Evlilikler başından sonuna kadar monoton veya ilk günden itibaren anlaşmazlık içinde değildir; birbirinden farklı üç dönemi vardır. İlk dönemde eşlerin ilişkisine “ *balayı* ” dediğimiz romantik duygular hâkimdir. Henüz bireyler birbirini tanıma aşamasındadır. Daha sonra karşılıklı kişilik çatışmalarının yaşandığı gerçeklik dönemi başlar.
Eğer eşler empati yapar, birbirlerini anlamaya çalışır, akıllı davranırlarsa bu dönemi aşarlar ve daha sonra bağlılık dönemi ortaya çıkar. Üçüncü dönemde, evlenmeden önce yaşanan aşk karşılıklı sevgi ve saygıya dönüşür. Hem sevginin hem arkadaşlığın olduğu evlilikler bu yüzden en ideal evliliklerdir.
Evliliklerde ortaya çıkan çatışmaları eşinizin gerçek yüzünün ortaya çıkması gibi algılamak veya bu çatışmalarda %100 kendini haklı görmek evliliği çıkmaz sokağa sokar. İnsan faktörünün olduğu her yerde mutlaka problem çıkacağını kabullenmek gerekir. Trafikte meydana gelen hiçbir kazada bir taraf 8'de 8 kusurlu diğeri kusursuz olarak işleme geçmez. Eğer gerçekten böyle bir durum varsa bile haklı taraf en azından trafiğe çıkmış olduğundan 8'de 1 kusurlu olarak kayıtlara geçer. Kişilerarası ilişkilerin de birinci kuralı hiçbir zaman çatışmalarda tek taraf %100 haklı veya %100 haksız değildir. Bir evliliği kabullenip böyle bir yola girmişsek eğer bütün bu kıstaslar aklımızda bulunmalıdır. Evliliği, yanan bir ateşe benzetebiliriz. Ateşin sönmemesi için nasıl devamlı beslenmesi gerekiyorsa, evliliğin de sevgi ile devamlı beslenmesi gerekir.
Eşler bazen günlük hayatın hay huyları içinde bu gerçeği göz ardı ederler. Ancak ilişkiler bozulmaya başlayınca bunun farkına varırlar. Evliliği iki insanın bir kayıkta seyahat etmesine de benzetebiliriz. Biri kızıp kayığı salladığında diğeri tutmalıdır. Eğer diğeri de kızıp sallamaya başlarsa kayık devrilir ikisi de suya düşer; yüzme bilmeyen boğulur. Tartışmayı sürdürmek yerine eşlerden birinin “ *sen haklısın, peki öyle olsun, sen bilirsin* ” demesi tansiyonu düşürür.
Beynimizin çalışma tarzı hem fiziksel hareketlerimizi hem de ruhsal ve metafizik yönlerimizi şekillendirir. Erkek, bir sorun olduğunda kabuğuna çekilerek düşünür. Yani çözüm odaklıdır. Kadın ise sorunu çözmek yerine, eşiyle paylaşmak ister. İletişimde erkeği sonuç, kadını ise süreç ilgilendirir.
Eşler bu gerçeği dikkate almazsa, ilişkide sürekli iletişim hataları meydana gelir.
Örneğin erkeğin yaptığı on işten iki tanesi yanlış ise kadın yapısı gereği yanlış olanlara yönelir ve bunları eleştirir. Bu yüzden bir sorun olduğu zaman erkek eşini dinlemeli; sorun çözülmeyecekse bile, eşine konuşma fırsatı vererek rahatlamasını sağlamalıdır. Erkek de fazla üstlenmeye, ısrara veya zorlamaya uğramadan doğal akışı içinde duygularını ifade etmek ister. Eşlerin karşı cinsin psikolojisini bilmesi uyumlu bir evlilik için çok önemlidir.
Kadınlar yaratılıştan daha duygusal oldukları için anlaşmazlıklarda erkeklere kıyasla çok daha fazla etkilenir. Kadınlar, kadınlık ve annelik içgüdüsüyle kendileri için değil, sevdikleri (anne babaları, eşleri, çocukları) için çalışır, fedakârlıkta bulunurlar. Atalarımız, boşuna “yuvayı dişi kuş yapar” dememiştir.
Tartışmalarda iki tarafın da karşıdakinin haksızlığını kabul edip değişmesini istemesi anlaşmayı zorlaştırır. İkisi de haklı olduğunu düşünüp değişmeyi kabul etmemesi zamanla anlaşmazlıkları derinleştirir, çözümü zorlaştırır. Eşlerden sadece birinin değişmesi bile ilişkiyi düzeltebilir. Biri değişince diğerinin de tavırları bu değişime uyum göstermeye başlayacak ve bir orta noktada buluşacaklardır. Evliliğinizi kurtarmak istiyorsanız önce değişen siz olun. “Benim bu anlaşmazlıkta payım nedir?” sorusunu kendine yöneltme cesaretini gösteremeyen eşler, suçu hep başkalarında (kaynanada, görümcede, kaynatada, akrabada vb.) arayarak kendini savunmaya çalışır.
Tartışma sırasında “sen zaten hep böylesin” tarzındaki suçlayıcı ve genelleyici dil karşı tarafı savunmaya yönlendirir; bu da çözümü zorlaştırır. “Sen” dili yerine “ben” dili, genelleme yerine “şimdi burada olanı tartışma”, eşini değil davranışını eleştirme çözümü kolaylaştıracaktır. “Çocukların önünde hep beni azarlayıp küçük düşürüyorsun” yerine; “biraz önce çocukların önünde beni azarlaman çok ağrıma gitti” şeklindeki konuşma daha etkili olacaktır. *Anlaşmazlıkları çözmenin üç kuralını tekrar edelim:*
1. Şimdi ve burada olanı konuşmak.
2. Geçmişte olan problemleri sayarak genelleme yapmamak.
3. Geleceğe dair endişeler dile getirmemek.
Sorunlar karşılıklı konuşup çözüm aranmadan kendiliğinden çözülmez. “Tatsızlık olmasın, belki zamanla düzelir, sabreden derviş muradına ermiş” gibi iyi niyetlerle sorunlarınızı ertelediğiniz zaman çözülmediği gibi, birikip altından kalkılamayacak kadar büyüdüğünü göreceksiniz.
Çözüm bekleyen sorunlar bilinçaltında birikerek sabrınızı ve dayanma gücünüzü tüketir. “Bana neler oluyor bilmiyorum, canım hiçbir şey yapmak istemiyor, çabuk sinirleniyorum, hayattan zevk almıyorum” şeklindeki depresyon ifadelerinin sebebi aslında yaşadığınız son olaylar değil; yıllardır bilinçaltına itip görmezden geldiğiniz sorunlardır.
Mutlu ve Huzurlu Evlilikler.
*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.