10 Nisan 2019 Çarşamba

ZORAKİ GÖÇ VEYA SÜRGÜN HAYATI YAŞAMAK

SORU:  Yeni gurbete çıkanların gerek, çıkmadan önceki, gerek çıktıktan sonra ki yaşadıkları travmaları nasıl düzelecek?
Memleketlerine bir daha gidemeyecek psikolojisi ile nasıl yaşayacaklar?
Çok teşekkür ederim.

 CEVAP:
 ZORAKİ GÖÇ VEYA SÜRGÜN HAYATI YAŞAMAK

Soruyu Psikolojik ve inanç yönünden olmak üzere 2 şekilde ele almak daha sağlıklı olacaktır. Yaşanılan hadiselerin ve travmaların şiddetinden dolayı soruyu tek yönlü ele almak yeterli olmayacaktır.
“ Allah neyi dilerse, o mutlaka olur; O’nun olmamasını dilediği de asla olmaz. ”
“ Ayaklar, Allah’a giden yollarda şayet tozumuş ise, toza maruz kalmış ise, katiyen, ateş onlara dokunmaz. ”
 buyuruyor, sözü sözlerin sultanı olan İnsanlığın Sultanı, Hazreti Ruh u Seyyidi’l-enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem)
Aslında bu her 2 ifade de tam olarak sindirilebilirse pek çok problemi halledecektir ama tabii ki hayatın doğası gereği insanız ve hayatımızın farklı dönemlerinde aşmamız gereken pek çok problem ve travma ile içli dışlı oluyoruz.
Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Ülkenin, fakir ve mütedeyyin Anadolu insanlarının kanla, terle güçlükle yetiştirip okuttukları ve ülke hizmetine sundukları nitelikli, kaliteli insanlar, büyük bir kıyıma maruz. Yüzbinlerce öğretmen, hekim, hakim, polis, akademisyen, hemşire, esnaf vs hapiste. Hapiste olmayıp Türkiye’de kalanlar ise sefillerdeki Kaçak’ın yaşadığı hayata benzer bir yaşam sürüyorlar. Her yerden kovulup itilip kakılıyor, tahkir ediliyorlar. Bin yılda bir yaşanabilecek türden çok ağır bir zulüm süreci yaşanıyor. En acısı ise içinde hepimizin akrabalarının da bulunduğu bazı dindar insanların, grupların, cemaatlerin bu zulmü yok saymaları, görmezden gelmeleri. Türkiye’deki insanların durumu çok ağır ve tahammülü zor; ancak o ayrı bir bahsin konusu. Bu yazıda bir şekilde yurt dışına çıkabilmiş insanların sıkıntıları, problemleri üzerinde duracak ve kendimizce bazı çözüm önerileri sunmaya çalışacağız.
Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki zorluk derecesi değişse de bu dönemde herkes ağır bir imtihana muhatap. Yaşanan çoğu travma olayın kendi özgül ağırlığından ziyade travmayı yaşayan kişinin olaya yüklediği anlam kadar bireye etki eder. Olayları doğru ve sağlıklı bir şekilde algılamak, abartmadan ve küçümsemeden ele almak gerekir. Hitler'in soykırımından sağ kurtulan Yahudilerin daha sonra %90'nının yaşadıklarından dolayı ateist olduğu ifade edilir. Kanaatimce günümüzde de ülkesini terk etme, maddi ve manevi kayıplar ve hayati tehlike yaşayan kişilerin de öncelikli olarak inanç dünyalarında sarsıldığı görülmektedir. Bu dünyada tek başımıza yaşamıyoruz ve de insanlık tarihi sadece bizim yaşadığımız zaman diliminden ibaret değil. Hayatı ve olayları çok boyutlu ele almak zorundayız.
Her zaman olduğu gibi birincil başvuru kaynağımız Asrı Saadete bakılabilir.
Hicret Mekke fethine kadar imanın bir parçası gibi sayılmış. Hazreti Peygamberin talimatıyla kalanlar veya çıkamayanlar hariç hicret etmeyenlerin inancı ve imanı sorgulanmış. Mekkeden Medineye hicretle bugün yaşanan “ Zoraki Hicret ” arasında çok benzerlik var. Önceki hicretlerle bu süreçte yaşanan hicret karşılaştırıldığında son hicretlerin Efendimizin ve sahabelerin yaşadığı hicrete daha benzer olduğu söylenebilir. Bu benim gibi önceki hicret çağrılarına uymakta zorluk yaşayıp kaderin sevkiyle zoraki hicrete muhatap olan birinin subjaktif mülahazası da olabilir elbette.

