kullanılmış oyuncak getirilmesine) odaklanarak somut, nesnel, yapıcı bir değerlendirme yapmamış olabileceğinizi hiç düşündünüz mü?

Olumsuz hissettiğimiz anlarda aşağıdaki yöntemler işimize yarayabilir:

*DUYGUYU BELİRLEMEK*
İçinde bulunduğumuz duygu durumunu belirlemeye çalışmak. “Öfkeli veya üzüntülü müyüm?” “Yoğun bir kaygı mı yaşıyorum?” Bunun için egzersizler yapmak çok önemli. Herşeyden bağımsız sadece o ana inerek o duyguyu belirlemek, farkındalık sağlamak, olumsuz düşüncelerden kurtulmak için en büyük adımlardan biridir.

*DÜŞÜNCELERİ KAYDETMEK*
Olumsuz düşünceleri mümkün olduğu kadar çabuk bir kenara yazmak genellikle işe yarar. Çünkü zaman geçtiğinde unutulma olasılıkları yüksektir.
“O anda aklımdan neler geçiyordu?” Durumun tanımını yapmak olumsuz düşünceleri hatırlamakta çoğunlukla işe yarar. “O anda neredeydim?” “Ne yapıyordum?” “Yanımda kim(ler) vardı? Bu insan(lar) benim için ne ifade ediyor?”

*SORGULAMAK*
Düşüncelerin gerçekçiliğini sorgulama aşamasıdır. “Bu düşündüklerim ne kadar gerçekçi?” “Böyle düşünmek bana ne katıyor?” “Bana yararlı düşünceler mi yoksa daha olumsuz hissetmeme mi yol açıyorlar?”

*ALTERNATİF DÜŞÜNCE GELİŞTİRMEK*
Daha gerçekçi, yararlı ve duruma uygun düşünceler bulmak. “Daha keyifli olduğum bir anda ne düşünürdüm?” “Güvendiğim bir arkadaşıma bu düşüncemi söylesem bana ne derdi?” “Aynı şeyi sevdiğim bir arkadaşım bana anlatsa ona ne derdim?” “Ne tür düşünce hataları yapıyorum?”

Dinimiz de bir yönüyle insanın düşünme şeklinin ve olayları değerlendirmesinin önemi üzerinde durmuştur. Dinimizde tefe'ül (yani olayları hayra yorma, uğurlu görme) caiz görülürken, teşe'üm (yani olayları şerre yorma, uğursuz görme) ise yasaklanmıştır. Demek ki düşüncelerimizin hayatımız üzerinde olumlu ve olumsuz bir takım etkileri söz konusu ki, dinimiz bizi olumsuz etkilerden koruma adına teşe'ümü yasak etmiştir.

“Eğer ne düşünüyorsak oyuz” sözü doğru ise; haydi mutlu ve hayatından memnun biri olmamıza yardım edecek düşüncelere izin verelim.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

Yaşları 35, 40, 50 ve yukarısı olanlar için bazı öğütler:

▪ *Birinci Öğüt:*
Her yıl “hacamat” yaptır.  Hatta hiçbir ağrı ve rahatsızlığın olmasa bile.

▪ *İkinci Öğüt:*
Sürekli “su” iç. Hatta susamasan ve su içme isteğin olmasa dahi. Çünkü sağlık sorunlarımızın birçoğu bedenimizdeki su eksikliğindendir.

▪ *Üçüncü Öğüt:*
Düzenli spor yap. Hatta işin ve meşgalen çok olsa bile. Bedenin hareket hâlinde olmalı, normal yürüyüş ve yüzme ile olsa dahi. Kaza namazlarını kıl bitir.

▪ *Dördüncü Öğüt:*
Yemeğini azalt. Yeme hevesini terk et. Çünkü çok yemekte hiç hayır yoktur. Kendini yemekten mahrum et denmiyor; miktarını azalt.

▪ *Beşinci Öğüt:*
Mümkün olduğu kadar özel arabanı az kullan. Camiye, çarşıya, misafirliğe veya başka herhangi bir yere yaya olarak gitmeyi çoğalt.

