Eve yorgun şekilde geliyorum. Ailede de elimden tablet ve telefon maalesef hiç düşmüyor ve çocukların yanında sürekli Türkiye gündemi ve mağduriyetler konuşuyorum. Bazense şöylede hata yaptık, bunu yapmamalıydık gibi devamlı sevdiğimiz abileri de eleştiriyorum. Bu durumun çok konuşulması, duyduğum ve gördüğüm olumsuzluklar da ayrıca beni değerlerime karşı olumsuz yönde etkiliyor. Duygusal olarak sarsılıyorum. Ailede eşimle, çocuklarımla nasıl bir vakit geçirmeliyim? Çocuklarımı ihmal ettiğimi düşünüyorum. Ayrıca çocuklar günde 7-8 saat buradaki kültürden etkilenirken, bende kendi değerlerimi aktarabildiğimi düşünmüyorum. Üç aylar Ramazan derken hayat geçip gidiyor.. Ben ve eşim, ev içinde rol paylaşımında nasıl bir yol izlemeliyiz? Çocuklara Türkiye’deki mağduriyetler nasıl anlatılmalı? ayrıca ne kadar ve nasıl bir üslupla anlatılmalı?
Değerli kardeşimiz,
Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Öyle ki insanı yıpratan ve adeta ihtiyarlatan günler yaşıyoruz. Tıpkı Bediüzzaman Hazretlerinin 1. Dünya Savaşını görenler için söylediği şu sözdeki gibi: “Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum; fakat Harb-i Umumîyi gören ihtiyardır.” Dolayısıyla kendimizi yorgun, bitmiş, tükenmiş hissetmemiz kadar doğal bir şey olamaz. Evet dehşetli zamanlar yaşıyoruz, bu bir gerçek; ancak bir yandan hayat denen imtihan da devam ediyor. Pek çoğumuz olgunluk çağı denen 40'lı yaşlarımızı yaşıyoruz. Düşünün ki peygamberimize, peygamberlik bu yaşlarda tevdi edilmişti. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz yaşlar, çoğumuz itibariyle en verimli olacağımız dönemlerdir.
Öte yandan, bir vücudun azaları gibi bir kardeşimize dokunan zarar bizi de etkiliyor. Onların başındaki bela ve musibetlerle ilgilenmemeyi vefasızlık sayıyor ve en azından sosyal medyadan takip ve paylaşım yaparak, onlara destek olmaya çalışıyoruz. Bazılarımız bunun da ötesinde bir takım faaliyetler de yürütüyor. Bu da gayet anlaşılır ve hatta takdir edilmesi gereken bir tutum. Ancak, burada birkaç tehlike söz konusu ki siz zaten sorunuzda bunları gayet güzel ifade etmişsiniz.
Sürekli mağdur haberlerini takip etmek insanı -herkesi olmayabilir ama en azından bir kısmımızı- karamsarlığa, ümitsizliğe, atalete sevkediyor olabilir. Eğer üzerimizde böyle bir etki bırakıyorsa bir müddet kendimize sosyal medya diyeti uygulamakta fayda var. Yine sabır, tevekkül, şükür gibi çok önemli kavramların aksiyon boyutu ihmal edildiğinde insanı atalete, hareketsizliğe iten bir yönü olabilir. Halbuki bu kavramlar hakiki manalarında, sebepler planında elden gelen her şeyin yapılması, her adımın atılmasını da ihtiva eder. Bunu aktif sabır, aktif tevekkül, aktif şükür şeklinde ifade edebiliriz. Yani hep pasif, dinleyici olarak kalmaktansa ufak da olsa bir aktivite içerisinde olmak insan psikolojisine çok daha yararlı olmaktadır.
