8 Haziran 2019 Cumartesi

MAHREMİYET EĞİTİMİ NEDİR? - 1

*NOT:* Mahremiyetle alakalı gelen sorulara genel bir cevaptır. Özellikle kamp ve heim süreçlerinde dikkat edilmesi gereken hususlar ifade edilmektedir.

*MAHREMİYET EĞİTİMİ NEDİR? - 1*

Mahremiyet eğitiminde, mahremiyetin bir davranış olarak sergilenmesini sağlamak amaçlanmalıdır. Mahremiyet, kelime anlamı olarak «gizlilik ve kişisel gizlilik» anlamlarına gelir.
Mahremiyet eğitimi; çocuğun küçük yaşlardan itibaren (3 yaş), özerkliğinin ve kendisine ait kişisel bir gizliliğinin farkına varması, gizliliğini sergilemesi, bu gizliliğini koruması, başkalarının da gizliliğine ve özerkliğine saygı duyması sürecidir. Mahremiyet eğitiminin uzun bir süreci kapsadığı unutulmamalıdır. Mahremiyet eğitimi, çocuğun gelişimine uygun, davranış eğitimi şeklinde, 3-7 yaşları arasında verilmelidir.

*MAHREMİYET BİLİNCİNİ AŞILAMAK İÇİN ANNE-BABALARIN YAPMASI GEREKENLER*

*1. «BEDENİM BANA ÖZEL!» BİLİNCİ*

✓Çocuk bedeninin kendisine özel olduğunu hissetmelidir. Bu his anne-baba tarafından
kazandırılmalıdır. Çocukların bedenleriyle ilgili tasarruflarda, çocuklardan onay almak gerekir.
✓Anne, altını ıslatmış/üzerini kirletmiş/terlemiş oğlunun-kızının
pantolonunu/kıyafetlerini öfkeyle çıkarmamalı, çocuğun onurunu kırmamalı, sabırlı olmalıdır. Bu durumda *«Altını ıslatmışsın/üzerin kirlenmiş değiştireyim istersen. Çok terlemişsin, istersen atletini çıkaralım.»* tavrıyla yaklaşmalıdır.
✓Çocuk, izin alarak sevilmelidir. *«Seni öpebilir miyim kızım/oğlum? Seni kucaklayabilir miyim? Yanağını okşayabilir miyim?»* gibi sorularla çocuk izin almaya alıştırılmalıdır.

*2. «DOKUNULMASI YASAK OLAN YERLERİM» REFLEKSİ*

✓Çocuklar 4 yaşından itibaren, vücutlarının belli bölgelerine temas edilmesinden
rahatsız olmaya başlamalıdırlar. Dokunulması yasak olan, çocuğun özel bölgelerinin arka, göğüs ve bacak arası bölgeler olduğu çocuklara oyunlarla anlatılmalıdır. Çocuk oyuncak
bebeğini giydirerek görülmemesi gereken bölgeleri öğrendiğini ispat edebilir.
✓Çocuklar anne-baba, akraba, eş-dost tarafından cinsel organlarına dokunularak, öpülerek, vurularak sevilmemelidir.
✓Alt değiştirme sırasında, eğer çocuklar farklı cinsiyete sahiplerse ve ergenlik öncesi dönemdelerse orada bulunmamaları gerekir.
✓Bir zaruret olmadığı taktirde, çocuğun altını sadece anne değiştirmeli, bunun mümkün olmadığı zamanlarda sürekli farklı kişiler değil, sabit kişilerin(anneanne, babaanne vb.) değiştirmesi daha uygun olur.
✓Tuvalet temizliği görevi adım adım çocuğa devredilmelidir. 4 yaşlarındaki bir çocuk, artık kendi temizliğini kendi yapar hale gelmelidir. Bu süre en çok 5 yaşına kadar uzatılabilir.

*3. FİZİKSEL BASKIYA DİRENME GÜCÜ*

✓Küçük yaşlardaki çocuklar kendi güçsüzlüklerini ve çaresizliklerini, büyüklerin gücünü keşfettikçe anlar. Ne yazık ki yetişkinler bazen farkında olmadan, çocukların üzerinde güç gösterisinde bulunurlar. (Bir amcanın çocuğu zorla sevmek istemesi gibi) Fakat çocuk, o esnada kendinden büyük birinin gücüne teslim olur ve ondan kaçılamayacağını
hafızasına yazar. Yapılan araştırmalarda suiistimal edilmiş çocukların birçoğunun bu düşünce yüzünden çırpınmadığını, bağırmadığını, kaçmaya çalışmadığını gösterir.
✓Çocuklarında bu olumsuz kanaati oluşturmak istemeyen anne-babalar, çocuklarını severken büyük ve orantısız güç gösterilerinden sakınmalıdırlar. Çocuğa, kendisine karşı bir güç gösterisinde bulunulduğunda direnme ve karşılık vermenin işe yarayacağı bilinci edindirilmelidir.
✓Bunun için de çocuğun kaçma becerisini geliştirecek saklambaç, mendil kapmaca, yakalamaca, köşe kapmaca gibi oyunlar oynanabilir.
✓Anne-babanın ceza amaçlı güç kullanması da çocuğun «fiziksel baskılara direnme refleksini» zedeler. Aile içi itişip kakılmaya alışan, zor kullanılarak bazı davranışlara ikna edilen çocuğun tacize direnme becerisi kırılır. Kendi gücünün yetersizliğini öğrenen çocuk, büyükler karşısındaki güçsüzlüğünü kabul eder ve zor anlarda güçlüye kendini teslim etme pasifliği kazanır. Bu nedenle çocuklar asla fiziksel güç kullanarak bir işe razı edilmemelidir. (Bahçede oynayan çocuğu yaka paça eve sokmak vb.)

*4. «VÜCUDUM GÖRÜNMEMELİ» HİSSİ*

✓Çocuk, vücudunun belli bölgelerinin, özellikle genital bölgelerinin görünmesinden ve açıkta bulunmasından rahatsızlık duymalıdır.
✓Bebek yürümeye başladığı andan itibaren, ortada çırılçıplak bırakılmamalıdır. Çocuk hatırlayabildiği en küçük yaştan itibaren (bu yaklaşık 3 yaştır) başkalarının yanında genital bölgelerinin hep iç çamaşırı ile örtülü olduğunu hatırlamalıdır.
✓Özellikle 4 yaşından itibaren çocuk, ev içinde ve ev dışında çırılçıplak bulunmamalı, giysilerini kendisinin giyip çıkarmasına izin verilmelidir.
✓Böylece çocuk, kendi çıplaklığına karşı bilinçsizce bir alışkanlık kazanır ve buna bağlı olarak refleks geliştirir. Başkalarının yanında kendini çıplak görmeye alışkın olmayan çocuk, giysilerinin birileri tarafından değiştirilmesinden büyük rahatsızlık duyar.
✓Çocuk, ev dışında sokak ortasında başkalarının rahatlıkla görebileceği yerlerde tuvaleti yaptırılmamalı, altı değiştirilmemeli ve çırılçıplak havuza/denize sokulmamalıdır. Sokak ortasında tuvalet yaptırılan çocuğun utanma hissi zedelenmiş olur.

CEZAEVİNDEN ÇIKTIKTAN SONRA NELER YAPILABİLİR?

Cezaevi gerçekten çok zorlu bir süreçtir. Özellikle de hayatı boyunca polis, adliye, iddianame, hâkim, avukat, cezaevi kelimeleriyle nadiren karşılaşan insanlar için daha da zorludur. Bende hayatım boyunca bu kelimelerle sadece arkadaşlarımın meslekleri olması sebebiyle karşılaşmıştım. Ancak 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra bu kelimeleriyle daha fazlasıyla bizzat yaşayarak tanışmak zorunda kaldım.
Sekiz aya yakın bir süre cezaevinde kaldım ve orada kaldığım süre, hayatım boyunca yaşadığım en kötü günlerdi ve inşallah Allah daha kötü günleri hiçbirimize yaşatmaz. Cezaevine girmeden önce bir mesleğim ve akademik kariyerim vardı. Cezaevindeyken hem mesleğimden ihraç edildim hem de akademik ünvanımı kullanmam engellendi. Yani cezaevindeyken işsiz kalmıştım.

Sekiz ay sonunda çıktığım ilk mahkeme de hakkımda tahliye kararı verildi. Dışarı çıkmanın, sevdiklerine kavuşmanın, ağaçları görebilmenin, istediklerini yiyebilmenin, özgürlüğün bu kadar önemli olduğu bilemezdim. Cezaevi süreci sonunda hayata yeniden adapte olmanın zorlukları da var. Ancak bu durumları hızlı bir şekilde çözmek gerekmektedir. Cezaevinden çıkan kişilerin hayata daha çabuk adapte olabilmeleri için aşağıdaki önerilerin faydali olacağına  inanıyorum:

▪︎Cezaevi sürecinde hayatta en önemli şeyin; ailemiz, sevdiklerimiz ve sağlığımız olduğunu öğrendim. Bu sebeple ailelerinizle, sevdiklerinizle bol bol zaman geçiriniz.

▪︎ Sağlığınıza özellikle dikkat ediniz. Beslenme şeklinizde yanlışlıklarsa varsa düzeltebilirsiniz. Çok yıpratıcı bir süreç sonunda vücudumuzun eksiklikleri olabilecegini farketmeliyiz

▪︎İşsizlik dünyanın en zor işidir. Hepimiz işlerimizi kaybettik ancak her birimizin daha önceden sahip olduğu uzmanlık alanlarımız var. Rastgele bir iş yapmaya çalışmayın. Sevdiğiniz, uzmanlık alanınıza uygun işler arayınız. Hatta bir işyerine gittiğinizde durumunuzu asla çekinmeden söyleyiniz. Çünkü bu olaylar sebebiyle yurt genelinde herkes bir şekilde mağduriyet yaşıyor.

▪︎ Kendi alanınıza özel ders veriniz. Komşularınızdan birinin çocuğuna ders vermeye başlarsanız bunun devamı mutlaka gelecektir.

▪︎“İşime döneceğim.” diye düşünerek zaman geçirmeyiniz. Zaman ilerledikçe herkes mesleğine yavaş yavaş dönüş yapacaktır. Önemli olan bu sıkıntılı günleri iyi değerlendirmek ve sağlığımızı korumaktır.

▪︎Kendi alanınızla ilgili ya da ilgilinizi çeken başka bir alanda yeniden üniversite okuyabilirsiniz. Lisans, yüksek lisans ya da doktora yapılarak bu zamanlar geçirilebilir. Ayrıca mülakatlarda daha önceki ünvanınızı bile söylemenize gerek yoktur. Ancak yüksek lisansa veya doktoraya kabul edilirseniz, sizden daha iyi bir öğrenci bulamayacaklarından emin olabilirsiniz. Açık öğretim fakültesi bölümlerinden de istediğinizi okuyabilirsiniz.

