İletişim ve doğru anlaşılma bütün beşeri ve semavi ilişkilerimizin temelidir diyebiliriz. 124 bin veya 224 bin elçi gönderilmesiyle de Yaratıcımız için bile doğru anlaşılma ve doğru tanınmanın önemini anlayabiliriz. Onun eserleri olduğumuz için bizim için de durum aynı hayati öneme sahip aslında.
Evlilikte iletişim, ilk olarak karşılıklı konuşma, karşılıklı birbirini anlama ilkesiyle başlar. Biz birbirimizi doğru anlamalıyız, birbirimize doğru kulak vermeliyiz, birbirimize doğru zaman ayırmalıyız. Eğer bunları yaparsak, hayat boyu devam eden birliktelik, beraberlik, çok daha yolunda, çok daha güzel ve kaliteli ilerleyecektir. Birbirimize kulaklarımızı kapatırsak, gözlerimizi kapatırsak, birbirimizi her şekilde kamufle edersek, iletişim yolunu kapatmış oluruz. Oysa yorulduğumuzu, üzüldüğümüzü, sıkıldığımızı, beklentilerimizi, dualarımızı, temennilerimizi birbirimize doğru aktardığımızda, çok daha doğru anlaşılabileceğimiz iyi ve sağlıklı iletişim yolunu seçmiş oluruz.
Yorgun evlilikler kavramı, günümüz koşullarında, şiddetli geçimsizlikten sonra en fazla boşanma nedenleri arasında yer alan bir nedendir. Şiddetli geçimsizlikte, taraflar, yani eşler birbirleriyle sürekli sürtüşme halindedir. Ortada bir enerjiden bahsediyoruz; şiddetli geçimsizlikte sürtüşme, tartışma, kavga, sürekli birbirine sataşma, birbirini küçük görme gibi bir güç mücadelesi görüyoruz. Ancak, evlilik yorgunluğunda durum tam aksi. Evlilik yorgunluğunu gördüğümüz ailelerdeki duruma baktığımızda eşler birbirleriyle iletişimi kesiyorlar; aslında aynı evi paylaşıyorlar ama hiçbir şekilde diyalog zemini oluşturmuyorlar, iletişim kurmuyorlar, muhabbet etmiyorlar, sorunlarını birlikte bir toplantı düzeneğinde oturup konuşarak çözmeyi tercih etmiyorlar. Birbirlerinden hem fiziksel hem ruhsal hem de zihinsel manada uzaklaşmış, birbirine yabancılaşmış çiftlerin oluşturduğu bu yapıya evlilik yorgunluğu diyoruz. Evlilik yorgunluğu, oldukça sinsi ilerleyen, ailede çiftleri birbirinden yavaş ve zamanla uzaklaştıran çok önemli bir tehdittir.
Evlilik yorgunluğunda, kişiler aynı çatıyı paylaştıkları halde birbirlerinin yanlarında yatmazlar, birliktelikler oluşturmazlar, birlikte muhabbet etmez, aynı şeye gülmez, aynı konu üzerinden hiçbir şekilde bir film dahi izlemezler; herkes kendi dünyasını kurmuş, aslında iki bekârın aynı evi paylaşmasından öteye başka hiçbir şey fark etmez. Genellikle çiftler cinsel manada da birbirlerinden son derece uzaklaşmış bir hayat sürdürmeye devam ediyorlar.
Evlilik yorgunluğunda, evlilikler ne kalacak kadar iyi ne de gidecek kadar kötüdür. Böyle olduğu için, sürüncemede kalan evlilikler ne yazık ki birbirinden uzaklaşmış çiftlerin oluşturduğu kötü bir tabloya dönüşürler.
Eşinizi karşınıza alıp biraz sohbet etmek, biraz onun dünyasında neler olup bittiğine kulak kabartmak, biraz sorun ya da mutluluk odaklı, konu ne olursa olsun iletişim kurmaya değer olduğuna inanmak, meselenin temelindeki en önemli taşı kaldıracaktır. Birbirimizi tanımaya değer bulmak, birbirimizi bilmeye değer bulmak, birbirimizi anlamaya değer bulmak çok güzel bir özellik. İletişimin önündeki engelleri tek tek kaldırmanın ilk prensibi, ilk yolu, iletişimin gerçek bir ihtiyaç olduğuyla ilgili inanca sahip olmaktır. Eğer eşinizle doğru düzgün konuşmak, onunla muhabbet etmek, onunla sorunlarınızı çözmek, onunla hedefler ve planlar yapmak, onunla yaşamın güzelliklerini ve mutluluklarını paylaşmakla ilgili cömert davranırsanız, o zaman iletişimin aslında ne kadar da güzel bir alışkanlık, ne kadar da güzel bir yol olduğuyla ilgili doğru düşüncelere sahip olacaksınız. Bu sayede evlilikteki azalan veya tamamen sönen " *Muhabbet* " yeniden canlanmış olur.