Hizmetle alakalı yaptığımız eleştirilerle ilgili olarak sizin sorunuza benzer içerikte gelen başka bir soruya verdiğimiz cevabın bir kısmını burada hatırlamakta fayda var:
“5- Hareket: Hareket olan yerde hayat vardır prensibine göre, inandığınız gaye-i hayaliniz ekseninde mevcut, minicik imkanlarınız ile bile olsa harekete geçmelisiniz. O hareketin etrafında düşünceleriniz tekrar farklı konular etrafında toparlanacaktır. Nitekim Kur'anda müminin vasıfları anlatılırken önce iman sonra da salih amel işlemek zikredilmektedir. Bu bize müminin sürekli hareket halinde, salih amel işleme gayreti içerisinde olması gerektiğini öğütlemektedir. Bu şekilde yıkılan veya tahrip olan mana ve his dünyamız da yeniden şekillenecektir. Onun için kendinizi hizmetten soyutlayıp, kenara çekilmektense aksine küçük de olsa hizmete dair şeyler yapmaya çalışmalısınız.
6- Şekva yasağı/diyeti: Şekva musibeti ziyadeleştirir. Bu metodun da ciddi rahatlamayı beraberinde getirdiğini gözlemlemekteyiz. Şekva sözel olabildiği gibi zihinsel olarak da kendisini gösterebilir. Yani bu diyeti sadece konuşmalarımızda değil, düşüncelerimizde bile uygulamaya çalışmalıyız. Diyeti uygulayan danışanların kısa zamanda rahatlama ve kısmi düzelmeler yaşadıkları gözlemlemekteyiz.
7- Şükür endeksli anlatım: Bir önceki maddede anlattığımız Şekva diyetini uygularken diğer yandan da yaşadığınız olaylarla ilgili mutlaka ama mutlaka Şükür endeksli bir anlatım geliştirmelisiniz. Bu otomatik ya da kendiliğinden olan bir şey değildir, dolayısıyla bunun alıştırmalarının yapılıp alışkanlık haline getirilmesi sizin elinizdedir. Travmatik olaylar anlatıldıkça hem sizi tekrar tekrar travmatize eder, hem başkalarına bulaşıcıdır. Bu da rahatsızlığı arttırır. Aksine başımıza gelen güzel olaylar, sahip olduğumuz nimetler anlatıldığında da psikolojik iyileşme olması kaçınılmazdır.
8- Süreç öncesinde de var olan problemleri, süreç torbasına atıp yükümüzü iyice ağırlaştırmayalım. Gücümüzü dağıtmadan bugünün ortaya çıkan problemlerine mesaimizi teksif edelim. Dünü değiştiremeyiz çünkü geçti; yarın ise daha doğmadı. Ömür yaşadığın andır. O anı iyi değerlendirirseniz, diğer zamanları da kurtarabilirsiniz. Mevcudu muhafaza etmeden geleceğe yön veremezsiniz. Hakiki ömrümüzü bulunduğumuz gün olarak bilmek en güzeli. İnsanın yüzü arkada yaratılmamıştır. Hep öne baksın ve yol alsın diye... Her şey iyi olacak diyerek yürümelidir. İyi olacak denmesi o an için problemi çözmese bile, problemlerle yüzleşecek bir kuvvet verecektir.”
Bazen şükrediyorum diyoruz ama aslında pek çok kavram gibi şükür üzerinde de derinlemesine tekrar durabiliriz. Şu an müslüman olmayan ama şükür seansları yapan insanlar var. Dolayısıyla bu konuyu ciddi ele almak gerekebilir. Örneğin çocuklarımın varlığına şükrediyorum Allahım! Kimseye muhtaç olmadan lavaboya gidebildiğime şükrediyorum Allahım! İyi ki ellerim gözüm kulağım var ve bunları hissedebiliyorum, gibi.