▪︎Özellikle dil sorununu hala çözememiş bir akademisyen iseniz, bu süre zarfında dil sorununuz üzerine çalışabilirsiniz. Her gün 2-3 saat dil çalışılabilir ve dil sınavından gerekli puan alınabilir. Dil kursuna gidilebilir. Bununla birlikte halk eğitim merkezlerinde ücretsiz dil kurslarına katılabilirsiniz.

▪︎Akademisyenlik süresince yazılması gereken makaleler, kitaplar; gidilmesi gereken kongreler; anlatılması gereken dersler ve bitmez tükenmez bilmeyen evrak işleri sebebiyle formda değilseniz, vücudunuzu forma sokmak için bu süreçte her gün yürüyüş/spor yapılabilir, çevrenizdeki etkinliklere katılabilirsiniz. Google play’den çeşitli uygulamalar indirerek günlük yürüyüş mesafenizi ölçebilirsiniz.

▪︎Mutlaka kendinize bir meşguliyet edininiz. Sevdiğiniz ve okumayı planladığınız ama okuyamadığınız kitapları okuyabilirsiniz. Bulunduğunuz yere yakın kütüphanelerden, kitap cafelerden faydalanabilirsiniz. İnternetten makale indirebilir, birçok yayına ulaşabilirsiniz.

▪︎Hepimizin hayatımızı idame edebilmek için paraya ihtiyacı vardır. İşiniz olsa da olmasa da, harcamalarınızı kısmaya çalışınız. Mümkün olduğunca ihtiyacınız dışında harcama yapmamaya çalışınız. Evinizde paraya çevirebileceğiniz eşyalarınız varsa paraya çevirmeye çalışınız. Örneğin uzun zamandır kitaplığınızda duran ve okunmayan kitaplarınız varsa satmayı düşünebilirsiniz.

▪︎Tüm insanları affedin. Size iftira atan, sizi sormayan, sizden selamı esirgeyen, sizi yolda görse yolunu değiştiren kişiler dâhil herkesi affedin. Bunu onlar için değil, kendiniz için yapın. Affediciliğinizi yükseltin ve içinizdeki kötü duygulardan kurtulun. Bu süreçte içimizde kötü duygular barındırarak hayatımızı güzelleştiremeyiz.

▪︎Daha önceden yapmayı planladığınız ama yapamadığınız şeyleri tamamlamaya çalışınız. Bir ajanda edinip yapmayı düşündüklerinizi yazınız ve her birini tek tek tamamlayınız. Eksik şeyleri tamamladıkça içinizin rahatladığını göreceksiniz.

▪︎Yukarıda sayılan örnekler elbette ki sizin içinizde bulunduğunuz duruma gore değişebilir. Ne olursa olsun içinizdeki umudunuzu ve yaşama sevincinizi kaybetmeyiz. Aldığınız nefesi, içinize doya doya çekin. Hiçbir şey sonsuza denk kalıcı değil. Bulunduğunuz an’ı bir armağanmış gibi değerlendirin ve unutmayın; nefes aldığınız sürece umut vardır.

*Mağdur bir akademisyen*

5 Haziran 2019 Çarşamba

ÇOCUKLARDA KAYGI SEBEPLERİ-1


Çocuklar stres ve sıkıntı durumlarına yetişkinlerden farklı tepki verirler. Çocuklar kaygıyı daha çok yetişkinler (veya ona bakım verenler) üzerinden yaşarlar. Çocukların psikolojik savunma mekanizmaları vardır ve bedenin aksine ruhsal sıkıntılara yetişkinlerden daha dayanıklıdırlar. Hemen oyuna dalarlar ve hemen unuturlar. Bu Allah’ın onları özel korumasına aldığının göstergesidir. Çocuk ne kadar küçükse (kendi bedeni dışında) dış dünyada yaşanan sosyal olaylara o kadar kolay adapte olur. Ebeveyni ölen çocuklardan küçük olanlar büyük olanlara göre daha az etkilenir genelde.
Yetişkinlerin fiziksel travmalardan etkilenmeleri ile çocukların fiziksel travmalara, düşmelere vs daha dayanıklı olmasını örnek verebiliriz. Bu nedenle yaşamı tehdit eden, doğrudan çocuğun bedenine yönelik çok şiddetli bir travma olmadığı sürece çocukları koruyan mekanizmaların çok güçlü olduğunu unutmamak gerekir.
Bunu neden belirtiyoruz çünkü bazen yetişkinler çocuklarından aşırı endişe duyduklarında, kendilerinden çok çocuğa odaklanırlar. Oysa çocuk en çok anne babasının (veya ona bakım veren kişinin) psikolojisinin bozulmasından etkilenir. Bir ebeveynin çocuğu için yapması gereken en önemli psikolojik destek kendi psikolojisinin normal olmasıdır. Olayları göğüsleyebilen ve güvenebileceği ebeveyni olan bir çocuk dünya yansa bundan etkilenmez.
Tıpkı ‘’uçaklarda oksijen maskesini önce kendinize takın’’ uyarısı gibi önce ebeveyn kendi ruhsal dengesini sağlamalıdır ki çocuğa yardımcı olsun. Her anne baba bilir ki; bir çocuk bir olay esnasında ebeveyninin tepkisini anlamak için önce onların yüzüne bakar. Çünkü çocuk ebeveyninin tepkisine göre olaya anlam verir.
Çocuklar anksiyete ve depresyon belirtilerine yetişkinlerden farklı tepki verirler. Yetişkinler kaygılı olunca genelde ‘öfke’ dışa vururken çocuklar ‘üzüntü’ şeklinde dışa vurur. Kaygı durumunda çocuklar fiziksel belirtiler verebilir. Yeme alışkanlığı değişikliği geceleri kabus görme gibi belirtiler olabilir. Yetişkinler depresyonda ‘durgunlaşma- yavaşlama’ yaşarken çocuklar ‘hareketlilik ve yaramazlık’gibi tepkiler verirler. İştahsızlık veya aşırı yemek yeme, dikkat bozukluğu, okul başarısında düşme gibi belirtiler olabilir.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

YARATILIŞ FARKLILIĞI / EVLİLİKLERDE KİM HAKLI



Kadınla erkeğin kişilik yapıları birbirinden oldukça farklıdır. Bu durum doğaldır ve genetik kodların bir sonucudur. İki cinsin de karşı tarafın kendisinden farklı olduğunu bilmesi ilişkinin sağlıklı yürümesi açısından önemlidir. Aksi takdirde birinin hissettiğini öbürünün de hissetmesini veya birinin istediğini öbürünün de istemesini arzu edecek; bu mümkün olmayacağına göre ikisi de ümitsizliğe kapılacaktır. Bu gerçeği bilmeyen kadınların erkekler konusunda en çok dile getirdikleri yakınma, erkeklerin onları dinlemediği ve anlamadığı hususudur.
Kadının ilişkideki önceliği, paylaşmak ve yakınlık hissetmektir. Erkeğin önceliği ise yetenekli, yeterli ve güçlü olduğunu hissetmesidir. Erkekler doyumu başarıda ve sonuç almada bulurken, kadınlar paylaşmayı, değer verilmeyi ve önemsenmeyi ön planda tutarlar. Bir kadın eşini sevdiğinde onun gelişmesine yardımcı olmayı, erkeğinin eksiklerini gidermeyi ve düzeltmeyi görev bilir ve bunun için çalışır. Bu, kadın için doğal bir eğilimdir. Kadın bunu yaparken eşini koruduğunu düşünür. Karşı cinsin psikolojisini bilmeyen bir erkek karısının kendisini yönetmeye çalıştığını zanneder.
Yeterli olduğunu kanıtlama çabasında olan bir erkeğe kadın yardım etmeyi teklif ettiği zaman erkek eşinin kendisini yetersiz ve eksik gördüğünü düşünür. Karşı cinsin psikolojisini bilen bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir. Erkeğe kendisini güçlü ve yeterli olduğunu hissettiren bir kadın ona çok şey yaptırabilir. Kadını tatmin eden duygular, destek görmek ve destek vermek, paylaşmak, yardımcı olmak hisleridir. Kadın, erkekten çok daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir.

*KADIN MI ÇOK KONUŞKAN / ERKEK Mİ ÇOK SESSİZ*

Yüzyıllardır kadınlar erkekleri sustukları, erkekler de kadınları çok konuştukları için suçlar dururlar. Birinin sürekli şikâyet etmesi diğerinin suskunluğunu arttırırken, onun suskunluğu da eşinin konuşmasını ve dertlenmesini arttırır. Birbirini besleyen süreçler içinde çözümsüz bir son halini alır. Erkek eleştirildikçe, içine döner ve daha da suskunlaşır. Yüreği de kendi de uzaklaşır. Kadın eleştirildikçe savunmaya geçer, sebepler sunar, duygusallaşır ve bunca yıllık emeğine acımaya başlar. Duygusal tepkiler gösterir, anlaşılmadığını düşünür ve daha çok konuşur, daha çok kendini ifade etmeye çalışır.
Eve geldiğinde hiç konuşmayan ya da eşinin sorularına çok kısa cevaplar veren bir erkek, ya karısının şikâyetlerini, söylenmelerini duymak ve başlatmak istemiyordur, ya da konuşma sermayesini dışarıda tükettiği için, evde susmak ve zihnini boşaltmak istiyordur. Kadın ise eğer bütün gün evdeyse ve anlatacak şeyler birikmişse, bunları kimseyle de konuşamamışsa, bütün enerjisiyle eşini bekler, ona anlatmak, duyulmak ve dinlenilmek ister. Konuşurken talep ettiği çözüm veya bir fikir sunması değildir. Sadece anlaşıldığını duymak ister eşinin kelimelerinden.
‘Seni anlıyorum, gerçekten üzülmüşsün ya da bu olay senin canını oldukça sıkmış’ demek bile rahatlatıcıdır. Kadınlar konuşurken, kendi çözümlerini zaten kendileri bulurlar. Aradıkları salt çözüm değil, fark edilme arzusudur. Çözüm nedir o zaman? Kadınların daha az konuşması, erkeklerin de daha çok konuşması ve dinlemesi için yapılabilecek ilk adım ne olmalıdır?
Öncelikle karşımızdakini görmeye çalışmakla başlayabiliriz. Onun neye ihtiyacı var, hangi yaralarını sarmaya çalışıyor, nelerin yükünü yüreğinde taşıyor? Durumun hemen kendimizle ilgili olduğunu düşünmeden önce, ona biraz zaman tanımak, konuşmak istediği zaman yanında olduğumuzu bildirmek ve hissettirmek ona güven verecektir. Kendini hazır hissettiğinde de konuşmak için sizi seçecektir. Anlayışlı ve sabırlı olmak süreci kolaylaştırırken, üstüne gitmek, konuşması için sıkıştırmak ve eleştirmek durumu daha da zorlaştırır. Eşimize ve kendimize büyümek, hayatı anlamak ve sevmek için şefkatle zaman tanımak, sevgiyle beklemek en sağlıklı yol olacaktır.