▪ *Altıncı Öğüt:*
Öfke ve sinirden uzak dur, kızmayı ve küsmeyi terk et, işleri zorlaştırma, rahatsız edici durumlardan kaçın. Tüm bunlar; sağlığını elinden alır,moralini bozar, psikolojini  ve maneviyatını altüst eder.

▪ *Yedinci Öğüt:*
Hani derler ya; “Paranı bırak güneşe, kendin gölgede otur.” Yani; para rahat ve huzurlu bir yaşam sürdürmemiz için vardır, yaşayıp da sırf toplayalım diye var olmamıştır. Yani *paranın yeri “ceptir” “kalp” değildir.*
Biraz da kendin ve etrafındakiler için harca.

▪ *Sekizinci Öğüt:*
Ne birinin hasretini çek.
Ne yapamadığın bir işin hasretiyle yaşa. Bilki.! Takdir olunandan başkası yoktur.
Hepsini aklından çıkarıp at, hatta kökten unut.
Bir tek günahlarını unutma istiğfar et.

▪ *Dokuzuncu Öğüt:*
Alçak gönüllü ol, hatta daha da mütevazi ol... Çünkü para, makam, güç, nüfuz, kibir, kendini büyük görme durumunda nimetlerin ve mülkün yok olup gider. Ancak mütevazı olduğunda herkes seni sever, Allah da senin kadrini yüceltir, makamını yükseltir. Sen kulsun.. rızık yiyicisin Rezzak değilsin.. kırdığın Gönüller’i onar.. dûalar iste.

▪ *Onuncu Öğüt:*
Saçlarının ağarması ömrünün sonlarına yaklaştığın anlamında değil. Bilakis, daha güzel ve olgun bir hayatın başladığının göstergesidir. Pozitif ol...
Hatıralar oluştur, yolculuğa çık, güzel ve hayırlı şeylerle günlerini yaşamaya, gönlünü hoş tutmaya çalış.

▪ *Son Öğüt:*
Namazını asla ve asla terk etme. Çünkü namaz senin, ne servetinin , ne evladının ve ne da başka şeylerinin fayda sağlamadığı günün için kurtuluş reçetendir... Rabbinle gece münâcââtını, halvetlerini de çoğalt. Kur’ân okumaktan ve tefsirlerinden ayrı düşme. İlim, sohbet ve zikir meclislerinden asla ayrı durma.. Hemhal ol herdâim.. Arada bir anne-babanı yâd edip mezarlığa gitmeyi de ihmal etme...

▪Rabbimden, hepimiz için; hidâyet, takva, iffet, ğinâ, salih amel, hayr, ibadât, tâât, hizmet, hesene, sağlık, başarı, nimet, saadet, selamet, emniyet, nûr, huzur, afv ve mağfiretlerle dolu uzun ömürler.. cennetûl firdevs ve cemâli ilâhi diliyorum. Âmin.. Fiiemânillah..

29 Mayıs 2019 Çarşamba

Otizmin belirtileri nelerdir?* Otizm, üç alanda sorunlarla kendini gösterir. Bu alanlar ve bu alanların her birinde gözlenebilecek belirtiler aşağıda yer almaktadır.

*OTİZM*

Eğer çocuğunuz:

Başkalarıyla göz teması kurmuyorsa,
İsmini söylediğinizde bakmıyorsa,
Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,
Parmağıyla ile istediği şeyi göstermiyorsa,
Oyuncaklarla oynamayı bilmiyorsa,
Akranlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,
Bazı sözleri tekrar tekrar ve ilişkisiz ortamlarda söylüyorsa,
Konuşmada akranlarının gerisinde kalmışsa,
Sallanmak, çırpınmak gibi garip hareketleri varsa,
Aşırı hareketli, hep kendi bildiğince davranıyorsa,
Gözleri bir şeye takılıp kalıyorsa,
Bazı eşyaları döndürmek, sıraya dizmek gibi sıra dışı hareketler yapıyorsa,
Günlük yaşamındaki düzen değişikliklerine aşırı tepki veriyorsa otizm açısından değerlendirilmesi gerekir.

*Otizmin belirtileri nelerdir?*
Otizm, üç alanda sorunlarla kendini gösterir. Bu alanlar ve bu alanların her birinde gözlenebilecek belirtiler aşağıda yer almaktadır.