Ayrıca yaşanan süreci yönetme işi biraz kişinin kendisine kalıyor, herkes aynı yoldan geçer fakat nasıl geçeceği kişinin kendi algılarıyla, olaylara verdiği tepkilerle farklılaşır. Şöyle ki zor bir dönemden geçen kişiler kadere veya üçüncü şahıslara tepki de verebilir, ya da kendi yoluna bakıp ben bundan ne öğrendim, dünkü benle bugünkü ben arasında fark varsa bundan nasıl olumlu sonuçlar alabilirim gibi soruları kendine sorabilir. Bu, beni ben yapan düne, şükranlarımı sunup bugün ben olmamı sağladığı için, öğrettikleri için teşekkür etmek demektir. Yani bir anlamda kaderle kavgalı değil de nimetlerin farkındalığıyla hayata bakmaya çalışmaktır.
Diğer yandan çok önemli olan bir konu da çocuklarımızın bu olanlardan nasıl etkilendikleri hususudur. Çocuklarımız çoğu zaman olayları bizzat yaşamadıkları için onların olaylardan ne kadar etkilendiklerini gözden kaçırabiliyoruz. Halbuki çocuk dünyası çok daha hassas ve kırılgandır. Çoğu zaman ne kadar etkilendiklerinin farkında değillerdir ve sözel olarak bunu ifade de edemezler. Çocukların ihtiyacı güvenli, huzurlu, sabit bir ortam iken çocuklarımızın pek çoğu bu imkanlardan mahrum yetişiyor. Şöyle söylesek abartmış olmayız: Taşınma (ya da hicret) adeta bir ölüm ve yeniden dirilme hadisesidir. Bir sosyal ortamda hayatımız sonlanırken, yeni bir sosyal ortamda doğarız. Hele bu dili, dini, kültürü farklı bir yerde oluyorsa ne kadar zor bir durum olduğunu hesap ediniz. Dolayısıyla çocuklarımızın bu durumlarda, bizim her zamankinden çok daha fazla desteğimize ihtiyaçları var. Peki eldeki imkanlar nispetinde neler yapabiliriz:
Onlarla konuşmalıyız. Bu konuşmalar ümit dolu, onları şevklendiren, onlara yeni fırsatları gösteren konuşmalar olmalı. İnsan eğer sonucuna değeceğini düşünürse zorluklara daha rahat katlanabilir. Yeni çevreleriyle alakalı pozitif şeyler duymak onları olumlu yönde motive eder. Bazen farkında olmadan yaşadığımız zorlukları anlatırken onlarda önyargılar veya öğrenilmiş acizlikler oluşturabiliyoruz. Mesela Almanca çok zor bir dil dediğimizde, çocuğumuzu istemeden de olsa negatif şartlandırmış oluyoruz. Çocuğumuz zorlandığında gayret etmek yerine, zaten Almanca çok zor bir dilmiş deyip işin içinden sıyrılıveriyor.
Özellikle küçük çocuklarda kendini ortama ait hissetmesi, adaptasyonu kolaylaştırması için mümkün olduğunca sevdiği eşya ve oyuncaklarını getirmekte fayda var. Tanıdık eşyalar kaygı düzeyini kısmen düşürebilir.
Çocuklara yeni taşındığımız yerlerdeki çevreyi tanıtmak, keyifli zaman geçirebilecekleri mekanları göstermek onların uyum sağlamasını kolaylaştırabilir. Bu mekanlar parklar, yürüyüş yolları, müzeler olabilir. Ayrıca okul ve ders dışında zaman geçirebilecekleri spor salonu veya başka bir takım kurslar da onlara bu konuda yardımcı olabilir.