Konuşmak, anlatmak isteyen, derdini açmak, içindekileri paylaşmak arzusundaki kadına karşılık, kendini, duygularını, korkularını ve acılarını paylaşmak tecrübesi ve pratiği olamayan erkekler. İki taraf da zor durumda aslında. Kör kuyu çıkmazında çırpınıp durmak ve bir sonuç alamamak. Bir erkek nasıl büyütülür, nasıl yetiştirilir? Kulağına neler söylenerek hayata hazırlanır? Neler telkin edilir? Bir kız çocuğu nasıl olması gerektiği yönlendirmesiyle büyütülür? İyi kız, iyi kadın ve iyi anne olmak için hangi karışımlar konur hamuruna?
Erkeğin hikâyesi güç ve güçlü olmak üzerine yazılır. Konuşması değil, başarılı olması beklenir. Ağır abi olmanın yolu, az konuşup, az gülmesinden geçtiği düşünüldüğü için ciddi olması, az konuşması öğütlenir. Hatta duyguları hakkında fazla konuşması da hoş karşılanmaz. Kadın gibi olmakla suçlanır, yargılanır. ‘Erkek adam ağlamaz, erkek adam korkmaz, erkek fazla konuşmaz.’
Erkek sessiz, ama sert bakışlarıyla anlatır ne söylemek istediğini. Film ve dizilerdeki güçlü gösterilen abartılı erkek örnekleri hep az konuşan, kendini ifade etmeyen, duygularını söylemeyen kişilik tipleridir. Gizli gizli ağlarlar, aşklarını öfkeleriyle ilân ederler. Sevdiğini sözlerinden değil, ancak kıskançlığından anlayabildiğin bir ilişkiyi yansıtır bu karakterler. Bu imajların gölgesinde büyür bir erkek çocuk. Bir erkeğin kafası karışıksa, yüreği yanıksa ve ne yapacağını bilmiyorsa eğer, içine kapanır, sessizleşir.
Erkek susarak çözmek ister sorunlarını. Konuşmaya zorlamak öfkelendirir onu. Kendisi tam olarak anlamadan, tanımlamadan dışarıya beyan etmez zihnindekileri! İçine dönüşü ve sessizliği, eşini telâşlandırır, onu konuşmaya zorlar, üstüne gider, bunu yaptıkça erkek daha da uzaklaşır, bazen hırçınlaşır, öfkeli tepkiler bile gösterir. Erkek susarken büyümeye çalışır, kadın ise konuşurken çözer hayatın şifrelerini. Kadınlar ne istediklerini konuşurken keşfederler, kelimeler arasında yakalarlar cevabı ve çözümü. Fıtratlar farklıdır, ama bu birbirine benzemeyen iki insan birlikte aynı soruyu çözmeye çalışırlar. Hayatı fark etmeye, yaşadıklarına anlamlar bulmaya çalışırlar.
Birlikte çözülmeye çalışılan soru evliliktir. Kadın ve erkek farklı çözüm teknikleriyle ve farklı donanımlarıyla aynı soruya muhatap olurlar. Birisi seçeneklerden giderken, diğeri verilenlerden çözmeye çalışır. Bu imtihanın sırrı da budur aslında. Karşındakine kendisi olma fırsatı vermek, dayatmamak, eleştirerek yargılamamak.

*EVLİLİĞİN ENERJİ KAYNAKLARI*

Evliliklerin beslendikleri, onların devam etmesini sağlayan itici veya çekici güçler vardır. Örneğin herhangi ağır bir  ameliyat geçiren bireye doktorlar kendilerini hazır hissettiklerinde mutlaka eşleriyle  cinsel hayatlarına devam etmenlerini ister. Çünkü bu durum bireye fizyolojik olarak hayatta olduğunu hissettirir. Evliliklerin hayatta kalması için de aynı durum geçerlidir aslında. Cinsellik bir evlilik içinde %10 değere sahiptir ama kalan %90'nı derinden etkiler. Evliliklerin zor zamanlarında çiftler bazen de eşlerini cezalandırmak için kendilerini cinsel hayatlarından soyutlarlar. Bu ise mevcut durumu daha da kötüleştirir. 
Cinsel duygular, sadakat sınırları içerisinde paylaşıldığında iki tarafa da özel olduğunu hissettirir. Kadının sevilmek ve okşanmak psikolojik ihtiyaçlarını giderirken, erkek de kabullenilmek, eşinin mutluluğuyla mutlu olmak, potansiyelini kanıtlamak ve erkek tarafını gösterme imkânları bularak doyuma ulaşır. Kadını motive etmenin en iyi yollarından biri de ona saygı göstermek ve değerli olduğunu hissettirmektir. Saygıya layık olduğunu hisseden kadın, zorlayıcı olmaktan vazgeçer, gevşer. Çok konuşma ihtiyacı azalır. Hürmet görmek için aşırı bir gayrete gerek duymayacağından müdahalecilikten vazgeçer. Çünkü zaten kendini değerli hissediyordur.
Ama tabii ki sadece cinsellik bir evliliğin devamı için yeterli bir enerji kaynağı değildir.
İşletmecilikte şöyle bir kural vardır: “Sermayenizi tek sepette toplamayın, farklı sepetlere dağıtın.” Bu kuralın insan hayatına yansıma şekli, haz alanlarının farklılığıdır. Eşinizle birlikte tabiatla uğraşmak, metafizik konuları düşünmek, ibadet etmek ya da kitap okumak da evliliğin çekim merkezlerinden olmalıdır. İnsan, beynine değişik zevkleri öğrettiğinde bir noktaya bağımlı olmayacak ve biri haz vermediğinde diğeri onun yerini dolduracaktır.

Mutlu ve Huzurlu Evlilikler

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

4 Haziran 2019 Salı

Eegenlik çağındaki çocuğumuzun, Niye bunlar başımıza geldi? Bizler doğru insanlarız?  Gibi sorularına cevap vermeye çalışıyoruz. Fakat kendisi kabullenmek istemiyor. Bu tip sorular kendisini çok yoruyor. Neler tavsiye edersiniz?

*SORU:*
Ergenlik döneminde bir evladım var.
TR' de uzun müddet saklandıktan sonra ailecek çıkmak nasip oldu. Yaşadıklarımızı çıkana kadar hissettirmemeye çalıştık. 
Ne zaman ki TR'den çıktık, sorunlar başgöstermeye başladı. 
Daha çok dini konularda bu kendini gösterdi. 
Niye bunlar başımıza geldi?
Bizler doğru insanlarız? 
Bu sorulara cevap vermeye çalışıyoruz.
Fakat kendisi kabullenmek istemiyor. Bu tip sorular kendisini çok yoruyor. Neler tavsiye edersiniz?

*Cevap:*
Bu soru dini bir boyuta sahip olmakla ve dini bir perspektifle ifade edilmekle beraber özünde bir kaç yıldır devam eden çok boyutlu, hayata doğrudan etki eden, sosyal soykırıma maruz kalma yaşantısının ve türevlerinin sebep olduğu ruhsal travmanın dışa vurulmasıdır.
Her ne kadar ifade edilme biçimi öfke, sorgulama, beklentilerin gerçekleşmemesi sonucu oluşan hayal kırıklığını gösterse de
“Neden bunları yaşıyoruz? Bizler iyi insanlarız, Allah neden bizlere bunları yaşatıyor?” gibi sorular aslında sorunun uzun süredir devam ediyor olması, fiili travmatik yaşantılardan kaynaklanıyor olması; sadece mental veya dini açıklamalar getirilmesi (“Dünyanın bir sınav yeri olduğunu, asıl yerin diğer dünya olduğunu” vs...) yaşayanın bu sorunla başa çıkması için yeterli olmayabilir. Şüphesiz mental/dini açıklamalar da gerekliliktir ancak soyut düşüncesi gelişmemiş bir çocuk için yeterli değildir. Sorun özünde birinci derecede soyut düşünceden, nazari bilgiden kaynaklanmayıp somut süreçten/travmatik yaşantılardan kaynaklandığı için sorunla başa çıkmak için sorunun cinsinden bir süreçle/yaşantıyla/amelle başa çıkmaya çalışmak ve bunu nazari bilgiyle desteklemeye çalışmak daha isabetli olacaktır. 

Bunun için üç boyutlu bir çözüm/başa çıkma yolu takip edilebilir.

*1. Olan nedir?*
Durumu bütün boyutlarıyla tanımlamak, açıklamak, anlaşılır kılmak.

*2. Neyin olmasını istiyoruz?*
Mental tutum ve yaşantı anlamında neyin olmasını, neyin değişmesini istiyoruz, amacımız ne? Amacı anlaşılır ve somut ifadelerle belirlemek.

*3. Olmasını istediğimiz şey nasıl olacak?*
Olmasını talep ettiğimiz amaçlar nasıl gerçekleşecek, süreci ve kullanılacak enstrümanları belirlemek.

*1. Olan nedir?*

Olay/süreç korku, dehşet veya çaresizlik hissine neden olmuşsa, olayda/süreçte kişinin kendisinin veya yakınının ölüm veya yaralanma tehlikesi (doğal afetler, kazalar vs.) veya hapis yatmak, malını mülkünü-işini kaybetmek, saklanmak, hicret etmek zorunda kalmak, aile fertleri olarak cebri olarak ayrı mekanlarda-ülkelerde yaşamak zorunda kalmak, Yunanistan'da veya mülteci olarak gidilen ülkelerdeki kamplarda uzun süre beklemek, mülteci olarak bulunulan yerlerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmek, yeni yaşam ortamına uyum sağlamada olağandışı sıkıntı yaşamak (insan eliyle maruz kalınan) travmatik olaylar/süreçler/yaşantılar olarak tanımlanabilir.