 PEKİ BU DURUMDA NELER YAPILMALI?
- Her şeyden önce “mucizevi birşeyler olacak ve biz ülkemize, eski durumumuza döneceğiz ve hayatımıza bıraktığımız yerden devam edeceğiz” düşüncesinden sıyrılmak lazım. Mucizevi bir şey olabilir; ama öyle olsa dahi hiçbir şey eskisi gibi olmaz.“ Döneceğim ” düşüncesi geldiğimiz topraklarda tutunmamızı engeller. Bizi eylemsiz, hareketsiz, bir şey yapamaz kılar. Bir iş yapmadığımız, sadece bekleyişte olduğumuz için elimizde olan kaynaklar da hızla tükenir ve bu durum bizde ayrı bir gerilim oluşturur. “Döneceğim” düşüncesinden kurtulmak lazım. “ Burada tutunmam lazım !” dersek bir arayış, çaba içine girebiliriz. En azından “dönsem bile bir ayağım burada olacak, burada tutunup orada da olacağım” demeliyiz.

- Meşgalesizlik, hedefsizlik, eylemsizlik insanı bitirip tüketen bir illettir. Küçük-büyük bir iş bulur çalışır, basit de olsa bir yerlerden başlarsak eylemsizlikten, ataletten kurtulmuş oluruz. Bu durum bize bir miktar gelir yanında yeni çevreler kazandırır, yeni kapılar açar. Ayrıca içinde bulunduğumuz anafordan çıkma fırsatı verir bir nevi terapi olur.
İlk yapacağımız işin, çalışacağımız işin çok “itibarlı”, geliri yüksek olması gerekmiyor. Kebapçıda çalışmak, deliveri yapmak dahi hayata tutunmaya, adaptasyona önemli katkı sağlıyor. Girdiğimiz çevre bize farklı ve yeni imkanlar sunuyor. O nedenle atalette kalmayıp iyi-kötü, küçük-büyük bir işle meşgul olmak intibak sürecini hızlandıracaktır. Eğer kendi geçmişinize, kariyerinize uygun bir işten başlarsanız dili hallettikten sonra eski birikiminizi yeniden kullanabilirsiniz. Kariyerinize uygun bir işe alt seviyelerden dahi olsa girmek avantaj olabilir.
- “Ben Türkiye’de şöyleydim, şu imkanlarım vardı, evim şöyleydi, gelirim böyleydi” gibi kıyaslamalar sadece buralara uyum sağlamamızı geciktirir. “ Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal ! ” deyip mevcut şartlara göre kendimizi ayarlamalı, duygu ve düşüncemizi realize etmeliyiz. İyi iş veya kötü iş yoktur. Helal-haram kazanç vardır. Alın teriyle para kazanmak için müspet dairede yapılan her iş helal ise temizdir. Helalinden hela temizlemek bile ak-pak bir iştir. Yapılan işin ne olduğuna takılmamak lazım. Allah sonra imkan verir ve sizi çok itibarlı işlerde istihdam eder.
- İnsanlar ağır bir travma yaşadı, psikolojik çöküntüler var. Böylesi durumlarda hem de gurbette yalnız kalmak, insanlardan toplumdan uzak durmak ve meşgalesiz durmak çok tehlikeli olabilir. Kalıcı psikolojik hasarlara neden olabilir. O nedenle gurbetteki herkes kendisine katılacağı manevi bir halka, bir cemiyet, çay muhabbeti bulmalı. Kadın-erkek, çoluk-çocuk herkesin gideceği bir yer olmalı. İmkanlarımızı birleştirip dayanışma ile problemlerimizi çözmeyi öğrenmeliyiz. Kenara çekilmek, hayattan tecrit olmak en tehlikeli şeylerden. Böyle arkadaşlar varsa mutlaka bir halkaya katmalı değilse onları sıklıkla ziyarete gidilmeli. Özellikle hanımlar daha çok yalnızlık çekiyor ve kendi haline kalıyor. Ayrıca onlar daha duygusal olduklarını için olaylardan daha ağır etkilenebiliyorlar. Hanımlarla ilgilenmek, gezdirmek, bir yerlere götürmek çok önemli.
- Bulunduğumuz yerleri, beldeleri sevelim. Eleştirel bakarak, her şeyine bir kusur bulma intibakı geciktirir, hatta imkansız kılar. Sevmediğimiz bir yerde iş yapamayız, çevre edinemeyiz. İradi Hicrete gidenlerin hemen tamamının gittikleri yerleri sevdiklerine şahit olmuştum. Ama cebri muhacirlerden Avrupa’da müreffeh, gelişmiş ülkelerde olmasına rağmen ülkeden ve insanlarından şikayet edenlere rastladım. Bunda sürülerek, kovularak çıkarılmanın hasıl ettiği travma etkili olabilir ama bunu aşabilmemiz lazım. Sevmediğiniz bir coğrafyada sevmediğiniz insanlarla yaşayamaz, derdinizi anlatamaz, oralarda hizmet edemezsiniz.