Evlilik içerisindeki sorunları görmezden gelmek doğru değildir. Bu aslında örtük olarak eşinizden veya evliliğinizden ümidinizi kestiğiniz anlamına gelir. Halının altına süpürmek, görmezden gelmek, evlilik ilişkisindeki belirsizliği arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Belirsizliği arttırdığımız zaman, yani birbirimizle ilgili ne düşündüğümüzü, nelerden rahatsız olduğunu bilmediğimiz zaman, aşikâr yaşamadığımız zaman, hata üzerine hata yapmak ihtimalimiz çoğalmaktadır. Biz, mümkün olduğunca açık, şeffaf, birbirini daha net anlayan eşler olma gayreti içerisinde olmalıyız. Öbür türlü, son derece sıkıntılı, ne olduğu belirsiz bir ilişkiye doğru kürek çekiyor oluruz.
Eşinize karşı yaptığınız, ilişkinize yaptığınız bir hatadan doğru çıkarımlar yaparsanız; yani “Ben eşime karşı yaptığım bu yanlıştan oldukça pişmanım. Onu çok kırdım, onu çok üzdüm…” dediğinizde ve ona gidip ondan konuyla ilgili özür dilediğinizde, davranışınızı tekrar etmediğinizde, bu, ilişkiniz için, evliliğiniz için çok önemli bir kazanım olarak size geri dönecektir. Evlilikler olgunlaşma yolunda ilerlerken, mutlaka karşılıklı değişim, karşılıklı tekâmüle maruz kalırlar. Yani eşler hiçbir zaman evlendikleri günkü kişi değildirler. Bir gün sonra, 10 gün sonra, 10 yıl sonra kendimizin ne kadar değiştiğini görürken, aynı zamanda eşimizin de en az bizim kadar değiştiğini fark ederiz. Yani değişimin kendisi evliliğin en büyük, en farklı durumudur. Değişim içerisinde birbirimize uyumlu olmaya devam etmek en önemli becerimizdir.
Elbette ki eşiniz de size karşı hatalar yapacaktır. Bu hatalar bazen duygusal hatalar, bazen davranışsal hatalar, bazen fiziksel hatalar olabilir. Bu hataları görmezden gelmek, “Herhalde bir daha yapmaz.” beklentisiyle sürekli olarak görmemeye çalışmak doğru bir yöntem değildir. Önemli olan, hataya karşı gösterdiğimiz tepkidir. Hatayı görmemektense, hatayı doğru görmek çok daha iyileştirici bir yöntemdir. Eğer eşiniz size karşı herhangi bir iletişim hatası yaptıysa, yaptığı davranışın sizde hasar oluşturduğunu, yıkıcı olduğunu, sizi üzdüğünü düşünmeyecek ve bilmeyecektir. Ona kendinizi tanıtmalı, ne düşündüğünüzü, ne kadar kırıldığınızı, ne kadar üzüldüğünüzü açıkça ifşa etmelisiniz. Kırıcı, yıkıcı, üzücü; yani onun size davrandığı üslubun aynıyla mukabele etmek kazandıran bir yöntem değildir. Net, ciddi, kendini bilen, kırılmış, ama kırıldığını bile en doğru ve en asil şekilde dile getirebilen bir kadın ya da erkek olarak eşinizle bu durumu uygun bir üslupla paylaşmalısınız.
Eşler arası sevgi bağlarını kuvvetlendirmek için, eşler arası paylaşımı ve eşler arası emeği yükseltmek gerekir. *Paylaşım* ve *emek* evliliğin ömrünü uzatan iki anahtar kelimedir.