*Travmanın Çocuklar ve Gençler Üzerindeki Etkileri*

*_5 yaş ve altı çocuklarda belirtiler_*

• Korku belirtileri gösterme
• Ebeveyn veya bakıcıya sarılma
• Ağlama, çığlık atma veya sızlanma
• Amaçsızca hareket etme ya da hareketsiz halde durma
• Başparmağını emme veya yatak ıslatma gibi daha küçük yaşlarda yaygın olan davranışlara dönüş

*_6-11 yaş arası çocuklarda belirtiler*_

• Arkadaşlara, aileye veya eğlenceli etkinliklere ilgisini kaybetmek
• Kabus görmek veya başka uyku sorunlarını yaşamak
• Sinirlerin bozulması, rahatsız edici veya öfkeli olmak
• Travmatik yaşantılardan önce sahip olduğu inançları, değerleri sorgulamak
• Okul ve ev ödevlerle ilgili sorunlar yaşamak
• Fiziksel sorunlardan şikayet etmek
• Temelsiz korkular geliştirmek
• Olanlar konusunda kendilerini depresyonda, duygusal olarak uyuşuk veya suçlu hissetme

*_12- 17 yaş arasındaki ergenlerde belirtiler_*

• Travmatik olayı tekrar tekrar anımsamak, kabus görmek veya diğer uyku sorunlarını yaşamak
•Travmatik yaşantıyı anımsatan faktörlerden kaçınmak
• Uyuşturucu, alkol veya tütünü kötüye kullanım
• Kırıcı davranışlar, saygısız veya yıkıcı davranışlar sergilemek
• Travmatik yaşantılardan önce benimsediği inançları, değerleri, yaşam felsefesini sorgulamak
• Fiziksel şikayetlerde bulunmak
• Kendini yalıtılmış, suçlu veya depresyonda hissetmek
• Hobilere ve ilgi alanlarına olan ilgilerini kaybetmek
• İntihar düşüncelerine sahip olmak.

Kısaca çocukta veya ergenlerde aşağıdaki belirtiler varsa ve ilgili şkayetler altı haftadan daha uzun süreli devam ediyorsa;

*Çocuğunuz okul ve ödevlerle sorun yaşıyorsa
*Çocuğunuz travmatik yaşantıyı ve ona dair olumsuz hatıraları şikayet biçiminde dillendiriyorsa
*Travmatik stres belirtileri baş ağrısı, mide ağrıları veya uyku bozuklukları gibi fiziksel şikayetler olarak kendini gösterir, çocuğunuzda bunlar varsa
*Travmatik yaşantıdan sonra temel inançlarını, değerlerini, yaşam felsefesini sorgulama-inkar durumu gözleniyorsa
*Çocuğunuz arkadaşlarıyla ve aile üyeleriyle giderek daha az zaman geçiriyorsa
*Çocuğunuz intihar düşüncelerini dillendiriyorsa
*Çocuğunuz travmatik olayı hatırlatan uyarıcılardan, konuşmalardan rahatsız olup bunlardan kaçınıyorsa çocuğunuzun ruhsal travma yaşadığı kanaatine varıp bir uzmandan yardım talebinde bulunmalısınız.

*2. Neyin olmasını istiyoruz?*
Elbette istenen şey yukarıda belirtilen ve ruhsal travma belirtileri olarak görülen belirtileri ortadan kaldırmak veya en azından minimize edip çocuğun/ergenin kendi akranları gibi hayata angaje olmasını sağlamaktır. 

*3. Olmasını istediğimiz şey nasıl olacak?* 

Çocuklar ve ergenler, yetişkinlere göre travmatik yaşantılara karşı daha savunmasız ve kırılgan olmakla beraber, doğru destek ve rahatlatma ile aynı zamanda travmanın etkilerinden daha hızlı kurtulabilirler de. Travmatik yaşantılar doğru yönetildiğinde yaşayanlar için kendilerini geliştirmeleri için ciddi fırsatlar da sunabilir.

Bir çocuğun bir felakete veya travmaya tepkisi, ebeveynlerinin olaya olan tepkisinden/tutumundan büyük ölçüde etkilenebilir,( travmatik yaşantıyı, sürekli mazlumiyete-mağduriyete- kayıplara odaklanarak anıtsatmak-dillendirmek çocukları çok daha hassas ve kırılgan hale getirebilir bunun yerine travmatik yaşantıyı inkar etmeden veya hafife almadan nasıl kazanca ve fırsata çevrilebileceği, uzun vadede dil öğrenme, kaliteli bir eğitim alma, dünya vatandaşı olma gibi kazanıma çevirilebilecek faktörler öne çıkarılırsa çocuklar da buna göre pozisyon alır ) bu nedenle ebeveynin travma ve travmatik stres hakkında kendilerini geliştirmeleri önemlidir.

Aşağıdaki önerileri dikkate alarak çocuğunuzun duygusal bir dengeyi yeniden kazanmasına, dünyaya/hayata güvenini yeniden kazanmasına ve travmanın etkileriyle başa çıkmasına ve hayata yeniden angaje olmasına yardımcı olabilirsiniz.

*1. Medyaya maruz kalmayı en aza indirin*

Travmatik bir olay yaşayan çocuklar, yaşantıyı anımsatan yayınlara fazla maruz kalırlarsa (örneğin şu kadar kişi işten atıldı, bu kadar kişi tutuklandı, şunun malına mülküne el konuldu vs. gibi haberler) travmanın etkilerini derinleştirebilir.
Mümkün olduğü kadar çocuğunuzun yatmadan hemen önce haberleri izlemesine veya sosyal medyayı kontrol etmesine izin vermeyin ve çocuğunuzun tekrar tekrar rahatsız edici görüntüleri izlemesini önlemek için TV, bilgisayar ve tablet üzerindeki ebeveyn denetimlerini kullanın. 

*2. Çocuğunuzu meşgul edin/hayata angaje edin*

Çocuğunuzu travmatik stresden kurtulmaya zorlayamazsınız, ancak birlikte vakit geçirip yüz yüze konuşarak, televizyondan, internetten, oyunlardan ve diğer dikkat dağıtıcı şeylerden uzaklaştırarak iyileşme sürecinde önemli bir rol oynayabilirsiniz. Çocuklarınızın hissettiklerini anladığınızı onlara hissettirin, hislerini, kafalarındaki soru işaretlerini sizinle paylaşmaları için kendilerini güvende hissedecekleri bir ortam oluşturmak için özel çaba harcayın. 
Dürüst olun, paylaştığınız bilgileri çocuğunuzun yaşına göre uyarlamanız gerekirken dürüstlük de önemlidir. Çocuklar etkilenmesin diye olayları olduğundan farklı göstermek, önemli bir meseleyi önemsiz gibi aksettirmek faydadan çok zarar getirebilir.

*3. Fiziksel aktivitelere teşvik edin*

Fiziksel aktivite vücuttaki fazla enerji ve stresin atılmasına yardımcı olur, ruh halini iyileştirici etkide bulunur ve çocukların geceleri daha iyi uyumalarına yardımcı olabilir. Çocuğunuzun hoşlanacağı bir spor bulun. Basketbol, ​​futbol, ​​koşu, dövüş sanatları ya da kollarını ve bacaklarını hareket ettirmeyi gerektiren yüzme gibi aktiviteler, çocuğunuzun travmatik bir deneyim izleyen bu “sıkışmışlık-ezilmişlik” hissinden kurtulmasına yardımcı olur.

*4. Çocuğunuza sağlıklı bir diyet uygulayın*

Çocuğunuzun yediği yiyecekler ruh halleri ve travmatik stresle başa çıkma yeteneklerini etkileyebilir. İşlenmiş ve hazır yiyecekler, rafine karbonhidratlar ve şekerli içecekler ve atıştırmalıklar, ruh hali dalgalanmalarına neden olabilir ve travmatik stresin daha kötü hissedilmesine sebep olabilir. Bunun yerine, bol miktarda taze meyve ve sebze, yüksek kaliteli protein ve sağlıklı yağlar, özellikle de omega-3 gibi çocuğunuzun ruh haline olumlu etkide bulunabilir.
Yemek zamanında karın doyurmaktan daha fazlasını yapmaya çalışın. Ailenizin yemek için bir masa etrafında toplanması, çocuğunuzla TV, telefon ya da bilgisayarların dikkatini dağıtmadan konuşmak ve dinlemek için ideal bir fırsattır, bu fırsatı değerlendirin.

*5. Çocuğunuza güven duygusu verin*

Travma bir çocuğun dünyayı görme şeklini değiştirebilir ve dünyayı aniden çok daha tehlikeli ve korkutucu bir yer olarak algılamasına sebep olabilir. Çocukların hem yakın çevrelerine hem de diğer insanlara olan güvenleri zedelenebilir. Çocuğunuzun güvenlik ve emniyet duygusunu yeniden oluşturarak yardım edebilirsiniz.

Rutinleri (zamanı belirlenmiş düzenli aktiviteler) oluşturun. Çocukların yaşamında öngörülebilir bir yapı oluşturmak ve planlı zamanı belirlenmiş aktiviteler planlamak, dünyanın yeniden onlara daha istikrarlı görünmesine yardımcı olabilir.

Kendi stresinizi yönetin. Ne kadar sakin, rahat ve odaklanmış olursanız, çocuğunuza o kadar daha iyi yardım edebilirsiniz. Geleceğe dair planlar yapın ve bunları çocuklarınızla paylaşın. Bu durum travmatik yaşantılara maruz kalmış çocuklardaki geleceğin korkutucu, kasvetli ve tahmin edilemez olduğu duygusunu gidermeye yardımcı olabilir. 

Bu ve benzeri yollarla çocuklar-gençler mümkün olduğunca hayata yaşantılar yoluyla angaje edildiğinde kafalarındaki soru işaretleri nazari bilgilerle gidermeye çalışmak daha kolay olacaktır.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

EVLİLİK ÜZERİNE SORU – CEVAP

*_Mevcut ilişkimizi düzeltmek için ilk nereden başlamalıyız?_*
İlk olarak eleştiriyi ve suçlamayı bırakın. Sonrasında enerjinizi bu evliliği bitirmeye değil de
daha iyi bir hale getirmeye harcamalısınız. Yukarıda anlattığımız diğer maddeleri uygulayarak devam edebilirsiniz.

*_Peki eşimizin hatasını yanlış yaptığı şeyleri eleştirmeden ona nasıl söyleyebilirim?_*

Eleştirmek yerine ondan beklediğiniz şeyi söyleyin. Mesela “çok bağırarak konuşuyorsun”
demek yerine, “benimle sakin ve bağırmadan konuşmana ihtiyacım var” gibi; “bana hiç güler yüzle
bakmıyorsun” demek yerine, “bana güler yüzle bakmana ihtiyacım var” demek. Bu dil çok önemli bir dil. Eleştirmek yerine eleştirmeden suçlamadan ihtiyacınız olan şeyi söyleyin.