Türkiye'deki mağduriyetlerden, çocuklarımızın ister istemez haberleri var. Ancak evin tek veya ağırlıklı gündeminin bu olması çocuklarda bir müddet sonra duyarsızlaşma veya karşıt tepki geliştirme gibi sonuçlara yol açabilir. Yani evdeki ortamı ağırlaştıran ve bozan sürekli mağduriyet gündemi, çocuklarımızda hiç istemediğimiz halde bu gündeme karşı öfke duygularının doğmasına sebebiyet verebilir. Onun için mağduriyet gündeminin, tabiri caizse filtreden geçirilerek ve aralıklarla çocuklarımıza aktarılmasında fayda var. Mağduriyetler, çocuklara yaşlarına uygun bir şekilde anlatılmalı. Mesela küçük yaşlardaki çocuklara kaçırılan arkadaşlarımızdan bahsederseniz, farkında olmadan bir takım korku ve kaygılarını tetiklemiş olabilirsiniz. Ya da işkencelerden, hayatını kaybeden insanlardan, çocuklarımızın haberdar olmasının çok da faydası olmayabilir. Burada dikkat etmemiz gereken konu, aciz kaldığımız, değiştiremeyeceğimiz, dehşete düşüren, nefret ettiren şeyler gündemimiz olmamalı. Eğer çözüm konusunda somut bir şeyler yapabiliyorsak, yada birileri mağdurlara yardım konusunda güzel bir şeyler yapmışsa bunları paylaşmalıyız. (Son günlerde sosyal medyada paylaşılan, AKP'nin bazı belediyeleri kaybetmesi karşısında, adeta cinnet getiren kız çocuğu, bizim için ibretlik bir örnek olabilir.) Paylaştığımız şeyler çocukta merhameti şefkat, yardımlaşma, dayanışma gibi erdemleri uyarmalı; korku, kin ve nefret tohumlarını çocuklarımızın yüreklerine ekmemeliyiz.
Çocuklarımız bir yandan olan biteni öğrenirlerken, hatta yardım toplama gibi bir takım aktiviteleri yaparken diğer yandan oyun ve eğlence ihtiyaçlarının olduğu da unutulmamalı. Yani onların evde neşeli bir ortama, zaman zaman esprilere, şakalara da ihtiyacı var. Daha doğrusu, bizim onlarla keyifli zaman geçirmemize ihtiyaçları var. Herhalde anne ya da babanın, çocuğuyla geçirdiği keyifli zaman kadar çocuk ruhuna iyi gelen ikinci bir iksir yoktur. Peki çocuklarımızla nasıl zaman geçireceğiz? Burada işin püf noktası, herkesin keyif alması. Yani hem sizin hem de çocuklarınızın keyif alabileceği etkinlikleri keşfetmelisiniz.
Ancak burada çoğu zaman vakit bulamama bahanesi devreye girmekte. Bu bahaneyi ortadan kaldırmanın tek yolu ise planlama yapmaktır. Yani çocuğunuza ayıracağınız zamanı şansa bırakmamalısınız. Hangi günler veya günün hangi saatinde çocuğunuzla vakit geçireceğinizi planlamalısınız. En garantili yöntem de bunu ailece belirleyerek, yazılı hale getirmenizdir.
Son olarak aşağıdaki hikayeyle mevzuyu tamamlayalım. Ailenizle mutlu, huzurlu günler diliyoruz.
Bir gün bir adam Sokrates’e: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” der.
Sokrates: “Bir dakika bekle” diye cevap verir ve devam eder: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna Üçlü Filtre Testi deniyor”. Adam merakla: “Üçlü Filtre?” diye sorar. “Doğru” diye devam eder
Sokrates. “Benimle arkadaşın hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir. Bu ona üçlü filtre dememin sebebi. Birinci filtre: “Gerçek filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam olarak gerçek olduğundan emin misin?” Adam: “Hayır, aslında bunu sadece duydum.” “Tamam” der, “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun… Şimdi ikinci filtreyi deneyelim, yani iyilik filtresini. Arkadaşın hakkında bana söylemek istediğin şey iyi bir şey mi?” diye sorar Sokrates.
Adam Sokrates’e: “Hayır, tam tersi” diye cevap verir. Sokrates: “Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. İşe yararlılık filtresi; bana arkadaşın hakkında söyleyeceğin şey benim için yararlı mı?” diye sorar. Adam şaşırarak: “Hayır! Gerçekten de değil!” Sokrates: “İyi o zaman. Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse ve yararlı değilse, bana niye söyleyesin ki!” der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.