27 Mayıs 2019 Pazartesi

-Öfke kontrolü ve öfkenin gerçek kaynağı. - Çocuklar gerçekte neden yaramazlık yaparlar? -Gerçekten çocuklarda 0-6 yaş arasının geri dönüşümü yok mu? -Ebeveynlerin suçluluk duygusu.

*SORU:*
4.5 yaşında kızım ve 6 yaşında bir oğlum var.. yaklaşık 3 aydır bir kamp surecindeyiz .. ben en yoğun çalışma dönemlerimde bile onlara bağırmadım mola alanı uygulaması yaptım çizelgeler kurallar ödüller vs.. ama şu 3 aydır onlarda bende değiştik yapmayın dedikçe yapıyorlar şımarık hareketler yapma dediğim şeyleri ısrarla yapmalar.. bende malesef  sürekli kızıp bağırıyorum.. sonrasında da ağlıyorum.. Aslında  problem bende de var çabuk öfkeleniyorum.. bir yandan kendime kızıyorum 6 yasa kadar ne verirsem kişilikleri o derece sağlam olacak.. bu düşünce beni daha da gerginleştiriyor yetersiz ve kotu anne olmaktan sağlam birey yetiştirememekten korkuyorum..

*CEVAP:*
Öncelikli olarak sorunun birkaç  açıdan ve benzer durumdaki ebeveynlere de hitap etmesi için genişce ele alınması gerekmektedir.
-Öfke kontrolü ve öfkenin gerçek kaynağı.
- Çocuklar gerçekte neden yaramazlık yaparlar?
-Gerçekten çocuklarda 0-6 yaş arasının geri dönüşümü yok mu?
-Ebeveynlerin suçluluk duygusu.

Çocuklar bazen sabrımızı öylesine zorlar ki, bütün iyi niyetli yaklaşımlarımız bir işe yaramaz, sonunda kontrolü kaybeder, çileden çıkar, öfkelenmeye ve bağırmaya başlarız. Öfkelenmemiz gerçekte çocuklardan mı yoksa bizden mi kaynaklanıyor? Öfkelenmeden, bağırıp çağırmadan çocuklarımıza sözümüzü dinletemez miyiz? Yüksek tahsil yapmış, kariyer sahibi anne babalar bile çocuklarına söz dinletemedikleri zaman öfkelerine hâkim olamadıklarını itiraf ediyorlar. Çünkü hayat her zaman kitaplarda yazıldığı gibi ilerlemiyor.

Öfkemizi kontrol edebilmek için öfkenin sebebini bilmemiz gerekir. Çocuklar bizim küçüğümüz değildir. Yani onlar olaylar karşısında bizim gibi düşünmezler. Üç-dört yaşındaki bir çocuk yaptığı bir davranışın sebep ve sonuçlarını düşünecek zihin olgunluğuna sahip değildir. Onu yemek yemeye, uyumaya, çişini yapmaya, uslu durmaya mecbur edemezsiniz. O bunları canı isterse yapar.

Yapma dediğimiz şeyi inadına yaptığı zaman, sözümüzü dinlemediğini, itaatsizlik ve saygısızlık yaptığını zanneder, öfkeleniriz. Öfkelendiğimiz zaman da zor kullanır, istediğimizi yaptırarak otoritenin kimde olduğunu öğretmeye çalışırız. Aslında çocuğu tanımadığımız için davranışlarını doğru yorumlayamaz, öfkeleniriz. Çocuk sözümüzü dinlemediğinde, yapmasını istemediğimiz bir davranışı gözümüzün içine bakarak yaptığında niyeti bizi kızdırmak ve çileden çıkarmak değildir.

*Bizi kızdıran çocuk davranışlarının belli ilkeleri vardır:*
Çocuk bir davranışta bulunurken haz ilkesine göre hareket eder. Kendisine haz veren, hoşlandığı davranışları tercih eder.
Çocuk için “deneme-yanılma”, oyundan sonra en etkili öğrenme aracıdır. Emekleyerek sıcak sobaya veya sıcak ütüye doğru giden bir çocuğa on kere “cıs!” demeniz bir anlam ifade etmez. Ancak sobaya veya ütüye elini değdirip canı yandığında “cıs”ın ne olduğunu anlar.
Deneyerek bu davranışının doğru olmadığını öğrenmiş olur. Canı yanan ve ağlayan çocuğa kızıp bağırdığınızda, o niçin kızdığınızı anlayamaz. Çünkü canı yanan ve ağlayan odur.