*__Eleştirilerimizi nasıl azaltabiliriz Uygulayabileceğimiz yöntemler var mı?_*

Bu konuda öncelikle farkındalığınızı artırmalısınız. Eleştiren biri olduğunuzu kabul edin.
Eleştirmenin yıkıcılıktan başka bir seye yaramadığının farkında olun. Bunu daha bilinçli yapmak
için de bir çizelge hazırlayıp en çok eleştirdiğiniz başlıkları yazın ve her eleştiri yaptığınızda bunu
(-) işaretleyin. Eşiniz de kendisi için bir çizelge hazırlasın ve işaretlesin. Ancak siz öncelikle eşinizi
düzeltmeye değil kendiniz için ne yapabileceğinize odaklanmalısınız. Haftanın sonunda en çok (-) işaret alan eşinin istedigi bir şeyi yapsın. Bu yapılacaklar paraya dayalı şeyler olmaktan çok
ilişkinin kalitesini arttıracak şeyler olmalı. Örneğin; yürüyüşe çıkmak, birlikte kahve içmek, yemeğe gitmek. Sonradan sorun çıkmasın diye bu etkinlikleri çizelgeyi daha başta hazırlarken belirliyorsunuz. Bu çizelgeyi sadece eleştirmemek için değil de, yukarıda saydığımız maddelerin her biri için de hazırlayabilirsiniz. Örneğin, teşekkür etmek, iltifat etmek, özür dilemek, güzelce
konuşmak, vs. gibi maddeleri de çizelgeye dahil edebilirsiniz.

*_Film, kitap vs. önerileriniz var mı?_*

*Film*
● Ateş yakmaz (Fireproof)
● Afrikalı doktor (African doctor)
● Hayat güzeldir (Life is beautiful)
● Babam ve Oğlum

*Kitap*
● Hayatı yeniden keşfedin – Jeffrey E. Young ve Janet S. Klosko (Psikonet yayınları)
● İyi hissetmek – David Burns (Psikonet yayınları)
● İnsan olmak – Engin Geçtan (Metis yayınları)
● Sınırlar – John Townsend , Henry Cloud (Koridor yayınları)
● “Ben” Değeri Tiryakiliği – A. Kadir Ozer (Galata yayınları)
● Etkili insanlarin 7 Alışkanlığı – Stephan R. Covey (Varlık yayınları)

*_Bazen kendimi evliliğimizde ikinci planda hissediyorum? Ne yapmalıyım?_*

Çiftlerden birisi duygu ve düşünceleriyle barışık değilse, empati duygusu gelişmemiş veya
narsist bir kişiliği varsa kendi eşinin durumunu göremeyebilir ve onunla nasıl iletişim kuracağının farkında olmayabilir. Bu bir problem ve yardım alınması gerekir. Eğer böyle bir probleminiz yoksa
işiniz daha kolay. Yapmanız  gereken eşinizi eleştirmeden ne hissettiğinizi ve ondan neler beklediğinizi onunla paylaşmak. Küsüp-kızıp geri çekilmeyin, iletişim kurun. Hala güzel bir iletişim
kurmayı başaramıyorsanız profesyonel yardım alın.

*_İlişkide yalnızlık hissetme konusunda ne önerirsiniz?_*

Duygusal yalnızlığı genelde kadınlar hissediyor. Erkekler daha ketum bu konuda. Acaba eşinize verebileceğinden fazla anlam yükleyip beklentiye giriyor olabilir misiniz? Mesela çevreniz
değiştiyse ve etrafınızda eşinizden başka tanıdığınız kimse yoksa, eşiniz bir anda hayatınızın merkezinde olmus olabilir mi? Önceden çalışırken işinizi, çevrenizi bırakmak durumunda
kaldığınız için bir anda büyük bir boşlukta kalmış olabilir misiniz? Ve farkında olmadan bu boşluğu eşinizle doldurmaya çalışıyor olabilirsiniz. Ondan fazla beklentiye girmenize ve bunu bulamadığınız için de daha çok yalnızlık hissediyor olabilirsiniz. Öncelikle bu gibi sorulara cevap
vererek neden yalnızlık hissettiğinizi anlamaya çalışın. Sonra bunu aşmak için neye ihtiyacınızın
olduğunun listesini yapın ve uygulamaya geçin. Özellikle kendinize etkinlikler, hobiler, gönüllü işler vs. bulup bir şeyler üretmeye çalışın ve eşinizi hayatınızın merkezinden çıkarın. Onu yok sayarak değil hayatınıza yeni şeyler koyarak bunu yapmaya calışın.

*_Eşimin duygusal patlama durumlarında ne yapmalıyım?_*
Patlama sırasında onun hedef tahtası olmamaya çalışın ya da onu daha da körükleyecek
durumlara girmeyin. Bu durumda kendinizi o anda kenara çekin ve kendi duygularınızı kontrol
edin. Duygusal patlama öncelikle sizin değil eşinizin sorunu. Üzerinize alınmayın. Ancak sizin tavırlarınızdan dolayı patlama yaşadığını söylüyorsa bunu dikkate alın. Sebep sizin tavır ve
tutumlarınız da olabilir. Bundan kaçının. Daha sonra patlama sırasında Ona “bunu daha sonra konuşalım. Seni dinleyeceğim” deyin. Daha sonra sakinleşince onu baştan sona eleştirmeden
dinleyin. Bazen sadece onun konuşmasına izin verip, dinlemek bile kendi başına çözüm olabiliyor. Anlatmak ona iyi gelip deşarj edebilir. Hatta ona o fırsatı vermeniz bile konuşurken kendi hatasını görmesini sağlayabilirsiniz. O kendi hatasını görünce bu olumsuzlukları bırakabilir ya da kontrol altına alabilmek için adım atabilir. Bu durumda iken siz de nasıl hissettiğinizden ve neye
ihtiyacınız olduğundan bahsedin.

*_Boşanmak çözüm mü?_*

 Öncelikli olarak sorunlarınızı çözüp ve de değişime kendinizden başlayarak evliliğinizi kurtarmaya çalışmanız en iyisi. Çünkü aynı sorunları bir sonraki evlilikte yaşamayacağınızın bir garantisi yok ve araştırmalar ikinci evliliklerin  de çoğunun boşanma ile bittiğini gösteriyor. Sürekli ilk eşle kıyaslama,  olumsuz tecrübeler vs ikinci evliliğin sürmesini de engelliyor.

Mutlu Yuvalar...

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

2 Haziran 2019 Pazar

Yıllardır araba kullanmaya korkuyorum, ne zaman direksiyonun başına geçsem başıma bir şeyler gelecek diye düşünüyorum. Ama araba sürememekte günlük işlerimi aksatıyor. Ne yapabilirim?

*SORU:*

Yıllardır araba kullanmaya korkuyorum, ne zaman direksiyonun başına geçsem başıma bir şeyler gelecek diye düşünüyorum. Ama araba sürememekte  günlük işlerimi aksatıyor. Ne yapabilirim?

*CEVAP:*

Panik, araçlardan korkma, yolculuklardan kaçınma gibi ciddi sorunlara sebep olan bu davranışlar bilinçaltı düzeyde öğrenilmiş davranışlardır.

Araba sürme ya da araçlara binme korkusu yaşayan herkesin kendine özgü kişisel bir korku kalıbı vardır ve bir tetikleyici durumla kişideki bu davranış kalıbı harekete geçerek korku, panik ve endişeye neden olur.
 
*SIKLIKLA GÖRÜLEN ARABA SÜRME KORKULARI*

Araba sürmeyle ilgili tedirginlik yaşayan kişilerin günlük hayatını zorlaştıran farklı fobi türleri:

Bir arabanın içinde olma korkusu.

Acemi sürücülerin genelde araba sürmeyle ilgili çok tedirgin olmaları.

Bilmediği yollardan, gece araba sürmekten ve köprülerin üzerinden geçerken korkma.

Diğer sürücülerin araçlarının kontrolünü kaybetmelerinden korkma.

Araba sürerken panik atak yaşamaktan endişe etme.

Başkasının kullandığı araçlara binmekten korkma.

Otoyollarda, dar şeritli yollarda ya da kötü hava şartları olduğunda araba sürmekten korkma. 

*Neler Yapılabilir:*

- Rahatlama tekniklerini deneyin.

- Araba kullanırken endişeyi azaltmak için bir rahatlama tekniği deneyin. Örneğin yüz kaslarınızı rahatlatın ve yavaşça kafanızı bir sağa bir sola doğru eğin. Direksiyonu sıkı bir şekilde kavrayabilir ve daha sonra ellerinizi rahatlatabilirsiniz. Bunu birkaç kere tekrarlayınca, rahatlama hissi endişenin azalmasına yardımcı olacaktır.

- Rahatlama tekniklerini günlük rutininizin bir parçası yapmaya çalışın.
Nefes alış verişinizi kontrol edin. Derin nefes alıp vermek baş dönmesi ve göğüs sıkışması gibi belirtilerine karşı etkili olabilir.

- Kendinizle konuşma tarzınızı değiştirmeye çalışın. Kendinize korkularınızın bir temelinin olmadığını hatırlatın.

- Tehlikeli bir duruma girme ihtimalinizin oldukça düşük olduğunu ve hislerinizin geçici olduğunu anımsamaya çalışın.

- Panik atakların bayılmanıza, nefes alıp verişinizin  durmasına veya kendi kontrolünüzü kaybetmenize sebep olamayacağını unutmayın.

- Profesyonel yardım almayı da düşünün. Bir terapist, araba kullanırken endişe duymanızın kökenindeki sebebe ulaşmanıza yardımcı olabilir. İlaçlar da endişe belirtilerine karşı etkilidir ancak bu ilaçların bir kısmı kullanılırken araba kullanılmamalıdır. Medikal seçenekler için bir tıp uzmanından öneri alınabilir.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

1 Haziran 2019 Cumartesi

İyi yönetilen krizler fırsata dönüşür, bünyeyi güçlendirir, yenilenmeyi ve arızalardan kurtulmayı sağlar.

*SORU:*

İçinde yaşadığımız ülkelerde bilhassa yabancıların çok sayıda olmasi ve onların toplum genelindeki tortuları çocuklarımıza da etkiliyor .Bunların çoğunluğu müslüman ve Arab olması da ayrıca büyük ve küçük lerde müslüman tipinin sorgulanması na götürüp cıkarıyor. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere içinde yaşadığımız Milletler ataist  çoğunlukta, çocuklar bir onlara bir diğerine bakıyor eğer bizlerde farkında olmadan kritik yapıyorsak ki yapıyoruz çocuklarımız bundan belkide güç alıyor. Dengeyi koruma adına neler önerilebilir?

*CEVAP:*

( *Not:*  Konunun önemine binaen uzunca bir cevap hazırlandı.)

*“Açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç olabilir… Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar, batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Hakikat, İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu: Hayırlı işlerde yarışın."*
(Aliya İZZETBEGOVİÇ-1997 Tahran’da İKÖ Toplantısı)

*Kriz Dönemi ve Fırsatlar*

Baş edilmesi kolay olmayan, çoğu zaman ani gelen, yaygın ve yoğun problemlerle yüzleşmeye kriz denir. Osmanlıca’da kriz anlamına “buhran” kelimesi kullanılmıştır.

Kriz, beklenmeyen zamanda veya beklenmeyen miktarda sorunla muhatap olma durumu olduğu için her zamanki anlayışla, normal yaklaşımlarla, süregelen yönetim tarzıyla savuşturulamaz.