*A. Sosyal Etkileşim Sorunları*

*1. Sosyal etkileşim için gerekli sözel olmayan davranışlarda yetersizlik:*
Sıra dışı göz kontağı özellikleri. Göz kontağı hiç kurmamak, çok kısa süreli kurmak ya da alışılmadık biçimde kurmak. Örneğin, birden bire gözlerini karşısındakinin gözlerine dikmek ve kaçırmak.

*Jest ve mimik kullanımında sınırlılık:* Konuşurken çok az jest ve mimik kullanmak.

*Başkalarına ne kadar yakın ya da uzak duracağını ayarlayamamak:* Sosyal ortamların gerektirdiği uzaklıkları ayarlayamamak; başkalarına fazla yakın ya da uzak durmak.

*Ses kullanımında sıra dışılık:*
Konuşurken alışılmadık ses kalitesi ve vurgu özellikleri göstermek.

*2. Yaşa uygun akran ilişkileri geliştirememek:*

*Arkadaşlık kurmakta zorlanmak:* Çok az sayıda arkadaşa sahip olmak ya da hiç arkadaş edinememek.

*Akranlarla etkileşimde bulunmamak:* Kendi yaşıtlarıyla oynamada, konuşmada vb. çok isteksiz davranmak; örneğin, yalnızca kendisinden çok küçük ya da büyük kişilerle etkileşmek.

*Yalnızca özel ilgilere dayalı ilişkiler geliştirmek:* Belli kişilerle, yalnızca belli ilgilere dayalı olarak (örneğin, favori konularda) etkileşimde bulunmak.

*Grup içinde etkileşimde bulunurken zorlanmak:* Örneğin, işbirliğine dayalı oyunların kurallarına uymakta zorlanmak.

*3. Başkalarıyla zevk, başarı ya da ilgi paylaşımında sınırlılık:*

*Yalnızlığı yeğlemek:* Başkalarının genellikle aile üyeleriyle ya da arkadaşlarıyla birlikte yaptığı pek çok şeyi (örneğin; TV izlemek, yemek yemek, oyun oynamak vb.) yalnız başına yapmayı yeğlemek.

*Belli olay ya da durumlara başkalarının dikkatini çekme çabası göstermemek:*
Örneğin; şaşırtıcı bir durum karşısında başkalarına işaret etmemek, bir şey başardığında başkalarıyla paylaşmamak vb.

*Sözel övgü karşısında tepki vermemek:* Başkalarının kendisine yönelttiği övgü sözleri ya da sözel onaylamalar karşısında çok az tepki vermek ya da hiç tepki vermemek. Örneğin, hoşnutluk belirtisi göstermemek.

*4. Sosyal-duygusal davranışlarda sınırlılık:*

*Başkalarının ilgisi karşısında tepkisiz kalmak:* Birileri kendisine seslendiğinde ya da kendisiyle etkileşmek istediğinde tepki vermemek, duymuyormuş ya da fark etmiyormuş gibi davranmak.

*Başkalarının yaptıklarına karşı ilgisizlik:* Ortama birinin girmesi, ortamdan birinin çıkması, birinin konuşmaya başlaması gibi, başka çocukların çok ilgisini çeken bazı olaylar karşısında ilgisiz kalmak; böyle durumlarda, gülümseme gibi hoşnutluk ifadeleri ya da ağlama gibi hoşnutsuzluk ifadeleri göstermemek.

*Başkalarının duygularını anlamada yetersizlik:* Üzülen, ağlayan, kızan, sevinen vb. kişiler karşısında duyarsız davranmak; örneğin, üzgün birini rahatlatma çabası göstermemek.

*B. İletişim Sorunları*

*5. Dil gelişiminde gecikme:*
İki yaşından büyük olup da tek bir sözcük bile söylememek.
Üç yaşından büyük olup da iki sözcüklük basit ifadeler (örneğin, ‘baba git’) kullanmamak.
Konuşmaya başladıktan sonra basit bir dilbilgisi yapısı kullanmak ya da belli yanlışları tekrarlamaya devam etmek.