Dört yaşındaki küçük kızınızla alışveriş yapmak için markete gittiğinizi varsayalım. Elbise bölümünde yeni gelen elbiselere bakıyorsunuz. Bir elbise hoşunuza gidiyor. Kızınızın elini bırakıyorsunuz. Elbiseyi denemek için deneme kabinine giriyorsunuz. Çıktığınızda çocuğunuzu kabinin önünde göremiyorsunuz. Etrafa bakıyorsunuz, telaşla sağa sola koşuşturuyorsunuz; marketin içinde bakmadığınız yer, sormadığınız kimse kalmıyor, ama onu bulamıyorsunuz. Bu durumda neler hissedersiniz? Korku ve panik. “Dışarı mı çıktı? Yolunu şaşırıp kayıp mı oldu? Kaçırıldı mı? Trafik kazası mı geçirdi?..”

Siz böyle korku ve panik içinde, belki de ağlıyorken, marketin dış kapısından bir bayanı çocuğunuzun elinden tutmuş girerken görüyorsunuz. Ne hissedersiniz? Sevinç ve şükür; değil mi? Kızınıza doğru koşar, bulup getiren bayana teşekkür edersiniz. Sonra? Sonrası için iki ihtimal var. Ya doğal davranıp kızınıza sarılır, onu öper, “kayboldun diye çok korktum, habersiz yanımdan ayrıldığın için çok üzüldüm, seni görünce çok sevindim, lütfen bir daha izin almadan yanımdan ayrılma” dersiniz. Ya da çocuğunuzu getiren bayan gider gitmez kızgın bir ses tonuyla çocuğunuza bağırmaya başlarsınız. Belki bir yandan kulağını çekerken bir yandan da hem tembihler hem tehdit edersiniz: “Sana kaç defa yanımdan ayrılma dedim! Neden beni dinlemiyorsun. Sen iyi bir cezayı hak ettin…”

Bu durumda kaç anne acaba doğal olan birinci ihtimali, yani kızı kaybolduğunda hissettiği duyguları dile getirir ve bulduğunda sevincini ifade eder.

Sebepsiz yere, birden bire öfkelenmeyiz. Bazı sebeplerle korku, panik, endişe, hayal kırıklığı, üzüntü, acı ve utanma gibi ortaya çıkan duyguları yaşamak istemediğimiz veya doğrudan dile getiremediğimiz zaman öfkelenerek bu duygularımızı maskeleriz. Topluluk içinde, büyüklerin yanında, patronumuza ve müdürümüze karşı öfkemizi belli etmeyiz. Çocuklarımıza, öğrencilerimize, emrimiz altındaki kişilere, arkadaşlarımıza, eşimize, yakınlarımıza daha kolay öfkeleniriz. Öfke sırasında arzu etmediğimiz kırıcı sözler söyler, olumsuz davranışlarda bulunuruz. Bu “kontrolsüz öfke”dir.

Kontrolsüz öfkede, anne baba, “sen…” diye başlayan cümleler kullanır; çocuğun kişiliğini hedef alan suçlayıcı ve aşağılayıcı sözler kullanır. Öfke nöbetinden sonra çoğu anne baba söyledikleri ve yaptıkları için pişmanlık duyar. Öfkenin çocuğa öğrettiği olumlu bir şey yoktur. Öfkeli anne babaların çocuklarında özgüven, öz disiplin ve benlik saygısı gelişmez.

Öfke normal ve doğal bir duygudur. Her insan, şu veya bu sebeple, kendisini üzgün, huzursuz, kızgın hissettiğinde öfkelenir. Ancak bazı insanlar öfkelerinin sebebini bilir, öfkeyi tetikleyen duygularını bastırmaz, mantıklı, kırıcı ve yıkıcı olmayan bir şekilde dile getirir. Buna “ *kontrollü öfke* ” diyoruz.
Yukarıdaki senaryoda dört yaşındaki kızını kaybeden annenin üzüntü, korku ve panik içinde onu araması ve bulamadığı için öfkelenmesi normaldir. Kızını bulduktan sonra yaşadığı üzüntüyü ve korkuyu dile getirmesi, bulunduğu için de sevindiğini söylemesi “kontrollü öfke” için güzel bir örnektir.