Krize ne kadar kısa zamanda müdahale edilirse doğacak hasar o kadar azaltılabilir, krizin etkisi sınırlandırılabilir. En kötü seçenek ise krizi yok saymak, oturup ağlamak ve ağıt yakmaktır. 

İnsanoğlu tarih boyunca çok büyük felaketlere, afetlere, savaşlara maruz kalmıştır. Çaresi olmayan dert, çözümsüz problem yoktur. Yeter ki problemler sağlıklı olarak tespit edilsin ve çözme iradesine, çabasına sahip olunsun.

*İyi yönetilen krizler fırsata dönüşür, bünyeyi güçlendirir, yenilenmeyi ve arızalardan kurtulmayı sağlar.*

Yaşadığımız süreç hemen hemen hepimizin hayatını tamamen değiştirdi ve hayatımızın akış mecrası farklılaştı. Öncelikli olarak özellikle yurtdışına çıkabilenler olarak artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını kabullenmemiz gerekiyor. " *Eski hãl muhãl, ya yeni hãl ya da izmihlal.* " sözü bir kez daha hükmünü icra ediyor.

Yeni geldiğimiz ülkeye entegrasyon, dil öğrenme, iş hayatı gibi konularla beraber belki de en esas meselemiz evlatlarımızı uygun bir şekilde yetiştirmek aslında. Hem gettolaşmaya gitmeden kendi değerlerimizi aktarabilmemiz hem de içinde bulduğu toplumla barışık bir şekilde büyütebilmemiz gerekmektedir.

Kader bizleri Türki Cumhuriyetler veya diğer İslam ülkeleri değil de cebri olarak demokratik batı ülkelerine  yönlendirdi. Bunun güneşin batıdan doğacağı veya İseviliğin tasaffi edip İslamiyete karşı terk-i silah edeceği hakikatleri ile ne kadar ilgili olduğunu bilemiyoruz ama bu konuda ümitvar olmanın da yanlış olmayacağını düşünüyoruz.

Bu süreçlerin ana aktörleri de hiç  şüphesiz batıda yetişen nesiller olacaktır. Hepimiz kendi ülkemizde yetiştiğimiz için az da olsa ülkemizdeki manevi hastalıkları kısmen taşıyoruz. Bu anlamda batının güzellikleri ve islami hakikatleri şahsında cem' eden bireylerin gerçekten altın nesil olacağına inanıyoruz. Çocuklarımızı yetiştirirken soruda geçen olumsuzluklara karşı tabii ki dikkatli olmakla beraber menfiliği engellemenin müspeti ikame etmekle olacağını unutmamalıyız. Sadece negatife karşı önlem almak bizi hem edilgen ve pasif duruma düşürür hem de hakikatlerimizin değerinin kendiliğinden geldiğini ve hiç bir görüşün zıttı olarak ortaya çıkmadığını görünmez kılar.

Çocuğumuza batıda gördüğü yanlışı bir sekilde anlatabiliriz. Ama aynı yanlışı  bir müslüman yapınca bu müslüman değil mi neden böyle  yapıyor diye sorabiliyorlar. Aksi taktirde o yapıyorsa ben de yapabilirim. Aynı din, aynı kültür diye düşünüp  etkilenmeleri daha kolay olabiliyor. Aslında bazı  açılardan  bakınca Türkiye'de çocuk yetiştirmek bira daha zor gibi. Hem bulunulan bölgede azınlık olmanın bireylerde birbirlerine ve değerlerine daha çok sahip çıkma duygularını tetiklediği de bir gerçeklik. Bu anlamda kendi çocuklarımız başta olmak üzere yurtdışında yetişen nesile umutla bakmamız gerekmektedir.

“Bizim” pek cok değerlermizin teorisi bizde, pratiği batıda diyebiliriz. Batı ahlakı ve değerleriyle yetişen müslüman nesillerin ülkemizdeki müslümanlara “bizim” değerlermizin gerçekte ne olduğunu tekrar yaşayarak anlatabilecek olması da ayrı bir güzellik ve de ironi belki de. “Bizim” değerlermizin yaşandığını zannettiğimiz toplulukların  istatistiklerine ve arkadaşlarımızın şu an kendi ülkemizde yaşadıklarına bakınca çocuklarımızın kendi ülkemizde değil de batıda büyüyecek olması önemli bir fırsat ve şans.

Sürecin ağırlığı, yoğun duygusallık ve bunun neden olduğu ölçüsüz tepkiler özellikle zihin dünyası, ahlakı, inançları yeni yeni şekillenen 18 yaş altı çocukları çok etkiliyor. Bizler bir taraftan bu çocukları Müslüman ahlakıyla yetiştirmeye ve batının bazı olumsuzluklarından uzak tutmaya çalışırken, öte yandan -farkında olmadan- her olay/haber, İslam ülkelerindeki kötü uygulamalar üzerinden örtülü şekilde Müslümanları ve İslam’ı kötülüyor olabiliriz.  Batılıların haklı olarak dürüstlüğünden, yardımseverliğinden, batı sisteminin işleyişinden vs bahsederken müslümanların  olumsuzluklarını öne çıkarmamız zihinlerde müslümanlara yönelik olumsuz düşünceleri yeşertebilir.

Bizim gayrı ihtiyari ve itinasız söylediğimiz sözler, tavırlarımız, tutumlarımız çocukların datalarına akıyor ve çocuklar İslam, Batı, Hristiyan, Müslüman kavramlarını o datalara göre şekillendiriyor. Kavramların içini bizden aldığı bilgiler, veriler, davranışlarla dolduruyorlar. Bu noktada hepimizin: “yaşadıklarımla ve anlattıklarımla, verdiğim örneklerle çocuğuma nasıl bir Müslüman profili çiziyorum?” diye düşünmesi ve çocuğunun zihin dünyasını nasıl etkilediğini sorgulaması lazım.

Özellikle vatanından göç etmek zorunda kalan, hayatı sıfırlanmış ailelerin çocuklarında “Müslüman” kimliğinin ve “İslami” bazı kavramların zulümlerde kullanmasından dolayı zaten mevcut Müslümanlara tepki var. Zira çocuklar hayatlarını onların çaldığını, aileyi onların parçaladığını, geleceğini onların kararttığını, anne veya babasını, yakınını onların hapsettiğini düşünüyor. Olayların oluşturduğu negatif “dindar” “Müslüman” “İslamcı” tablosuna bizim her vesileyle söyleyebileceğimiz  olumsuzlukları da eklersek bu çocuklarda din, İslam, müslümanlık namına olumlu bir şey kalmayabilir.

*Özellikle batıya zorunlu hicret etmiş olan aileler olarak çocuklarıyla muhatap olurken:*

Ülkemizdeki olumsuzluklara odaklanmak yerine ülkemizin ve insanımızın, medeniyetimizin güzelliklerinden bahsetmeliyiz. Münhasıran ideal Müslümanlardan, gerçek örnek hayatlardan, sahabeden bahsetmeliyiz ki mevcut Müslümanlardan doğan olumsuzlukları izale edebilsin. Batının güzelliklerini, faziletlerini takdir etmekle birlikte, kendi inanç ve kültürümüzün güzelliklerini de anlatmalı ve aktarmalıyız.

Çocukların sorduğu soruları ve sorgulamaları kafadan reddetmek, bastırmak yerine onlara ikna edici, makul izahlar getirmeliyiz. Genelde çocuklar anne babayı öğretmen, rehber olarak görmüyor, ebeveyn-çocuk ilişkisi öne çıkıyor. Bu nedenle evde örnek olma, hal ile etkileme olmalı, ama çocuklarımızı mutlaka ehil rehberlere, abilere-ablalara emanet etmeliyiz. Özellikle temel İslami itikadi, konularda kafa kalp tatminini sağlayacak  şekilde beslenmelerini sağlamalıyız.

Batıda yaşayan ailelerin çocukları için rehberlik bu çocukların okulda çevrede karşılaşabilecekleri olumsuzluklar dikkate alınarak hazırlanmalı, konular ona göre seçilmeli ve “medenilere galebe ikna iledir, icbar ile değildir” yolu tercih edilmelidir. İcbar, ilzam, baskı ile verilen eğitim, rehberlik kopuşlarla, keskin kırılmalarla sonuçlanabilir.

Batıda insan hakları ve demokratik değerler, birey ve hakları bütün eğitim sisteminin temeli. Bu değerler bazı ekstrem durumlar hariç çok büyük oranda İslam’la ve Kur’an’ın emirleriyle, Asrı Saadet uygulamalarıyla örtüşüyor. Çocuklarımıza İslam’ın gelenek ve görenek tarafından öte temel ilkelerini, esaslarını öğretmeli, Kur’ana, Hz Peygamberin hayatına dayalı bir İslam öğretmeliyiz. Vereceğimiz bilgiler ve eğitimle çocuklar Müslümanların Müslümanlıkla örtüşmeyen yanlarını görebilmeli ve bir yıkıma, inkısara maruz kalmamalılar. İdeal Müslümanlık ile mevcut Müslümanlar arasındaki farkı görebilmeliler.

Rehberlikte batıda yetişmiş ama İslami bilen ve yaşayan abi/abla modeli çok önemli diye düşünüyoruz.  Sadece Türkiye kafasıyla bu çocuklara model olmak ve ikna etmek mümkün görünmüyor. Ne edip yapıp bu modelin geliştirilmesi, desteklenmesi lazım. Bu sebeple rehberlerin batı düşüncesinden ve bunlara verilebilecek cevaplardan haberdar olması, fikri/zihni derinliğe sahip olması önemli. Buna matuf hem İslam’ı, hem batıyı bilen hocalarımız rehber kitaplar, broşürler hazırlayabilirler. Bunu başarabilen başka Müslüman toplumlar varsa örnek alabiliriz.

Batıda yaşayan, zorunlu olarak buralara göçen aileler olarak duygusal ve tepkisel davranmayı bırakıp akılcı ve kalıcı çözümler geliştirmeli, çocuklarımızın asimile olmadan entegre olabileceği modeller üzerine kafa yormalıyız. Geçici modundan, geri dönme beklentisinden kurtulup gerçeklerle yüzleşmeli ve hem kendimiz hem çocuklarımız için kalıcı tedbirler, çözümler geliştirmeliyiz.