*6. Karşılıklı konuşmada zorluk:*

Karşılıklı konuşma başlatmada, sürdürmede ve sonlandırmada önemli sorunlar göstermek:

Örneğin, bir kez konuşmaya başlayınca, konuşmayı uzun bir monolog şeklinde sürdürmek ve karşısındakilerin yorumlarını göz ardı etmek.

*Konuşma konularında seçicilik:* Kendi favori konuları dışındaki konularda çok zor ve isteksiz olarak konuşmak.

*7. Sıra dışı ya da yinelenen dil kullanmak:*
Başkalarının kendisine söylediklerini yinelemek.
Televizyondan duyduklarını ya da kitaplardan okuduklarını, ilişkisiz zamanlarda ve bağlam dışı olarak yinelemek.
Kendisinin uydurduğu ya da yalnızca kendisine anlam ifade eden sözleri yinelemek.
Aşırı resmilik ve didaktiklik gibi konuşma özellikleri göstermek.

*8. Gelişimsel düzeye uygun olmayan oyun:*

*Senaryolu oyunlarda sınırlılık:* Oyuncaklarla evcilik, okulculuk, doktorculuk vb. hayali oyunlar oynamamak.

*Sembolik oyunlarda sınırlılık:* Bir nesneyi başka bir nesne olarak (örneğin, küpü mikrofon olarak) kullanarak oyun oynamamak.

*Oyuncaklarla alışılmadık biçimlerde oynamak:* Örneğin; topu zıplatmak yerine sürekli olarak bir eliyle vurmak, Legoları birbirine takıp bir şeyler yapmak yerine sıraya dizmek vb.

*Sosyal oyunlara karşı ilgisizlik:* Küçük yaşlardayken, ‘ce-e’ vb. sosyal oyunlara karşı ilgi göstermemek.

*C. Sınırlı/Yinelenen İlgi ve Davranışlar*

*9. Sınırlı alanda, yoğun ve sıra dışı ilgilere sahip olmak:*

İlgi takıntıları: Bazı konulara karşı aşırı ilgi duymak ve başka konuları dışlayarak sürekli o konularla ilgili konuşmak, okumak, ilgilenmek vb. istemek.

Bazı sıra dışı konulara aşırı ilgi duymak: Örneğin; astrofizik, uçak kazaları ya da sulama sistemleri.
İlgi duyduğu konularla ilgili ince ayrıntıları anımsamak: Kendi favori konularındaki en ince ayrıntıları bile ezbere bilmek.

*10. Belli düzen ve rutinlere ilişkin aşırı ısrarcılık:*

Belli etkinlikleri her zaman belli bir sırayla yapmak istemek: Örneğin, arabanın kapılarını hep aynı sırayla kapatmak.

Günlük rutinlerde değişiklik olmamasını istemek: Örneğin, eve gelirken hep aynı güzergâhı izlemek ya da eve geldiğinde önce televizyonu açıp sonra tuvalete gitmek.

Günlük yaşamdaki değişiklikler karşısında aşırı tepki göstermek: En ufak bir değişiklik karşısında aşırı kaygılanmak ya da öfke nöbeti yaşamak.
Değişiklikleri daha kolay kabullenebilmek için, meydana gelecek değişikliklerle ilgili önceden bilgi sahibi olmaya gereksinim duymak.

*11. Yinelenen (kendini uyarıcı) davranışlar:*

Sıra dışı beden hareketleri: Örneğin; parmak ucunda yürümek, çok yavaş yürümek, kendi ekseni etrafında dönmek, durduğu yerde sallanmak, farklı bir beden duruşuna sahip olmak vb.

*Sıra dışı el hareketleri:* Örneğin; ellerini sallamak, parmaklarını gözlerinin önünde hareket ettirmek, ellerini farklı biçimlerde tutmak vb.

*12. Nesnelerle ilgili sıra dışı ilgiler ve takıntılar:*
Nesneleri sıra dışı amaçlarla kullanmak: Örneğin, oyuncak arabanın tekerleklerini çevirmek ya da oyuncak bebeğin gözlerini-açıp kapamak vb. davranışları tekrar tekrar yapmak.
Nesnelerin duyusal özellikleriyle aşırı ilgilenmek: Örneğin, eline aldığı her nesneyi koklamak ya da gözlerinin önünde tutarak ve evirip-çevirerek incelemek.