Çocukların annelerini kızdırmaktan zevk aldıklarını sanmıyoruz. Çocuklar anne babalarını öfkeli görmekten asla hoşlanmazlar. Peki, buna rağmen neden hatalı davranmaya devam ederler?
Çünkü çocuk hata yapmadan öğrenemez. Veya aslında o yaramazlık ile farklı bir mesaj veriyordur. Evde sürekli bilgisayar başında oturduğundan çocuklarıyla yeteri kadar ilgilenmeyen baba akşam eve geldiğinde çocuğunun pastel boyalar ile  bilgisayar ekranını tamamen boyadığını  görür. Bu durum  babayı kızdırır haliyle ama bu durumda çocuk gerçekten  yaramazlık mı yapmıştır yoksa *"Baba bende bu evde yaşıyorum, bir bireyim, ihtiyaçlarım var, sana ihtiyacım var, seninle oynamaya, şakalaşmaya  ihtiyacım var. Canın istediğinde sevip sonra sıkıldığında bir köşeye bırakabileceğin bir oyuncak değilim ben."* mi diyordur? 

Bazen işlerimizin yoğunluğu veya yaşadığımız travmatik olayların sebebiyle çocuklarımıza yeterli zaman ayıramayız. Çocuk için en önemli manevi ihtiyaç sevgidir. Çocuk sevildiğinden, istendiğinden ve değer verildiğinden emin olmak ister. Şu veya bu sebeple ihmal edilen çocuk, anne babasının dikkatini üzerine çekmek ve kendisiyle meşgul etmek için yaramazlık yapar, kuralları çiğner. Bunu yaparken niyeti anne babayı kızdırmak değildir. Niyeti anne babanın sevgisini test etmektir.

Aslında sizi kızdıracak davranışlarda bulunmadan önce soru sormak, hikâye anlatmak, yardım istemek, söze karışmak gibi dikkatinizi çekecek daha masum yollar denemiş; bunlardan netice alamayınca, çoğu zaman bilinçsizce olumsuz davranışlara yönelmiştir.

Kurallı ailelerde bile çocuklar, kuralın hala geçerli olup olmadığını, kuralı delip delemeyeceğini denemek için olumsuz davranışlarda bulunabilir.
Anne babanın tutarlı davranması, oyuna gelmemesi; sinirlenmeden, sevecen ve kararlı bir şekilde kuralı devam ettirmesi sonunda çocuk denemekten vazgeçer.

0-6 yaş dönemi sonrasında geri dönüş yoksa eğer her şey bitmiş olmuyor mu? O zaman 6 yaşından sonra ebeveynlerin çocuklarını kendi hallerine bırakması gerekmez mi? Ülkemizde  gerçekten 0-6 yaş arasını tamamen sağlıklı geçiren çocuk  oranı yüzde kaçtır acaba? 0-6 yaş arasını çok olumsuz geçirdiği halde sonrasında çok başarılı olup çok iyi yerlere gelen bireyleri nereye koymak gerekir? 30-40 yaşlarına kadar cahiliyye adetleriyle yetişip daha sonra sahabeliğe yükselenlerin 0-6 yaş arası  ne kadar sağlıklıydı acaba? 0-6 yaş tabii ki çocuklarda etkilidir ama kesinlikle her şey demek değildir. Ebeveynler üzerinde baskı unsuru olmaması gerekir.
Çocuklarımız belli bir yaşa geldikten sonra onları küçük yaşlara geri döndürüp yeni baştan eğitemiyoruz. Ancak bu her şeyin bittiği anlamına gelmez. Aldığımız yeni eğitim ve okuduğumuz yeni kitaplar sayesinde yaptığımız yanlışlıkların farkına vardığımız zaman, tutum değiştirerek yeni hatalar yapmaktan kurtulur, yaptığımız eski hataları tamir edebiliriz.

Bazı annelerin çocuklarına karşı annelik görevini tam olarak yerine getiremedikleri düşüncesiyle suçluluk duymaları sık rastlanan bir durumdur.

Bir annenin çocuğuna ayırdığı zamanın süresi değil, kalitesi önemlidir. Çalışan veya kamp, heim, mültecilik gibi zor şartlardan gecen bir anne, akşam yemeğinden sonra çocuğuna yarım saat ayırsa, ikisi de bu beraberlikten zevk alsa; yarım saatlik bu beraberlik, tartışma ve sürtüşme ile geçen iki saatlik beraberlikten daha değerlidir. Anneler için suçluluk duygusu -daha iyisi için teşvik etmiyorsa- bir tuzaktır. Çocuğuna karşı görevlerini yerine getirmeye çalışan bir anne, suçluluk tuzağına düşmemeli, her anne gibi çocuğunu eğitme ve disipline etme hakkına sahip olduğunu ve bunun belki de ömür boyu devam eden bir süreç olduğunu unutmamalıdır.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Son Eklenen