*Bu çözümler için herkes kendi ülkesinde farklı yollar izleyebilir. Burda anahatlarıyla bahsedecek olursak:*

*1-* Öncelikle diaspora yaşadığımız gerçeği nazara alınarak fıkıhtan tutun, toplum hayatına bakan yönüyle içinde bulunduğumuz toplumun gerçeklerle barışık bazı yorumlara uzmanların tavsiyeleri ile ulaşmaya çalışmalıyız.  Aksi takdirde çocuklarımız  bu toplum ve değerleri ile sürekli çatışma halinde  olacaktır. Uzun vadede çocuklarımız dual-ikircikli bir hayata sürüklenecek ve ailelerinin değerleri ile içinde yaşadığı toplum değerleri karşı karşıya geldiğinde bir tercih yapmak zorunda kalacaktır ki bu tercih eğer içinde yaşadığı toplumla barışık bir tercih değilse bir tarafta gettolaşma diğer tarafta ailesiyle çatışmaya varacak sonuçlar doğuracaktır.

*2-* Kritik akıl sınırlandırılmamalı ve değerler üzerinden kendi değerlerimiz, bunların hayata nasıl geçirilebileceği gibi konular aileler içerisinde müzakere suretinde konuşularak çocuklarımızın da kanaatleri alınarak ailecek bir kollektif akıl oluşturmalıyız. Unutulmamalı ki buradaki eğitim  sistemi öğretmeden ziyade tecrübe ve bir şekilde öğrenme üzerine kurulu ve bu sistem her aşamada kişiyi sorgulamaya yöneltiyor.

*3-* İbadetin şekli, yönü  ve kültürel rituellerden ziyade öncelikle değerler üzerinden dinimiz anlatılmalı ve bir şeyin güzelliği anlatılırken  başka şeyleri kötülemekten kaçınmalıyız. Bediüzzaman Hz.'lerinin müslüman fıtratı  üzerine yaşayan gayrimüslimleri anlatımı hatırlanabilir. Bu noktada değerlerimizin güzelliğine bahsedip bu toplumların bizim değerlerimizi en güzel şekilde yaşadıkları üzerinde durulabilir. Çocuklarımızın diğer din veya kültürlerle karşılaştırma yapmaları yerine, kendi dinine güven aşılamalıyız. Ancak bu yaş grubuna göre değişik örnek ve nüanslara dikkat edilerek yapılmalıdır. İslami güzelliklerin anlatımı için  diğer inançların kötülemeye ihtiyaç duymamalıyız.

*4-* Çocuklarımıza  farklılıkların kötü değil bir zenginlik olduğunu anlatmak gerekiyor. Ve bu yüzden bizim gibi düşünmeyen, inanmayan, yaşamayan insanlara karşı saygı meselesi üzerinde durulmalı. Saygı görmek için saygı duyma gerekliliği anlatılmalı. Çocuklarımıza biz ve onlar  diye çatışmacı  bir yaklaşım çizmemeliyiz.

*5-* Aktif vatandaşlık kavramı üzerinde durup, çocuklarımızın önüne rol model olabilecek müslüman profiller çıkarılmalı ve gençlerimizin toplumsal çalışmalara müslüman kimlikleri ile katılmasını  teşvik etmeliyiz. (Enesj KANTER, Muhammed Salah gibi popüler örnekler de kullanılabilir.)

*6-* Diğer müslüman toplulukları önyargılı bir şekilde aynı  torbaya koyup ötekileştiren yaklaşımlara uzak durmalı ve başarılı, hayata entegre olmuş topluluk ve kişilerle ortak projeler oluşturulmalı,  gençlerimize bu gruplarla ve özellikle klüp faaliyeti gibi alanlarda ortak çalışma zeminleri oluşturmaya gayret etmeliyiz.

*7-* Bireyselliğin  bu toplumdaki yeri nazara alınarak,  çocuklarımıza  kontrol yaklaşımından ziyade rehberlik (mentörlük) tipi bir yaklaşım geliştirmeli ve onların insiyatif almaları teşvik edilmeli. Yanlış yaptıklarını düşündüğümüz yerlerde konular müzakere edilerek kendilerinin bu konularda düzeltme/geliştirme yapmalarını temin etmeliyiz.

*8-* Ebeveynler olarak  çocuklarımızın duyacağı şekilde ve yeri geldiğince      " *İnşallah bu toplum için faydalı ,örnek bir müslüman olursunuz ve islamı insanlara sevdirirsiniz.* " diye dua edebiliriz. Amacımız  çocuklarımızın bilinçaltına bu düşüncenin yerleşmesi ve onlar için bunun bir hedef olmasını sağlamak olmalıdır.

*9-* Bulunduğumuz topluma yabancı kalmak istemiyorsak kültürlerini ve değer yargılarını öğrenmeli ve çocuklarımıza da öğretmeliyiz. Çocuklarımızla beraber yaşadığımız bölgedeki kültürel ve dini faaliyetlere katılabilir, katılmadan önce ve sonra  bu olayın bizcesi hakkında çocuklarla müzakere edebiliriz.

*10-* Genel olarak çocuklarımızla konuşurken hem ülkemiz hem de batı ile alakalı hüsnü zan ve şükür endeksli bir üslup takınmalıyız.

*11-* Taptuk Emre'nin dediği gibi *"Hikaye etmekte şikayettir  Yunus'um"* düsturuyla olumlu projelere bir an önce yönelip, destek verip, katılmamız gerekmektedir. Heyecan yorgunluğu ve özgüven kaybı bu konuda en çok önümüze çıkan engeller. Yok, yok olana yardımcı olamaz, ancak kendimiz olarak var olarak çocuklarımıza bir şeyler verebiliriz. Çocuklarımızın tutunabileceği projeler geliştirmemiz lazım.

*12-* Çocuklar herhangi bir  meseleyi sorguladığı  zamanlar çocuklarımızı  eleştirmeden  ve yargılamadan  dinlemeliyiz. Bizimle rahatlıkla düşüncelerini paylaşabilecekleri zeminler oluşturulmalı  ve düşüncelerini otoriter bir üslup yerine uzlaşmacı bir tarzda müzakere ederek ifade etmelerini sağlamalıyız. Anlayacakları  şekilde onlara cevap verilmeli. Ayrıca batı kültürü ve doğu kültürü arasındaki farkı da anlatmalıyız. Doğu kültürünün daha çok collectivism ve duygusallık  üzerine gelişmiş olduğu,  batı kültürünün ise daha çok akılcılık ve bireyselliklik üzerine oturduğu nazara alınarak.  Bu ikisinin birbirini tamamladığı ve birbirinin rakibi veya düşmanı olmadığını ifade etmeliyiz.

*13-* Bazı yanlışlara düşmemenin temel yolu bazen o yanlışları bilmektir. Batıda büyüyüp ailelerinin yanlış tutumları yüzünden islamiyeti terk eden bireylerin yaşadıklarını anlatan kitaplar bu konuda incelenebilir.

*14-* Ailenin dini konularda çocuğa baskı yapmadan rol model olarak sevdirebilmesi, içinde bulunduğu kültürü kötülemeden onu bir birey olarak topluma kazandırmaya çalışması, sevgi ve hoşgörü ortamı olan bir ailede yetişmesi, hizmet içerisinde ve de bir vizyona sahip olması çocuklarımız için koruyucu ve önleyici faktörler olacaktır.

Bu sorudaki çekinceleri de baz alarak çocuklarımıza rehberlik etmeli ve rehberlik edecek kişilerle biraraya getirmeliyiz.
Çekirdekten çınara misali  *"Değerler Paneli"* üzerinden ilerlememiz gerekiyor. 
Hedefimiz özellikle burda doğan veya burda büyüyecek olan  cocuklar için, değerlerimizin hissetirilmesidir. Kalp kafa izdivacının gerçekleşmesi ve bu değerlerin gönül dünyalarına kodlanmasıdır. Niyetimiz sadece bir işitmeden ve kulak dolgunluğundan  ibaret olmaması gerekir. Sırf Sözel olarak 'bizim değerlerimiz bunlar' deyip yetinilmemesidir. Ve bunların hepsini uygularlarken (tüm pedagojik koordinatları göz önünde bulundurarak) mutlaka gençler ile ilgili meselelerden haberdar olmak ve onlar gibi bizimde bu halimizle *cool* olabileceğimizi göstermek gerekir.

Çocuklar ile fikir atölyeleri düzenleyip öz değerlerimizi zihinlerinde harmanlamalarını sağlayabiliriz. Bu değerleri yineleyip hiç bilmeyen birine anlatabilecek ve savunabilecek duruma gelmelerini temin edebiliriz. Bir kereye mahsus olan fikir atölyeleri yerine daimi süren atölyeler ile.
Farklı konu başlıkları ve temalar ile, güncel konuları takip ederek...

Bulunduğumuz beldedeki  aileler olarak yuvarlak masa oluşturabiliriz. Ya da eğitim parkuru tarzında daha uzun soluklu ve yıllık  bazda çalışmalar yapabiliriz. Bunlar aslında bildiğimiz ve daha önce  başarıyla yaptığımız çalışmalar.  Zaman ilerliyor. İnanıyoruz ki bu durumun zaman kaybetme lüksü yok.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*ü

Olaylar değil seni üzen, düşüncelerin seni üzüyor.

*SORU:*

Bazı sıkıntılara katlanalım nazlanmayalım şükredelim dedikçe kendi içimizde ve çevremiz tarafından da değersizleştirildiğimizi hissediyorum. Kamptan çıkacağımız zaman "inşallah heim değil ev olur “dediğimde Almanya’ya seneler önce gelip kendi yaşamını kurmuş olan öz abim "çok abartıyorsun, önce kamptan çıkmaya bak, şükret sonra heim da olsa ne fark eder” demişti. O an alınganlık yaptığımı düşündüm. Ama su an dikkat ediyorum biz tevazu gösterip azla yetindikçe insanlar da bize bu şekilde davranıyor. Evime ziyarete gelen insanlar bazı eşyalar getirmeye çalışıyorlar sağ olsunlar fakat 3 yaşındaki kızıma kendi çocuklarının kullanılmış oyuncağı yerine birkaç Euro luk yeni bir şey alacak inceliği göstermelerini bekliyorum insani açıdan. Dini yayınlar okuyup kendimi yenilemeye çalışsam, malla canla imtihan olacağımızı biliyor olsam da Allah’ın katındaki değerimiz bu muydu diye soruyorum her defasında.

*CEVAP:*

“ *Olaylar değil seni üzen, düşüncelerin seni üzüyor.* ”

Sorunuzun dini ve itikadi boyutları da var. Ancak biz daha çok işin psikolojik boyutu üzerinde durmaya çalışacağız.

Hepimiz zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşarız. Bu sıkıntı bazen başımıza gelen olumsuz olaylara bir tepki olarak ortaya çıkar. Ancak söz konusu sıkıntının önemli bir kaynağı olayın kendisi ise başka bir kaynağı da duruma ne şekilde baktığımız, olayları ne şekilde algıladığımız yani olaylara olan bakış açımızdır.