Hareket eden nesnelere aşırı ilgi göstermek: Örneğin; tekerlek ya da pervane gibi dönen nesnelere, akan su ya da yanıp sönen ışık gibi hızlı hareket eden görüntülere uzun sürelerle bakmak.

Nesne takıntıları: Bazı sıra dışı nesneleri (örneğin, bir silgi ya da küçük bir zincir parçası) elinden bırakmak ya da gözünün önünden ayırmak istememek.

*Otizm Tanısına İlişkin Ölçütler*

Amerikan Psikiyatri Birliği, otistik spektrum bozuklukları içinde yer alan otizm tanısı için:

Çocuğun yukarıda sıralanan 12 belirtiden en az altısına sahip olmasını;

Bu belirtilerden en az ikisinin sosyal etkileşim sorunları kategorisinden, en az birer tanesinin ise diğer iki kategoriden (iletişim sorunları ve sınırlı/yinelenen ilgi ve davranışlar) gelmesini kabul etmektedir.

Ayrıca, bu belirtilerden en az birinin 36 aydan önce varlığı da aranmaktadır.

Otistik spektrum bozukluğu şemsiyesi altında yer alan diğer kategoriler için daha farklı ölçütler söz konusudur. Örneğin, Asperger sendromu tanısı için, iletişim sorunları alanında herhangi bir belirti görülmemesi gerekmektedir.

Son olarak bu belirtiler az bir oranda pek çok çocukta bulunabilir. Ailelerin kendi kendilerine çocuklarına tanı koyma yoluna gitmemeleri, muhakkak bir uzmandan yardım alıp tıbbi tahlilleri yaptırmaları gerekmektedir.   

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

28 Mayıs 2019 Salı

Hizmet hareketi mensupları zorlu bir süreçten geçiyor. Maalesef bu sürecin psikolojik ve fizyolojik bir takım olumsuz etkileri oluyor. Kimimizde az, kimimizde çok.. İster istemez maruz kaldığımız etkiler karşısında, özellikle psikolojik ve fizyolojik bağışıklık sistemimizin dayanıklılığı nispetinde ayakta durabiliyoruz.

*SORU:*

Ben yurtdışına geleli 7 ay oldu. Buradaki birçok kişi gibi bende çok dertliyim. Bulunduğum yerin kendine özgü sıkıntıları mevcut. Farklı bir sıkışmışlık var, kiminle konuşsam psikolojim hiç iyi değil diyor, bende çok farklı değilim. 7 ayda yedi ayrı aileyle kaldık, her değişiklikte insanın kimyası ne hale geliyor tahmin edebiliyorsunuzdur. Buradaki çokları gibi biz de maddi olarak bir dar boğazdan geçiyoruz. (ama şükür tabi Rabbime) Bulunduğumuz yerden gitmek istediğimiz için rutin hayata adapte olamıyoruz. Şimdi hocam benim en çok bunaldığım konu, bulunduğumuz yerden gitmekle alakalı; bazı noktalarda ödün vermek ve değişiklikler yapılması gerekliliği olduğuna inanan yoğun bir kitle var.  Ben de, hicret yolunda sebeplerin bunlar olmaması gerektiğine inanan biriyim. Acaba yanlış mı düşünüyorum diye zaman zaman çok bunalıyorum. Hocam benim sorum, dilimin döndüğünce ifade edebildim mi bilmiyorum ama, bu sıkışmış ruh halinden nasıl kurtulacağım, inanın evradlarıma da çok dikkat ediyorum. Bu konuda tavsiyelerinize çok ihtiyacım var.

*CEVAP:*

(Eğer evli iseniz bu cevabı eşinizle birlikte okumanızı tavsiye ediyoruz.)

Hizmet hareketi mensupları zorlu bir süreçten geçiyor. Maalesef bu sürecin psikolojik ve fizyolojik bir takım olumsuz etkileri oluyor. Kimimizde az, kimimizde çok.. İster istemez maruz kaldığımız etkiler karşısında, özellikle psikolojik ve fizyolojik bağışıklık sistemimizin dayanıklılığı nispetinde ayakta durabiliyoruz.