Emek derken, evliliğiniz içerisinde fiziksel olarak, belki ruhsal olarak yapabileceğiniz her şey emek başlığının altında yer alır. Eşiniz için bazen, siz sevmeseniz bile, yalnızca onun sevdiği bir filmi izlemek çok önemlidir. Eşiniz için, belki pek de hoşunuza gitmese bile, onun sevdiği bir akrabasını ziyarete gitmek çok önemli bir şeydir. Yani verici olmak, emek harcamak, emek cimrisi olmamak çok önemlidir. Eşler arası bağları, özellikle sevgi bağını kuvvetlendirmenin yolu, ben eşim tarafından sevildiğime inanıyorum, çünkü eşim benim için şunu şunu hiç düşünmeden yapar diyebilmelisiniz ya da siz eşinize sevginizi bu şekilde göstermelisiniz. Yani eşiniz sizinle ilgili, “Eşim beni seviyor. Eğer sevmeseydi, şunları şunları yapmazdı. Sevdiğine göre, elbette ki benim için yapabileceği çok şey vardır.” kanaatine sahip olmalıdır. Onu tanımaya yatırım yapıp, o neyi seviyorsa, neden hoşlanıyorsa, bunu önceden bilerek ona sürprizler yapmak gerekir. Sürpriz yapmak, birlikte nitelikli zaman geçirmek, ona dokunmak, belki onun ruh dünyasına girebilmek, psikolojik dünyasına yaklaşabilmek mümkündür. Bütün bunları yaparken kendimizi kötü hissetmemeli; bunların gereksizliğine değil, gerekli olduğuna inanmalıyız. Eğer bu tür yatırımlar yaparsak, sevginin can bulduğunu, aile içerisinde kutsal, güzel bir yere oturduğunu kendimiz de görebiliriz.
Evlilik içerisinde elbette ki tartışmalar kaçınılmazdır. Tartışmalar, kavgalar, ses yükseltmeleri, bunlar kaçınılmazdır. Evlilik içerisinde kesinlikle istediğimiz şey, “Tartışmayın, kavga etmeyin, bütün kavga yollarını kapatın, kavga çıktığında konuyu kapatın, üstünü örtün…” değildir. Mümkün olduğunca evlilik içerisindeki enerjiyi düşürmemek, bazen bir tartışmanın bile enerji oluşturduğunu unutmamak önemlidir. Elbette ki aynı düşünmek, aynı olmak evliliğe mutluluk getirdiği gibi, bazen farklı düşünmek, farklı açılardan bakmak, biraz tartışmak, güzel bir dopamin oluşturur. Sohbet edin, bazen tartışın, bazen farklı düşünmekten çekinmeyin. Birbirinizin farklılıklarını hoşgörüyle, toleransla dinleyebilme becerisine sahip olun. Bu çok önemli. Biz elbette ki birbirimizin aynısı değiliz; farklı ailelerden çıktık, farklı eğitimler aldık, farklı sosyokültürel çevrelerde yetiştik ve büyüdük. Birbirimizin farklılığı çok doğaldır. Eğer evlilik içerisinde aynılığı esas alırsak, yani “Aynı olduğumuzda, aynı düşündüğümüzde, aynı şeyler aklımızdan geçtiğinde biz mutlu oluruz.” gibi bir kanaate sahip olursak, o zaman ne yazık ki, aynılıkları kaybettikçe veya aynılıkları göremedikçe, evliliğimizin yolunda olmadığıyla ilgili düşünceler geliştiririz. Bu yersiz düşünceler yerine, farklılıklarımızla birbirimizi kabul etmek, şartlı kabuller yerine şartsız kabuller geliştirmek çok daha güzel olacaktır.
Aile içinde, elimizden geldiğince, mümkün olduğunca tartışmaların güzel ve sulh içinde bitmesine olanak tanımalıyız. Elbette tartışılabilir; ama bu tartışmalar hiçbir zaman fiziksel bütünlüğümüze zarar verecek, psikolojik aşağılamaya, psikolojik işkenceye gidebilecek şekilde olmamalıdır. Birbirimizi dinlerken asıl durumumuz şudur: Tartışmalardan hemen sonra -bire iki kuralı denir bu kurala- bir tane kötü bir şey konuştuktan sonra iki tane güzel şey konuşabilme becerisini kazanmamız gerekmektedir. Tartışmayı daha kısa kesip, negatif enerjiye yükseltmeden, pozitif ve güzel bir şekilde günü noktalama becerisi göstermek durumundayız.
*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.