Hayata bazen olumlu bazen de olumsuz açıdan bakarız. Söz konusu bakış açımız, baktığımız yerde ne gördüğümüzü etkileyen önemli bir etkendir. İçinde bulunduğumuz koşulların olumlu mu olumsuz mu olduğu tabii ki önemlidir. Ancak çeşitli durumların olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunu belirlerken kullanabileceğimiz tek veri değildir. Çünkü olaylara, durumlara ve genel olarak hayata ne açıdan baktığımız da orada ne gördüğümüzü etkiler. Bu verileri değerlendiren, çevremizdeki olayları, durumları yorumlayan, onları anlamamızı sağlayan ve bakış açımızı oluşturan beynimiz, ya da daha genel olarak bilişşel sistemimizdir. Bilişsel sistemimiz, şimdiye kadar deneyimlediklerimizden oluşturduğumuz kalıp veya otomatik bir takım düşünceler içerir.

Çoğumuz ne hissettiğimize pek dikkat etmeyiz. Kendimize bu tepkilerimizin nereden geldiğini de sormayız. Çoğu zaman neredeyse farkında olmadan, otomatik olarak gelen düşüncelerimizin kontrolü tamamen ele geçirmesine izin veririz.

Olayların değil düşüncelerin bizi üzdüğü fikri, herhangi bir olaya üzülmememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Sevdiğiniz birini kaybettiğinizde üzülmeniz normaldir. İşten kovulduğunuzda, boşandığınızda, ne zamandır beklediğiniz bir şey gerçekleşmediğinde üzülmenizin çok normal olması gibi. Bu, düşüncelerinizi değiştirin ve üzülmeyin demek değil. Burada anlatmak istediğimiz; olayların değil, olayları nasıl algıladığımızın bizim duygularımızı belirlediğidir. Kayıp, ayrılık gibi durumlarda üzüntü, doğum, kazanç gibi konularda mutluluk duymak normalken, bazen algılarımız dış dünyada olanı bize çarptırarak ulaştırırlar ve bu sefer asıl olaylarla uyumsuz duygular içerisine gireriz.

Olayları ve durumları yorumlayan bilişsel sistemimiz her an en doğru ve en gerçekçi yorumu yapmıyor olabilir. Bazen beynimiz de hata yapar. Herhangi bir durumu veya olayı yorumlamamızı sağlayan bilişsel sistemimiz zaman zaman duruma ilişkin ipuçlarını gerçekte olduğundan farklı değerlendirip, algılayabilir.

Bilişsel sistemimiz mükemmel değildir. Zaman zaman yorumlama hataları yapabilir. Tüm bunların üzerine bir de içinde bulunduğumuz duygu durumunun verileri eklenince bazı durumlarda somut koşulları yeterince objektif değerlendirememek oldukça doğaldır. Aşağıda bu türden olumsuz düşüncelerle ilgili örnekler verilmiştir.

*Düşünce Hataları:*

* *Ya hep ya hiç tarzı düşünme:* Olaylara, keskin ve siyah beyaz kategorilere ayırarak bakarsınız. Eğer sizinki tam bir başarı öyküsü değilse, işe yaramazsınızdır.

* *Aşırı genelleme:* Tek bir olumsuz olayı asla sonu gelmeyecek bir yenilgi örüntüsü olarak görürsünüz, “Her zaman aynı şey oluyor’’, “Asla düzeltemeyeceğim’’.

* *Zihinsel filtreleme:* Bu suya damlayan ve suya rengini veren bir damla mürekkebe benzer. Yaptığınız bir hata gibi olumsuz bir ayrıntı üzerinde durur, yaptığınız tüm diğer şeyleri görmezden gelirsiniz.

* *Olumluyu yok sayma:* Başarılarınız ve olumlu niteliklerinizi hesaba katmamakta ısrar edersiniz.

* *Keyfi çıkarsama:* Gerçekler tarafından desteklenmeyen sonuçlar çıkarırsınız.

Bu çarpıtmanın iki türü vardır:
- *Zihin okuma:* İnsanların korkunç şekilde yargılayıcı olduğu ve size tepeden baktığını düşünürsünüz.

- *Falcılık* : Kendinize yakında korkunç bir şey olacağını söylersiniz: ‘’Haftaya sınavda kesin başarısız olacağım’’

* *Büyütme ve küçültme:* Olayları abartır ya da önemlerini küçümsersiniz. Bu, aynı zamanda “dürbün etkisi” olarak tanımlanır. Dürbünün bir tarafından baktığınız zaman, bütün eksiklikleriniz Everest Dağı kadar büyükmüş gibi görünür. Diğer tarafından baktığınızda ise, tüm güçlü yanlarınız olumlu nitelikleriniz neredeyse bir hiçe indirgenir.

* *Duygusal çıkarsama:* Nasıl hissettiğinizden hareketle durumları açıklarsınız. Örneğin “Kaygılı hissediyorum, öyleyse gerçekten tehlikede olmalıyım’’. Ya da “Umutsuz hissediyorum, öyleyse gerçekten durumum umutsuz’’.

* - *meli –malı cümleleri:* Kendinizi ve diğer insanları “-meli –malı, zorunda, gerekli” gibi ifadeler kullanarak eleştirirsiniz. Örneğin, “Böyle utanmamalı ve gergin hissetmemeliyim.”

* *Etiketleme:* Tek bir hata ya da eksikliğinizi tüm kimliğinize genellersiniz. “Hata yaptım’’ demek yerine, kendinizi “umutsuz vaka’’ olarak etiketlersiniz. Bu aşırı genellemenin uç bir görüntüsüdür.

* *Suçlama:* Sorunun nedenini saptamak yerine, suçlamayı seçersiniz. Suçlamanın iki temel örüntüsü vardır.
- *Kendini suçlama:* Kendinizi sorumlu olmadığınız bir şey için suçlarsınız, ya da hata yaptığınızda kendinizi acımasızca cezalandırırsınız.
- *Başkasını suçlama:* Diğerlerini suçlar ve sorundaki kendi rolünüzü inkar edersiniz.

Bu çarpıtmalardan herhangi birisini yaptığınızı fark ediyor musunuz? Eğer çarpıtılmış bu düşünceler size tanıdık geliyorsa bu çok güzel bir haber. Çünkü aşağıdaki teknikleri kullanmaya başladıkça nasıl düşündüğünüzü değiştirip, nasıl hissettiğinizi de değiştirebileceksiniz.

*DURUM-DÜŞÜNCE-DUYGU-DAVRANIŞ*

Düşünce, duygu ve davranışlarımız bir bütün halindedir. Her biri bir diğerini etkiler. Olumsuz bir duygu durumu içerisinde olduğumuzda aklımızdan geçen olumsuz düşünceler moralimizin daha da bozulmasına neden olur. Moralimizin bozulması ise çoğunlukla durumu düzeltmeye yarayacak yapıcı davranışlar yerine canımızı sıkan ve durumu bizim için daha da zorlaştıracak davranışlar içine girmemize neden olabilir. Ortaya koyduğumuz olumsuz davranışlar bazen olumsuz olayların başımıza gelmesine de neden olabilir.

Aksine yaşanan bir durum hakkında alternatif düşünceler üretmek aynı durumu daha gerçekçi değerlendirmeye ve yapıcı davranışlar üretmeye yardımcı oluyor. Bu var olan durumun daha somut ve nesnel bir değerlendirmesini yapmaktır. Yani bir anlamda resmin tamamını görebilmek için çaba sarfetmektir. Çünkü, yoğun duygular içerisinde olduğumuzda nesnel değerlendirme yapamadığımız zamanlar olabilir, var olan durumu olduğundan çok daha abartılı olarak yorumluyor olabiliriz. Sorunuzda vermiş olduğunuz bir örneği ele alacak olursak, sizi ziyarete gelen insanların, size yardım etme düşüncesiyle bazı eşyalar getirdiklerini ama çocuğunuz için çocuklarının kullanılmış oyuncaklarını getirdiklerini ifade ederken, aslında güzel bir resmin (yardım etme düşüncesinin ve edilen yardımın) tamamını görmezden gelip, resimdeki eksik bir noktaya (kullanılmış oyuncak getirilmesine) odaklanarak somut, nesnel, yapıcı bir değerlendirme yapmamış olabileceğinizi hiç düşündünüz mü?

Olumsuz hissettiğimiz anlarda aşağıdaki yöntemler işimize yarayabilir:

*DUYGUYU BELİRLEMEK*
İçinde bulunduğumuz duygu durumunu belirlemeye çalışmak. “Öfkeli veya üzüntülü müyüm?” “Yoğun bir kaygı mı yaşıyorum?” Bunun için egzersizler yapmak çok önemli. Herşeyden bağımsız sadece o ana inerek o duyguyu belirlemek, farkındalık sağlamak, olumsuz düşüncelerden kurtulmak için en büyük adımlardan biridir.

*DÜŞÜNCELERİ KAYDETMEK*
Olumsuz düşünceleri mümkün olduğu kadar çabuk bir kenara yazmak genellikle işe yarar. Çünkü zaman geçtiğinde unutulma olasılıkları yüksektir.
“O anda aklımdan neler geçiyordu?” Durumun tanımını yapmak olumsuz düşünceleri hatırlamakta çoğunlukla işe yarar. “O anda neredeydim?” “Ne yapıyordum?” “Yanımda kim(ler) vardı? Bu insan(lar) benim için ne ifade ediyor?”

*SORGULAMAK*
Düşüncelerin gerçekçiliğini sorgulama aşamasıdır. “Bu düşündüklerim ne kadar gerçekçi?” “Böyle düşünmek bana ne katıyor?” “Bana yararlı düşünceler mi yoksa daha olumsuz hissetmeme mi yol açıyorlar?”

*ALTERNATİF DÜŞÜNCE GELİŞTİRMEK*
Daha gerçekçi, yararlı ve duruma uygun düşünceler bulmak. “Daha keyifli olduğum bir anda ne düşünürdüm?” “Güvendiğim bir arkadaşıma bu düşüncemi söylesem bana ne derdi?” “Aynı şeyi sevdiğim bir arkadaşım bana anlatsa ona ne derdim?” “Ne tür düşünce hataları yapıyorum?”

Dinimiz de bir yönüyle insanın düşünme şeklinin ve olayları değerlendirmesinin önemi üzerinde durmuştur. Dinimizde tefe'ül (yani olayları hayra yorma, uğurlu görme) caiz görülürken, teşe'üm (yani olayları şerre yorma, uğursuz görme) ise yasaklanmıştır. Demek ki düşüncelerimizin hayatımız üzerinde olumlu ve olumsuz bir takım etkileri söz konusu ki, dinimiz bizi olumsuz etkilerden koruma adına teşe'ümü yasak etmiştir.

“Eğer ne düşünüyorsak oyuz” sözü doğru ise; haydi mutlu ve hayatından memnun biri olmamıza yardım edecek düşüncelere izin verelim.

*PSİKOLOJİK DESTEK İNSİYATİFİ*

Son Eklenen