*Bu olumsuz etkiyi en aza indirebilmemiz için, ilk şok anını atlattıktan sonra öncelikle karşı karşıya kaldığımız olaylara olan bakış açımızı iyileştirmeli, başımıza gelenin kimden, nereden, neden geldiğini ve -geçmiş benzer örneklerden hareketle- nasıl sonlanacağını bilmeliyiz. Bir nebze de olsun olumsuz etkilerden sıyrılabilmişsek ve kendimizi güvenli bir sahile atabilmişsek, hayatımızın kalan kısmında psikolojik ve fizyolojik olarak "iyi olmaya" ve başkalarına da "iyi gelmeye" gayret etmeliyiz. Zaten "iyi gelmek" insanı iyileştirir.

Karşılaştığımız olaylar ve insanlar karşısında olumlu bakış açısı geliştirmeliyiz. Mümkünse olumsuz düşünmemeli, olumsuz konuşmamalıyız... Ki beynimizi olumsuza şartlandırmayalım. “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”

* İçinde bulunduğunuz "an"a odaklanın ve o zamanı yaşayın. Hayatınızı askıda bırakmayın. Geçici bir yerde dahi olsanız, zaman akıyor. Siz de zamanla birlikte akmaz, sürekli geçmişte (olumsuz anılarda) ya da gelecekte (hayallerde) yaşarsanız bulunduğunuz yere adapte olmakta güçlük çekersiniz. Unutmayalım ki hayallerimizi gerçekleştirmenin yegane şartı, iyi bir gelecek adına bugünümüzü değerlendirmektir. Şu an bulunduğunuz yerde bir gün bile kalacak olsanız şöyle düşünmeniz sizi rahatlatabilir: Buradan hiç gitmeyecekmiş gibi kendim, ailem ve başkaları için birşeyler yapmalıyım, yarın gidecekmiş gibi de ilerisi için bugünden hazırlıklı olmalıyım.

Daha da somutlaştıracak olursak, hiç gitmeyecekmiş gibi çocuklarımı okula/kursa gönderebilirim, bulunduğum yerin dilini öğrenmeye çalışabilirim, yerel halkla arkadaşlıklar, dostluklar kurabilirim ve yarın gidecekmiş gibi gitmeyi planladığım yerin dilini öğrenmeye başlayabilirim, gideceğim yerde mesleğimi yapma imkanım varsa, meslekî okumalarla kendimi geliştirebilirim...

*Başka kişilerle aynı evi paylaşıyorsanız, öncelikle bu iradî bir tercihse, imkanlar dahilinde kendinize özel bir evde yaşamanızı tavsiye ediyoruz. Ancak bu mümkün değilse ortak yaşam alanınız içinde kendinize özel yaşam alanı ve zaman dilimleri oluşturun. Aynı evi paylaştığınız insanlarla bu konuda konuşmalısınız. Her iki taraf da kendi ailesine özel zaman ayırmalıdır. Bu konuda taraflar birbirine anlayış göstermeli ve imkan tanımalıdır. Bu herkese iyi gelecektir. Örneğin; kendi ailenizle parka gidin, yürüyüşe veya alışverişe çıkın, bazı günler çayınızı sadece ailenizle için...

*Ödün verme konusuna gelecek olursak, ödün verip vermeme hassas bir konu ve kişisel bir tercih olduğu için bu konuda yorum yapmanın çok uygun olmadığını düşünüyoruz.
Ancak genel olarak şunları söyleyebiliriz: Ödün vermeye cesaret edemediğiniz konularda, farklı kişilerle konuşup olumlu-olumsuz fikirlerini almaktan çok, işin ehli olan kişilere danışıp hareket etmek yerinde olacaktır. Yine, işin ehli olan kişilerden aklî, mantıkî ve fıkhî izâhatlar talep edip, sorularınıza cevap almanız sizi rahatlatacaktır.

Ayrıca aşağıda linki paylaşılan yazıyı da okumanızın faydalı olacağı kanaatindeyiz.👇

Sağlıklı ve mutlu günler diliyoruz.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

Oyun sırasında tuvalete gitmek istemeyen çocukla neler yapılabilir?