-Türkiye’ye ve insanımıza, akrabalarımıza sitem etmek, kahretmek çözüm değil. Yarın problemler azalınca veya çözülünce biz o insanlarla yine beraber olacağız. Onlara kahretmek yerine benzer durumların böylesi hareketlerin başına tarih boyunca hep geldiğini, hakkın müdafaacısı insanların yalnız kaldığını, dışlanıp ötekileştirildiğini hatırlamak lazım. Bunu “ Yolun Kaderi ” ve imtihanın bir basamağı olarak görmek tahammülü artırır, sınavı geçmeyi kolaylaştırabilir.
- Eğer Cenabı Hak sizin gibi güzel insanları dünyaya yaymak ve tüm insanlığın, coğrafyaların istifadesine sunmak istiyorsa cebri veya rızaya dayalı bu hicret süreci devam edecektir. Geri dönmek yerine burada tutunup sonraki hicret dalgalarında geleceklere ensarlık yapma misyonuna soyunmak lazım. Kanaatimce ülkedeki zorbalık durulacak, baskı azalacak ve bugün hapiste olan pek çok insan da dışarıya çıkacak. Eğer Allah sizi dünyaya yaymayı murad ediyorsa mevcut yayılma çok yetersiz, devamı gelecektir. Ümid ederiz ki son dönemdeki gibi ağır şartlarda olmaz. Bu dalgada gelen insanların hayata tutunup sonrakilere zemin hazırlması gerekir.
-Buralara gelen insanların çoğunun sermayesi sınırlı. Pek çoğunun tek başına iş yapacak durumu yok. Ama 3-5-7 kişi iyi fizibilite edilmiş bir iş için biraraya gelebilirse, sermayelerini emeklerini birleştirebilirse daha nitelikli işler yapabilirler. Eğer aralarına o ülkeyi bilen yerli veya önceden gelmiş insanları da alırlarsa riski azaltıp, prosödürleri kolay aşabilirler. Ancak bizde ortaklıklar maalesef sıkıntılı olabiliyor. Türk usulü hadi yapalım deyip başlıyoruz, yazılı bir anlaşma, planlama, görev dağılımı yapmıyoruz. En kötüsü bir exit planımız olmuyor. İşleri hep kazanmaya, iyi gitmeye göre düşünüyoruz. Olumsuz ihtimalleri düşünmediğimiz için de işler sarpa sarınca cıngar çıkıyor. Oysa Kur’an bize hem de emir kipinde “borç ilişkisine girdiğinizde onu yazın” (2-282) diyor.
- Sabretmek önemli ama aktif sabır! Bekleyerek sadece bostanlar olgunlaşıyor. Onu da fazla bekletirseniz çürüyor. Yapabildiğimiz kadarıyla hayata karışmak lazım. Boş beklemek yerine o ülkenin dilini, kültürünü öğrenmeli, ehliyetini almalı, çevre edinmeye çalışmalıyız.
- Dil biliyorsak bizzat, bilmiyorsak yanımıza dil bilen birilerini alıp Türkiye’deki zulmü anlatmalı, mağdurların sesi-soluğu olmaya çalışmalıyız. Bu zulüm sürecinin bitmesi için insan hakları örgütlerine, yerel, ulusal, U.A kuruluşlara, kişilere gidip Türkiye’de yaşananları, kendi hayat hikayemizi anlatmak en önemli işlerden birisi.
Mekke’li ilk müslümanlar elbette memleket hasreti çektiler ama Mekke fethedildikten sonra da başta Hazreti Peygamber olmak üzere Mekke’ye dönmek yerine Medine’de yaşamaya devam ettiler. Bizlerde yarın tatile, gezmeye ülkelerimize gitsek bile buralarda kalmayı düşünmeliyiz. En azından her iki tarafta ayağımız olacak şekilde düşüncelerimizi revize etmeliyiz. Türkiye dışında dünyada çok güzel ülkeler, coğrafyalar var. Hizmet götürülecek, kabiliyeti istidadı müsait çok insanlar var ve biz bunların pek azına ulaşabilmişiz.
Türkiye’de yaşananlar ve oradaki arkadaşlarımızın çektikleri gurbette olanların en büyük derdi ve hüznü. Sabah akşam onlarla yatıp kalkıp onlara dua ediyoruz. Ama onlara daha iyi yardımcı olabilmek için de buralarda tutunmaya ihtiyacımız var. Türkiye’de bazıları yurt dışına çıkanların rahat olduğunu düşünüyor olabilir. Buralardaki insanlar Türkiye’deki kardeşlerinin derdiyle oturup kalkıyor. Hatta yaşama tutunamamanın en önemli engellerinden birisi de Türkiye’yi düşünmek! İnsanlar bundan sıyrılamıyor, hayata intibak edemiyor.
Allah bize cebri bir hicret kapısı açtı. Bunu Cenabı Hakkın bir ikramı, imtihanı kabul ederek aşmaya çalışırsak hakkıyla Hicret sevabı kazanabiliriz. Ama şikayetler, sızlanmalar, suçlamalar bizi zulme maruz kalma yanında Hicret sevabından mahrum edebilir. Hazmedip bulunduğumuz yerlerde tutunabilirsek bu zoraki sürgünü hayatımızda yeni bir başlangıca, taze ve yeni dallara vesile olacak bir sürgüne çevirebiliriz.
Her şeyin hayırlısıyla gönlünüze göre olmasınız dileriz.
( Not : Konu çok geniş olduğu için daha sonra tekrar ele alınacaktır.)

 PSİKOLOJİK DESTEK EKİBİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Son Eklenen