*CEVAP: (2. BÖLÜM)*


Örneğin, onun ilgisini çekecek bir oyunla onu tuvalete yönlendirmeye çalışabilirsiniz. Burada yine onu gözlemlemek doğru olacaktır. Bazen çocuklar orada yalnız olmaktan korkabilir, çok titiz çocuklar kendini tam olarak temizleyemediğini düşünerek tuvalete gitmekten hoşlanmayabilir, bir önceki gittiğinde orada birşey görmüş olabilir, bir örümcek mesela, ortak kullanılan alanlarda bir yabancı ile karşılaşmak istemeyebilir, anne babanın ortak kullanılan alanlarla ilgili varsa kaygıları çocuklar bundan etkilenmiş olabilir, sebepler artırılabilir ve değişkenlik gösterebilir.

Bunları çocuğunuzu gözlemleyerek onunla göz kontağı kurup konuşarak öğrenebilirsiniz. Neyse onu alıkoyan sebep onu bulduktan sonra beraber bir çözüm yolu geliştirebilirsiniz. Gerekirse bir müddet tuvalete beraber gidebilirsiniz. Ne zamana kadar onun yanında tuvalete gideceğim diye  endişelenmeyin, tam olarak kendini güvende hissettiğinde ve bu işi tek başına yapabileceğine emin olduğunda o kendisi sizin gelmenizi istemeyecektir.

Bulunduğu ortamlarla ilgili kaygılarını ifade ettiğinde ona anne babasının onun herzaman yanında olduğunu, etrafındaki insanların değişebileceğini, okula gittiğinde farklı insanlarla karşılaşabileceğini, markete gittiğinde de öyle, ama anne babasının ne zaman ihtiyaç duysa onun yanında olacağını ona anlatabilirsiniz. Kendisini güvende hissedeceği şekilde varlığınızı hissettirmeniz bundan sonra da karşılaşılması muhtemel zorlukları belki de daha ortaya çıkmadan çözebilir.
Aile birliğinin gücünden faydalanmanız aslında çözümlerin en temelidir.

*Çocuğunuzun sürekli saçınızla oynaması:*

Bu tarz davranışlarda bebeklikten itibaren alınan hikaye durumu çözmeye yardımcı olabiliyor. 0-6 yaş arası birçok öğrenme basamağının bulunduğu bir dönemdir ve bunlardan bazıları travmatik olmuş olabilir. Bunun neticesinde çocuğun travma yaşadığı döneme ait ihtiyaçları sonraki dönemlere sarkabilir ve bizi zorlayan davranışlar olarak karşımıza çıkabilir. Çocuğunuzun saçınızla oynaması onun anneye dokunma ihtiyacını, anneye dokunarak kendini güvende hissetme ihtiyacını, annenin ilgisini çekme ihtiyacını akla getirebilir ya da ilk bu davranışı yaptığında aldığı tepkinin hoşuna gitmesiyle bunu devam ettirme isteğini, annesine varsa bir öfkesi bunu bu şekilde ifade etme güdüsünü, kaygıların dışa vurumu gibi diğer sebepleri de sıralayabiliriz.  Bunu düşünerek ya da bir uzmanla konuşarak bulabilirsiniz, sonra da kademeli bir şekilde onu bu davranışından vazgeçirebilirsiniz.

Size yöneldiği zamanlarda ona farklı uğraşlar bulmaya çalışabilir hatta bunu beraber yapabilirsiniz. Puzzle, lego, resim yapma, boyama yapma gibi etkinlikler hem çocukların dikkatini uzun süre oyunda tutar, hem de birlikte yapılabilecek eğlenceli ve keyifli etkinliklerdir.

Çocuğunuzun kaygıları azaldığında, sevgi ve güven ihtiyacı karşılandığında, davranışsal olarak bunu çözmek daha kolay olabilir. Çevresinde arkadaş edinmesini de sağlayabilirsiniz, diğerlerinin annelerine bunu yapmadığını farketmesi bu alışkanlığı bırakmasına yardımcı olabilir.

*Çocuğum bizi duymuyor :*

Öncelikle durumu tam
olarak tespit edebilmek için çocuğunuzu mutlaka bir doktora götürün ve işitme testi yaptırın, gerçekten duyma ile ilgili bir problemi olmadığından emin olun. Daha sonra duymadığını gözlemlediğiniz zamanları not edin. Uyku öncesi, yemek öncesi, azarlanma sonrası, istediği bir şeyi yapamadığı zaman, kardeşiyle birşeyi paylaşmak istemediği zaman vs vs vs Bunları not ettiğinizde onun duymama sebeplerini de farketmiş olacaksınız.

Çocuklarımızı tam olarak anladığımızda, ilgi ve ihtiyaçlarını zamanında farkettiğimizde onlarla daha sağlıklı iletişim kurabilir, sesimizi yükselterek değil ilgisini çekerek duymasını sağlayabiliriz.

Çocukların yaşlara göre ilgi ve ihtiyaçları değişir, onların davranışlarını yine bir problem çıkardı olarak algılamak yerine acaba hangi ilgi ve ihtiyacı neticesinde bunu yapıyor diye bir araştırma içine girmek ve ona ihtiyacına göre davranmak çok yerinde olacaktır. 2.5 yaşındaki bir çocuğun yatağın altına ya da dolabın içine oynamayı sevdiği oyuncakalarını taşıması ve orada bir müddet sessizce oynaması anne babaya problem olarak yansıyabilir fakat çocuğun kendine özel alan oluşturma ihtiyacından doğan bu davranış aslında istendik bir durumdur ve çocuğunuzun gayet sağlıklı bir gelişimi olduğunu ifade eder.  

*Son olarak Çocukların Anne-Babalarının Sözünü Dinlemesi ile ilgili sorunuza gelecek olursak:*

Aileler çocuklarının kendilerine tam olarak itaat etmesini bekleyebilir. Fakat onlar bizim küçültülmüş halimiz değil ki bizimle aynı olsunlar. Onlar farklı bir birey, farklı bir kişilik. Tercihleri var, zevkleri var, damak tadı var, ilgileri ve ihtiyaçları var. Burada önemli nokta eğer bizim yapmalarını istediğimiz şeyler gerçekten onlar için de zorunlu şeyler ise bunu çocuklarımıza doğru iletişim teknikleri ile sakin bir şekilde anlatmamız daha doğru olur. Böylece onlar ile güç çatışmasına girmemiş oluruz. Devamında zorunlu olmayan meselelerde onların da fikirleri ve tercihleri dikkate alınmalı, hatta onların tercihleri bazen bize hatalı gözükse bile bunu deneme fırsatını onlara vermeliyiz.

Örneğin keskin bir bıçak ile oynamak istediği zaman, kararlı ve tutarlı bir şekilde buna izin veremeyeceğimizi ifade etmeliyiz. Bu senin için uygun değil ama şununla istersen kesebilirsin diyerek keskin olmayan belki oyuncak bir bıçakla yumuşak meyve sebzeleri kesmesine fırsat verebiliriz. Gelelim zorunlu haller dışında onun istekleri olan hallere. Mesela elbise tercihi, çoğu anne baba çocuğuyla bu konuda çatışma yaşıyordur. Kış günü tişört giymek isteyen çocuğa, evet bunu giyebilirsin üzerine şu hırkayı da giymelisin, sıcak ortamlarda hırkanı çıkarabilirsin denebilir. Israr ile kış günü şort giymek istiyor ise camdan bakıp bu tercihi yapan insanlar olmadığı ifade edilebilir. Yine ısrar ediyor ise şortu ile kısa bir süre dışarı çıkmasına müsade edilip soğuk olup olmadığını keşif yapmasına müsaade edilebilir. Hatta ve hatta kalıcı öğrenme açısından bazen ufak hastalıklar bile iyi bir tecrübedir. Onun hayatını çok tehlikeye atmadan küçük hatalar, bazen düşmeler, incinmeler eğitici tecrübeler olabilir. Bunları yaparken sürekli olumlu tavırlar içinde olmak çok önemlidir. Gelecekte bu yaklaşım onun daha da güçlü bir kişilik geliştirmesine yardımcı olabilir. Baskıya boyun eğen, hayatı sorgulamayan, ne olursa olsun itaat eden çocuklar yetiştirmek istemeyiz. Böyle çocukların büyüdüklerinde dünyaya sağlayacağı katkılar pek azdır.

Sevgi Merhamet Sağlık Dolu Günler Dileriz.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

Son Eklenen